Сегодня день рождения у
Никто не пишет литературу для гордости, она рождается от характера, она также выполняет потребности нации...
Ахмет Байтурсынов
Главная
Спецпроекты
Переводы
AUEZOV  Muhtar, "Sıbanların Bodrum Mezarında"

23.11.2013 2108

AUEZOV  Muhtar, "Sıbanların Bodrum Mezarında"

Язык оригинала: ''Sıbanların Bodrum Mezarında''

Автор оригинала: AUEZOV Muhtar

Автор перевода: not specified

Дата: 23.11.2013

Sıbanların[1] bodrum mezarında

Aul (Kafkasya ve Orta Asya'da - köy) Koksengerin güney yamacında bulunuyordu. Akşamdı.Suvarma zamanı bitiyordu. Komşu aulların sürüleri yavaş yavaş bozkıra doğru otlaklığa yürüyordular. Her tarafta koyunların ve annelerinden geride kalan kuzuların melemeleri duyuluyordu. Bu gürültüden kaçmak için ben aulun muhtarıyla aksakal Jortar’la birlikte kuyunun ötesi tarafındaki taşlı tepeye doğru gittik. Birbirini sıkıştıra sıkıştıra güneye doğru yürüyen koyun sürüsü bozkırı canlandırıyor, gözleri sevindiriyor. Batan güneşin son ışınları bozkırı  sarı ve kıpkırmızı ışıklarla boğmuştu. Güneşin sayesinde aul akşamları daha güzel manzaralı ve canlı oluyor. Biz tepeye tırmandıkca önümüzde bozkırın daha geniş, daha haşmetli akşam manzarası açılıyordu. Temiz, berrak havası var bu toprakların, uçsuz bucaksız görünen bu açıklık insanın kalbinde karışık umutlar doğuruyor, düşündürüyor, yeni hayaller yaratıyor.

Ben kendi halimi, kalbimden geçenleri daha anlayamıyordum ama Jortar’ın geçmişini kendisinin bana anlatmasını istediğimde emindim.

Jortar gençliğinde bahadırdı, tüm Kazak bozkırındakiler onu tanıyordular. İnsanlar Jortar’ın ismini duyduklarında korkudan titriyordular. Hiç bir barımta, hiç bir kavga onsuz geçmezdi. Jortar cesurdu, becerikli savaşçıydı, mızrak ustasıydı. Bu yaşlı adama bakıp gençliğinde nasıl biri olduğunu, nasıl göründüğünü tahmin etmeye calışıyordum. Uzun boylu, geniş omuzlu, iri kafalı, sakin ve hoş yüzü doğuştan güçlü olduğunu gösteriyordu. Yüzündeki derin buruşuklar sanki şiddetli sert yılların izlerini saklıyordu. Solmuş ama hala canlı olan gözleri, büyül kulaklar, iri burnu bu efsanevi bahadırın görünüşünü tamamlıyordu.

Jortar geçmişin gerçek temsilcisiydi.

Tepeye tırmandığımızda Jortar’a isteğimi söylemeye nihayet cüret ettim. Yol arkadaşlarım da beni desteklediler.

Bizim ricamıza aksakal şefkatle ve nezaketle böyle cevap verdi : “Değerli arkadaşlarım, bu hayatta yaşadıklarım ve gördüklerim çok eskide kaldı, hatırlama ihtimalim azdır”.

Her kes sustu. Bu sessizliği aksakal Kudaybergen bozdu:

-    Anlat çocuklara bir şeyler. Bizim yaşımızdaki ihtıyarlara geçmişi hatırlayıp anlatmak oluyor.

Jortar hikayesini anlatmaya başladı. Çok sade ama aynı zamanda çarpıcı ifade ile anlatıyordu.

Anlattığı hikayeyi harfi harfine, kelimesi kelimesine hatırlıyorum. İşte o hikaye.

-    Ben size savaşları anlatmayacağım, - tütün kutusunu çıkararak Jortar smyledi. En iyisi benim bir defa ne kadar çok kortuğumu dinleyin.

Bu ilginç hikayeyi Jortar’dan gözümüzü çekmeyerek dinliyorduk.

-    Ben sizin yaşlarınızdaydım, gençtim. Gece gündüz macera arıyordum. O zamanlar uzak seferlere bile hemen hemen her zaman birer birer gidiyorduk. En az bir haftalık gidiyorduk. Bazen bir ay sürüyordu, bazen ise bir aydan da fazla. Genelde Tarbagatay’ın dışına – Karaker’e, Semiznayman’a, Murındı’ya gidiyorduk.

Sonbahardı. Ben sefere hazırlanıyorum. Sıbanların göçebelik alanına ulaştığımda Tobet isimli bahadırın burada yaşadığını hatırladım.Çoktandır benimle buluimak için fırsat arıyormuş. Tobet benim düşmanım değildi, sadece onunla boy ölçüşmek istiyordum.

Uzun ve sıkıcı gezilerden sonra nihayet Tobet’in auluna vardım. O zamanlar sonbaharda çok yağmur yağıyordu. O gün de durmadan can sıkıcı yağmur yağıyordu. Akşama yağmurun biteceğini düşünüyordum, ama hava değişmedi, yağmur kesilmedi. Azmış gibi bir de güçlü soğuk rüzgar esmeye başladı. Alaca karanlığı yerini siyah kapkara gece aldı.

Ben ne fırtına zamanı, ne karanlık gece vakti, hiç bir zaman yolumu şaşmazdım. Bu kes de zifiri karanlığa rağmen Tobet’in aulunu buldum.

Sürdüğüm at beyaz, güçlü ve dayanıklıydı. Benim atım öyle hızlı koşardı  ki hiç bir at ona yetişemezdi. Ama o gece zorlu yağmur yüzünden at istemeyerek ve durgun haraket ediyordu. Aniden at durdu. Ben yele uzanıp dikkatle etrafa baktım. İleride bir şeyler kararıyoru. Yakınlaştığımda dört köşeli bodrum mezarını gördüm.

“Herhalde sıban soyundan birisinin mezarı” – düşündüm. Çok ıslanmıştım ve üşümüştüm bu yüzden bodrum mezarında biraz beklemeye karar verdim. Yaümur bittiğinde ise Tobet’i aramama devam edecektim. Aceleyle atımı rüzgar tutmayan tarafa bağladımç. Atı bağladıktan sonra yüksek ve geniş mezarın içine girip köşede oturdum. Çok karanlıktı, göz gözü göremiyordu. Duvarın arkasında rüzgar uğulduyordu. Yağmur her tarafı kamçılıyordu...

İtiraf ediyorum önce beni bir korkudur aldı, ama biraz sonra sakinleştim.

Eskiden mezarlıklarda geceler şeytanların, cadıların ve sair cinlerin dolaştıklarını söylüyordular. Ama ben bunları düşünmüyordum. Biraz ısındıktan sonra kılıcımı yere batırdım, ona dayanıp farkına varmadan içim gitmiş.

Derin uykuya dalmıştım, ama her zamanki gibi sak uyuyordum. Aniden karşı köşede bir şey çatladı. Gözlerimi açtım. Karanlık mezar ışıkla dolmuştu. Uykum hemen kaçtı. Sonra ışık bir anlık söndü, ve köşede bir şey bağırmaya başladı. Bunun şeytan olduğunu anladım ve bildiğim tüm duaları okumaya başladım. Sesin geldiği tarafa yaklaşmak için gücüm yetmedi. Göz ucuyla köşeye baktım ve sanki kocaman siyah bir canlının kıpırdamasını gördüm. Korkudan donakaldım.

Bir süre sonra aynı sesler tekrarlandı. Mezarlığın içi daha çok ışıklandı. Ama çok geçmeden ışık söndü. Ben eğildim, önce o tarafa bakmaya bile cesaretim yoktu, ama ortalık karardıktan sonra gözlerimi yerden kaldırdım ve canavara benzer bir şey gördüm.

“Ejderha mı bu yoksa şeytan mıdır?” diye düşündüm. İnsana hiç benzemiyordu. Komple çıplak ve gece kadar siyahtı. Kocamandı dev gibi, benden çokça büyük. Saçı her tarafa yayılmıştı. Ağzı bana özellikle korkunç gözüküyordu.Mağara kadar büyük ağzından ateş püskürüyordu, dişleri köpekdişi gibi dışarı fırlamıştı. Ağzından ejderha gibi ateş çıkıyordu.

Doğrusu o kadar korkmuştum ki, yerimden kalkıp koşamıyordum, ayaklarım beni dinlemiyordular. Bu arada bir şeyler tekrar iki kes çatladı ve yine ateş çıktı. Kaçamak bir bakış attım, yine aynı ateşli ağzı gördüm.

Boynumu omuzlarımın içine öyle çektim ki, yerde herhangi bir delik olsaydı içine düşerdim. Kımıldamaya gücüm kalmamıştı. Çok korkmuştum, oturup canavarın beni paramparça etmesini bekliyordum.

Atım daha ilk kes ateşi gördüşünde dizginlerini yırtıp uzaklaşmıştı. Ben atı düşünmüyordum bile. Silahlardan elimde kalın sopa ve mızrak vardı, onlar da mezarın girişinde kaldı. Yanımda yalnız kında küçük hançer vardı. Ama bence kıpırdasaydım canavar bana hemen saldırırdı.

Gece yarısı yaklaşıyordu. Rüzgar eskisi gibi kuvvetliydi. Yağmur duvarları kamçılıyordu. Canavara her baktığımda “Bu benim ölümümdür.Anlaşılan sessiz bozkırda yabancı mezarlığında yalnızlıkta ölümle karşılaşmak kısmetmiş” diye düşünüyordum. Benim bu kederli düşüncelerimi canavarın ayağa kalkıp bana doğru yürümesi kesti. Gözlerimi kapattım ama soğuk bir şeyin bana yaklaşmasını hissediyordum. Ölmeden önce dua etmeye başladım. Bir ses duyuldu, ben gözlerimi açtım. Her tarafı parlak ışık bürüdü, canavar sağır edici böğürtüyle yavaş yavaş bana yaklaştı ve üstüme yıkıldı.Bu koskoca canavar bana yaklaştığında ellerine dikkatle baktım. Siyah parmakları altın kartalın tırnakları gibi bükülüydü, tüm eli ise ağzı açık kurda benziyordu. İşte iki bu eller bana doğru uzanıyordu. Canavar üstüme yıkıldığında bu elleriyke bir anda benim kemiklerimi un haline getirirdi. Ama öyle bir şey olmadı. Kapısı güçlüydü ama elleri insan ellerine benziyordu. Canavar omuzlarımdan tutup öldüğümü ve soyunup mezara uzanmamı emretti. Şüphesiz ses insan sesiydi. Canavar yine beni çektiğinde elinden tutp kalktım ve birbirimize yapıştık.

-   Ben elbisemi soyunsam sen herhalde benim elbisemi giyeceksin değil mi? Ama ben erkek doğdum, Allah şahidimdir – söyledim.

Cevap yoktu.

Bu karanlık mezarlıkta iki ayı gibi kapıştış.

Ne o ne de ben teslim olmuyorduk. Önce bu canavarın çıplak bedeninden tutmak zordu, ama sonra ellerimi sırtında kilitledim ve daha rahat tutabiliyordum.

Fosurdayarak tüm gücümüzle gerçek savaşlardaki gibi dövüşüyorduk. Benden güçli olmadığını anladım. Fırsat bulup tüm gücümle canavarı yerden kopardım, başımın üstüne kaldırıp yere vurdum, sonra da göğüsüne oturdum. Öç almak için bir elimle boğazından tutp boğmaya başladım, diğer elimle ise göğüsüne bir kac kes vurduktan sonra hançerimi çıkarıyordum. Öfkeyle hancerimi düşmanımın boğazına saplamak istediğimde canavar beni görüp:

-      Jortar, sahiden sen misin? Ben seni yumruklarından hemen tanıdım.

Ben de onu sesinden tanıdım. Hanceri kenara attım. Bu canavar Togay’lı bahadır Bura-altayakdı.

Biz onunla eski arkadaştık. Çok seferlerde beraberdik. Beni ölümcesine korkutan canavar yakın arkadaşımdı.

Bura-altayak da sıbanlara keşif için gelmiş. Issız dağlarda yorgunluğunu aldığında Tobet baskın edip esir etmiş. Tam bir ay esir olmuş, bu yaümurlu gecede ise fırsat bulup kaçmış. Hafif giymiş, üşüyüp havanın iyileşmesini beklemek için bu mezarlığa saklanmış. Beni de bu mezarlıkta gördüğünde Allah’ın ona yardım gönderdiğini düşünmüş. Sihaı yoktu. Topu toplamı elinde bir kibrit kutusu varmış. Gücü kalmadığı için beni kurnazlıkla yenmeye karar vermiş: çırçıplak soyunmuş, kibritleri yakmış, kibritler söndüğünde ise yanmış kibritleri ağzına alıp beni korkutuyordu. Benim bu kadar korkmamın sebebi adi kibritmiş.

-  Ama kazaklar o zaman kibriti nereden tanısınlar ki? Ateşi fitil ve çakmak taşıyla elde ediyorduk. İşte beni bir kibritle korkuttular - gülerek söyleyip aksakal hikayesini bitirdi.

Biz de bu hikayeye güldük. Alaca karanlık yaklaşıyordu ve biz aula doğru yürüdük.

 

1923


[1]Kazak tribülerinden bir soy ismi