Сегодня день рождения у
Никто не пишет литературу для гордости, она рождается от характера, она также выполняет потребности нации...
Ахмет Байтурсынов
Главная
Спецпроекты
Переводы
Marjan ERŞU: "Yiğit ve Kuş"

02.03.2016 2302

Marjan ERŞU: "Yiğit ve Kuş"

Язык оригинала: Жігіт пен құс

Автор оригинала: Маржан Ершу

Автор перевода: Гүлнұр Қорқыт

Дата: 02.03.2016


Қазақ тіліндегі нұсқасы (Kazakça)

                                                             

Маржан Ершу


Jigit pen kus.jpg
 

Bu olay çok eskiden olmuş. Çölün ortasında uzun yolculuğa çıkan kervan sonunda ayaklarını sürükleyerek bir yaya yiğit geliyormuş. Çok yorulsa da, midesi kazıyıp çok acıksa da, rüzgar ile kalkan sıcak kumlar yaksa da kervandan ayrılmaya hiç niyeti yoktu. Onun ne de bolzenginliği ne de güzel yüzü vardı. Gözleri de canı da o kervandı. O kervana satılan bir güzel kız da vardı. O kervan uzak yola çıktığında arkasına bile bakmadı. Kervandakiler şu yiğidin kendisini de onun kalbini yakan sevgi ateşini de görmediler.


“Hey, kervanbaşı” diye bağırıyordu işten yiğit, “Yavaş git, en azından sevgilimin yüzünü son bir kere göreyim”! Göğsünü boğan hıçkırık iki gözünden damla şeklinde aktı. Onun için bu dünyada sevgilisinin beyaz yüzünden değerli hiçbir şey yoktur. O güzeli aklını kaybederek seven yiğit. Güzeline tutkusunu anlatamayan, söylemeye cesaret bile edemeyen yiğit, can azabından yansa da kendisini büyüleyen tutkulu özlem duygusundan hiçbir zaman vazgeçmeyecekti. “Hey, kervanbaşı! Kervanı çevir. Sevgilimin bakışlarına gözlerimi doyurayım!”- diyerek ağlayıp geliyordu. Hem açlıktan hem yorgunluktan çöle karşılık veremeyen yiğit yüzüstü yere düşer. Zavallının kuma damlayan gözyaşları çamur olup yoğuruldu.


“Nereye gittin kervan?” deyip ağlar yiğit. Aniden yanına küçük bir kuş gelip konar. “Hey, delikanlı! Neden üzüldün? Neden heyecanlandın? İçindeki huzuru kaçıran derdi bana anlatır mısın?”- der kuş insan gibi konuşup. Kulağının dibinde duyan o sese razı olan yiğit kendisine gelir. Kalp dizgininden ayrılan o kuşa olanları anlatmaya başlar;


Boğucu Temmuz’un sıcağına dayanamayıp bir eve yaklaştım ve su istedim. Aniden o evin köşesinden aydan beyaz bir ışık parladı. Anlatılmayacak kadar güzel bir kız çıktı. O kızın güzelliğini anlatmak için şairlerin şairi lazımdı. Kâseyi bana uzattı. Kâsenin içinde şekerli soğuk içecek vardı. Bir nefeste içip bitirdim. Kâseyi geri verdim de durduğum yerde çivi çakmış gibi takılıp kaldım. Güzelliğini dünyadaki hiçbirşeye benzetemiyordum. Onun tertemiz gözleri hayatımın anlamı ve hedefi oldu. Onun ince uzun parmakları hayatımın zenginliği, şenliğine dönüştü. Adını bile bilmediğim o güzeli görmek için yakındaki ağacın gölgesinde saatlerce ayakta durup penceresine bakardım. Hayalimdeki o güzelin görüntüsünü içten bekledim. İşte, sevgilimi, güzelliği-beden, zarafeti-güçsüzlük olarak algılayan kara kalpli ve taşyürekli, gönlü ve gözü bakıra doymayan cimri, on sekiz bin gezegenin altın anahtarını ayaklarının altında tuttuğunu zanneden boş kafalı aptal, tüccarım diye göğüslerine vuran açgözlü bir kervanbaşı satın aldı, çekip götürüyor. Benim ulaşamayacağım uzaklara götürüyor. Benim bedbaht kaderimin eteğine yapışma sen, kuşum! Sevgilimin ay yüzünü göremeyeceksem cansız kalmak daha iyi …


“Ben kuşum. Sadece kanatlarım yok”- diyerek üzülür yiğit. O zaman kuş, “Sen insansın, ben kuşum. Çok yükseklere uçmak isterim. Benim hayalim göklere ulaşmak. Fakat yetişemiyorum. Ona kanadım da hayalim de yetmiyor. Sen İnsansın. Senin kalbin, duyguların var. Halay gücün sınırsız. Hayalsiz insan, kanatsız kuş olur mu? Sen herşeye rağmen mutlusun, insan!”- diyerek kuş kanatlarını çırparak, cıvıldayarak gökyüzüne doğru uçup gitti. Küçük akıl veren küçük kuşa razı olan yiğit mekânına kuş gibi uçar…