Siyah Kova
Her şey siyah kovadan da başladı. Ayşa bu kovayı göz bebeği gibi sakınıyordu. Üç yıl önce onsuz kalınca kocası Birmaganbet Ayşa’nın sürekli ricaları ve sitemlerine teslim olup dükkândan yepyeni siyah bir kovayı getirene ve karşısında koyana kadar komşularına koşmak zorunda kaldı.
Duyduğum tek şey “kova, kova”! Artık midem bulanmaya başladı. Görüyor musun kendime sigara almayıp sana kova aldım. Alıp sus! – davranışının bütün öneminin altını çizerek dedi Birmaganbet.
Ama böyle konuşarak Birmaganbet karısının kirli ve çapaçul olduğunu hiç kastetmiyordu. O sadece kendisinin dürüst insan olduğunu ve karısının ricasını hiç de itibarsız bırakmadığını açıkça belirtti. Ayşa’nın tutumlu, giyinişi temiz ve tedarikli olduğunu bütün aul biliyordu. Sanki binden tek bir şeymiş gibi o her şeyin değerini biliyordu. Çapaçul karılar, Ayşa “titizi” incitmek, aşağılamak isteği ile bazen homurdanıyordular:
Ne istiyor da hep bokun üzerinde titriyor? Nasıl olsa mezara almaz onu! Cimri!
Böyle bir şey oldu işte: siyah kovasını mahvettiler! Kojagul’un küçük karısı mahvetti – anlayışsız, üstü başı kirli karı – sürekli avlularda aylak aylak dolaşıp bir şey de ister, ne alırsa da hiçbir zaman adam gibi geri vermez. Bugün ise birdenbire kovaya ihtiyacı oldu. Gelmiş. Genellikle Ayşa böyle ricacıları eve yaklaştırmazdı bile.
Benden daha yoksul değilsiniz. Kendiniz satın alabilirsiniz, - onlara cevabı dikerdi.
Bugün ise böyle bir cevap vermedi. Onun için vakti yoktu: artık bir ay oldu Birmaganbet evde yok, kayıptır! Kulağa gelenlere göre rayonun emri üzerine oradaki baylara protokolleri hazırlıyormuş ve bu evrakları mahkemeye gönderiyormuş. Ama ne işi var onun baylar ile? Ayrıca evde karısı ve ailesi varken neden bütün ay başka bir yerde dolaşmak gerekiyor? Evini böyle kolay bir şekilde bırakandan ne adam olur? Benzer düşünceler kaç gündür Ayşa’yı bırakmıyordu. Her zaman gibi külü çıkarıyordu, ocağın altında ateş yakıyordu, biricik “pestruşka” ineği suvata geçiriyordu kendi ise durmadan hep Birmaganbet’i düşünüyordu. Aullara gittiği ilk yıl değildir. Üç senedir evde durmuyor. Rençperler toplantısının temsilcisi olarak ilk seçildiğinden beri ağzından sadece tek şey duyuluyor: “kongre”, “grup”, “kararname”. Aula vekil geliyorsa her şeyden önce Birmaganbet’i çağırıyor. Sonra her yerde birlikte geziyorlar. İnsanları topluyorlar, toplantıları düzenliyorlar, vekil konuşmaları yapıyor ve insanlar şaşırıp sustuğu kamu yetkilisi ise görüşünü açıklamak rica ettiği zaman, - o zaman işte sözü Birmaganbet alıyor.
Arkadaşlar! – yüksek ses ile diyordu.
Herkes silkiniyor, ağzının içine bakıyorlar. Birmaganbet te birileri iğnelemeye, diğerlerine takılmaya, üçüncülerini coşturmaya başlıyor:
Arkadaşlar! Belli ki baylardan korkuyorsunuz! Evet – evet! Başkalarının korkudan dilleri bile tutuldu. E-e, tırsmayın o zaman! Yeter sustuğunuz! Söyleyecek bir şeyiniz var olduğunu biliyorum ki. Öyle değil mi ya? Haydi, haydi!
Bundan sonra da herkes birbirinin sözünü keserek konuşmaya başlıyor.
Toplantı bitiyor, insanlar evlerine gidiyorlar ve ocağın yanında oturarak Ayşa kocasını sitem etmeye başlıyor:
Neden belanı arıyorsun? Fesatçı olarak mı adın çıksın istiyorsun? Evde oturup çorbanı içerdin. Yok, ílle konuşması lazım!
“Tavsiyelerini kendine sakla!” – söyleyecekmiş gibi Birmaganbet Ayşa’yı hınçlı bir bakış ile yenip kâseyi kendinden itiyordu. Ayşa kocasının asabi huyunun farkındaydı ve bundan sonra toplantı hakkında hiç bir söz etmedi.
Malum başlarına her türlü iş gelmişti. Neler yaşamamışlar geçmişte Ayşa ile Birmaganbet? Küçük düşürmelere de rezaletlere de bayların dayaklarına da baybişe küfrüne de her şeye katlanıyordu Ayşa. Kendi ailesine ve yuvasına sadece dört sene önce sahip oldu. Birmaganbet ise evlendikten sonra bile rençperlik etmeye devam ediyordu. Sadece geçen sene boyunduruk altından çıktı. Müsadereden sonra bayların hayvanlarının birkaç başı ona düştü.
O zamandan beri onların işletmesi düzelmeye başladı. Ayşa sahip olduğu şeyi koruyordu. Evi her zaman temizdi ve toplanmış durumdaydı. Bazen aç ta kalıyordu üşüyordu da ama bir hayvanın olsun kesildiğini veya satıldığını duymak bile istemiyordu. Birmaganbet bir gün boz düveyi satıp giyecek bir şey almaya çalışıyordu fakat Ayşa böyle bir dırıltı çıkardı ki!
Aklın başında mı? Düve nasıl satılır? Önceden de yalınayak aç duruyorduk bize bir şey olmadı ki! Şimdi de bir şey olmaz!
Gerçekte Ayşa’nın tek bir isteği var: böyle bir emek ile edinmiş olanı kaybetmemek, ev işleri düzeltmek, sonunda lanet fakirlikten kurtulmaktır. Alnına yazılmamış ki fakir olmak. Onlar başkasının lokmasının acısını öğrendiler.
Ayşa’nın düşündüğü bu. Birmaganbet’in peki? Başkalarından on kat daha acı çekmedi mi? Ondan farklı mı düşünüyor? Ancak şimdi bir şeye ulaştı, ancak şimdi içinde bir umut ışığı doğdu. Peki, neden ev işlerine karşı kayıtsız kalıyor? Neden evde oturmuyor? Neden ailesini düşünmüyor, hayvanlara bakmıyor? Neden başka erkekler gibi kazanarak, kuruş kuruşa ekleyerek uğraşmıyor?
Ama şimdi Ayşa’nın gönlünün rahatını bozan şey ile karşılaştırılırsa bunlar hepsi boş şeyler. Hiç yapmadığı, ömründe hiç düşünmediği, özellikle evlendiği zamandan beri aklında bile asla tutmadığı şey için cesaret etti. Kendi de bunların hepsi nasıl olduğunu anlayamıyor. Şimdi doğru mu yaptı yanlış mı anlamaya çalışıyor ama akıl edemiyor. Alma-gabet ile konuşmaya denedi, ne de olsa ona kayınbiraderi oluyor, ama o her şeyi şakaya çevirip sadece kalbini daha fazla daralttı. İşte zihni allak bullak olduğu zaman bir yerlerden şu lanet üstü başı kirli Kojagul’un karısı çıktı ve siyah kovayı dilenircesine istedi.
***
Şöyle oldu.
Aula vekil geldi ve sakinlerini toplantıya çağırdı. Aul küçüktü, yirmi gibi belki daha az haneliydi, bu nedenle herkes Sartay’ın evinde sığdı. Tüm kadınlar da toplandı. Onların arasında Ayşa vardı. Şeref yerinde sakalını tüylendirip tören havası içinde Kayralap oturuyordu. Yanında yağlı çenesini öne çıkarıp İdris oturuyordu. Zenginlerin ikisini geçen temizlik sırasında iyice sarsmışlardı ve onlara boykot moykot ettiler. Hatırımda kaldığına göre toplantıların birinde Birmaganbet şöyle dedi:
İstenilir ki bizim aramızda fesatçı baylar olmasın. Rençperler ve kedeyler kendi işlerini kendiler yönetsinler.
O zaman işte Kayralap ile İdris toplantıdan kovuldu. Şimdi Birmaganbet’in aulda yokluğunu kullanarak bayların ikisi toplantıya geldiler hatta yan yana oturdular. Bu da nahoş bir şekilde Ayşa’yı incitti. Nasıl da küstahlaştılar bak hele! Madem Birmaganbet yok demek ki gene başına binmek mümkündür diye mi düşünüyorlar? Yok, öyle bir şey! Yarın kocası dönecek ve Ayşa hepsini anlatacak ona, o da zenginlerin kuyrukları hemen kıstırır! Geç, Ayşa! Kocanın yüzünden toplantılara doğru dürüst katıldığın olmadı, - genç yiğitlerin birisi bağırdı. – Haydi, Birmaganbet yokken, bir konuşma yap bakalım!
Gizli alayı hissederek Ayşa Aulnay’a daha fazla kızdı – Orınbay kekeme ayrılmadığı keten bezinden çantasını sürükleyerek kâh birisi ile kâh diğeri ile bir şey hakkında alçak sesle konuşuyordu.
Gür saçları karıştırmış olan esmer bir yabancı kekelemeye hırçın hırçın bakarak söyledi:
Başkan arkadaşım! Köşelerde fısıldadığınız yeter değil mi? Oturumu açma zamanı gelmedi mi?
Esmer yabancı rayondan vekil çıktı. Bir konuşma yaptı ve onu şöyle bitirdi:
Evet, arkadaşlar, düzensiz küçük çiftlik işletmesinin ardını kesme ve büyük kamu üretime, sosyalist ekonomi yöntemine geçme zamanı geldi!
İnsanlar susuyordu sanki onlara uyku bastırdı.
Sormak istediğiniz bir şey var mı? – birkaç kere sordu başkan ama kimse ağzını bile açmadı.
İya, Allah, bizi günahkârları kurtar! – Kayralap yüksek sesle içini çekti.
Hey, neden susuyorsunuz! Bir şey söyleyin artık!
İşte Ayşa silkindi. Galiba bir şey söylemek istiyor! – yiğitlerin birisi şakalaşarak belirtti.
Ne de olsa o etkin bir üyenin karısıdır. İsterse – öyle bir keser ki, - başka biri katıldı.
Ayşa ya tümden kızdı ya da gerçekten konuşmaya niyet ediyordu ama o derhal öne çıktı.
E-e, ne var ki? Söyleyeceğim de! Baylardan mı korkacağımı düşünüyorsunuz? Ben sizin gibi değilim!
Vekil başını kaldırdı ve dikkatle Ayşa’ya baktı. O utandı, bir an için duraksadı. Konuşun, jengey! Haydi! – güldü vekil.
İlk önce şunu söylemek istiyorum: burada iki maykot1 oturuyor. Oturumu terk etsinler.
İnsanlar birbirine baktı. Satıbaldı, Ayşa’ya yan baktı, hayret ile başını salladı. Vekil, bu “maykotların” adlarını söylemesini talep ederek aul kurulu başkanına saldırdı. Kim olduğunu da öğrenince sertlikle sordu:
Kim çağırdı ki sizi buraya?
Oybay, canım herkes toplantıya gelsin diye söylendi ki. İşte geldik. Gelmesem gene suçlu kalacağım dedim… - Kayralap kendini temize çıkarmaya başladı.
Baylar savuldu. Vekil Ayşa’ya hitap etti:
Devam edin, jengey.
Ayşa sonrasında ne konuşacağı bilmiyordu. Ayrıntılı bir şey aklına gelmiyordu. Ama madem vekil devam etmeyi rica ediyor – susmak uygun değildi. O da kısacası şunu söyledi:
Şunu da söyleyebilirim: vekilin burada konuştuğu her şey çok doğrudur. Ben tamamen onu destekliyorum!
Neden desteklemeyeceksin ki: hayvanlarını alnın teri ile değil bedava kazanmış olmalısın. Birilerinden alıp sana vermişler. Onu kolektif çiftliğe devretmek tabii ki zor değildir. Şimdi diğerler de söylesinler, - Kusain belirtti.
Doğrusu hayvanların kamulaştırılmasının ne olduğunu Ayşa kendi de anlamadı. Vekilin raporunda her şey ona açık değildi. Onu dinleyerek kendi şeyi düşünüyordu, son zamanlarda aklından çıkmayan şeyi. Şimdi de mahcup oldu.
Bir sorum var, - Jaman ses verdi. – Peki, tamam. Diyelim ki kolektif olduk. Bütün işletme ve malı birleştiririz.
' Boykot edilmiş olanlar.
Ama aileler ile ne yapacağız? Eskisi gibi herkes kendi gecekondusunda mı yaşayacak ya da Smata akraba gibi kırkar kırkar bir tekneden mi lap lap içecek?
Tabii ki bir tekneden lap lap içeceksin, - Kusain vekilin önüne geçti.
Gürültü etmeye başladılar.
Vekil ama sözü aldı kamu işletme nasıl düzenleneceğini ve tarım üretim kooperatifinin üyeleri nasıl yaşayacağını ayrıntılı olarak anlattı. Sonra herkes sakinleşti.
Vekil arkadaşım! – Tmakbay hitap etti.
Sözgelimi fakir. Diyelim ki onun bir şeyi yok. Şöyle böyle sürekli bir sefalettir. Dikerek kazanıyor. Böyle birini de mi üretim kooperatifine alırsınız?
Tmakbay’dan sonra Jusup, Kadırbergen, Jakip konuştu. Bu sözlerden Ayşa hayvanların kamulaştırılmasını kesin anladı. Ama nasıl bir şey bu? Birmaganbet ile o sadece bir süre önce bazı hayvanlar edindi. Az olsun da hayvan sayısı çoğaltmak hayali ile giyimde de yemekte de kendilerini kısınıyordular.
Şimdi de aniden her şey kamu mu olacak? “Pestruşka” cağız memeleri arşının dörtte biridir. Bir sağmakla bir kova süt verir. Geçen sene Bazaubay’ın mülksüzleştirilmesinin sırasında, vekil Ayşa’yı çağırdı. “Jengey, - dedi, - kocanız ile beraber şu baya az çalışmadınız. O zaman hayvanlarından herhangi bir eneği seçin”.
Bazaubay’ın eneklerinden alnı lekeli kırmızı cinsin süt verimi ayırıcı niteliği vardı. “Pestruşka” bu cinstendi. Ayşa yanına koştu, boynundan sarıldı… Şimdi de sevdiği “Pestruşka”, geçindiren aniden kamu olacak, sütü, yağı üstü başı kirli çapaçul Kojagul’un karısına mı düşecek? Ya rabbim, nedir bu? Ama en önemlisi evin efendisi, bütün malın sahibi olmayacak. Acaba hayvanların kamulaştırılması hemen mi başlayacaklar yoksa Birmaganbet’in dönmesini mi bekleyecekler?
Sorular bitti. Toplantının başkanı oylamayı başlattı.
- Haydi, kolektife katılmaya razı olanlar ellerini kaldırsınlar!
Aul sakinleri bir birine yan bakarken susuyordular, bekliyordular, yerinde kurtlanıyordular. Kimse elini ilk kaldırmaya cesaret edemiyordu. Ayşa, böyle bir durumlarda Birmaganbet nasıl davrandığını hatırladı. Yerinden fırlıyordu, elini kaldırıp söylüyordu:
Oy veriyoruz!
Ve herkes aynı anda ellerini kaldırıveriyordu.
Ayşa da kendi için beklenmedik bir sırada haykırdı:
Oy verelim, arkadaşlar! Haydi!
Ürkek ürkek birkaç el kaldırıldı sonra oy verdiler ve tamam. Oybiliğiyle kabul edilen kararı aldılar: “Kolektif oluşturacağız!” Şimdi başkanı seçmek kalıyordu. Farklı teklifler yağmaya başladı. Vekil söz istedi:
Eğer beni dinlerseniz başkan olarak işte bu jengeyi seçersiniz. Pişman olmazsınız!
Bırak! – Ayşa korkudan ayağa fırladı.
Şu arkadaşa karşı belki de kimsenin bir itirazı olmayacak, duraksayarak uzatmaya başladı Kusain, - ama o okuma-yazmayı bilmiyor ki…
Ama okuma-yazma öğrenilir bir şeydir. Ben şahsen Ayşa gelin için seve seve oy vereceğim. Haydi, ellerimizi kaldıralım! – saygın Dosım dedi ve ardından herkes ellerini kaldırdı.
Böylece “Novıy Bıt” üretim kooperatifinin başkanı olarak Ayşa’yı seçtiler.
O günün olayı Ayşa’ya tuhaf bir rüya gibi geliyordu. Birdenbire iktidarın dizginleri ellerinde oldu. Niçin? Ne diye? Hangi hizmetler için? Ne ile biter bu? Hayırlısı ile yüzkarası ile mi? Birmaganbet memnun olur mu? Burada olsa öyle yapar mıydı? Veya aksine yüzü taş olup susar mıydı?
Ayşa eve geldi evde ise sekiz yaşındaki oğlancığı Kuandık, bütün auldan dostlarını toplayıp, altını üstüne getirdi.
Haylazlar avludan kuru otu getirdiler, külü serptiler, suyu döktüler. Genellikle Ayşa şu afacan çocukları amansızca evden kovuyordu, küçükler ise Ayşa’yı fark eder etmez dayak yiyeceğini hissederek her biri bir tarafa kaçıyordu. Ancak bu sefer Ayşa her zaman gibi bağırıp çağırmaya başlamadı ve geciken kavgacıları kovmadı. Dürtüşerek, yığışarak gittiler, Ayşa ise hiçbir şey fark etmeden sırtını sobaya yaslandı ve pencereye bakmaya başladı. Kar fırtınası başladı. Dışarıda büyük bir kürtün oluşturuldu. Kudurmuşçasına esen rüzgâr, üzerine konuyordu, kar kasırgalarını çıkarıyordu ve kaygı verici bir şekilde uluyordu. Tipi camın aşağını örtüp ev loştu.
Kolektif! Uğur getirir diye mi ya da bela getirir diye mi oluşturuldu? Toplantıda birisi yarı ciddi yarı şaka teklif etti:
Haydi, aynı zamanda da karıları da toplumsallaştıralım:
Diğeri ona cevabı geciktirmek söyledi:
E, biliyoruz, biliyoruz senin Jeksen’in genç kadınına göz koyduğunu!
Ya gerçekten kadınları kamu yaparlarsa… Ayşa’nın aklına Birmaganbet’in ne kadar barut gibi ve öfkeli olduğu geldi. Üstelik çok kıskanç, telaşlı ve asabidir. Bazen diyordu: “Dünyada en çok seni seviyorum. Birisi sana baktığı zaman içimdeki her şey alt üst oluyor”. Şimdi ne olacak? Eğer… Ya rabbim, ne düşünüyorum ben böyle!
İşte o anda da Kojagul’un küçük karısı geldi. Jaulığı yağlıydı, kirliydi. Deri lastikleri yana çarpılmış. Soluk soluğa idi sanki peşinden sopalar ile koşuyordular. Sırtını sobaya kaşıdı. Biraz böyle durup çenesini çalmaya başladı:
Apırmay, havaya bir şey oluyor! Acaba gökyüzü mü çöktü! Allah'ın her günü kar fırtınası, tipi! İnsan delirebilir. Bu havada bazılar bir de toplantılarda sürtüyor. İşsizlikten kudurmuş olmalılar. “Berezovıy kolok’tan” beş kişi geldiler, konuk gelmişlerdi.
Yerlerine oturdular sanki öz babası geldi! İnsanlar ne düşünür? Yiyecek bir şey yok ki. Kış için berbat bir hayvanı kestik gerçi kalçasını dün işlettiler. Başka bir şey yok, tamtakır…
Soluk alıp yeniden başladı:
Onlara çay koymaya karar verdim, kurtulayım diye ama ne anlamı var böyle bir tipide bir kova ile beş aşağı beş yukarı gezmek? Dedim belki sen, gelin, siyah kovanı verirsin…
Ayşa üstü başı kirli boş konuşan karıyı dalgın dalgın dikkatsizce dinliyordu. Anladığı tek şey siyah kovaya ihtiyacı olmasıdır. Başka bir zaman olsaydı Ayşa onu kovaya yakınlaştırmayacaktı bile ama şimdi canı sırnaşık konuğu geçirip ve yalnız kendi düşünceleri ile kalmaya o kadar istiyordu ki eli salladı:
Orada o, köşede! Al!
Akşam geldi, hava karardı, su için gitmek gerekiyordu. Şimdi de ne gaf yaptığını anlayıp Ayşa soğudu. Kojagul’un küçük karısı nadir bir sakardır. Eline ne geçerse kaybolmuş say. Kâseyi alır ikiye kırar, çaydanlığı alır illa emziğini veya kulpunu kırar, kovayı alır…
Dayanamayıp Ayşa evden fırladı. Koşuyordu ayaklarını sürçerek, kürtünlere düşerek. Fark etmiyordu da bunu. Yeter ki üstü başı kirli çapaçula daha çabuk yetişmek. Yeter ki siyah kovasını daha çabuk görmek…
Kirli saç örgüleri açıp, buram buram külleri kaldırarak, Kojagul’un karısı sobanın yanında oturuyordu. Zorla giren Ayşa’yı görüp kömürleri azgınlıkla uzun kıskaç ile süngülemeye başladı. Kül döküldü, siyah duman çıktı…
Kova için geldim, - içine fena bir şey doğurarak dedi Ayşa.
Şu… İpsiz sapsız çocuk… Ben de onu böyle bir patakladım ki ebediyete kadar aklında kalacak… - sobadan ayrılmadan vırıldadı üstü başı kirli.
Ayşa dinden imandan çıkarken ürkütücü bir şekilde yaklaştı. Üstü başı kirli biraz ürküp mırıldandı:
Hâşâ, hâşâ! Büyüğe saygı göster! Sakin ol! İşte orada duruyor kovan.
Kova yassıltılmış, dibi bastırılmış eşiğin yanında yerlerde sürünüyordu. Ayşa taşkın öfkesinden ve gücenikliğinden boğuldu. Sakat kovayı kavrayıp saçı dağınık karıya fırladı ve ağladı.
Oybay-ay! – tüm evde duyulur bir şekilde çirkin bir sesle üstü başı kirli çığlıklar atmaya başladı. – Öld-ü-ü-ürdü beni şu ca-a-adı!
Kojagul girdi. Sakalındaki ve bıyığındaki saçak buzları su damlaları ile göğsüne eriyordu. Onsuz da büyük gözleri daha fazla büyüdü. Neredeyse evlerinden fırlayacak gibi görünüyordu.
Durdu biraz, dudakları ile çiğneyerek, içini çekti:
Gelinciğim, neden karımızı dövüyorsun ki?
Başkasının eşyaları almasın, kırmasın!
Dediğin tabii ki doğrudur. Kırmak olmaz. Ama “başkasının” bununla ne ilgisi var? Siz toplantıya katılmışsınız o zaman vekilin ne dediğini duymuşsunuzdur. “Tüm gerekli istihsal aletleri toplumsallaştırılacaktır”. O böyle dedi. Kova ise de istihsal bir alettir. O da gereklidir. Demek o ortak kullanılmalıdır. Kırmak gerekmiyor. Kabul ediyorum. Ama madem istemeden kırmışlar hemen kavga çıkarılır mı? Vekil de takdir etmez. Üstelik sizi başkan olarak seçtiler. Eğer biz başkan insanları dövüyor diye bir şikâyet yazarsak sizi hemen mahkemeye verirler haberiniz olsun!
Ayşa susuyordu. Öfkesi için utanıyordu. Toplantıda istihsal aletleri toplumsallaştırılması ile ilgili söylenmiş tüm sözler gerçekten aklından çıktı. Kova artık gerçekten ortaktır. Tamam, aldı onu bu kirloz. Kırdı. Buna artık özgürlük te vardır. Onun, Ayşa’nın kudurmaya ne hakkı var? Bunu düşünmek acıydı ama. Gözlerinin önünde ezilmiş siyah kova görünüp görünüp kayboluyordu. Sonra Kojagul’un üstü başı kirli, cadı gibi saçları dağınık karısı bir an için görünüp kayboldu. Ayşa hem korktu hem darıldı.
Boynu bükük, şaşkın, onu silkeleyen titremeyi yatışmaya gücü olmayan ayaklarını sürükleyerek eve yürüdü.
Gece… Cam kar ile örtülendi. Tipi kuduruyor, rüzgâr ıslıklanıyor, uğulduyor, uluyor. Ayşa, yarı karanlıkta Kuandık’ı kendine bastırmış bükündü. Uyku onu terk etti. Üzüntülü düşünceler kadının huzurunu kaçırıyorlar. İçini çekiyor.
Biri ansızın kapıyı hızlı çekti. Ayşa korkudan ayağa fırladı:
Kim o?
Ben!
Tanıdık, öz, uzun zaman sabırsızlıkla beklenen ses. Ayşa bir anda kocasına koşarak geldi ve soyunmaya yardım etmeye başladı.
Apırmay, böyle bir kar fırtınasında gelmeye nasıl cesaret ettin?
Birmaganbet tamamen kar içindeydi. Sakalında kırağı, bıyıkları saçak buzları içindeydi. Kısa boylu, kırmızı yüzlü soyunurken memnun memnun oflayıp pufluyordu, zaman zaman vakvak ediyordu.
Canım benim, halsiz düşmüşsün, özlemişsin. Gel, doya doya öpeyim seni!
Soğuk, hantal, kalın kıyafetlerinde onu kendine çekti sarılmaya çalışarak Ayşa da kız gibi kızarıverdi, tekavvüs etti, yüzünü uzattı.
Uzun zamandır onu, Birmaganbet’i görmedi! Kocasına öyle darıldı ki içinde döndüğü zaman ona bakmamaya bile tehdit ediyordu. Şimdi ise neşeli, mutlu öpücük için uysalca yanağını uzatıyordu. Böyledir işte Birmaganbet! Daha hangi Kazak uzun ayrılıktan sonra eve döndüğünde karısına “canım” der üstelik doya doya öper? Başkalar karısına selam vermek bile yüz karası olarak sayarlar. Birmaganbet ise böyle değildir! Kendine özgü bir huyu vardır onun…
Ayşa, kocasının yokluğunda aulda neler olduğunu ayrıntılı olarak ona anlattı. Birmaganbet takdirle böğürüyordu. Karısının kolektife katıldığını ve başkan olarak seçildiğini öğrenince daha da sevindi ve kahkaha ile gülmeye başladı.
Dur, gülme. Daha her şeyi anlatmadım!
Tamam, anlat hepsini.
Beni mahkemeye vermeyi istiyorlar!
Kim?
Ayşa heyecanlanarak, gücenikliğinden ve öfkesinden boğularak titreyen bir sesle siyah kovanın nasıl mahvolduğu hikâyesini anlattı.
- Tuh! Pöf! Korkulacak birini bulmuşsun! – kocası başını salladı.
- Kojagul’den! Kim olduğunu biliyor musun? Bezirgân! Molla!
Bu sonbahar ölen için duanı hımhımlıyordu ve kırmızı danayı çaldı. Kaç kez tekrar tekrar söyledim ben Kakimjan’nın öğlusuna ihtiyarı vergilendirsin diye. O ise kötü niyetli adam hep koruyor onu. Onlar kolektife yakınlaştırılmamalı bile! Yarın üretim kooperatifinin tüm üyelerini topla, ben de herkesin önünde maskesini kaldıracağım ve patır patır kovacağız onu. Ama eğer o kolektifte olursa bile bu hiçbir şekilde başkalarının eşyalarının kırılabildiği anlamına gelmiyor. Kova toplumsallaştırmaya tabi midir ki?
Peki, inek? O tabi midir? – kederle sordu Ayşa.
… Kara bir gecede yatakta kocasının yanında birdenbire bir an için ağır şişirmiş memeler ile “Pestruşka” ineği gördü. Bir de siyah yassılmış kovayı da görür gibi oldu.
1930