Сегодня день рождения у
Никто не пишет литературу для гордости, она рождается от характера, она также выполняет потребности нации...
Ахмет Байтурсынов
Главная
Спецпроекты
Переводы
MAİLİN  Beyimbet, "Ölümün Pençesinde"

25.11.2013 1543

MAİLİN  Beyimbet, "Ölümün Pençesinde"

Язык оригинала: ''Ölümün Pençesinde''

Автор оригинала: MAİLİN Beyimbet

Автор перевода: not specified

Дата: 25.11.2013

Ölümün pençesinde

 

Koyşkarı – genç, yanık tenli ve çok güçlü bir delikanlı, zeminliğin çatısından dikkatle ileriye sürünen siyah bir noktaya bakıyordu.

Bu nokta de ortaya çıkıyordu, de yeniden kayboluyordu ve en sonunda dağ geçinin yamacında bir yolcu göründü. Kaza ile buraya gelmesi mümkün değil. Geçen yazdan bu yana koskoca ordular bu çöl bozkırlardan geçti ve çok şey oldu o vakitlerde.Koyşkarı kendi gözleri ile cinayetleri, kovalamaları,izdihamları gördü.Ondan daha çoğu oldu  ama.

            Geçen sene Temirin evinde rençperlik ediyordu o. Bir gün bozkırdan gelip, samanı toplamaya başlar başlamaz, askerler aula zorla girdi.Koskoca bir müfrezeydi, ve o Temir evinin yanında durdu.

            -Atlarını ver!

            Auldaki herkes telaşa düştü.Temirin dalkavukları, onu korumak için evden eve koşuyorlardı atları toplamak için. Her zamanki gibi, yoksulların en sıska ve uyuz atlarını seçiyordular.Yoksullar öfkeleniyorlardı, beyın yardakçı Tüyebay  ise sakinleştirmeye çalışıyordu onları:

            -Her şey doğru. Beyin atları binicelik için uygun değiller. Onlar fazlasıyla iyiler bunun için.Açık havada iyice semiren atlar hızlı gidemezler bu sıcakta.

            Korku ve kedere kapılan Bekena deli gibi feryat edip atın arkasından koşuyordu:

            -Vicdansızlar! Ben yalnız ve çaresiz biriyim, bu yüzden hakaret ediyorsunuz bana!Kurada beygirimi götürüyorlar! Onun bir deri ile kemiklerden başka bir şey yok ki!İşten sonra eve zorla geliyor. Lütfen, hiç olmazsa bu sefer almayın!

            Askerlerden birisi(meğer kazakçayı biliyordu) yaşlı kadının çığlıklarını duyunca Tüyebaya silahını doğrulatıp talimat verdi:

            -Biz yoksulların atlarını istemiyoruz. Bize beyin atları lazım.Anladın mı beni? Yardakçi,ben sana gösteririm! Beyin tüm at sürüsünü götür buraya,hadi!Kendimiz seçeceğiz!

            Tüyebay okadar şaşırdı ki, kekelemeye başladı bile korkudan.

            -Nasıl isterseniz... Ama biz hep öyle yapiyorduk... Ama nasıl isterseniz öyle olur. Ve o beyın tüm sürüsünü götürdü.

            İnatçı ürkek atlar, kemenleri sürükleyerek,bir fırtına gibi, aula koşup geldiler. Her şey toz bulutların içinde kayboldu. Yer toynakların altında titriyordu. Koyşkarı sürünün ortasında dolaşıyordu. Ustalıkla vahşi atların üzerine kement atıp, aniden kendine öyle çekiyordu ki,en güçlü ve ağır atlar bile düşüyorlardı.

            -Aaa,lanet olsun sana,Koyşkarı!-deli gibi çığlıyordu bey.

            Kalabalıkta Koyşkarı kementle beyın en sevdiği rahvan atını yakaladı.Temir bunları görünce, umutsuzluktan ayaklarını yere vurmaya başladı bile,sanki en sevdiği atını değil,onu yakaladılar.

            -Aynı kementle boğularak canın cehennemde yansın! - Topraktan ocağın yanında durup, dünyadaki tüm küfürleri ona döküyordu beyin fıçı gibi şişman karısı.

            Koyşkarı beyden gelen çığlıklarını duyunca, gerçekten bir hata yaptığını düşündü, hatta kementi bıraz serbestledi,ama karısının nefretle dolu sözlerinden sonra üzenginin üzerine durdu.Kementi ise öyle sıktı ki,rahvan atı hırıldamaya başladı, arka ayaklarına düstü ve sağrı ile zangırdadı.

            -Aferin sana,yiğit! -Heyecanla bağırdı genç üniformalı asker ve dizginleri atın üstüne attı.

            Bu kazakça konuşan çocuktu. Tüm yoksul köylülerin atların serbest bırakılmasına emir veren oydu.Becerekli,hafif ve akıllı biriydi o. Ve üstü silahlara doluydu.

            -Gel buraya!-Bağırdı o Koyşkarıya. -Hizmetçiye benziyorsun.

            -Doğru diyorsunuz.

            -Ozaman beyin en iyi atlarını yakalamaya izin veriyorum sana.

            Bu delikanlı çok çekiciydi.Hizmetçi hayran oldu ona.

            En iyi atlarını seçerek askerler aulu bırakıp gittiler. Temir ezilen at gibi horluyup duruyordu.Öfkeden patlacak gibi görünüyordu o. Herkeze küfür edip,şıddetli tarantel gibi oraya buraya koşuyordu onun karısı.

            -Koyşkarı,nerdesin?!Lanet olsun sana!Kara topraklar seni yutsun!-Çığlıyordu bey.-Minaydar ile hızlı bir şekilde atlarnı sarın!

            Müfreze uzaştıkça, kazakça konuşan,genç asker Koyşkarı ile Minaydarın yanına geldi.Bam başkaca atın üstünde oturuyordu,ustalıkla,diğer ruslar gibi değil.

            -Nasılsınız,yoldaşlar? Sizi bey atlarına bindirdiğim için suç işlemedim mı?-gülümsedi o ve kendini tanıttı.

-Ben Andrey.Çocukluğumdan Baganalı tarafında bir beyın evinde rençperlik ediyordum.Ordan savaşa gittim.Bir yıl savaştım.Devrimden sonra eve döndüm.Bolşeviklerin hakkında duydunuz mu? İşte bolşevikler bizis.-Dedi o ve Koyşkarının kemerini tutup kendine şiddetle çekti.-Delikanlık ne olduğunu gösterelim mı?-Gülümsedi o.

            -Kim kimi attan asağı düşürtebilir,olur mu?-Ama birden bire Koyşkarın beyın çığlıklarını duyduğu  delikanlılara. Tek önemli olan-korkmayın ve çekinmeyin.Sizin vaktiniz geldi!Şimdi rençperler bir güçtür!

            İşte böyle yiğit müfreze ile birlikte gitti.

            Akşam müfreze bir aulda nehir kavsenin yanında durdu.Otlar burda çok yüksekti,üzengiye kadar büyümüşlardı.Hayvanlar düz ve yağlıydılar.Bazılar ama Minaydar ile Koyşkarıya kaba göz ucuyla bakıyorlardı.Sanki deyıp:siz onları buraya göturdünüz!Neredeyse alacakaranlıkta köpekler çılgınca havlamaya başladı ve toynakların sesleri geldi.Silahın sesi.Andrey adamlar ile atlara koşmaya başladılar,ama aula başka güçlü bir müfreze uğradı.Atışma başlandı.Gece sessizliğin yerine ağlama ile çığlıklar geldiler...

            Gelenler-beyaz muhafızdı.Andrey ile arkadaşlarını ellerine geçirdiler.Öldürmediler ama öldürücesine dövdüler.

            -Rehber olarak mı çalışıyorsunuz?!-Kırbaç ediyordu Koyşkarı ile Minaydara yusufçuk gibi zayıf ve açıkgöz lideri.Daha da öfkelenip Koyşkarıyı arkasından vurmaya başladı o.Öyle bir güçle vuruyordu ki,her vuruş yankı ile sesleniyordu.

            Sabah ertesi beyazlar gitmişlerdi.Bolşevik mahkümlerini yarı-çıplak yürüyerek kovaladılar.Andreyi okadar ezdiler ki,ayaklarını zorla sürükleyebiliyordu.Vedaya sadece başını sallayabildi Koyşkarı ile Minaydara.

            -Çaresizlerini öldürecekler,-içini çekti Minaydar.

            -Evet.Bizde onlara yardım edemiceğiz.-Dalgın dalgın söyledi Koyşkarı.

            Beyazlar bey atlarını de götürdüler.Koyşkarı onları almamaları için okadar yalvardı ki,ama onu dinlemediler bile.Ayrıca aulun sakinlerden birisi,kurnaz ve girgin(kendi atlarını kurtarmak isteyenlerden birisidir),atlılara gösterip bağırdı:

            -Bunları da alın!Bu kırmızı casuslar!

            O olayı oğrenince Temir öfkeden neredeyse tıkanacaktı.Onun sarı sopası sanki dans ediyordu Koyşkarı ile Minaydarın kederli duran başlarının üzerinde.Uljan hatun öfkeli çığlıyordu:

            -Öldür!Bu köpeklerini öldür!Bunlar bir rahvan atını bile etmez!

            Temir ama tek vurmaktan memnün değildi.O atlıları aul büyüklerin mahkemeye verdi.Büyükler ise atların kaybolduğun suçunu Koyşkarı ile Bekena hatuna attılar.Yaşlı kadın tepticisi oldu:olayını kötüleyen oydu,Koyşkarı ise kendi elleriyle rahvan atını ile başka atlarını tuttu.Bu fesatçılar olmasaydı,müfreze kurada atlarını alıp,sakince giderdi.

            Hemen yaşlıların karar ile kadının ve delikanlının tüm varlığını götürdüler dokuz atların maliyetini kurtarmak için.Koyşkarını Temir kovdu, onun bolşevik olduğu için.Auldaki saf kadınları korku ile merakla bakıyordular delikanlıya:

            -Tanrım!Gerçekten kimsin sen?İnsan yada kurt adammısın?

            Sadece Kulbike acıyla bakıyordu onu:

            -Bu halis muhlis bir yiğit!Kendi hakkında insanları konuşturdu bile.

            Bu olaydan sonra Koyşkarı rus köylere taşındı.Kendini ve ailesini beslemek için orda çalıştı.

                                                                      

***

 

            Birazdan Koyşkarı yolcuyu tanıdı.Gri kaputa giyinen bir askerdı,aula doğru gidiyordu.

            -Oybay!Bu Petr!-Ve onu karşılamak için ona koştu.

            Ve gerçekten o yolcu Petreydi .Koyşkarı ile beş yıl Temirin evinde rençperlik beraber eden Petrdı.

            -Nerden geliyorsun?Nereye kaçiyorsun?Ne oldu sana?- Sorgulamaya başladı onu Koyşkarı,karşılaştıktan sonra.Ama cevap veremiyordu ve sadece dedi ki:

            -Sonra,sonra!Şimdi ise beni gizletmeye yardım et.Kimse görmesin beni.-Ve iyice etraflarına baktı.

            Koyşkarı donakaldı.Demek Petr kaçak...Kaçak olduğuna bir barınak verilmesi için ciddi ceza dayanır.Ama o Petrı kovalamaz ki!Beş yıl yan yana çalıştılar.sadece çalıştığılar için değil,arkadaş oldular onlar ve beş yıl mükemmel bir uyum içinde yaşadılar.Petr askerlere götürüldüğü zaman,Koyşkarı kardeşini kaybetti sanki.Vedalaştıkça kucakladılar bir birini.

            -Anneme iyi bak!Yoksulluğa gelmeye izin verme,lütfen.-Bırakarak istedi ondan Petr.Koyşkarı elinden geleni yapmaya söz verdi.Ve şimdi onlar yeniden karşılaştılar.

            -Ah,bu Petr değil mı?Sağlıklımısın, iyimisin?-Neşeli karşıladı onu Umut,Koyşkarın annesi.

            -O,Petr,evladım!Koskoca bir yiğit olmuşsun artık!-dedi ona gülümseme ile yaşlı adam.Bunu söyleyen Etikbaydı,Koyşkarın babası.Umut ile Etikbay kendi oğlu kadar sevdiler Petreyı.Beraber çalıştıkları vakit,Umut onu hem giyindiriyordu,hem yıkandırıyordu.Bazen meraklı kadınlar soruyorlardı ona:

            -Ne için seviyorsun bu çocuğu?

            Ve Umut her zaman cevaplıyordu:

            -Bu rusu tanrı yaratmadı mı?Benim Koyşkarı gibi o.Birlikte çalışıyorlar,birlikte yaşıyorlar.Bir birini koruyorlar.Neden bizim için yabancı olsun ki?

            Petr de içten Umuda bağlandı.Ve Koyşkarı gibi ona ‘aje’ diyordu.

            -Merhaba aje!İyiyim ben,iyiyim!Ama korumanıza ihtiyacım var.Saklayın beni,duşmanların ellerine vermeyin lütfen!

            Petr içini çekti.Umut korktu,onun buruşuk yüzü solgun oldu.

            -Neden oğlum?Ne oldu sana?-Şaşırdı Etıkbay.

            -Gerçeğini söyle,kimsin sen?-dayanamadı Koyşkarı.

            -Bolşeviğim ben.-Cevapladı Petr.

            Ev sahipler silkinip bir birine baktılar.Bolşevikmiş!Geçen yıl bey atların kaçarmadan sonra çok kez duydular bu kelimeyi.Bir kez Etikbay merağa kapılıp sormuş Kanış tüccara: ‘Ne insanlar bolşevikler?’.O da cevapladı: ‘Soyguncular ve zalimler,haydutcular ve fesatçılar.

            Ve bundan sonra birisi Koyşkarıya bolşevik dediğinde Etikbay öfkeleniyordu: ‘Ne diyorsunuz ya siz?Benim oğlum haydutluk yapmaz!’

            Genellikte aulda bolşevikleri konuşuyorlardı.Bir iki kişi toplandığı zaman dedikoduculuk başlıyordu.Kimse tam bilmiyordu onların kim olduğunu,bu yüzden tüm saçma ve zalim olayları onların üstüne atıyordular.

            Minaydar ve Koyşkarı Andrey ile karşılaştıktan sonra bolşevikler hakkında farklı düşünmeye başladılar.Özellikle Koyşkarı...O sık sık onları düşünüyordu.Bolşevikler gerçekten açgözlü mı?Andrey kendini bolşevik sanıyor,ama o öyle değil ki!Soyguncu irade hakkında konuşur mu?Soyguncu öksüzler ile yoksulları düşünür mu?Sonuçta ‘Artık herşey sizin ellerinizde.Birleştikten sonra beylerden bir iz bile kalmaz’ diyen Andreydi.Ve bolşeviklerin karşında duran kimdir?Kim onların hakkında dedikoduculuk yapiyor? Kim?

            Bunları Koyşkarı bilmiyordu ve Petrenin dudaklarından bu korkunç kelimeyi duyduktan sonra kafası tamamen karışmıştı.Tüm korkular ve süpheler aniden ortaya çıktı.

            -Ah,Tanrım! Ne anlamına geliyor bu? - Korkuya kapılıp, yaşlı kadın oğlusuna baktı.

            -Aje, korkma! Petr bolşevik olmasa,kim olabilr ki?Bende bolşeviğim.-Aniden söyledi Koyşkarı.

            -Elini ver, arkadaşım! - Gülümsedi Petr ve elini sıktı.

            Etıkbay Umut ile şaşkınca bakıyordular bir birine. İyice şaşırdılar onlar.Ama bu andan sonra onlar da kendilerini bolşevik sanmaya başladılar.

            Bundan sonra Etıkbay nöbetçi olarak dışarıya gönderildi,Koyşkarı Petr ile dinlenmek ve herşeyi konuşmak için yalnız kaldılar.Ama eski arkadaşlarının yeterince bir birini iyice görmeye zamanları olamadı bile,birazdan tökezleyip Etıkbay girdi ve şaşkınca mırıldandı:

            -Geliyorlar!

            Pencereden gıcırdayan atlı kızağın sesi geldi.Kürklü şapkalar,gri kaputlar,kemerlerin üzerinde toplu tabancalar ve silahlar göründü. Kızaktan atladığı kişilerden birisi şişman ve pos bıyıklıydı.Koyşkarı tanımış onu:

            -Namussuz Auesbay!

            -Kim o?Kazak mı?-çaresizce etraflara bakıyordu korkan Umut.-Onunla anlaşmaya çalış.

            -Ne şanssızım ben ! Birisi ifsa etmiş.Ah,ben buraya gelmemeliydim...

            Hazır tüfekler ile zeminliğe iki asker girdi.Petr kalkıp ellerini kaldırdı.Auesbay girince korkunçla kaşlarını çattı.Ellerinde bir tabancayı tutuyordu.Askerlerden birisi Petreyi aranmaya başladı, diğeri de yanında duruyordu.

            -Oğlum,görüyorum ki,kazaksın.Bu delikanlı ellerimizde büyüdü.-İkircimli etıkbay başladı.Ama Auesbay tabancayı ona doğru uzatıp bağırdı:

            -Çeneni kapa,ihityarlı piç!Yoksa öldürürüm şimdi!

            Etıkbay titredi ve korkudan gözlerini kapadı bile.

            -Oğlum, yaşlı adamı niye korkutuyorsun ki? Yapma be... -Yavaşca dedi Umut,Auesbayın kaputunu tutup,ama o gögüşünü öyle bir dürttü ki,kadın kapıya kadar uçtu.

            Auesbay bıyıklarını diken diken kabarttı.

            -Görüyormusunuz,nerde saklandığını...

            -Yanılıyorsun,ben...-başladı Petr,ama uzun böylü asker tüfek ile vurdu onun başına ve Petr bayıldı.

            Sersemleyen ve şaşkın Koyşkarı etraflarında ne olduğunu farketmemiş oldu.Petr ise kan içinde baygın yatıyordu,ve o,onun en iyi ,en yakın arkadaşı yardım etmek için hiçbir şey yapamiyordu.Ve şıddetten ve güçsüzlutan titreyip duruyordu.Bu iyi değil.Bir kez suç işleyen Koyşkarıyı Temir onu acımasızca kamçı ile vuruyordu,Petr ise bunları görünce,ona koşup arkasını darbelerin altına koydu.Bu ne gerçek bir dost!..Bunu hatırlayınca sinirlenen Koyşkarı uzun böylü askerini boğazından tuttu.

            -Ne hakkın var onu vurmaya,ha?!

            Yumruk kavgası başlandı. Tabanca iki kez havladı.Koyşkarı sıddetle uzun böylü askerini boğazından tutup,onu boğmaya başladı,ama bu an Auesbay atlayıp yiğiti şakağa burdu.Kan aktı.Koyşkarı parmaklarını açtı.Öfkeye kapılan sırık gibi asker onun üstüne düştü.

            Etikbayın zeminin etrafında kalabalık oldu.Bazıları korkunçla duruyorlardı,bazıları farklı varsayımlar ile çığlıyorlardı,bazıları de herşeyı öğrenip bu olaya karşı kendi tutumlarını ifade etmeye cesaret edemiyorlardı ve kalabalığın uyuma göre davranıyordular.

            -Bu piç tutulduğuna kadar biz rahat yaşamicağız!-Başladı Temir.

            -Düzgün söz! Koyun yünün bir parçası bir yağ tulumu berbat eder!Ve bir kötü adam tüm mahalleyi aşağılır!- Tutturdu beyni molla Omar.Gençler ve yiğitler sessizce Koyşkarı ile Minaydara acıyordular.

            Auesbay Temirin evinde gece geçirdi.Petr ile Koyşkarıyı kızakla getirip,bir ahıra attılar.Uljan hatun yüzündeki kötü niyetli gülücük ile kendi elleriyle anahtarını alıp kapattı yiğitlerini.

            -Rahvan atı ile başka atların kutsal belleğin sizi cezalandıracağınız biliyordum ben.Ve şimdi hesaplaşma vakti geldi.

            Kazakların yerli adetlerine göre bey ve onun hatunu auldaki sakinlerini korumalıydılar.Ve dışardan glen her beladan saklamalıydılar herkezini.Beyın hatunu ise kendi elleriyle kilitledi kanın içinde yatan Koyşkarıyı.Tabi ki bu hoş değildi herkez için.Ancak hem Temir,hem Uljan öfkeye kapılıp kör olmuştular.Ama belki de onlar herşeyi pilanladılar.

            Ahırı gözetlemesi için beyin işçini Minaydarı koydular.Auesbay onun yüzünün önünde  tabancayı salladı ve dedi ki:

            -Hey,patlak gözlü aptal,bak bana,eğer onları kaçırırsan,öldürürüm seni!

            Ve Minaydar ürperip soluk oldu.

            Aul gürültüyordu,uğulduyordu,dedikoducuk yapiyordu.Su için giden,külleri atan,tezeği toplayan kadınlar sonsuzca tartışıyordular bu olayı konuşunca.Tabi ki,herkez kendi tarzına göre konuşuyordu.Auesbayı tutturanlar da vardı.O şehri tüccarın oğlusuydu, ‘Şala-kazak’  yada ‘yarı-kazak’ diyordular onun gibilerine.O auldaki sakinlerin çoğunun uzak bir akrabasıydı.Ve Temir ile çoktan ilişkisi vardı.Auesbayın hakkında aulda öyle konuşuyordular:

            -Makamlara asılmaya başarabildi.Diorlar ki,yakında rütbe vericekler ona.

            Yaşlılar onu gençlere örnek olarak koyuyorlardı:     

            -Bu istediğini daima elde eder!

            Ve bugün Auesbay günün gerçek  bir kahramandı.Herkez konuşuyordu onu.

            -Auesbay buraya yüz askeri getirdi,-ciddi bir tavırla dedi kirli Gabbas.-Onları geride bıraktı.Belki yarın gelebilirler...Bunları konuşurken başını öyle kaldırıyordu ki,sanki o askerleri getiren oydu.Bilinen yalancı Canibek Gabbasın gerisinde kalmak istemiyordu galiba:

            -Auesbay bu seferde yüz bolşeviklerni  devirdi.-Diyordu o.

            Yaşlı Etikbay bu aulda bir yabancı gibiydi.Onun kuşağı sadece üç evlerin sahibiydi.Onun iki akrabası- Rahmet v e Sugur-sessiz mutevazı ve orta sınıftaki insanlardı.Ancak evde Rahmet daha cesuz insan yoktu,ama ortaklıkta korkak ve utangaçtı.Sugur ise daha kötü,onu vur ,kes-kıpırdamaz bile.İkisin de üstünlük  ve şeref hakkında bilgileri yoktu.Ancak,Etikbayı kardeş olarak kabul ediyordular,ama bu sfer açıkça terkettiler onu.Korumadılar bile onu,daha da kötüsü,açıkça dedikoduculuk yapiyordular.

            Temir iyice misafiri karşıladı.Yanında olan rus köye içki için bir elçiyi gönderdi,aulun en sagılı insanları topladı ve güzel bir masa hazırladı onların için.Torunu doğdu gibi Uljan hatun çok neşeli ve ciddiydi.Kazanın içine hem kazı(at karın yağı),hem karta(at etinden sucuğu),hem jaya(uyluk eti).

            -Arkadaşlar,bazılar belki hala arağı deneyemediler.Neyse...Kazaklar içmiyordular bu içkiyi...Ama bugün içeceksiniz!Bugünki mısafirlerim özellikle değerlidir benim için.Onlar bizim rahat yaşamamız için hayatlarını tehlikeye  atıyorlar.İsyancıları kendine getiriyorlar.Böyle bir insanlarla bir masada oturmakla şeref duyarız.Ve Temir içki ile kasayı öyle salladı ki sanki içinde kısrak vardı.Bu ‘şeytan içkinin’ çoğu için olağan olduğu hissediliyordu.Herkez gülümsemeye başladı.

            -Seçkin konuğun şerefine içmeye günah değildir.-Tüyebay söyledi.

            Sandıktan değerli masa örtüsünü çıkardılar ve odanın ortasında yaydılar.Tüyebay bu çizgili masa örtüsünü Temirin babası Mekkeden geldiğinde görmüştü son kez.Ozaman toplanan  insanlar pahalı sofrada oturup kutsal ‘Zeyam-zam’ suyunu içiyorlardı.

            -Sayın Auesbayın sağlığına!-Kaldırdı içki ile kasayi Temir bey.

            -Apırmay,hastalanmasak iyi olur.Hayatta içkiye dokunmadık.-Konuşuyorlardı ürkeklerden birileri.

            -Yapacak birşey yok.Temir iç dediyse içeceğiz.-ısraf ediyordular cesur olanlar.

            İçki yavaş yavaş dillerini gevşetti.

            -Auesbay bey!Kardeşleriniz dudaklarınızdan hoş haberlerini duymak istiyorlar.Lütfen,dünyada olduklarından bahsedin bize.Kazak ‘Alaş Ordanın hakkında ne haber var?-Sordu terleyen kırmızı Temir.

            -‘Alaş Orda’ kendi işini yapiyor,-ciddileşti Auesbay.-Alihan Omska gitti Kolçak ile görüşmelere.

            -Aferin ona...Ay Sarbaz!Çok çalışıyor...Gece gündüz bizi,kazakları bakıyor.-Of çekmeye başladılar misafirler.

            Beyın evi gürültülü oldu.Bir birilerin laflarını kesip,daha da yüksek sesle konuşuyordular ve yakında kimse dinlemiyordu artık.

            Gece soğuk oldu.Gündüz kar eriyordu,şimdi ise buz köreşeye döndü.Mezar karanlığı sardı bozkırı.Gökyüzünde dolaşan kasvetli bulutların arasından yanlız yıldızlar parlıyordular.Aul rahatsız uykuya kapıldı.Kötü düşünceler uyumayanların kalplerine süzüldü.Ahırın yanında tomruğun üstünde bostan korkuluğa benzeyen Minaydar oturuyordu.Bugün o bir güvenlik güvenlisi.Saatlerce dalgın dalgın otururken düşünüyordu: ‘Apırmay,onların suçu nedir?’ Hem Petr,hem Koyşkarı onun eski dostları.Onlar kardeşler gibi onun için...Çunki onlardan daha yakın birisi yoktu bu dünyada onun için.Minaydar nerden,nasıl  ve kimin oğlu olduğunu bilmiyordu.Çocukluktan kendini Temir beyin işçisi olarak tanıyor.Öyle yirmi üç yaşına geldi.Bazen o kaçınılmaz kasvete kapılıyordu ve o anlarda Etikbayın yanına gelip,üzgün ezgin bir yatağa uzanıyordu ve bir süre sessiz kalıyordu.

            -İyimisin şragım?Ne için içini çekiyorsun?-Soruyordu Umut.Ne nazik bir kelime- ‘şragım’.

            Gözbebeğim,meşalem benim!-yalınzca Umut diyordu öyle ona.Ondan başka bu sözleri ona söylemiyordu.Başka hiç kimsesi yoktu ki...

            Minaydar içini çekip soruyordu ona:

            -Şeşey,söylesene bana,benim annem babam varmıydı?

            -Tabi ki,canım.Annesiz,babasız olur mu bir çocuk?-Sevgiyle cevaplıyordu Umut.-Babanı  göremedim,sadece öldüğunu duydum.Anneni gördüm ama,hatırlıyorum onu.Kendisi de yuvarlak yüzlü,siyah gözlü,hoş görünen birisiydi.Tüm anneler gibi seviyordu seni. ‘Mintayım,bebeğim’ diyordu sana.Umudun hikayelerine göre Minaydar annesinin kılığını çiziyordu.Ve gözlerini kapattıktan sonra onun önünde siyah gözlü,yuvarlak yüzlü hoş bir kadın duruyordu.Öpe Öpe kucağına alıyordu onu ve hafifçe söylüyordu ona: ‘Mintayım,çocuğum benim,iyiki annen yanında...Ve Umudun söylediklerine göre,onun annesi satıldı.Ne zaman?Neden?Kim sattı onu?Minaydar bunları düşündüğü zaman kalbi kanamaya başlıyordu.O anlarda annesini sattığı duşmanı kendi parmaklarıyla boğmaya hazırdı o.

            Minaydar şaşkınca uyandı.

            -Kim var orda?

            Önünde kederden ve soğuktan sokulan Etıkbay duruyordu.

            -Sevgili Minaydar,onlar hayattalar mı yokmu,bilmiyormusun?

            Yaşlı adam ağlaıyordu,dudakları da titriyordu.

            ‘Zavallı,zavallı baba!Canını vermeye hazır çocuğu için!..’

            -Çok kötüyüz ya oğlum!Yaşlı kadın mutsuzluktan kendine gelemiyor!-gözyaşlarını silip dedi o.

            Kesinlikle öyle...

            Sevgiye dolu,herkeze acıyan Umut şimdi kederin içinde.Tek oğlusu bu.Ve bu sakin,hayatta kimseye zarar vermeyen adam kendine yer bulamiyordu.Geceler boyu dolaşıyor ve ağlıyor.Onlara kim kıyabilir ki?Kim yardımcı olabilir ki?

            -Hiç kimse!Öyle bir insan yok!-hüzünle ve dargınlıkla düşündü  o.

            Gece yarısı yaklaşıyordu.Lambaların soluk akisi söndü pencerelerde.Ayaz daha da kötüleşti ve artık ısırmaya başladı.Koyun derisinden ceketi ciddi görünmüyordu artık Minaydara.Garip bir his kapladı onu.De sıcaktı,de soğuktu.Sayısız acayıp çığırlara bölündüler düşünceleri.Ona ne? O iyi.Onun üstünde manto var.Az önce sıcak yemeği yemiş o.Bu ahırdaki insanlar nasıl acaba?Elbette açlar.Elbette donuyorlar.Birde dövüldükten sonra.Ve hiç kimseni bu rahatsız etmiyor.Neden bukadar alay ediyorlar onlara?Etıkbay ahıra yaklaşıp,aralara baktı,ahırın etraflarda dolaşıp dinledi.Ara sıra Etekbay kederle Minaydara bakıyordu.Bu kapıyı açılmasını sormak için cesareti yoktu ki.aslında denemeye olur...

            Minaydar kalkıp,beyin evine doğru gitti.

            -Bana birşey olmaz.Ben alışmışım.Herşeye dayanırım.-Dedi Petr,yavaşça Koyşkarının başına dokunup.Güneş olduğu zaman,ahırdaki aralardan ışık giriyordu oraya ve arkadaşlar bir birileri görebiliyorlardı ona göre.İkisi de kan içinde.Kan donup kahverenkli kabukla kapıldı onların teninde.Kemikleri ağrıyordu,vucut yabanci gibi hissediliyordu.

            -Bize ne olacak?-İçini çekti Koyşkarı.

            -Kim bilir...Onlar,tabi ki,bizi yakaladıklarına seviniyorlar.Bizi kimse koruyamaz ki...

            Bunu ikisi de anlıyordu.İkisi de ne kaderi bekliyor onları biliyorlardı,ama ikisi de bunları konuşmaya cesaret edemiyordu.Dingin eğilen,bir birilerine sarılıp,vucutların sıcağıyla ve nefeslerle ısındılar.Teselli yada tövbe aramiyorlardı,sadece şoyle yarı uykuda karanlık ahırda oturuyordular.İhale kalpli bir ruh onlara bakarak gözyaşlarını dökerdi.

            -Zavallılar....-diyebilirdi o.-Hayatının baharında öleceklermiş.

            Kapı gıcırdı ve açıldı.Birisi gelip,fısıltıyla adlarından çağırdı onları.

            -Koyşkarı...

            Petr ve Koyşkarı Minaydarın sesini tanıdılar ve ikisi de ayakklarına fırladı.Ne ayaklarının ağrısı,ne de yorgunluk kalmadı.Sanki kalpleri boğazlarına vuruyorlardı.

            -Kaçın!Canlarınızı kurtarın!-Çaresizce mırıldanıyordu Minaydar.

            -Askerler nerde?

            -Sarhoşlar.Yan yana uyuyorlar.

            Petr kararlı ve hareketli davranıyordu.Özetle Minaydara yapılması gerekenleri anlattı.Minaydar beyın evine girip tüm silahları toplamaya zorundaydı.Sonra onlara çıkartmalıydı onları.Koyşkarı ise bu vakit atlarını koşar.Petrnin eli çatlamıştı,ama dikkat edemiyordu ona.O biliyordu-geçikmeye olmaz.Başka bir şans olmaz.Beyın evde herşeyi duyan onun karısıydı,ama bugün bir bardak içki içince o da ölü gibi uyuyordu.Etikbay pencerenin arkasından kızağın seslerini duydukça irkildi.

            -Apırmay,yine mı?-Zayıf bir sesle fısıldadı Umut.Ev soğuk ve karanlıydı.Cenazeden sonra olduğu gibi,her şey tam ters duruyordu.Ve gerçekten sıcak rahat bir ev mezara benziyordu buğün.

            -Aje,-acele sesleri duyuldu.Petr ile Koyşkarı girdiler.İkisin de üstünde beyın cekeltlerle montlar vardı.Kemerlerin üstünde ise tüfekler ile kılıçlar sallanıyordu.Umut beceriksizce sarıldı onlara ve öptü.Sıcak gözyaşları yakasından düşüyorlardı.Ama yiğitlerin zamanı yoktu,hemen kaçmalıydılar.Nereye?Belirsizdir.En önemlisi-ölümün pençelerden kaçmaktır.Eğer takip edenlerden uzaklaşmaya becerebilirler,gerisi düzelektir.

            -Agatay,hiç olmazsa bir geceye kal.-Siyah saçlı ağlayan kız yalvarıyordu ona.

            Koyşkarı kız kardeşine sevgi ile ‘montay’ diyordu,yani boncuk.Genellikte diyordu:

            -Sadece sevdiği ınsanla evlendiririm ben onu.-Ve şimdi, büyük abisi,ailenin desteği nereye gittiğini bile bilmiyor.Sevgili kardeşi ile çaresiz ihtiyarları hiçbirşeysız bırakıyordu.Kim yaşlılara bakacak ki?Kim genç Montay ile ilgilenir ki?Yoksa yarı kör,sakallı babası yine mı beyaz asayı alıp,koyun sürüsü arkasından sürüklenecek?Hasta ve küçülen annesi yine mı evden eve gidip,iplik eğirecek ve bulaşık suyu dışarıya taşıcak?Başka ne yapabilirler ki?

            -Yapamam canım!Küsme abine.Kendim iki yol ağzındayım.Ve ağır bir deneme bekliyor beni.Özleceksin...Tükeneceksin belki...Ama sil gözyaşlarını,hüzünü kovala,annene destek ol.Güçlü ol.Erkek gibi ol.İşte ben bunları bekliyorum senden.Gel yanıma,öpeyım seni.

            Nazik kız kardeşini öpe öpe doyamıyordu.Yan yana duran aetıkbay ile Umut ruyada gibi şaşırmışlardı ve ne yapmayı bilmiyordular.

            -Demek gidiyorsun evladım.-Sordu Umut.

            -Gidiyorum,annem.-Cevapladı o.

            -İyi şanslar sana.Tanrı doğru yolunu göstersin sana.Sensiz çok zor olur.Ama ben sızlamıyorum.Allaha bin şukür senin gibi bir oğlu için.Tek istediğim bu:nerde olursan ol,babanı unutma,beni hatırla,yaşlılığımızı hatırla,tek desteğimiz olduğunu hatırla,unutma ki...

            Umut konuşamiyordu artık.Gözyaşlar boğuyordular onu.Onun yerine başka birisi konuşuyordu gibi.

            Ülker takımyıldızı ufuğa meyildiği zaman,yolcular auldan çıktılar.Minaydat atlarnı yonetiyordu.Beyin tırısa alıştırılmış atları dizginleri ve gemi parçalıyordular.Kızaklar düzgün yol boyunda  hiçbir sorunsuz gidiyorlardı.Çatalın yanında Minaydar dizginleri gerginledi.

            -Peki,şimdi hangi tarafa?

            Yollardan birisi şehire gidiyordu,diğeri de ormana.Orda ormanda köyler gizlenmiştiler.Kışın yaşam donuyor orda.Yolcular geçmyorlar o yollardan.Ve o ormanın sakinleri sadece büyük bir ihtiyac olduğunda evlerini terk ediyorlardı.Uzun kış aylarında onlar tamamen dünyadan kesilmişlerdi.Kent haberleri gelemezlerdi buraya kışın.İşte ormandaki yaşam öyle...Kapalı,ormanlı...

            Kaçakalr orman yollarını seçtiler.Kısa bir halt ile tüm gün sürdüler.Ve akşama kar yığınların arasında saklanan gizli köye ulaştılar.Köy büyüktü.Yolcuları gören birisi bağırdı:

            -Durun!

            Tüylü sakallı bir adam yaklaştı.Başına eski asker şapkayı giyip,dikenli gözler ile bakıp,herşeyı soraştırdı.

            -Yolunuza devam edin.Köyde beyazların müfrezesi var.Sizi yakalarlarsa,işiniz kötü olucak.-Dedi o,ve laflarını bitirmeden döndü ve yoluna devam etti.

            Ve sonraki an kara kapılan tepenin üzerinde üç atlı göründü.Beyazlar!Arkalarında tüfekler vardı.Ve onlarla karşılaşmaktan iyi birşey gelmezdi.

            -Çabuk!Avlu kapıya gir!-dedi o ve kazıktan atladı.

            Onlar yabancı bahçesine girip etraflara baktılar.Saklanacak yer yoktu.Bahçenin arkasında bir dokurcun duruyordu.Onun kenarları kabartılmıştı.Üçüsü de ona koşup,gizlendiler orda....

            Nöbetçiler atlarla kızağı gördüler.Atlarını vurup,onları karşılamak için koştular.Giyim eşyalarına göre kazak olduklarını tahmin ettiler ve kolay bir ganimete çok sevinmişlerdi.Atların vucutları iyilerdi.Atından atlayan bıyıklı hemen eve koştu ve dehşete kapılan kadını dışarıya çıkarttı.

            -Söyle,kancık,nerde gizledin onları!-kadını kamçı ile karakeçi diyordu.

            -Bilmiyorum!Gerçekten bilmiyorum!-bağırıyordu o.Kadının şışman arkası yandı.

            Askerler eve girip,herşeye,ahırlara bile baktılar.Ama kaçaklar hiçbir yerde yoktular.

            -Demek onlar burda,samanın içinde-Dedi birisi.-Dizini alıp,gıdıklasana onları.

            Başka birisi dizinler ile derin derin nefes alıp,samanın içine vurmaya başladı.

            -Bukadar,öldük.-Fısıldadı Koyşkarı.

            -Yalan söylüyorsun!Alamazsın bizi!-korkunç birsesle bağırdı Petr ve ayaklarına kalkıp üç kez tabamcasından ateş etti.Nöbetçilerin üçüsü de yere düştü.Onların atları uzaklara kaçmışlardı.

            -Kızağa atla!-Emretti Petr.Tüfekler ve fişekler yeterince var! Pes etmiceğiz!

            Ölülerden silahları kladırıp,atları yola çıkardılar.Takip etmiyordular daha.Köyun merkezinde atışma duyuldu.Sonra kar yığınların üstünde atlılar göründü.

            Alaca karanlık derinleşiyordu.Rüzğar karnı süpürmeye başladı.Kar yağıyordu ve yağıyordu.Atlardan gelen seslerine göre,kesildiler artık.Fırtına başlanacaktı.Kar gözlerini,burun deliklerini kapatıyordu. Kısa bir mesafede birşeyi ayırt etmek mümkün değildi.

            -Apırmay,biz sanki yolumuzu kaybettik.Allah korusun,kayboluruz!- Bağırdı Koyşkarı.

            Karda karnına kadar batan atlar durdular.Az önce yolda yürüyordular ya!Bu yol çok yakındı.Ama nerdeydi? Sağda yada solda? Koyşkarı kızaktan indi ve onu aramaya gitti.Sonra şıddetli rüzğar ona saldırdı ve birkaç adıma attı onu başka tarafa.Düşen tökezleyen o,aniden ayakların altında sert zemini hissedince,tepeye tırmandığını düşündü.Sonra yola çıktığını anladı.Etraflara baktı,ama karanlıktan başka birşey yoktu. Ne kızağın,ne de atların durduğu yer görünmüyordu, dönüm noktasını kaybettiğini düşündü o.Kar bile görünmüyordu ayakların altında.

            Bağırmaya başladı. Cevap yoktu.O kayboldu.Buranlı bozkır gecenin içinde yalnız kaldı o.Silahsız. Hiçbirşeysiz. Ayakların altında yürüdüğü yolu hissedikçe,gidiyordu o,rüzğara karşı,fırtınaya karşı ve bağırıyordu,sesi kısılana kadar bağırıyordu,boğulmasına kadar bağırıyordu...Ara sıra yoldan fırlatmaya çalışan vahşi sağanak üstüne geliyordu.Rüzğar geniş kürkünü hırpalıyordu, yaka, koynun üzerinden geçip,vucuduna yöneliyordu,ısırtıyordu,soğukla yandırıyordu onu.Yakında Koyşkarı kemikelerine kadar donmuştu. ‘Böyle giderse donup kalacağım burda’-düşündü o ve umutsuzlukla öfkeye kapıldı. Dudaklarını ısırıp lanetliyordu herkezi. Artık rüzğara dayanmaya gücü kalmadı,ama o gidiyordu,çok zor olsa da,başını omuzlarına çekip, üşüyen kollarını kürkün yenlerine koyup,sert zemini hissedikçe, yürüyordu ve yürüyordu rüzğarın tarafından itilip...Ve şoyle kar dolaşımın içinde tamamen kayboldu...


            1929