Сегодня день рождения у
Никто не пишет литературу для гордости, она рождается от характера, она также выполняет потребности нации...
Ахмет Байтурсынов
Главная
Спецпроекты
Переводы
AUEZOV  Muhtar, "İki Yüzlü Hasen"

23.11.2013 1819

AUEZOV  Muhtar, "İki Yüzlü Hasen"

Язык оригинала: ''İki Yüzlü Hasen''

Автор оригинала: AUEZOV Muhtar

Автор перевода: not specified

Дата: 23.11.2013

İki yüzlü Hasen


  Yüksekliği nedir?.. Tepeye ulaşabilecek miyim?..Ve bu ıstıraplı müthiş gecenin sonu nerde? Fethedilmez kara ve çıplak kayalar ile umutsuz ,yalnızlık korkunçtu...Bu kapkara dünyaya nasıl geldım?..''

  Kurada beygiri titremekten yürüyemiyordu.Sanki hayvan  bile korkuya kapıldı.Korkutucu ve kendine  çeken dağlar... O sert gururlu dağlara  ne kadar  yaklaşmaya çalışsa bile,ulaşılmaz oldu.At koşturmalı...Daha ne kadar sürüneceğiz acaba? Ama her atılan adımla kaya parçaları daha sert daha fethedilmez oluyorlardı.Ama bu ne?Bir an onun onünde dipsiz bir uçurum açıldı,tek kalan gözlerini kapatmak. Sessizlik... Karanlık.... Ölümün nefesi.Bu son mu?

  -Ölüm...Ölüyorumm!.Ooh!Ölmeye hazırlanmış gibi bağırdı o.Ama birdenbire  uzaktan boğuk ve tanık kapı tıkırtısı eşitildi.Ondan sonra Cemilenin çığlığı... O kabus sadece ruyaydı .Karının öfkeli sesi bu sefer kurtuluş gibiydı onun için.Bidaha kapı kapatıldı.İyice nefes almaktan sonra onun gözleri açıldı.

  -Lanetliler! Bizi mezara mı koymak istiyorsunuz?-bu sefer Cemilenin sesi ısrara doldu.Ve yalnızlık kayboldu,gitti davetsiz kara ecel.Hasan evde kendi yatağındaydı.

  -Cemile,senmisin?Oof....

  -İyimisiniz?-telaşlanan karısı yatağa yaklaştı.-Nefesiniz neden öyle?Hastalanmadınız mı?

  Hasan hiçbirsey söylemedi.Hummalı bakışlarına göre yavaş yavaş canlanmaya başlıyordu.O gün sıradan bir sabahtı: her zamanki gibi dağınık oda ve Cemilenin can sıkıntısı( evdekiler ile sonsuz bunaltıcı kavgaların sonuçu),bu evde kapılar çarparak kapanıyorlardı.''Bugün ölüp karşısına aniden çıkarsam aynı şekilde davranmaya devam eder hiç şaşmadan.''-eşinin yüzüne bakarak yorgunca düşündü o.Cemile-onun hayatı şimdi burda onun önünde duruyor.

  Elini uzatıp dokunabilir ona.Ama okşasa yada çimdiklerse,bağırırsa yada iyi birsey söylerse bile hiçbirşey değişmez o suratında.Ve yineden öfkeye kapıldı o, son zamanlar o öfke hali bırakamiyordu onu.

  -Size ne oldu, söylermisiniz?-Cemilenin sesi bu sefer daha hafif ve yılışık geldi.Hasan böyle olucağını biliyordu.-Dün içmişsiniz ya,bence bunun yüzünden oldu böyle...Yoksa sıcaktan mı oldu?Sıcaklıkölçesini mı getirsem?Dün çok mu içtiniz?

  -Ben hasta değilim?

  -Canım,ne oldu size?

  -Bir ruya gördum...-Hasan başladı.Eşini okşamak için elini uzattı ve Cemilenin kemikli kalçaya dokunup güçsüz yorganın üstüne düştü.

  Kadının yüzü yılınıp kül gibi olmuş aniden.

  -Yarabbim!Bir ruyanın yüzünden bukadar mı üzüleceksiniz?..Kadının sesi titredi ve yine bağırmasına döndü.-Sizin haberiniz varmı,yengeniz ocağın üstünden büyük bir tabağı itip paramparça etti?!Duyuyormusunuz?Tabak kırıldı!

  -Ne tabağı?-sormuş Hasan,ama o an Cemileyi dinlemiyordu,onun düşünceleri uzaktaydılar.

  -Alttaki pazardan aldığım tabağı.Ne kadar istemişim ben onu ve....Lanet olsun onlara!

  -Yeter artık,bıktım!-kesti onu Hasan.-Saat kaaç?

  -Yedi!-öfkeli cevapladı Cemile.

  -Daha erkenmiş.Ama artık uyuyamam ya.-Cemile gevşemiş gibi yatağının kenarına oturdu.Hasan ise kafasını kaldırmadan göz ucuyla karısına bakmış.Zayıflamış kadın yorgun görünüyordu.Erken çıkan buruşuklar elmacık kemikleri çıkık koyu renkli yüzünde daha sert gözüküyorlardı.Cemilenin başı eski gri şal ile örtülmüştu.Onların gözleri bir araya geldikçe,Cemile hafifçe sallanmış gibi ileriye çekinerek eğildi...Dudaklarının üstüne acınalı bir gülümseme çıkmış.Üzgün Hasan duvara döndü:Cemile gibi dünyanın içinde bir kadın yoktu.Hanım aniden yataktan fırladı ve odadan dışarı koştu.Kapının çalınması bir çekim gibi geldi.Aradaki odadan ihtiyarlık öksürügün sesi geldi.Sonra çekiç darbeleri gibi sık ve keskin adımlar ile korkmuş sesleri geldi:adam dıngın böğük sesi ile mırıldandı,kadın ise fısıltıyla ona yanıtlıyordu.''Tabiki,onlar''-düşündü Hasan,son zamanlarda ona taşındığı abi ile yengesin seslerini duydukça. Onları duyuyordu ve düşünceleri geçmişe kadar gitmişlerdi.Hasan çoktan geçen on sekizinci yıl ile ak muhafiz birliklerini hatırladı.O zamanlarda hasan ilçe komitesin başkanıydı.Ama sonra hastalanıp vatan olan bozkırlara döndü,bu ihtiyarlara.Hastalık uzun süre almiş.Cemile ile evlendikten  bir yıl geçmeden Hasanın iyileşmesinin vesileyle daha bir düğün yapıldı.İki yıl sonra daha bir düğün-bu sefer onun Sovyet hapishaneden serbest bırakılması için.Cemile sözünü tutmuş.Dedi ki:''Eğer eşim yarasız ve saglam geri dönerse herkeze hediye edicem''. Ve sonra koyunları kesmeye emredip,tüm toplanan kadınlara et dağıttı...Hasan istese bile Cemilenin onun için birsey etmemesini hatırlamaz.Her yaz Hasan eve geldikçe otuz yada  kırk kuzu hazırlanıyordu sofralar için.Hediye etmeyi de unutmazdı.İlk kez doru kafasında kel ile rahvan atı,sonra mühteşem ak yelli atı hediye etti.Hmm,demek seviyordu.Cemilenin zengin ailesinden olması için başlık parası olarak  otuz koyun ile on sığır verildi.Değdi ama.Ödeldi herşey...

  Gerçekse,Cemilenin akrabaları Hasanın sorgu yargıcı ve sonra hakim olduğu durumunu iyice kullanmışlardı.Özellikle yürütme komitesin ve kooperatif yonetmenlerin seçimlerde.Evlilik bağıları bozkırlarda güçlü olur ve Cemile Hasanı etkilemeyi biliyordu.Kaç iş onun bir söz ile edildi.Ya aul makamlarının tarafına yazılan inbarlar ile talimatlar.Nasıl onlar gariban yoksulları kovalayıp yok etmeye çalışmışlardı.Kaç kişi onların yüzünden mahkemeye verildi,yada partiden atıldı.Hmm...Kurullar o zamanlarda mumdan daha yumşaklardı.Ve onlar yoksulları sıkıştırmayı biliyordular.Ve bu pis işlerin hepsi Cemilenin bir söz ile geçiıyorlardı..

  -Kalkıcakmısınız?Çay hazır,ekmek eksik bıraz ama.-öfkeli demiş Cemile kapıda görünüp.

  Hasan sessizce kalkıp giyindi ve sonra abisinin  yenge ile kaldığı odaya çıktı.Karşındaki odada rus aile kalıyordu.Komşulara alışmayan Hasan,hep sinirleniyordu onları koridorda gördüğü zaman.Şimdi onlar evdeydiler galiba:çunki onların odasından yavaş sesler ile gülüşmeler duyuluyordu.

  Beklemeden ve geriye bakmadan Hasan avluya çıktı.

  Bu bahar güzel havalı bir günlere dolu değildi,ama bu sabah hava çok güzeldi.Uzakta yığılmış dağlar görünüyorlardı.Hasan Alma Atanın Büyük doruğa bakmış.Hasanın doğduğu yerde gökyuzune zirveler ile uzanan,hep bulutlara kapılan dağlar yoktu.Sonsuz  ve geniş bozkırda çok az meyilli tepeleri bulabilirsin,birde onun vatanın yerleri basit ve açıktılar insanın aklı için.Gözünü kırpmadan Hasan bakıyordu dağlara. Çok güzeldiler ama onların güzelliği dokunmadı ona.Dağların üstündeki kara bulutlara baktı.Köknar ve çam yeşil kuşağına inince onlar incitilip didiklenen yün parçalar gibi dağılmışlardı.Hep devinen dumanın  gri demetlerin arasında  sonsuz sıra ile kara kayalar,kara örtülen dağ tepeleri,yeşil  çayır ile ormanlar görünüyordu.Sık toplanan  kayaların arasında savrulmuş katı dağ zirvesi duruyordu.Etraflarda en yüksek tepe olduğu için çok yuksek görünüyordu.Onun koynunu kar sarmıştı,gümüş işlemeli özbek takke gibi parlıyordu kar tepesinin üstünde.Yan kenarların üç eşit hatlarıyla,doğru şeklinde yapılan,antik vakitlerde yaratılan piramit gibiydi.Sanki binlerce pıramitlerden tek piramidi topladılar ve o evlatlar için piramitların kocaman bir anıtı...Bu tepe Hasanın ruyasını hatırlattı ve bir onun yorgun gözlerinin önünde sanki tepe kendisi taşınıp  sis ile ak bulutlardan olan denize girdi...Bu sessiz devboyutun önünde kendini okadar küçük hissetmiş ki.Bir an dağın onu ezebileceğini düşündü bile.Hasan tuhaf  bir korkuya kapıldı...

  O bu ağır rahatsız eden düşüncelerin,yalnızlıkla öfkenin nedenini biliyordu.

  Bu  güçlü ve her kapıya giren yeni hayat nedir?Sosializmin zaferi tartışılmaz bir gerçektir.Ondan saklanamzsın,gidemezsin,çunki o artık her yerde,Hasanın ortada olan her yerde...O artık bu tepe gibi yıkılmaz ve büyük oldu.Birde bu dağ gibi fethedilmez,çunki onun kurucu Hasan değil.Bu kurucaların arasında Hasana yer bulunabilirmiydi?Kim söyleyebilir ki  bunun ona lazım ve ya yok olduğunu...Ya geçmiş...Unutulacak mı?...

  Ara  odasında Hasanı Cemile karşıladı,elinde hala tabak parçaları tutmuştu.Onun yüzü hala alev-alev yanıyordu.

  -Görüyormusun?-uzattı ona kırıkları Cemile.

  ''Daha bir kere tartıştı''-üzgünce düşündü Hasan.

  -Neden susuyorsun!-bagırdı karısı.-Bak ,tabak ne hale geldi!Fırından düşürdü...

  Hasan istihfafla dudaklarını kıvradı.''Fırın''-içinden taklit etti onu Hasan.Birşey biliyormuş gibi.Ne ''h'' ,ne ''f'' harfı olmayan dilini bozuyor...

Gençlikte ''Muhammadiyasını''ve ''sıbatılgazisini'' ezberliyordu ya.Nazik mesajların birisinde  arapça ''Bente Fazıl''(Fazıl'ın kızı) imzalananını hatırlıyorum bile.''Inek rahvan gibi lazım o bilginlik...''

  -Fırından atıldı.-tekrar dedi Cemile.

  -Ya, beni rahat bırak!-diyince karısından yüzünü çevirip,sessisce duvarın yanında oturan abi ile yengesini görmuş.Onlar ise Hasanın öfkeye dolu bakışını görünce suç işleyen çocuklar gibi gözlerini yere indirmişlerdi.

  Hasan daha da kızıp misafir odasına kaçtı.

  -Yok bana rahatlık!-dişlerini sıkıp,dedi o,ve ayakların altında olan yengesinin ayakkablarına tekme atıp,odasında kayboldu.

  Ayakkab diğer tarafına üçünce  demir yatağına vuruldu.O yatağın üstünde yatan Hasanın kardeşi Selim hoşnutsuzca kalktı.

  -Nedir bu kepazerlik!Bu an onun geniş siyah kaşları bir birine yaklaştı,kırmızı yanaklı genç yüzü karardı.Temiz parlak gözlerle sitemli yengesine dedi ki:''Ne oluyor size?Yeter artık!Utanmıyormusunuz?''.

  Selimin böyle demesi sanki cesaret verdi zayıf, hastalıklı görünen büyük abisine.

  -Herşey senin yüzünden oldu,-öfkeli demiş o karısına.-Körmusun?Yoksa duşman kovalıyordu mu seni?Okadar büyük tabağı düşürmek...Üzülünmez mı?

  -Tamam,sakin olun,-seslendi Selim.Yataktan kalkıp hızlı giyinmeye başladı.-Sadece bir tabak kırıldı.Ne bu...

  -Ne tabak olduğunu bilmiyorsun!-başladı Cemile.

  -Altın tabak olsa bile...

  -Kışın bu tabağın peşinde koştum alttaki pazarda.

  -Ne olacak?-gülümsedi Selim.-Rahatlan artık.

  Yanındaki odadan otuz yaşında olan,uzun boylü,güleryüzlü rus kadın çıkmış.Onun kocaman mavi gözleri iyilik saçıyorlardı.Genç olsa da,kırpık saçlarında ak saç vardı artık.

  -Çok yazık.-dedi o,Cemilenin ellerinde tabak parçaları görünce.O hala onları bırakamıyordu.-O harbiden çok güzeldi,ama daha kötu birşey olmadığına şükür et.-komşunu sakinleştirmek için dedi kadın.-Kendim de kaplarımın çoğunu kırdım.Kaplar işte,olur böyle birşey.İstemeden oldu ya.

  -Böyle bir tabağı bulamam artık!

  -Hayır,Cemile aynı tabağı gördum dükkanda.

  -Bırakın onu,Anna İvanovna.O her gün biriyle kavga ediyor.-demiş Selim.

  Buna dayanmayan Cemile kırıklarını yere attı.

  -Senin haddine mı düşmüş benimle böyle davranmaya?!Görüyormusunuz?

  -Selim,utanmıyormusun?Yengen senden büyük.-Sitemli dedi Anna İvanovna.Herkezi rahatlandırmak için konuyu değiştirme vakti geldi.-Benim kitabımı okudun mu?

  -Okudum,çok enteresan bir kitab,Anna İvanovna.

  -Evet,Gorki çocukluğunu güzel şeklinde anlatmış.Oğrencisin ya,çok okumalısın.

  -Daha birşey okumaya verebilirmisiniz?

  -Tabi ki,Selim.Neyse,işe geçikiyorum artık.Onların yanlarında geçen Hasan,muhabetini duymuş oldu.''Gevezeler''-kızıp,düşündü o.-Öyle insanlar var ya...Başkalrın uydurmalarına,kağıt güzelliklerine hayran olurlar.Kitaplar beni ilgilendirmez.Bana hayat kitabi yetiyor.O daha zor.Mesele,ben bugün et bir bulsam.Bu daha faydalı...

  Hasanın çalıştığı yazıhaneye ulaşmak için,genç hus ağaçlar ile kaplı geniş sokağının üzerinden gitmelisin.Bugün geçikse de tembel-tembel ayaklarını sürüklüyordu ,eski yıpranmış at gibi.İşe acele eden erkekler ve kadınlar geride bırakıyorlardı onu.Kalabalık dairelerde kayboluyordu.İlerideki kara tepe onları gözeltiyor gibi duruyordu.Hasan ona bakmamaya çalışyordu.İki mahalleyi geçtikçe yolu geçen Kasımkanı görmuş.

  -Hey,bekle,-seslendi ona Hasan.

  Kasımkan onun sesini duydukça dönüp baktı.Kasımkan uzun böylü,ince yüzlü,dar omuzlu adamdı.

  Neden zar zor yürüyorsun, be?Biraz hızlı gidelim.-demiş ona Kasımkan.

  -Ayaklarımı kaldıramiyorum,-Kasımkanın elini sallayıp demiş Hasan.-Etimiz yok.

  Cemilenin  birgün etsiz kalacağını kim düşünürdu.-Tiz bir sesle güldü Kasımkan.

  -Gülmeyi kes,midem bulandı.Nerden et bulabiliceğimizi söylesen daha iyi olur.Eğer bulabilirsen ben geri döndükçe bir şişeyi bulurum bize.

  Kasımkan tekrar güldü.

  -Ne diyorsun ya.Bir haftadır eti görmüyorum.Tayın hakkında birşey duydun mu?-ciddileşip dedi o.

  -Tayın nedir ya?Hangimize yeter o...Ah,koyun etinden bir yesek,yada at etinin salamından...

  -Birşey düşünürüz, o sefer gibi,hatırlıyormusun?

  -Sence başarabilecekmiyiz?-umutla baktı Hasan dostuna.-Lanetli bahar,hep aç kalıyoruz!

  -Nasıl derler...Dişlerimizi rafta kaldırmalıyız artık.Ha,benim eşim için iskarpinleri bulamazmısın  birde yaz paltolük bulmazmısın?

  -Kendim arıyorum Kasımkan.Kaç kez çıtlattım iş bulmaya yardım ettiklerime,faydasız ama.

  Hasanın karakterini iyi tanıyan Kasımkan  güvensiz bakmış ona.

  -Ben ciddiyim Hasan.

  -Bende,malesef...,

  -Derler ki:iyilik eden iyilik bulur,Hasan,- yarı-ciddi yari-şakalı devam etti Kasımkan.-Kışın sana verdiğim sarı potinleri ödeseydin...Senin için Yerli Komite ile kaç kez savaştım,Neymanın iznini aldım bile.Ya sen?

  -Odiceğim,korkma.Borc kıllı kement gibi boynumda duruyor ve emin ol üstümde çürümez o.-kurnazca cevaplamış Hasan.

  -Söylenecek başka birşey bulamadın mı?

  -Bana bak,Kasımkan.Boşuna beni çekme.-acele ile demiş Hasan.-Salmenovnı nasıl alabileceğimizi düşünelim.

  -Neden?         

  -Diyorlar ki,ona trikotaj mamullerini getirmişler.

  -Yapamicağız.O sadece kendini düşünür.-bu haber onu ilgilendirirse bile,kayıtsızlıkla cevapladı Kasımkan.

  -Karımın sözlerine göre,elbiseleri çiftle alıyor.Mutlaka bir renkli ve kadın elbiselerin yanına erkek elbise olmalı.

  -Ah,kahrolsun!Bende duydum ki,onun dolabında üç takım etiketli elbise asıllı.

  -Görüyormusun...-Hasan tamamen üzüldü.-Diğerlerin bu kadar zengin olduğu zaman,onların et ve ayakkabın hakkında hayalleri okadar  sefil ve küçük göründu ki...

  -Neyse...İşlerimizin hakkında birşey duydun mu?

  Kasımkan az düşününce alçak sesle cevapladı.

  -Umudumuz var ama kim bilir...Zor şimdi ,kendin biliyorsun.

  En gizli istediklerini onlardan hiç birisi konuşamadı ama...

  -Belki işlerimiz iyileşir-zorla demiş Hasan-''Aktaban Şuburundıdan'' sonra iyileşti ya halkımız...

  -Diyorlar ki,ellerinden geleni yapıcaklar,-ben böyle anladım.Savaş çok zor olmalı.-Yavaş sesle dedi Kasımkan,ve aniden  yuksek sesle gülmeye başladı,-biz de seninle etten bahsediyoruz.

  Kasımkan ile buluştuğu anlar Hasan onun yüzünde kendini gördüğünü sanıyordu.Ve şimdi Kasımkanın saçma kesimine bakınca ruhunun acıya dolduğunu hissediyordu,çunki Kasımkan tek kendi üstünden gülmüyordu...Onların hayallerin,hiçbir zaman  gerçek olmucak umutlarınin,Hasanın üstünden gülüyordu.Eskiden onların arasında dipsiz bir uçurum vardı,hayatının karşı taraflarındaydılar...Ama şimdi kötu zamanlarda bir birisiz yapamazlardı.

  -Gülüyoruz,-gülüp geçti Hasan,-ne olucak bize ama?Yaklaşmamız,birleşmemiz gerekiyor...-Hasan farketmeden çoktan olduğu şeylerden bahsediyordu.

  Sonra bir birine bakıp,sinirli ve yüksek sesle gülmeye başladılar.Ansızın gülüşleri kesildi.Kasımkan Hasanın elini iyice sıkıp çekip gitti.Hasan ise yazıhaneye yolunu devam etti.

  Çalışkanların çoğu iş yerindeydi geldiği zaman.Hasan acelesiz uzun bir koridorun boyunca yürüdü,sonra  herkeze selam verip dinlenme odasına geçmişti.

  -A,İvan Semenoviç,merhaba!Merhaba,Nikolay Petroviç.Selam,Mark Avronoviç.De sağa,de sola hafifçe eğilip  açık gülümsüyordu.-Merhaba,Zinaida Nikolaevna.

  Yoneticinin geldiğini farkedince ,Hasan anide değişmiş:yerine ulaşmaya çalıştığı anlar var olan telaşşız meziyeti sanki rüzğar silip götürdü.Endişe ile kaşlarını çatan Hasan yazılar ile kaplı kağıtları çıkartıp masaya koydu ve sonra Jarasbayevin odasına gitmiş.

  Başbakan bugün ozellikle ciddi ve uygun görünüyordu.Gözlükler ona olağanüştü ciddiyet verip yüzünün incelliğini göstermişler.Düz oturan o,dudaklarını sık tutup dikkatle yazımcını dinliyordu.Hasan duşmanlıkla  yonetmenin -sıkıştıran ata benzediğini düşündü.Böyle biri uzağa gider.

  -Eğitimsiz olsa bile iyi yerde çalıştığını göstermek istiyordu,amerikan işçisı gibi..-Düşündü Hasan ,masaya yaklaştıkça.Hafif bir gülüçük göründü onun yüzünde.

  Yazımcı rapor ediyordu:-Yeni inşaata izin verildi.İşte burda.Hızlı bir şekilde yanıt vermek için gerekli olacaktır.Dünki yonetim kurulu toplantısının kararı...Bakın ve imza atın...Alanlara dağıtırız.

  Yanında duran donuk kel muhasebeci sıkıcı bir ses ile başladı:

  -Yoldaş Jarasbayev,ben acele ile banka toplantısına gitmek zorundayım.

  -Toplantının konu ne?-kağıtlardan başını kaldırıp sordu o.

  Hasan ise bakışını yakalayıp ''Merhaba'' dedi.

  -İnşaat keşifnamenin tekrar tartışılması.Gerekçeyi göstermeliyim.

  -Tamam,çabuk gidin.Bizim hakkılarımız savunmaya devam edin.

  Hasan masanın kenarında oturmuş.Yeni şeflere alışmiş artık.Personal şubesinin müdürü oldukça Hasan başbakanla sürekli sohbet etmeye çalışıyordu.Yonetcisi nazik ve sosyal adamdı ve Hasan onların konuşmasında yorum eklemeden çekilmedi bile.

  -Tabi,tabi...Doğru...İşte bu mesele.Hatırlıyorum.Birkaç kez gizlice sevinip yazımcını duzeltti.

  Jarasbayev  Hasanın herkeze herşeyi bilen birisi olduğunu göstermek istediğini görmüyormuş gibi davranıyordu.Hasan onun yerini hiçkimsenin alamicağını sanıyordu ve kendini bir  uzman olarak gösteriyordu.

  Jarasbayev ise kendisi hayvancılık trösteye gelene kadar  güzel yerlerde çalışsa da,yeni iş için lazım olan ,özel bilgileri yoktu.İşte bunun için ilk günlerde Hasan çok faydalıydı onun için.Onunla çok muhabbet ederlerdi ve Hasan vakiti kaybetmeden bu işin ne kadar zor olduğunu anlatıyordu ona ,ve sanki istemeden ‘açıkgöz’ uzmanlarının isimlerini söylüyordu. ‘Onlar sadece kendi evler ile maşlarını düşünüyorlar,emin olun işlerini bitirince daha kolay işlere geçerler,’-diyordu.O,Hasan,böyle insanları iyi tanır...İşte Hasanın sözlerine göre birtek ona güvenilirdi.Ama son zaman onlar eskiden daha az konuşurlardı ve bu Hasana sıkıntı veriyordu.

  Jarasbayev yazımcıya emirleri verip bıraktı onu.

  -Siz ne diceksiniz?-Hasana bakıp, dedi o.

  Burada üç kazakların ifadeleri.Hepimiz cihazın yerelleşmesinin hakkında konuşuyoruz,ve Karagandada,Aktobe ile Dogu Kazakistanda hiçbir uzman kazağı yoktur.Bence bu arkadaşlarımızı kadro yonetmeye göndermeliyiz ve onların arkasından iş çevirmeliyiz.Kendiniz biliyorsunuz,yerlerinde oturan bürokratlar hiç birşey yapmazlar.Kendimiz şiddetle yerelleşmeyı başlamasak....

  -Bu insanları iyice biliyorsunuz mu?

  -Çok iyi biliyorum,bu yuzden eminim bu kadar.

  -Uzmanlar mı?

  -Eskiden kooperativde çalışıyorlardı,ekonomik ile uğraşmışlardı.

  -Ne bilgiler ile?

  -Efendim?

  -Ne eğitimi gördüler?Halk yığınlar ile çalışmayı biliyorlar mı?

  -O,rahat olun,yaşlı adamlar,işierini bilirler.

  Jarasbayev dikkatle Hasanın gözlerine baktı.

  -Neden siz hep yaşlı adamları tavsiye ediyorsunuz?

  -Gençler çok duramazlar bizde,-şaşırmadan cevapladı Hasan.-Bugün onları işe alırsın,yarın okumaya yada daha kolay işe kaçarlar.

  Müdür gergince gülümsedi.

  -Bence siz sadece enerjik genç kazak uzmanları aramak istemiyorsunuz.

  -Ne diyorsunuz ,yoldaş Jarasbayev!

  -Başka ne olabilir ki?!İşe aldığınız insanlardan öyle birisi yok çunki.

  -Yok mu sizlerine göre?Ama belki de haklısınız.

  -İsterseniz bizim için faydalı olabilecek mühendişlerin isimlerini söyleyebilirim,ama onlar bizimle çalışmazlar.

  -Özel dersleri alan ogrenciler ile ilgileniyormusunuz?

  -Nerden bulabilirim ben onları?-sinirden terlenen Hasan söyledi.

 

  -Kazan,Leningrad,Moskovanın yüksek ögretim kurumları ise?Kaç kazak oğretim okulu bitiriyor bu sene biliyormusunuz?Ya bir iki yıl sonra ne olacak?

  -Tam onların hakkında konuşacaktım...

  -Kaç oğrencilere bizim adımızdan burs veriliyor,söyleyebilecekmisiniz?

  -Emin değilim...

  -Ozaman kadroların seçim ile hazırlamasını iyice düşünmediniz gibi geliyor bana...Demek herhangi yerelleşme konusu bile çıkamaz.

  Yoneticin şuphesiz argumanları Hasanın moralini bozdu.Onunla ıgdaya girilmezdi,Birde düişünceleri toplamaya bile zaman vermiyordu o.

  -Neyse...On kazak oğrencilere burs veriyoruz şimdi.Birde dün daha dört oğrencilere burs vermeye karar aldık,haberiniz olsun.

  -Çok güzelmiş,-şaşmadan dedi Hasan-Ama onların okulu bitirene kadar çok zaman gider.Ben ise bugünki günlerde yerelleşmesinin hakkında bahsediyorum.

  -Bu konudan kaç kez konuştuk sizinle?Hükumet ile parti komitesin kuralları bilmiyomusunuz?

  -Tabi,tabi…İşte zamanımız az...

  -Somut bir biçimde konuşalım ozaman.Yüzden kaç kazak uzmanların sayısında çalıştı bu sene?

  Hasan şaşkınca alnını kaşıdı.

  -Yüzde kaç kazak tam bilmiyorum...

  -Tamam kaç kazaklara iş verdiniz siz?

  -On kişiye...

  -Yüz elli işçinin içinden on kişiye mı?Ne iş yapiyorlar onlar?Tabi ki ,bir haberci,temizlikçi yada nüfüs sayıcı olarak...

  Evet...Evet...Oyle insanlar da var.

-Hayır yoldaşım.-Jarasbayevin sesi metal gibi oldu.-Böyle olmaz.Bürokratisin hakkında en çok konuşan sizsiniz, onunla savaşmak için, ama  hiçbirşey yapmayan da -sizsiniz .Kaba-saba bir iş.Kazak işçilerin yüzde otuz olmasına on gün süre size veriyorum.

  -Sadece kalifiye uzmanlar lazım  bize ama!

  -Ona baksan,sizinle mühendiş olarak çalışmaya hakkımız mı var ?

  -Ama bişgilersiz işçiler mı olur?Çalışmalarımız kolay değil biliyorsun.

  -Sen sadece bizim nesilnin adamların hakkında düşünüyorsun,ama gençler daha güçlü,enerjik ve bilgili.Eğer gerçekten işinizi biliyorsanız genç işçilern hazırlarsısınız.

  Jarasbayev telefonu açtı,-alt istasyonla konuşmalıyım.

  -Bu arkadaşımızla napalım?-Sormuş Hasan birazdan.

  -Bana gelsin.

  Hasan kalkıp yavaş yavaş kapıya yaklaştı.Ve orda tam çıktığında dayanmadan atti:        

  -Tabi ki,siz sadece bana suç atıyorsunuz!

  -Biz hiçkimsenin hakkında kötu konuşmak istemiyoruz.Ama sizin anlamamak istemediğiniz şeyler var:biz burda oyun oynamiyoruz.bu işin sonuçu önemlidir.Yerel telefon santralı,komite ile konuşmalıyım!

  -Hiç bir müdürü yapamadı bunları ama...

  -Tamam...Jarasbayevin morali bozuldu.-Zorluk mu çektin?Ama hiçbir raporu görmedim ben.Ne bana,ne de kurula şikayet etmediniz.Neden?

  -Yalnış anlamanızı istememiştim.Sanki ben bişey yapamiyorum.

  -Yok oyle birşey.Doğru etseydiniz,tek çalışan siz çıkardınız.Davranmanızın sonuçu -on kişi işte...

  Hasan Jarasbayevnı tanıyamiyordu artık...Hasan nedense birşey demeye istediği zaman konuşamiyordu.Kapıyı kapadığında çok kötüleşmişti.Bir aptal ve çaresiz gibi  görünmesi çok acıydı.Güçlü at süresinden kovulan serseri at gibi kendini hissediyordu...

  ''Belki benim parti kartı ile özel bir yerin var olduğunun  yüzünden böyle''-kendini toplamak için düşündü Hasan.Masasına dönünce çantadan daha bir kağat yiğini çıkardı.-Onun yerinde olsaydım,herkeze gösterirdim nasıl çalışmayi”

  Bir an  Hasan sanki birinin ona baktığını hisetti ve pencereye döndü.Alma Atanın Büyük doruğu koynunda fırtına bulutlar ile suskunca ve acelesiz gözlüyordu onu...Hasan derin nefes alıp etraflara baktı.Onun odasında heyecanla çalışan muhasebeci ve sekretar  daktilo ile Hasanı ilgilendirmezdi.Yavaşça kalkıp Hasan koridora çıktı.

  Koridorun karşında duran Şişman ve sakin gözlüklü adam selamla elini sallayınca ona yaklaşmaya başladı.Adam sigara içiyordu.

  - Ateş varmı sizde,Hasan Nurbaiç?-Hasan serniklerini verdi.

  Tavsiyenize ihtiyacım var,Aleksey Nikolayeviç,-dedi Hasan tröstin en mühim yaşlı uzmana,-çalışmaya kimi almamı bilmiyorum.Jarasbayev acele ile aygıtımızın yerelleşmeni istedi.

  - İnsanları çekiçlemeye oğrenmeniz lazım.Bir çekiç ile örz alıp çalışın.Ha-ha!

  - Zor ama...

  - Endişelenmeyin,lütfen.Bu kadar hassas da olmayın.Sizi ben çok iyi anlıyorum, ama biz napabiliriz ki?-dedi Aleksey Nikolayeviç sigarayı yakıp.-Yarın buluşurşak -çok güzel olur.Hemde biraz rahatlarsınız.

  - Olur.Yonetmenin muavisini de davet edelim.

  - Tamam,-kabul ederek güldü  Aleksey Nikolayeviç.Patronlarını seviyorsunuz galiba,Hasan Nurbaiç?Kaçın kurası sizi...

  - Gerçekse,kazak yonetimleri pek anlamiyorum…Ruslar daha iyi bu işlerde bana göre,avurt satmiyorlar...Neyse buluşurus,Aleksey Nikolayeviç.Hayli konuşmamız gerek.

  - Tamam,-sigarayı yakıp gitti Aleksey Nikolayeviç.

  Hasan evine dönünce masasının üzerine oturup işleriyle ilgilenmeye hazırdı,ama aniden birşey unutmuş gibi kalkıp kaçtı evden.Ve bir an sonra Hasan komitedeydi.

  Yoldaş Sergeyev!-çalışan adam,  başını kaldırıp ,gözlüklerinin altından Hasana baktı.

  -Siz dün gıda kartlarını bölüştürmediniz mi?Umarım Jarasbayev benim hakkımda söylemiştir size.

  -Evet,bölüştürdük.

  -Hangi kategori benim için seçilmiş ozaman?

  -İkinci.

  -Dalga mı geçiyorsunuz?!Böyle birşey olamaz ama...Yapamazsınız...Kaç kişiye ben bakıyorum,haberiniz var mı?Kaç kez söyledim size bunları.Ya siz ne yapiyorsunuz?Bundan sonra sizinle çalışmak istemiyorum...

  -Bekleyin.Niye bukadar sinirleniyorsunuz?

  -Tabi.Siz rahatsınız...

  -Ama bana üçüncü kategorisi verildi...

  -İlgilendirmez beni.Milli kadrolar için hiçbirşey yapmiyorsunuz çalıştırmamak için!

  -Hangi kategorini istiyorsunuz?        

  -Birinci kategorisini kim kullanıyor bilmek istiyorum.

  -Aynı on kişi.En iyi uzmanların çoğuna bile verilmedi birinci kategiri haberiniz olsun...

  -Tamam ya!Dinlemek bile istemiyorum bunları!..-Kesti Hasan koridora çıktığında.

   Hasan  personal dairesinin her köşeye girdi.Merdivenlerden kalkıp kazaklar olduğu her şübede oldu ,kime ne kategorisenden verildiğini oğrenmek için.

  Böyle yerelleşme mı olur!-sinirlendi o,-elemanların katılmasını nasıl sağlıcağız böyle giderse.Kazak işçilerin hiç birisine birinci kategorisinden verilmedi.Komitemizi tutkulu şoven yonetiyor!Susarsam ,günah olur!

  -Sevgili Karim,bi düşünsene,-komitede çalışan genç kazak çocuğuna diyordu o,-biz burda para için çalışmiyoruz ya,şeref için burdayız.Sorun -unun beş-on libresi değil.Hiç bir kazak işçiye birinci kategorisinden neden verilmedi?İşte bu sorun!Birde böyle genç kazakların işe katılmalarını nasıl sağlıcaz biz?Her gelen çalışmanın şartlarını oğrenmek ister.

  -Birinci kategorı uzmanlar ile prezidium uyelerin için değil mi?-itiraz etti o.

  -Herkeze yetmedi ama Karim.Tamam ihtimalimiz olsa onlara da yardım ederiz,yesinler....Ama işini de bilsinler:endustri geliştirmeli,sonuçta beş yıllık planını bitirmek lazım.Bunlarla doyarız biz.

  Çoçuk gülümsedi.

  -Bizi amerikan uzmanlara benzetmeyin,birde ruslardan kazakları ayırmayın lütfen.

  -Ben düşündüğümü söylüyorum.Siyasal gerekçeyi yapmak ise senin görevinde.Ne denir buna...Aul bizim,onlar misafirler...Dayanmalıyız.Aramızda da tartışma olmasın.

  -Sorun ne ozaman?

  -Ya yarın tröstemize kazak uzman gelirse...Ne tayını alabilecek o?Genel payından doksan beş fayız birinci kategorisinden ruslara verildiğinde bir kaç yer kazaklara ayırması imkansızmıydı?

  Çoçuk onun kanıtlara değer vermeyip ,gülünce ,Hasan anladı ki :devam etmesi gereksiz.

  -Neyse,ne olacaksa olsun.Sinirlerimi bozmayım.Komitemizdeki şovenler ve diğerleri feda olsun ya!-Sonuçladı Hasan.

  Hasan evine döndü.Canı çok sıkılıyordu. Ama bu işi çozülmeden bırakamicağını hissediyordu.Sandalyeye otururken pencereden yine doruğk görüldü...Ona bakan doruk...Onun güçsüzlüğün şahidi...Bulutlar kayboldu ve karbeyaz tepe parıldamayabaşladı güneşin altında.Göz kamaştıran bir ışık geliyordu ondan...

  Zaman geçtikçe Hasan biraz sakinleşti.Kağıt işleri etraflarda olanlardan okadar çektiler ki ,onun yanına birinin gelmesini hissetmedi bile.Ancak selamını duyunca başını kaldırdı.Karşında ricacı duruyordu-uzun boylü çıpır yüzlü kırmızı bıyıklı adam.Dik yakalı cekette,kalpakta ve çizmelrede duran Amanbay uzak yerlerden gelen elçi gibiydı.

  Aniden Hasan gözlerinin ısındığını hisetti.O kalktı ve adamın elini sağlamca sıktı.

  -Senin dilekçini ta Jarasbayevın kendisine verdim.-Dedi o kişi oturduğunda,-konuştum,seni tavsiye ettim.

  -Jarasbayev kım ya?

  -Bilmiyormusun,Jarasbayev sehirin en büyük adamı.Yonetecimiz.

  -Nerden bileyim ben...

  -Tabi ya...O kendisi seninle konuşmak istiyor.Demirbaş müdürü olduğunu  söyle,birde iyi tecrübenin hakkında demeye unutma.Yerelleşme mı istiyor?Alsın o zaman seni çalışmaya.Bence herşey iyi olucak.Anladın mı benı?-umutlandırdı onu Hasan.

  -Dediğin gibi olursa güzel.Tecrübem de var.Belediye mecliste de çalıştım,kooperatifte de.-canlandı Amanbay.

  -Çok iyi.

  -Son iki sene de hayvancılık devlet çiftliğinde yazımcı olarak çalıştım.

  -Hangi çiftlik?Burdan uzak mı?

  -Uzak değil.’’Jılga’’devlet çiftliği.

  -Ne güzel!

  Hasan eğildi,masanın  üstüne yatmış gibi.Muhatabın omuzuna dokundu.

  -Iyi de...Et bulmaya yardım edebilecekmisin,Amanbay.Biz burda açlık çekiyoruz.

  Amanbay gülümsedi.

  -Daha dün sormak istedim ama soramadım.Bu kadar mı kötü?

  -Sorma ya,-kaşlarını çattı Hasan.-Açlıktan ölüceğiz.Ellerimizde taşıcağız seni ,eğer et bulabilirsen.Az olsa bile, koyu et suyündan içip oturabilirsek, güzel olur.

  Amanbay etraflarına bakıp yalnız oduklarından emin olunca, cesaretlendi.

  -Bence bulabilirim...Şehire bir at getirildi.-biraz susup ekledi o,-ama bir sorun var.Onun hakkında sonra konuşuruz ama.Hayvanı kesmeye kuytu bir yer varmı?

  -Tabi ki var!-Hasan sevinçten uçtu.-Kasımkanın evinde olur...Yada bizde...Bugün yapabilecekmiyiz işimizi?

  -Daha sonra söyleceğim size.Halledilecek işlerim var benim.

  -Bugün güzel olurdu.

  -Sorunu halledersem bugün de olur,-cevapladı Amanbay.-Biraz susup ekledi,-ileride ne olacak,Haseke?Değişikler var mı?Ne diyorlar?

  -Ne değişikler olabilir ki?Bir ata sözü var: ‘’Şans en uzak aulda yaşiyor’’,-bir  birilerini çoktan görmediklerini hatırlayınca konuyu değiştirdi.-Öylesine dedim böyle...Birşey yapmaya çalışıyorlar, tabi...Belki  yapabilirler...

  -Neye inanılır ozaman?

  -Benim dediklerime.Açlık,bildiğin gibi,iyice koku almasını geliştiriyor.-ikisi de gülümsedi.-Zamanında değer vermedik...Kaçırdık...Güçlenmeye imkan verdik....Şimdi ise...

  -Ne olucak şimdi?

  -Gelicek zaman engellerle karşılacağız.Ama herşey düzelecek dostum.-onun rahatlık için dedi Hasan, ve sonuçladı,-sen ise devlet çiftlik ile ilişkeleri kesme.Jarasbayevdan senin burda kalmasını iste.Birde Karagandanın hakkında sakın birşey söyleme.Akşam karşılaşıp herşeyi konuşuruz.

  Amanbay vedalaşıp çıktı.

  Ve sonraki an kapıda Cemile göründü.Onun kirli pabuçlar ile buruşük renksiz paltosu hemen Hasanın göze çarptı.Cemile ayaklarını sürükleye yaklaştı,ve sandalyenin üstüne oturdu.

  -Ne oldu sana?Sen sanki yangından geliyorsun.Kendini toparlayamadın mı?-kızdı Hasan.

  Tröstun aydınlı ve geniş odaları onların küçük tütsülenmiş odalardan okadar faklıydılar ki...Yeni cılalı masalar ile sandalyeler- kırk yıllık hayaldi onlar için.Odada oturanlar da titizlikle ve iyi giyimli birilerdi.Ve sorunlarının peşinde koşan Cemilenin yanında, başka dünyanın adamlar gibi görünüyorlardı.’’Şimdi bu niye buraya geldi ya?’’-düşündü Hasan ruzğardan örselenmiş yüzünü,ve güneşten yanan  kollarını görünce.Cemile ise umursamaz biri gibi oturmuştu.Hasanın düşüncelerle işi yoktu.

  Bir zamanlar o hiçbirşeye ihtiyacı olmayan ve sıkıntı çekmeyen bir yoneticiydı.O güzel zamanlarda karısı evde oturup kendisi ile ilgileniyordu,o ise  çalışkan kadınlara başkaca bakıyordu.O güzel zamanlarda Hasan şehir ile aulun sahibiydi ,ve Cemile ile ünlü insanlar gibi karşılanıyorlardı.Sonra da birden bire herşey değişti...Okadar hizlı değişme aklıları değiştirdi.Ve şimdi onlar umutsuzcasına hayatın gerisindeydiler.

Pencereden  Alma Atanın  doruğu soğukça bakıyordu onlara ,ve geniş oda amansızca aydınlanıyordu.Bu çalışma odada oturan o, belli belirsiz işçilerin biriydı,ve aniden onun canı okadar acıdı ki..Kendine...Şu güçsüz oturan Cemileye acıdı...İkisi de şimdi öksüzlere benzerlerdi.

  -Yorgun görünüyorsun,-yumşakça dedi Hasan.-Ne oldu sana?Birşeyine ihtiyacın var mı?

 Kocasın soğuk karşılaşmasına üzülen biraz iyileşti.

  -Bugün çoraplar ile ipek triko mamullerini veriyordular.Sıraya girdim.Param olmasa bile ,bütün gün bekledim orda.Ama sıra bana gelince,herşey bitti.Çürüsünler ya!

  -Başka türlü  olabileceğini mı sanıyordun,-gülümsedi Hasan.-Kolayca satın alamicaktın ya.Sanki sen bilmiyordun...

  -Elimde değil ki...Hiçbirşeyim yok.

  -Bekle,Salmenova pusula yazarım,-Hasan kalem ucuyla kağıtı aldı,-başka yerde de triko mamulleri var galiba...

  Cemile sakinleşti.

  Hasan bir kaç sözünun içinde istediğini anlattı.Onun ne kadar önemli ınsan olduğunu  söylemeye de unutmadı.Şimdi ise kalktı Cemileyi geçirmek için.Cemile ise pusulayı sakladıkça patates ile çantasını alıp,sanki istemeden sordu:

  -Selim ile bugünki olayının hakkında ne düşünüyorsun?

  -Ha,ne saçmalıyordu o orda?Daha ne gerek ona?-kızdı Hasan.Sabah acele ettiği için  ne olduğunu anlamadı.Sadece Selimin azarlaması kulağına çalındı.

  -Abinle yengeni koruyor.Bence onları bana karşı koyuyor.Biz onlara kötü davranıyormuşuz.

  -Nerden böyle davranmayı oğrenmiş?Ve bizim işlere karışmaya ne hakkı var onun!?

  -Kendini adam olduğunu hissetmiştir.Bana da’’utanmiyormusunuz’’ demeye hakkı varmış gibi davranıyor.           

  Son zamanlar  Selime bakınca ,izi bile olmayan, düsüncelerin bağımsızlığını fark ediyordu.Selim hızla büyüyordu ama daha hızlı karakteri değişiyordu,özellikle insanlar ile ilişkeleri.Yabancı gibi...Ondan daha büyüklar ile ,saygısız davranmaya başladı.Bir babanın çocukları,tek bir noktada doğan  insanlar aynı hedefe  gitmek zorundalar ve yollarında bir birini kaybetmemesın hakkında düşünceleri artık Selimi ilgilendirmezdi.

  Yeni yaşam etkiledi Selimi.Hasan bunun farkındaydı ve Hasan bu yeni yaşamı kabul edemiceğini biliyordu.Bu yeni,nefret ettiği yabancı dünya,onun ailesine girilmesi hakkında düşünmeye bile korkunçtu onun için.Ama Hasan böyle birgün geliceğini biliyordu.

  -Ona de ki,kurumlanmasın.Yoksa kovalıcam onu.Ben ona bakıcam,o da hakaret edicek bize.Yeter artık.Bu olay tekrar olursa,vur ona!

  -Sizde birşey deyin ona.Başka oğrenciler okumakla ailelerine yardım ediyorlar.Bundan ise birşey istesen sinirleniyor...

  -Etkin komsomol uyesi olmuş o...

  -Ben diyor cimri değilim...Onun sözlerine göre,biz,son ekmeğimizi onunla paylaşanlar-cimrimiyız?Ona da çalışmaya gerek yokmuş,burs alıyor ya...

  -Baksana ona,çıkarsız olmak mı istiyor...Bekle,ben göstereceğim ona!

  Hasanın sözlerini duyunca Cemilenin gözleri sevinçle doldu.O akşam kocanın sevdiği ‘’beşbarmak’’ pişirilirse ne güzel olucağını düşündü Cemile.Birden etin yok olduğunu hatırladı.

  -Siz eti bulabildiniz mı?

  -Galiba.Bu akşam belli olur.Sonra anlatırım.Şimdi git...Triko mamullerinin hakkında unuttun mu?..Git...

  Cemile gitti.

  Cemilenin gittikten sinra Hasan yine kağıt işlere geçti.Birazdan parti bölümun sekretari Semenov geldı onun yanına.Hasan nefret ediyordu onun talimatlardan bu yüzden çok  meşgul olduğunu göstermeye çalışıyordu.

  -Yoldaşımız Jarasbayev bizimle yerelleşmenin çok yavaş ileriye gittiğini düşünüyor.Bu konudaki işler nasıl gidiyor?Ne yapiyorsunuz?-masasına oturup dedi o.

  -Ben bunlardan başka hiçbirşeyle ilgilenmiyorum.-zorla cevapladı o.-Bölge komitesin kararı açık ama aygıtızda olan yerelleşme yuzden ona bile gitmiyor.Yediğimiz ekmek sanki gökyüzünden düşüyor bize,yoldaş Semenov.-Hasan büyük ölçede depresif durumdaydı sanki.-Yerelleşme konusunda ben kayıtsız olamam.Biz,kazaklar,ekmek için çalışmiyoruz .Öyle değil mi?

  -Tabi ki,siz haklısınız.-kabullendi o.-Bana kadroların seçimi hakkında daha fazla anlatabilirmisiniz...

  Hasan boğazını temizledi ve istemsiz pencereden onlara soğukça bakan doruğa baktı.O doruk ruhu varmış gibi duruyordu ...Hasan acele ile gözlerini çekti.

  -Anlasana,yoldaş Semenov,kalifiye kazak işçileri,özellikle uzmanların bulunması nekadar zor olduğunu.Parti ile hükumet bunu biliyor.

  Sohbetin başında şaşırmış Hasan yavaş yavaş kendini toparlamaya başladı artık.Gerçekten eskiden duymak bile istemiyordu kursların ve gençlerin terfi edilmesinin hakkında.Bugün ise söz birliği etmişlercesine herkez bunu konuşuyordu.

  -Bizde tam bunu planlıyoruz şimdi,-onun sözlerini tutturdu Hasan ve gülümsedi.İlgilenmeniz ne kadar güzel.Eskiden yalnızdım bu işlerde.Şimdi yardımınızla herşey düzelecek bence.

  -Ona göre çoktan başladınız bu işini?

  -Bende tam rapor vermek istemiştim.Bundan sonra herşeyi onaylamaya çalışalım.

  -Praktıkte ne yapıldı?

  Şimdilik ,sistemli kazak işçilerini hazırlamaya devam ediceğiz,-yine boğazını temizlemeye ihtiyacı geldi ve sonra,-on oğrencilere burs veriliyordu,şimdi ise daha dört öğrencilere verilecek.

  -Bunu biliyoruz,-kesti o,-Jarasbayevin emriyle yapıldı.

  -Evet,evet,yoldaşımız Jarasbayev herşeyi biliyor.-başını salladı Hasan.-Bölgesel örgütlerine birkaç kazak işçi önerildi işte.Tröstun yonetimine birkaç kişi alındı.Ancak,sayıları azdır ama yinede...Partının politikası açıktır.Biz,yoldaş Semenov,artık birlikte çalışmalıyız ve partının talimatlarını yerine getirmek için elimizden gelenı yapmalıyız.

  -Bu zamana kadar sözlerden başka birşey yoktu,-tamamladı Semenov.-Ayrıntılı bir plan oluşturun ve ona göre çalışın.İkinci:her on günde yapılan işinin raporunu  görmek istiyoruz.Hepsi bukadar.

  Hasan Semenov ardından kalktı.

  -Anladım,yoldaş sekretari.Gelmenize sevindim.Teşekkur ederim....


***

  Cemile ile kavga ettikten sonra Selim sınıfa gitti acele ile. Bugün çok işi vardı.Ancak,onun tüm günleri dersler ile,komsomol ve sindika çalışmalar ile dolmuştu.Derslerin arasında,koridorlarda,yurtta bile doğru insanlarını arıyordu.Şimdi de institüde siyasal tartrışmasi olucaktı.Bunu  hatırlayınca Selim daha hızlandı.

  Selim enerjik ve duyarlı biriydi ve arkadaşları onu çok severlerdı.Sağlığı güçlüydu,bu yüzden sabah cekette, kalın saçlarını geriye atıp çalışmaya başlamak için birkaç saat yeterliydı ona.Salimin estitüye gelmesi ördünun ıstılası gibiydı: birilerine emirleri veriyordu,başkaların tavsiyelerini alıyordu,diğerleri ile de tartışıyordu.Kamusal hayatı şimdiye kadar onun için çok önemliydı ve o tüm gücünu ona veriyordu.Ama bugünki kavgadaan sonra evdeki durumlara ve abisi ile ilşkilerine yeterince dikkat etmediğini anladı ve çok üzüldü.Eve geç geliyordu.Sonra bir taburede duran ampulün önünde okuyordu.Bazen arkadaşlar ile yurtta geceleri geçiriyordu.Sabahtaki olay düşündürdü onu....

  Abisi ile yengesinin şehire taşındıklarından sonra on beş gün geçmiş.Hasan bunu pek istemiyordu ama Selim akrabalarının sık sık hastalandıklarını bilince mektup ile çağırdı onları.Selim abinin yengesi ile eskiden  bile Hasanın gelişine sevinseler de mahçup olduklarını hatırladı.En kısa sürede onlar Hasanın gelişini mutlu haber olarak tüm aula söylerdiler.Hasanın ne kadar zeka ve akıllık olduğunu anlatıyorlardı.Cemile ise onların için nazik iyi hüylü, ve terbiyeli biriydi,elbiseleri de çok güzeldı.Onun başkalarından farkı olmayan Hasan abisi  vatan erlere geldigi zaman aniden saygılı ve ünlü insan oluyordu.

  Abisinin ellerinde yetişen Selim de Hasana hayrandı.Tabi,aulda hiçkimsenin bukadar ünlü kardeşi yoktu,ordaki zenginler bile saygı ile karşılıyorlardı onu.Güçlü Hasan öğreticek Selimi,ondan insan yapar,onun için hayal edilmez bile şeyleri yapabilir..Herkez bunlardan konuşuyordu.Selim abisinin peşini bırakmıyordu ve her gittiği yerde onunlaydı,Cemilenin dizlerine sevinçle çıkmaya çok severdi.Çocukluk ibadeti yıllardır Selmleydi.Ve o sorgusuz sualsiz itaat ediyordu ve böyle olmasın gerektiğine inanıyordu.Son  iki sene insitüde okuduğu zaman Selim yurtta yaşiyordu.Kışın dersler sinavlar ile ilginiyordu,yazın ise kollektif ve devlet çiftliklerde uygulaması ile.Abisinin evine sadece bayrmlarda geliyordu bir kaç güne.Ama kışın yurtta ahşap bittiği zaman ders çalışılması imkansız olduğu  anlaşıldı ve Selim geçici olarak abisine taşındı.Birde çocukluk anıların hatıraları Hasanın yanına çekiyorlardı onu.O vatan bozkırları,aulunu özlüyordu ve kendini kontrol edemiyordu artık....Bundan sonra iki sene geçti.Selimin gözlerinin önünde iki kez bu saçma tartışmalar oldu.ve o merak içindeydı...Sorun ne?Evde ne oluyor?Bu sorunların sebebi ne?Ama onun merağı Cemile ile Hasanı ilgilendirmiyordu.Bunlar şaşırttı Selimi. Onları bariştirmaya çalıştıkları Cemile ise onun ev çekişmelerini alevlendiriyor gibi anlamış...Hasan hiç onu görmüyordu bile.

  Bu düşünceler bırakmıyorlardı onu.Her gelen gün yeni varsayımlar ile keşıflerle doluyordu ve yavaş yavaş Selim bu nların bir birini sadece yalnış anlaması değil olduğunu farketti.farkli inançlar ile farkli tutşmaların çatışma olduğuna inandı.Daha doğrusu,iki dünyanın çarpışması,eski ve yeni dünyanın...Eski dünya, sabah kırılan tabak gibi ,kırılmıştı artık,ve onu hala tutan Cemile ile Hasan malesef görmüyorlardı bunu.Belki Hasan yeni hayatını anlayamiyor?Eskiden Selim onun eğitimli olduğunu hissediyordu ama aslında kardeşinin bilgilerin ciddi sahibi olmadığı ortaya çıktı...Elinde kitap ile çıkmaz ki hiç bir zaman .Yada Lenin ile Marksnın diyalektik materyalizminin hakkında ne biliyor?Eski Hasanın okuduğu zamanlarda bunları konuşmaya bile yasaktı.demek o birşey bilmiyor...

  -‘’Ünlü’’,ağzılarında köpük ile konuşuyorlardı zenginler Hasanı.Seni sevenlere göre kimin için çalıştığın belli oluyor.Ama eskiden hedeflerin vardı.Şimdi ise?Yere tıkanmış dağ sıçanı gibisin!Herşeye gmbeğinin üstünden bakıyorsun:yemek hazır mı,doyulur mu yemeğe,çoraplarını nerden alabilrim?...Ya butün bu sorunlarının suçu sovyet hükümet ile sosyalizmin gelmesi ise?

  Selim haklı olduğunu hissediyordu.Hasanın davranması onun canını sıkıyordu artık.Ama o istisna değil ki.Onun gibi düşünenler daha da var...Selim de onların içinde olabilir.Hasanın ve ona benzeyen gibilerin etkisi ile eski özellikleri ve kalıntıları hala vardı onda.Neden daha önce düşünmüyordu bunları?Yapamiyormuydu?Yoksa istemiyordu mu?

Ya Selim cesaretsizse?Bir zamanlar ünlü  kardeşinin yanılmaz olduğuna inanması ona engel oluyordu sanki...Selim sıkıntıdan yumuruklarıni sıkıp, daha hızlı gitmeye başladı.Çatık kaşları burun köprüsünde bir araya geliyorlardı,düşününce.’’Belki tüm bunlar iyi gelir ama’’-düşündü o,ve aniden rahatladı.Çunki eski zamanları övetenler hep olacak, ve bu yaşamın ne kadar ‘’güzel’’ olduğunu göstermeye imkanımız olur.Neyse...Ne saçma düşünceleri...Selim enstitüye yaklaştı artık. O  yaklaşan tartışma hakkında tekrar düşündü.

  Üçüncü oditoryumda herkez toplanmış artık.Tartışmanın konusu-‘’Partimizin örgütsel ilkelerin yenikleri’’-kağıt üstünde dikkat çeken boya ile yazılmıştı.Ayrıca soruların  listesi vardı:halkın bilincinin arttırılrmasının yolarrı,halknın yenillemesi,geçmişin kalıntılar ile mücadelesi.Önce fizik ve matematik fakultesinin öğrencilerden uzun  boylü ve siyah saçlı birisi konuştu.Komsomol uyesi,Selim ile aynı yaşta olan ülkedeki siyasi bölümlerin örgütün esas alınarak, güvenle konuştu..Herkez dikkatle,bloknotlara notları yazıp, dinliyordu onu.Burada ve grupların arasında rekabet yoktu ve genç komünistlerin partinin polikası ile sadece ilginiyorlardı.Herkez tamamlıyordu bir birini.Herkez doğru konuştu,bazıları biraz yuzyesel,bazıları mantıksız davransalar bile...Selim kendini göstermek için alay etmeye başladı.

  -Sen galiba unutmuşsun nereye geldiğini...-kızdı birisi.Ama oditorede yeni bir sorun çıktı.

  -Düşüncelerinize göre kim daha güçlü-siyasi bölümu mı,ilçe komitesi mı?En baştan herkez gülmeye başladı, ve o çocuk  tüm fikirlerini kaybetti.Konu komple değişti.Çocuk ise bukadar emin ve coşku ile konuşmuyordu artık.Aniden herkez konuşmaya başladı,yeni sorular yağmur gibiydier.Bir birilerin laflarının kesince,büyük bir tartışma başlandı ve son olarak konu karıştı.Seyırciler iki kampa bölündu.

  Ve sonra herkez Selimin konuşmasını istedi.Selim yolda düşündüklerini herkeze anlatmaya istedi ama başlayınca başka şeylerden bahsettiğini anladı.

  -Yoldaşlar,bu soruda bir yalnışlık var..-salonun gürültüsu durdu.-Siyasi bölümünun parti ilçe komitesi bir birilerine karşı olamaz.Kim güçlü,kim değil olduğunu arıyanlar  da yanılıyorlar.Onların birlikten başlamak gerek.

  Selim yoldaşlarının konuşmalaırnı takdir etti ve herkeze politik sübelerinin oluşturulmasının nedenini anlattı.Selimin argümanları okadar inandırdılar ki,herkez dikkat ile onu dinliyordu.O şehirle köyun arasındaki farklılıklarının hakkında ,geçmişin izlerinin silinmesi hakkında konuşmuştu. Partinin en zor bölümlerinden birisi - köyde bilinci ile kültürünü artırmaktır.Ve bu işlerde siyasi bölümlerinin ne kadar önemli olduğundan şüphenin gölgesi bile olmamalı.Ama herkezın birliği en önemliydi.selimin konuşmasında herşey belli ve açıktı.Hatta beğenenler alkışladı ve ondan sonra kimse devam etmedi bile.Komsomol uyeleri canlanıp kapıya ulaşıyorlardı..Selim ise aniden tüm konuşmaya isteyenlerini ve şüphelerini hatırladı.’’Tamam,başka sefer...daha vakit var...’’-düşündü o.

 

***

  Cemile pusula ile ittifağa geldiği zaman  saat on ikiydı.Salmenovun toplantıda olduğunu söylediler.Cemile beklemeye kaldı.Bir...iki saat geçti.Çok yoruldu.sabahtan pazardan gezdi,sıralarda durdu.,şimdi ise bu sıkıcı bekleme...Birde alabilecek mı yok mu belli değil hala...Gitsem mı?Ama iki adım atmakla Salmenova yakın olup gitmeye daha zordu..Çoraplar ile triko mamulleri bir seyreklikti.O çalışmiyor,eve gelen parası-tek kocasının maaşı ,ve evde para sıkıntısı hissediliyordu.

  Birşey satın alınabiliyorsa bile, uzun konuşmalardan  sonra ...Bu alınan şeyin çok önemli olduğu zaman sadece.Her kuruş hesaplanıyordu.O kırık tabak için nasıl üzülmecekti o?İhtiyac sıralara,tanıdıklarına,dairelere kovuyordu onu gereken insanlara ulaşmak için.Hayır,Salmenovu görmeden gidemezdi!

  Hayat çok şey oğretti ona:birşeyleri alıp, ertesi günü piyasada fahiş fiyatlarla satmak,mesele.O,Hasan gibi,bunlardan utanmazdı artık. Bazen, iki yerde bir şey almak için fırsat sağlandığında, Cemile  kuyruğu ile almaya çalışıyordu.Bazen yapabiliyordu bunu ama yakalandığı günleri de vardı.Açıkça,öyle olaylarda bir aptam gibi davranması onun kurtuluştu.Sıralara girerken acele ve düişünülmez sıkıntının  içinde soğukkanlığını hiç kaybetmedi.Bazen de küstanlık ile baskınlığın ne kadar gerekli olduğunu biliyordu.İnsanları aldatıp ve iterek hedefe doğru giden biriydi.Ama sonra onu tanımaya başladılar, ve bir kaç kez Cemile cezalanmıştı.Cemile bir uygur kadının onu nasıl azarladığını ve tüm gücüyle itirdiğini hatırladı.Hiç bir zaman unutamicak bunları.Ama daynmaya zorundaydı,aslında kaderin  darbeleri daha kötü olabilirdi.Zenginlik gökyüzünden düşmez onu biliyordu.Bazen yalancı olmalısın,bazen hırsız bile.Onlar Hasan  ile iyice anlaşıyordular bir biriyle...Aynı işi yapiyorlar ya...Anlamazlar mı?Bir iş-bir el...Toplantı geçikti.

  -Tanrım,-yoruldu Cemile,-yemek hazır değil.Ne yapmalıyım?Beklesem mı,yok mu?Gidersem çorapsız elbisesiz kalıcağım.Nerde kaldı ya bu!

  En sonunda Salmenov geldi,kibarca selam verip şaka yaptı bile.Ama Cemilenin istediklerini duyunca katı oldu,uzaklamiş gibi.

  -Ücretleri daha yok.En kısa zamannında haber vereceğim size.

  -Ama ben okadar bekledim,-üzüldü Cemile.Salmenov ise kararlıydı.-Belki birşey yapabilirsiniz?

  -Diyorum ya size,şimdi ürün hiç kimseye satılmıcak.Sonra gelin.

  -Bu yüzden beni boş ellerle bırakmayın lütfen,-Cemile bir kaç adım ona karşı etti.

  -Tamam,tamam.-geriye bakmadan dedi o.

  -Hiç olmazsa Rahilenize aldıklarından yarımını verin !-bağırdı Cemile.

  Salmenov cevap vermedi.Cemile onun ardından bakıp,kapının kapandıktan sonra sessisece lanetledi onu.

  Çok sıcaktı ve yürümeye çok zordu.Cemile Alma Atanın sokakları ile Salmeniv ile kenardaki okadar uzak olan evini  lanetliyordu.Cemilenin omzları ağırlandı artık.Cemile dik caddenin üzerinde yürüdü.,bacakları de yumuşak tozun içine batıyordular,de keskin kırık moloza tökezliyolardı..Artık eski güçsüz at gibi ayaklarını sürüklemeye başladı.İçinde herşeyın koptuğunu düşündü

  -Lanet olsun!Ölsünler ya!-küfrediyordui o.Işınlar ile onu bıcakladığı gibi kavurucu güneşi de lanetliyordu.Zar  zor Cemile evinin yanına geldi,koyu  kaşlarını çatarak ulaşılmaz görüntu ile sabah piyasaya gittiği gibi eve girdi.Akşam yemeğini bekleyen Hasan ,yüzünü duvara döndürüp yatıyordu.Kayınbirader yenge ile acele odayı toplamaya çalışıyorlardı.Cemile bakmadan, onları görmüyor gibi, geçti.Yaşlı adam ise ona hızlı bakıp, utangaç bir şekilde gözlerini çekti.Cemile aynı görüntü ile yemegini hazırlamaya başladı.İlk önce kayınbirader dayanmadı,ellerinde kırık parçalar ile Cemileye yaklaştı.

  -Ben tabağı yapıştırabileceğimi düşünüyorum,sadece üç parçaya kırlıdı...-anlaşılan o adam evlerinde huzur olamsını istiyordu.

Cemile ne kadar kızdıysa bile, ailede bozukluğu reddeden bir bilge insanların şekilde yürüyen biriydi.Ve kavganın nedeni olunması iyi gelmiyordu onlara.Cemile arkası ile ona karşı duruyordu ve yaşlı adam yüzünün titremeye başladığını  ve kızdığını görmüyordu.

  -Para biraz verirseniz, yarın piyasaya kendim gidip, Iki veya üç bakır perçin ile tutturucağım bu parçalarını.

-Şimdi kurnazla para almak mı istiyyorsunuz?-öfkeli adamın yüzüne attı o.-Anladım  işte ne istediğinizi!

-Ne zaman namuslu yaşadınız ki hiç birşey bulmaya istemeden?-Cemile kapıyı çarpıpdışarıya çıktı ve orda Selim ile karşılaştı.

  Selim şaşırdı bunları duyunca.

  O neşeli halde eve dönüyordu.Sokakta muhteşem bir bahardı ve yüksek oğle güneşi Selimin vucudunu okşuyordu.İşte bugün gerçekten sıcak oldu.Parlak zümrüt daha tozsuz yapraklar eğlenceli hışırtıyorlardı sokağın her tarafında olan ağaçların üstünde.Zil sulama kanallarında kar zirvelerin berrak suyu parlıyordu.Yeşil yaprakların arasında elma kayısı leylağın kırmızı pembe ve beyaz çiçekleri vardı.Bülbülün sesi her yerdeydi.Dağlardan ise çiçeklerin,ağaçların ve otların kokulara dolu hava geliyordu.Selim sevinçle gögüşünu dolduruyordu ve sarhoş gibi oldu.Ve şimdi bu Cemile...Sabah tartışmadan  iki saat bile geçmedi,Cemile aynı durumdaydı.Baharı görmüyor mu?Gözleri yok mu?Selim onu geçirtip eve girdi.Ara odada yengesine yaklaşıp kapıya doğru başını salladı ve sordu:

  -Hala kendine gelmedi mı?

  -Oğlum,ne zaman büyüklere karşı saygılı davrandı ki?Bizi rahat bıraksın de ona.Niye yapiyor bunları?!

  -Bu tabağı ben tamir edebilirim,-kesti onun laflarını yaşlı adam ve Selime parçalarını gösterdi.

  - Ben tamir için,paraya ihtiyacım olduğunu söyledim.O ise benim onu aldatacağımı sandı.-yaşlı adam nefesini içine çekip başını salladı.-Yabancılardan öyle sözlerini duymadım, yengemizden duyacağımı düşünmüyordum....Küçükken benim ellerimde büyüdü o.Ne olacak şimdi?

  -Akrabamız ya o bizim!Seninle Hasandan sonra bizim için o en değerli.Çocukuğundan baktık hepinize.-yaşlı kadının dudakları titredi ve o ağlamaya başladı.-Lanet olsun herşey diyor! Ben dayanırım,ne derse desin...Ama bu ak sakallı ınsana sahtekar mı denir?

  Selim kalbinde acıyla ihtiyarları dinliyordu.Anne ve baba olarak seviyordu onları ve şimdi hasta ve yalnız uzak aulda kalmalarına izin veremezdi.Ancak erken evden giden Hasan onların gelişini uygunsuz görüyordu galiba.Hepsinin rahat yaşamaların için gereken neymiş?Sonuçta abisi okadar konuştu bunun  hakkında.Aniden Selim bu evin kazak iyi ilişkilerin temsilleri nasıl korunduğunu düşündü.

  -Herşeyın ne kadar değiştiğini daha farkında değilsiniz.Eski göcebe insanlar terkedilmişler.Bunlar da...Onlar değiştiler,siz ise herşeyın eskişi gibi olduğunu istiyorsunuz.

  Yaşlılar anlamadılar onu.Selim kardeşine yaklaşıp fısıldamaya başladı.

  -Selim iyice anlatsana.Net konuşmuyorsun!Paraları mı yetmiyor?Gıda ile zorluk mu çekiyorlar?Yoksa bizden mı utanıyorlar?Neden bize söylemiyorlar?Lüzümsüz boğazlar gibiyiz mı burda?

  -Hayır,sorun bu değil.İyi bir tayın alıyorlar,malzemeleri de var...Sadece yakınlığınız yuktur.Sizin ara odada yaşamanızı ve ayrı yemenizi başka türlü nasıl anlatabilirim?

  -Evet,evet.-yaşlı adam düsünceli başını salladı.Cemile girdi ve ve ihtiyar sustu Cemilenin hala kızgın olduğunu görünce.

  -Çalışabilirler ya...Yok kurnazlıktan başka birşey edemiyorlar.Jut gibi parazitler!

  -Cemile,akrabaların yuk haline geldi mı artık?-Selim alayıcı güldü.

  -Evet!Yuktur.

  -Yemek veriyorsunuz ya...Battınız mı artık?

  -Sanki bu evde herşeyi sen odüyorsun?devam et!Konuş!-ellerini belde terslenip dedi o.

  -Tabi,lüzümsüz boğazlardan  nasıl kurtulmayı sen bilirsin.

  Cemile dayanmadan bağırdı:

  -Bırak konuşmayı!Bana tavsiye edebilceğini mı sanıyorsun?

  -Ne hale geldin,Cemile?Bir hiç oldun artık!

  -Yulaf!Parazit!Kendisi birşey yapmiyor,bizim bağımızda ve bize karşı mı çıkıcak!

  -Öyle değil!-bağırdı Selim.-Yalan!

  -Öyle değil mı?Ozaman neden bizim evimizde yaşıyorsun?!

  -İşte bu,anladım!Senin evinde bir parça ekmek bile yemem utançtır bundan sonra,haberin olsun!

  -Bak,ne kadar gururlu olmuş bu!-Cemile bağırdı ona.

  Yanındaki odadan gürültünü duyunca Hasan çıkıp, hemen Selime bağırmaya başladı:

  -Ne diyorsun sen burda?ne bahsediyorsun?Kendini adam olduğunu mı sandın?

  -Ben gerçeğini söylüyorum!

  -Selim artık kızgın değildi.Rahat ve sakıncalı konuşuyordu.Ama bu Hasanı sinirlendirdi.Sinirlerden bir süredir konuşamiyordu,ama sonra tüm öfkeyi yumuruklarına toplayınca deli gibi bağırdı ona:

  -Öyleyse,defol git burdan!Seni görmek istemiyorum!eskiden çıkmayan öfke konuşuyordu onun için bu an.-Çık dışarı!

   Selim soğukkanlı kaldı.

                          -Zaten gitmek istiyordum.

                          -Boynumda oturuyorsunuz hepiniz!

-Yalan!Cemilenin ağzından bunların duyulması tamam....Ama sen!.........-dayanmadı Selim.-neyse,artık önemli değil!

Selim kendi yatağını toplamaya başladı.Hasan  ise biraz kendine geldiği zaman yüzü karıştı.O olayların bu kadar dramatik tarafa çevirildiğini beklemiyordu galiba.

              Sevgili kardeşlerim,kavgayı bitirelim.Aynı babanın çocukları değilmiyız?-dedi büyük abi.

              Ama Selim inatçıydı.

              -Beni ikna etmeye gerek yok.-Selim yatağını topladı ve başının üzerine kasket çekti.

              Kardeşinin bağımsızlığı sinirlendirdi onu.

              -O alçak estitüdesinde adam olduğunu düşünüyorsun galiba...Öğrendiğin tek şeyler bunlar mı?

              -Sen bunları anlamazsın.Bu konulara dokunma.

              -Baksana ya neyle aklını karıştırdılar!

              Hasan Selime karşı nefrete kapıldığını hissediyordu.Evet.O nefretti...Yeni olan herşeyden  çoktan doğan ve saklanan bir nefretti.Yavaş yavaş büyüyen o şimdi kardeşini karşına koydu ve tamamen ayırdı onları.Artık o onun akrabası değildi.Onun için kardeşle ayrılması evine yeni giren herşeyden daha iyidir.Ve tam bu an en çok Hasan Selimin canını yakmak istiyordu.Düşünmeden dedi ona:

              -Bu durumda,-Hasan abisine parmağını sapladı.-onları da alıyorsun kendinle.Herkezin için zalım olucağım böyle,bunu kanıtlamak istememişmıydın?

              Yaşlılar ağlamaya başladılar.

              -Selim,lütfen,boynunu eğ...Tanrım,bu ne talihsizlik!

              -Ağlamayın!Niye ağlıyorsunuz?Aç kalıcağınız mı düşünüyorsunuz?-kızdı Selim.

              -Aç kalması...-taklit etti onu Hasan,-düşünmeye mı başladın?

              -Ağlamayın.O bizi cezalandırmak istiyor,ama biz güçlüyüz.-umutlandırdı onları Selim ve kapıya doğru taşındı.-Ben eşyalamızı götürdükten sonra sizi almaya geleceğim.İyi çalışıyordunuz eskiden.Herşey düzelecektir.

              Hasan aniden döndü ve odasına gitti.

              Selim sözünu tuttu.Aynı akşam gelip abisiniyurda taşındırdı.Hasan odasında oturup onların hazırlandıklarını duyuyordu..Onlarla vedalaşmak için çıkmadı bile.Cemile onun uyuduğunu söyledi.Biraz sonra Cemile neşeli halde odaya girdi.

              -Ne oldu?-çatık kaşlarla mırıldandı Hasan.

              -Gitmişler!

              -Gitmişler-yavaşça söyledi Hasan.-Kızdım Salime.Ne güzel oldu...Ama ötekilere acıyorum.

              -Bana kalsa, gebersinler.Nasıl başa çıkacaklarını görüceğiz.Ne dairesi var,ne ürünü,ne kabları.-Cemile zafer tutmuş gibi güldü.-Ah,şimdi ben ona bakardım!

              -Bırak bunları,-soğukça dedi o.- İntıkam almak için kişi mı buldun?Tanrım zaman nasıl değişti!Nereye gidiyoruz?Ne olacak bize?Kimin suçu bu?

              -Herkezi düşünüyorsunuz,-merakla baktı Cemile kocasına,-iyilikleri kim hatırlıyor ki şimdi?Evet, ‘ak yurekli’ size derlerdi ve ne oldu?Selim nasıl davrandı size?Biz onu büyüttük,nasıl baktık ona...

              ‘Ak yurekli’ aulun atkaminlerin arasında şefkatle kullanan bir sözdü.Eskiden bu söz sadece Hasana denirdi.Son yılları kimse demiyordu onu Hasana.Ama o hala onların evinde yaşıyordu.Daha doğruysa son günleri yaşıyordu.

              Hasan kalktı ve ceketini üstüne çekmeye başladı.

              -Ak yurekli...ak yurekli...-Özlemle dedi o.-Başkalarına iyilik yap şukranı de bekleme.Senin iyiliğini kullanıp senin üstüne kir dökecekler.Bizde öyle mı oldu,Cemile?

              -Boşverin,-kocasını sakinleştirmeye başarabildiğine memnun Cemile söyledi.Bizde dünyayı gördük.Yaşananları geri alamazsın..

              Hasan giyinince düşünmeye başladı.

              -Genel olarak,haklısın.-hala sessizdi ama bu sefer emin sesle konuşmuştu.-Öyleyse,kimse gelmesin bile evimize.

  Hasan kapıyı kapatıp dışarıya çıktı.

              -Kendim kovdum,kendim de zorlanıyorum şimdi.-Böğük mırıldandı o.

              Dağ aniden yükseldi.Okadar hızlı çıktı ki Hasan yüzünun alevlendirmesini hissetmiş gibi oldu.Şaşkından durdu o.

              -Bu yalan değil.Şimdi kendimi suçluyorum.-Hasan mahküm gibi yolda durmaya kaldı.

              Sonra başını kaldırıp doruğa baktı.Granit kaplıdan buz gibi bir soğuk geliyordu.Ve  orda çatık kaşlı yüz görmüş gibi oldu.Geriye yaslanarak deli gözlerle ona bakıyordu.Gözlerini çekip...Bir taş atım uzaklıkta.Hasan korkudan omuzlarını silkti.

              -Aman,ne saplantısı bu,-elini sallayıp dedi o ve kapıya doğru yürüdü.

              -Gitmeye istediğiniz yere mı gidiyorsunuz?-Bu sefer Cemilenin sesi sabah uyandığındaki sesine benziyordu.-Ben neyle ilgilenmeliyim?

              Hasan durup etraflara baktı.Hiç kimse yoktu ama yinede dikkatlı olmak gerekiyordu.

              -Gel buraya,-Hasan çağırdı Cemileyi.-Akşam al çanta ile kabları ve git Kasımkanın evine.Otur ve hiç bir yere gitme.

              -Başkaca olmaz.Kasımkanın karısını biliyorum ya.Konuşur,aklını karıştırır ve etin aslan parçasını kendine çeker.-Tutturdu onu Cemile.

              Eşini dinlemeyen Hasan kapıyı itti ve dışarıya çıktı.

              Amanbay artık Kasımkanın evindeydi o geldiğinde.Masada başlanan bir litrelik rakı şişe durmuştu.Hasanı görünce herkez ayağa durdu ve yuksek sesle onu alkışladı.

  Kasımkan yeni bardağı rakıya doldurdu ve gülücükle Hasana verdi.

              -Boğazını ıslat,-dedi o.

              Hasan masaya yaklaştı ama bardağı almadı.

              -Ah, bu rakının yanında güzel bir meze olsaydı...-Arkadaş ile güldü o ve Amanbaya baktı.-Ben sıcak bir yemek görmeyi bekliyordum.Bu nedir?-Hasan bir parça ekmeğine işaret etti.-Eğer öyleyse,içmeyeceğim!

              -Seni bekliyorduk.-Dedi Kasımkan.-Birşey düşünmemiz gerek.

              -Atımız nerde?

              -Yakın....Çok yakın...-güldü Kasımkan.-Ama önce bir işimiz var.

              -Eee...-Hasan hevesle de birine de başkasına bakıyordu.

              -Nihayet bir araya geldik hepimiz!-sevinci ile güldü Amanbay.-Eskisi gibi oturucağız,konuşucağız,geçmişte olanları hatırlayalım.Sonra da karar veririz.

 

              -Bak bana,düz söyleyebilirsin bana,at nerde?

              -Burda işte,niye anlamiyorsun...Şimdi herşeyi konuşucağız.-Amanbay onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

              Amanbay kendi kadehini Hasanın kadehine tokuşturdu ve içti.

              -Gündüz bie engel var olduğunu söyledim ya sana,-dedi Amanbay Hasan bakıp.-Sorun işte bu,dinle.Bu atı ben eskiden çalıştığım çiftlikten getirdim.At çalışıcak haldeydı ama nedense iki ay önce topal oldu.Bacağı şişmis.Veterinerini çağırdık ama hastalığın nedeni belirsizdi.İşte ne ettim ne etmedim,atın iyi olamicağını  telkin ettim.Halkın arasında buna ebedi topallık olduğuna da inandırdım..Genel olarak,sonuçunu aldım ondan.Sonra tedavi için bir aula gönderdim onu.Orda at okadar iyi beslendı ki...

              -Kalın besili mı?-Hasanın gözleri parladı bunları duyunca.

              -Bir parmak kadar yağı var...Daha da kalın olabilr.-dedi Kasımkan.

              Canlanan Hasan neşeden  arkadaşlarına rakı döküp,kendisi tokuşturdu,kendisi de içti.

              -Eee,sonra...-Hasan devamını istiyordu.

              -İşte bu taraftan her şey tamam.Ama tek olan engel işte bu: Atı eskiden bilen bir kolhozcu var.Grevcilerinden geliyor o.Bu arada beni şehire götüren oydu.Atı görünce tüm yol veterinari azarladı:onun sözlerine göre at sağlamdı ve hiçbirşey bilmeyen veteriner sağlam atı hasta attan ayıramiyor.Ben iki parmak yağlı at etinin ne kadar lezzetli olabiliceğini konuşşam,adam hemen öfkelendi. ’’ Çiftlikte at yeteriz olduğunda böyle bir at kesilir mı?’’-dedi.

            -Onu ikna etmeye mumkün değilmıydı?-Kasımkan azarladı.-Ayağın iyileşmemesini söyleseydin?Kağıtlar var ya!

              -Dediklerimi dedim ama herşeyi değil.Geleğine de bıraktım birşey.

              Hasan Amanbayın çevikliğine memnun olup güldü.

              -İyi yaptın.Bu aptal kazaklara güvenilmez ki.

              -Belgelerin ve veterinerin sonuçlarının hakkında birşey demedim işte.

              Amanbayın becerekliği sevindirdi Kasımkanı.

              -Aferin sana!Kafan varmış!-dedi o.

              -Neyi bekliyoruz ozaman ,-Hasan kalkıp, arkadaşlarına göz kırptı ve boğazının üzerinde parmağı geçirdi.-Kesmemiz gerek atı.

              -Kasımkan ama hala tereddüt haldeydi.

              -Hırsızlık sayılmaz mı bu?Kanunlar şimdi sert biliyorsunuz.

              -Yeter.Sovyet hükümu  bir at kaybetmesin yüzünden  yoksul olmaz.-Kesti onun laflarını Hasan.-Az mı sığır aldı o bizden?Lanet olsun onlara!Hadi,keselim artık!

              Amanbay Kasımkan ile suskunlardı.

              -Peki,o kolhozcu nerde şimdi?davet edelim,iyice karnını  doyduralım,okadar.Zaten tek engel olan o,değil mı?

              -Kasımkanı onun gündüz gelip atını görmesi rahatsız ediyor.-Dedi Amanbay.

              - Doğru - doğruladı onu Kasymkan. - Henüz Tehlikeli.

              Hasanı ama durdurmaya artık çok zordu.Yarım  saat sonra iyice sarhoş olan Amanbay destekliyordu Hasanı artık.Ve en sonunda arkadaşlarının arasında en dikkatli olan Kasımkan, tüm argumanları tükemiş olduğu zaman, arkadaşlarına katıldı.Atın kaderi çozüldü.Bu arada gece oldu ve at sakıncasız bahçesinde kesildi. Bir birilerden gözlerini ayırmayan Hasanın ve Kasımkanın hatunları yüpürüyorlardı onların yanlarında.

              Evde üç arkadaşı taze etten sıcak yemekle beraber ikinci raki şişeni başlamışlardı.Dilleri gevşeledi,gizli düşünceler çıplak oldu.Sovyet rejimi gelmeden önce,on yedinci-on sekizinci yıllarda olan tüm sevimli olaylar ile hikayeleri hatırladılar.Hasan göğüşünu övüne-övüne çıkartıp dedi:

              -Biz sizinle,arkadaşiar,tarih işlerini yoneten insanız!Ve üçümüz tarihte kalacağız.

              Ama konuşmanı bitirmeden kapının yanında bir gürültü duyuldu.Sonra yabancı sesler.Kasımkan bir şişeyi alıp masanın altına eğildi.Üniformalı dört asker girdi.Beşincini görünce  Amanbay şehire beraber gelen kolhoscu olduğunu anladı.

              Boşuna suçsuz olduğunu kanıtlamaya gereksizdi.Ama Hasan denedi:

              -İyi  işçiyiz biz!Bölgesel kurumların önemli yetkilileriyiz!-Sarhoşluk hemen başından uçtu.Ama dinelemediler...

              Arkadaşlarını avluya çıkarttılar.

              Sokağın dönüşte Hasan uzağa baktı.Alma-atanın Büyük doruğu soğukça bakıyordu ona....Uzak ve ulaşılmaz...Granit gibi düzgün,mağlubiyetleri bilmeyen Alma Atanın görkemli doruğu...     

 

     1935