Сегодня день рождения у
Никто не пишет литературу для гордости, она рождается от характера, она также выполняет потребности нации...
Ахмет Байтурсынов
Главная
Спецпроекты
Переводы
AUEZOV  Muhtar, "Avcı Kartalla"

23.11.2013 1626

AUEZOV  Muhtar, "Avcı Kartalla"

Язык оригинала: ''Avcı Kartalla''

Автор оригинала: AUEZOV Muhtar

Автор перевода: not specified

Дата: 23.11.2013

Avcı kartalla

 

Erken bir sonbahar sabahı soğuk ve nemli rüzgar eserken iki avcı bir çadırdan çıkıp acele acele eyerlenen atları çözdüler. Bekpol yer yer seyrek ve ağarmış sakallı yaşlı adam, kıvraklıkla dizgin takımının taşına çıkıp ayağını üzengiye koyduğunda birdenbire arkasından atının telaşlı homurdanmasını duydu. Bekpol aniden döndüğünde en yakın tepeden çok hızlı giden süvariyi gördü. Süvarinin omuzlarının arkasından tüfek sallanıyordu. Rutubetli sabah karanlığında giden adamı tanımak zordu.

-      Kim olabilir bu? – Bekpol yoldaşına bakmayarak şaşkın sordu. Janibek, Bekpol’un yoldaşı, uzun boylu, ellerinde ve yüzünde güneş yanığı olan adam baka kaldı:

-      Kim acaba öyle erken bize geliyor?

Bekpol kaşlarını sesiz çattı.

-      Bu Ospankul ya, haranın ekip başıdır. Sabahtan beri nereye gidiyor ? – Bekpol, yaklaştığı süvariyi görüp haykırdı. Bu zamanda beklenmedik gelmesi hem şaşırttı hem de telaşlandırdı.

Bu zamana kadar Bekpol’un elinde sakin uyuyan büyük av kartalı galiba sıkışık ve boğucu çadır hayatından sonra, temiz ve buruk sonbahar havasından sanki sarhoş olmuş gibi, birden  titreyip ve kendi kocaman çelik-mavi kanatlarını açmış. Kuşun gürültülü kanatları çırpışından sanki telaşlandırılan sağanak bozkır rüzgarın, kuru saz titreyip hışırdıyor gibi, altın (renkli) tüyleri titredi. Bekpol’un doru atı kindar gemi azıya alarak kuşkulanıp kişneyip kuşun tarafına ateşli gözü ucuyla baktı.

Kızılbalak (av kartalın ismi) o kadar silkinmiş ki korkmuş atlar ürküp hatta insanlar telaşla şaşkına döndü. Bekpol hayatı boyunca epek güçlü, yırtıcı, uyanık ve çevil kuşlar görmüş, bunlar arasında özellikle bu kartala çok değer vermiş, bazen belki de fazla övünerek ‘Benim kartalımın tüyleri bir güzelin atlaslı kaftanı gibi sevinirip sesleniyorlar.’ diyordu.

            Janibek elinde kartasıyla çömeliyordu. Onun Karaker, avdan önce sahibinin kendi başına koyduğu pençesiyle şapkasını çıkarmaya çalışıyordu. Av kuşun görgüsü sonuna kadar öğrenmeyen genç kartalıdır. Huzursuz ve delişmen, o alışılmamış kısıtlamış başlıktan heyecanlanıp çalışmaya kurtarıyordu. Kuş kendi basiretli keskin gözlerle çevreyi görmek istiyordu.

-      Şapkasını çıkarmak izin verme – Bekpol genç avcıya emretti. – Böylece özgürlük verirsin ellerinden uçar gelir.

Böylece konuşarak konuşarak ve huzursuz kuşlarının gözlerini ayırmayarak onlara doğru süvari yaklaştığı farketmediler. Döndüklerinde sadece kulaklarına   üzengilerinin net sesi ve toyaklarının bölünmüş partısını gelirken ‘Bu Lıska ya. Ekim savaşı için onu çalıştırıyormuş galiba’ – Janibek haykırdı. 

-      At değil ya yanılan ateş bu, atın çevik ve akıcı koşusundan hayran Bekpol dedi.

Süvarinin altında hafif ve zariflikle tutulan dizgileriyle ince ayaklı atı koşuyordu. Ay biçimde aydın kelle kara alında, büyük ışıltılı gözlerle, av özellikle bu kadar dişi güzeldi ki avcılar boşunu coşkunlukla ona bakakalarak oturan Ospankul’un somurtuk yüzü eyerde hemen değil farkettiler.

-      Canım, nereye gidiyorsun? Senin hergelede her şey iyi mi? – Bekpol Ospankul’a dikkatle bakıp huzursuz sordu.

Ekip başının gri ve örselenen yüzüsünde yorgunluktan ve uykusuzluktan izleri görebildi. Soluklandıktan sonra Ospankul atın üstünde hikayesini anlatmaya başladı, ama yorucu uzun yollarda hızlı (dört nala) koşan atı sakinleşemiyordu: sabırsızlıkla dizginlerini çekiştiriyordu, dizgin ayaklarıyla süvariyi konuşmaktan alıkoyuyordu.

-      Atısından in – Janibek tavsiye etti. Süvari dinleyip hikayesi devam etti. Mamafih hikayesi çok kısaydı.

Bu gece buradan görülen Sarım-Saktı yerlerinin yepelerinde ve çığırlarında at fabrikasının sürüsünden biri çayırladı. Bu Ospankul’un ekibin sürüsüydü. Uzun sonbahar gecesi iyi değil, çok kara ve rüzgarlıydı. Zorlu yoğun kara bulutlar gökyüzünü kapatıyordu.

Birden sağır gece yarısında sürü bir tiz kisnemeden endişe ettirdi. Sonra tuhaf uğultu, naralar ve ıslık kopuldular. Atlar kurt sürüsü çevrili gibi bir tarafa kaçıştılar. Şaşkın çabanlar taraftan tarafa dört dönmeye başladılar. Fakat bu kapalı zifiri karanlıkta istepteki açıklıkta kayıp sürüsü anide toplayamadılar. Sadece ortalık ağarırken, Ospankul uzun çabalar sonra kaçışan atları  toplayıp onları birer birer sayarak dokuz seçkin atının kaybolması buldu. At çobanları sözlerine göre hayvandan değil bir insandan hem de yabancı insandan atlar korkutlarmış. Görünüşe göre kaybolan atlar at hırsızlarının ellerine geçmiş. Ospankul atların araması için at çobanları yollayıp kendi başına sınır kumandanlığına yardıma atıldı. Yolda butün günler boyunca bu ıssız sınır dağlarda geçirdikleri çiftlik avcılar  uyarmak karar verdi. Hikayesi bitirerek:

-      Beke, sen dört ayıklı yırtıcı hayvanları bir kez değil daha fazla bile açıkgöz ve kurnaz düşmanları gözetleyip yakalandın. Bu senin maharetin yeni bir denemesi olacak. - Ospankul Bekpola başvurdu.

-      Anlıyorsun, en iyi atlar kayboldu. Ekim savaşa hazırdığım üç atı kayboldu. Beke, emin atına çabuk inip uyanık kuşunu alıp tüm Kerge –Tas’ı araştır – Ospankul yüksek dağların yumuşak mavileşen tepelerine gösterdi.

-      Bakalım, eğer atlar kaçırsa, o zaman hırsızlar o tarafta bulunuyormuş galiba... – Bekpol biraz düşündükten sonra dedi.

-      Düşünelim biraz, onlar sınıra varamamış. Gündüz gitmezler. Her halde ertesi gecesi beklerler.

-       Haklısın. Biz de öyle düşünüyoruz. – Ospankul dedi.

-      En hızlı at yarışla onlar sınıra sadece gün ağarmasına varırlar. Sınır muhafızlarımız onları geçirir mi? Sınır muhafızlar uyuyor mu?

-      Tabi ki uyumayacaklar – Bekpol dedi.

-      Fakat at hırsızları bence, Sarım-Saktı dağlarına saklanırlar. Bu yüzden, aslanım, dağlarında araştır, lütfen.

Bekpol düşünüp sol eline dizginleri toplayıp sağ elinde tutuğu kartal ise kaça koyup hafifçe eyere indi. Atını kalkınca Ospankul’a dönüp sağdan mavileşen kayalara göstererek:

-     Sen kumandanlığına koş biz ise Ojar’a gidelim, dedi.

Ospankul’a bundan tamamen değil hoşlandı. Bekpol’un kararı Kerge-Tas yerine Ojara gitmeyi yardım arayışını geri çevirmek olarak yorumladı.

Kere-Tasa’nın kapanık adeta geçilmez dereler ve dağ kapuzları yalnız kendisi Bekpol’a geçilebildi. Oradaki her belli belirsiz hayvan patikası her taş ve bu dağların antik sert kıllığı biliyordu. Bu yüzden Ospankul avcının gezisinde kesinlikle bu dağlara ısrar etmeye karar verdi.

-      Beke, sana yardımına gittim. Senin için tilkilerin en iyi atlardan daha değerli, değil mi? – Ospankul dargınlığı ve üzüntüsü saklamayarak öfkeyle dedi.        

Daha fazla heyecanlı arkadaşı asabını bozmak istemeyerek cevaptan sapıp ama kararını değiştirmedi.

-      Avcılarımız av köpekleriyle Kere-Tasa gittiler. Eğer hırsızlar oradaysa gidemezler – kısa cevap verdi.

Ospankul, konuştuklar avcılar bilerek daha fazla öfkeyle farketti:

-      Olmaz! Bu tecrübesiz avcılar bırak! Onlar dağları bile bilmez. Kendileri av köpekleriyle tepeklerine mi çıkarlar? Hem de gece endişe duymadılar. Tilkilerine bu avcılar biliyorum – istihfafla gülümsedi.

Janibek atına atlayıp sabırsızla eyerde kurtlanıp tam dost konuşmaya değil kabartıyordu. Aslında  Ojar’a gitmek çok istiyordu. Kerge-Tasa son avlarını başarılı değildi. Önce her gün birer tilkiyi  yakalandığı, Karakeri son günlerine bir tilkiyi bile yakalanmadı. Ojar’da Janibek duyduğuna göre çok tilki var ve bu zamana kadar bir avcı bile orada yokmuş. Bu yerleri eskiden onu av canını çok çekiyordu. Güzel ve renkli uykularda Karaker’in açık kanatlarının altında uysalca serilen ve düşülen görkemli tilkilerinin sayısız bolluğu görüyordu.

            Ah, ne kadar heyecanlı ve unutulmaz bu uykular! Ah, ne kadar bu antik, her zaman genç ve avcılık tutku ya! Janibek’a bu ne  kadar yakın, değerli ve tanıdık ya! Av için doğru yol gitmesini anlıyordu.

‘Ama kaybolan atlarla nasıl olur o zaman?!’ – Janibek düşünüp akılı avcının alev tutkusu yavaş ağır basmaya başladı.

Bu yüzden: - Şu anda bana cevabını ver, Beke. Ava mı gidelim yoksa av hırsızlarına mı yola çıkalım? – Bekpol’a kararlı biçimde dedi.

-      En kısa sürede karar verelim ve Ospankul’u geciktirmeyelim.

Cevabını geciktirip neticede Ospankul’a:

-      Dostum, biliyorsun, kumandanlığına git, senin dinletmediğim ve Ojar’a gittiğim Aleksandr’a söyle. – dedi.

-      Kendin av hırsızlarının izleri bulmadın mı? Şu halde ilk önce bu izleri aramalısın. Beni inan! – Bekpol dedikçe hemen atını bağlayıp Janibek’a:

-      Arkasıma git! Seninle bügün tilkilerine yalnız değil yakalanacağiz. – dedi.

Ospankul dargınlıkla karışmış olan şaşkınlık ve tedirginlik ile uzun zaman uzaklaşan atlıların arkalarına bakıyordu. Ufak, kucaklayan yumuşak mavimsi puslu uzak dağlara yorgulıyorlardı.

Bekpol’un hareketleri Ospankul’a tuhaf gibi geldi, özellikle şu nedenle ki Ospankul’un sınır bozanların her zaman buyuk özenle rastlamadan kaçınan meşhur çiftlik-avcı’dan kulaktan haberi vardı. Bekpol bütün bozkır çevresinde sınır kolunun sadık yardımcımıştır. Bu durumu Bekpol’a doğru getirtti. Ospankul, davranışı çok bozdurup üzdürdü. Üzüntülü sınır kolunun durmasına yola çıktı. Zaman zaman geri bakınarak Sarım-Saktı tarafına hayal meyal çekildikleri iki süvarinin ve omuzlarının üstünde hayal meyal hareketsiz kuşların siluetleri sakin salınıp süzülüp görüyordu.     

Etekte, avcılar gittikleri, kalın ve düşük kül-gri tüyle kaplandı.  Bulutlu kötü geceye rağmen burası bir yağmur damla yağmadığı, Bekpol’un gözü keskin alısığı hemen farketti. Belki tozdan veya ağır sabahki sisten, havada puslu belirli belirsiz dalgalanan perdesi duruyordu. Tarlar, dağların yamacları ve bütün civar kapanık kayaların kitleleri sararmış  doğru paslanmış bitkilerle somurtuk gölgeyle bağlandı. Ama gökyüzü bulutsuz temiz ve sonbaharlı soğuktu. Gökyüzüne bakarak yaşlı avcı iyi ve açık gün olacağını tam biliyordu. İşte Kerge-Tasa’nın dişli tepelerinde ilk renkli surette doğan güneşin ışınları parladı. Süvarilerine doğru özel canlanılan tepelerin serinliği çekti. Ojar’ın baş döndürücü derin kara dereleri artık yakındaydı. Sabahki seyreltilmiş dağ havada naili atların taynakları net çınlayıp bu çınlama melodik yankıyla dereyi dolduruyordu. O zamana kadar Bekpol’un elinde sakin uyuyan kuş hatta deri şapkasının altından nereye avcı süzüklüp hiç bir şey görmeyerek içgüdüsel dağların yaklaşması duydu. Kartal ince mavimsi kır damlalıkla gagası parlatmış çakmak taşı benzer kaldırıp hırsla vatan bozkırının serinliği, rüzgarın dolamış açıklığı ve  antik dağların onu beslenmiş solukluyordu.

Janibek, Bekpol yön değiştirmeyerek koşarak tuhaf geldi. Yona sapmayi gerektiğini bildi ve o zaman bir kez değil kartallarından şapkalarını çıkarıp onların ganimete salabildiler. Uzak arkada artık ünlendirilen kargılar tilki inleriyle eteklerinin yanında kaldı ama Janibek’in mükerrer soruları yanıtlamayarak Bekpol ısrarla yolu devam ediyordu.

Sarım-Saktı tepeleriyle hizasına gelene kadar gidiyorlardı. O zamana kadar düşünceli Bekpol birden silkinip sanki hissedelen ganimetinin kesinlikle av kuşu gibi ve kararlılıkla Ojar’ın Yatan domuzu derelrine döndü. Avcının yaptığı çengeli Bekpol’un düşünceli dalgınlığına yoruyordu.

Dağdan dönerek Bekpol tırışa geçip atını sabırsızlıkla kamçılıyordu. Janibek Bekpol’a yetişip onun izine basıyordu. Genç avcı merakla etrafına bakınıyordu. O yığın taşları ve boğaz dereleri dikkatle gözden geçiyordu.

Kartallar ve gözlemci avcılar için orada münasip kargalar görüyordu ve zaman olacağında kartallarından şapkalarını çıkarıp bu kargıların tepesinden ganimete atılması için çok bekliyordu.

Süvariler dereye inerken Bekpol atını tutarak yürüyerek gitti. ‘Anladım! O tilkiyi ürkütmeden korkuyormuş!’ – sevinli Janibek düşündü. Ama Bekpol kaplanmış otla hafif alana gidip birden durup bu ota meraklı dikkatle bakıp yolcusuna dönüp:

-      Canım, buraya git – dedi. Janibek ikicimle Bekpol’a yaklaşıp gösterilen belli belirsiz at toynağının izine şaşkıyla bakıyordu.

-      Bak! O atla kaybolduğu demiş ama burası tay toynağıdır. – deta fırsıl fırsıl Bekpol dedi.

-      Sen kaybolma bulduğunu düşünüyor musun? Boş ver! Dün ancak atlarımız otlıyordu. - dikkatli dikkatli izlerine bakarak Janibek gülüp dedi.

Yaşlı soğukla gtnç gülen olan avcına bakıp hiö bir şey cevaplamadan izlerine devam etmeye suskun gidiyordu. Ancak yoğun otlarda izleri az sonra kayboldu. Bekpol kaplanmış seyrek otlarla diğer alana döndü. Yüz adıma giderek yine:

-      İşte bak, bu gübreyi görüyor musun? Çok tazedir. Atlar gece burasıydı. Anladın mı beni? Ya atlarımızı dün öğle buradan sürdük. -  Janibek’i çağırıp dedi.

-      Bundan başka, – bir dakika sonra devam ediyordu

-      Orada sadece bir izdi, burası ise gübre nasıl serpildi bak. Açık otlatma değil sadece atının hızlı gitmeyle öyle düşer. Bunu yaşlı Beke sana söylüyor ve inanmalısın!

Janibek susuyordu. Yaşlı avcının gözlemciğinden ve basiretinden çok şaşkındı. Bekpol, ihtiyarlık donuk gözleriyle Janibek’a bakıp:

-      Ojar’a gitsinler. Bizim için yalnız bir şey kaldı! Onları bulmalıyız. Ojar  çok büyüktür, biliyorum bunu. Tabii, nöbetçiler diktiler. Bize gözetliyor. Ama onlardan daha kurnazlık edelim. Asıl eşkıyaları kovaladığımız düşünmesinler.

Ve Janibek’in gözlerinde, yaşlı Bekpol birden değişerek sanki geçmiş çoktan solmuş bir zaman açık gözlerinde  genç coşkunluk ve kaybetmiş gençliği yine gibi kazandı.

-      Seninle biz avcıyız! – neşeli neşeli Bekpol dedi.

-      Acelesiz, zeki ve özenle her şey yapalım. Sadece böylece inlerini buluruz. Dostum, anladın mı beni?

Olumlu cevabı yerine Janibek kararlı biçimde:

-      Tamam! Bu kayaya çık – sola göstedi. – Ben ise şu çökmeyi arayayım. Burası tilkiler bulundukları hissediyorum – atını mahmuzlayarak aşağıya inmeye başladı.

Bekpol tepeye hemen çıkıp kızıl pençelerle sanki maroken çizme giymiş gibi Kzılbalak’ından çapkasını çıkarıp kuşunu atladı.  Kartal silkinip gittikçe iç titremeden sarılan, dağ eteğinin Janibek geçtiği yanında, oraya ayrılmaz yenişleyen sarımsı dört gözle bakmaya başladı. Kzılbalak sabırsızla esnek boynu oynatıp telaşla altın tüyleriyle hışırdıyordu. Kuş ganimetin yaklaşması hissedip fazla artan endişe gittikçe avcıya yayılmaya başladı. O da hissedilir heyecanlanıp kuru esnek parmaklarıyla dizgini aktararak uyanık etrafına bakınıyordu.

            Janibek ise acelesiz her taşı araştırıyordu. Kaşısına kamçıyla vurup kısa kesik ıslıkla tilkileri kalkmaya çalışıyordu. Ancak avcıları bu yerlerde görülmemiş ve korkumamış tilkiler sıcak ve oturmuş inlerden kış uykusu sonra kalkmadılar. Sadece yakın yaklaşarak avcı bu duygun ve zeki vahşi hayvanı ürkütüp kaldırabildi.

            Bekpol kartalının pençesinden uzun kayış çıkarıp alışılmış hareketiyle kemerine sokup gelecek av Janibek’a ve kuşuna emanet edip, kendisi ise Ojar’ın uzak korkunç ve çizilmiş tepelerinden keskin ve solmuş gerilimden gözlerini ayırmıyordu. Bu sessiz tepelerin arasında hiç bir hayat belirtisi görülmedi. Bekpol’un açık alnı derin buruşuklar içinde daha fazla kırık ve derindi.

            ‘Ojar’da mı durdular yoksa daha uzak mı gittiler? Nerede barınak buldular: bu uzak erişilmez boğazlarda mı yoksa yoğun ormanda mıaa?’ – Bekpol düşündü. Sadece bir şey anladı: bozanlar bir kıyıda buçakta saklandılar, bu dereler ve kayalar çok iyi bilirler, bundan başka daha doğrusu güvenli nakil varmış, adeta bu geçilmez yerlerinin mükemmel erbabıdır.

            Birden Janibel keskin sesle yaşlı avcının düşünmeleri kesip bu kesin sesi Bekpol’un bilincine değmeyerek büyük kartal hummalı titreyip avcının elinden taş gibi hemen fırlayıp pek hızlı aşağıya düşüp anide güçlü itişle Ojar’ın parlayan güneş ışıkta tepelerine uçtu. Anlamak zordu: janibek’in sesi mi duygun kuş kalktırdı yoksa yırtıcı dağ kuşunun itelen özgü ince yanık yeteneğiyle mi çoktan beklenen ganimete kendisi uçtu.

            Büyülü Bekpol, Kzılbalak’ın olağanüstü uçuşundan yıldırım hızıyla uzaklaşan mavi yükseliliğe ayrılmayarak bakıyordu. Güç hakkında ve vahşi kartalın güzellik tüylerine yani dağ sahibini zora boyun eğmediği bu kuşu çok seviyordu. Ne söyleyebileceğimiz  kartalın hakkında kolhoz için sadece son on güne kadar çıkarabilen otuz altı enfis tilkiyi ve onların gür kürkü elde canlı gibi esiyordu?!

            Kartalın gördükleri bu heybetli uçuşu, süzülen baş dönmesine mavi yüksek gökyüzünde, ganimeti duyup kapladığı kuş, bir kez ise bu deli hissettikleri titreme, bu anda avcının heyecan gücü denedikleri bilir.

            Bekpol kuşundan gözlerini ayırmayarak tepeden hızlı iniyordu. Janibek pek hızlı dereden gidiyordu. Bekpol tilkiyi daha görmeden ama burası bir yerlerde, taşların arasında olduğunu hissediyordu,  yırtıklarda saklanmaya çalışıp kartaldan gitmeye çalışıyordu. Fakat kartal güneşin altında çelik renkte acık kanatlarda ışıkla parlayıp birden aşağıya düşüp çökmede kayboldu.

            Bu anda Janibek kartalının ardından teker meker aşağıya indi. Bekpol ise atının haddini bildiyerek, doğru öldürücü darbeyi indirecek mi ikicimle onun üstünde yine yükselivericek mi - heyecanı saklanmayarak yırtıcı hayvanı yakalacağını yırtıcı kuş gözlenmeye başlıyordu. Kartal için çok fazla düşündüğü sert avcı bu denemeydi. Her zaman ölçülü, soğukkanlı ve hesaplı Bekpol, büyük heyecana rağmen itidalini kaybetmeyip Kzılbalak’tan gözlerini ayırmıyordu. Kartal uçmadı...

 

Bekpol yavaş sert adımla çökmeden geçti. Janibek ise çömelerek oturup ölü tilkinin diliyle heyecanlı kartalı yemliyordu.

-      Ne haber? Darbe nasıl? – Bekpol atından inmeyerek sordu.

-      Omurganın kırığı! – Janibek cevaplanıp uzatan elinde kesmiş omurgayla ölü tilkiyi doğrulttu.

-      Aferin! Bu kartal ne kadar güzeldir! İlk defa böyle uçuş görüyorum. – Bekpol coşkunlukla cevaplandı.

Avcılar uzun zaman sessizce almış ganimete ve kartala hayran hayran bakıyorlardı. Ama sağır keskin ıslıktan silkinip başlarını kaldırıp onların üstünde bir yırtıcı kuş geçtiği gördüler. Bu en bayağı bozkır çaylağıydı.

-      Çaylak bir şey gördü. Acaba nereye uçuyormuş? – Bekpol çaylaktan keskin gözlerini ayırmayarak tuhaflı sordu.

-      Kzılbalak’ın ganimetine uçuyormuş galiba – Janibek sandı.

-      Hayır! Ojar’ın tepesine kahvaltına acele ediyormuş galiba. – Bekpol ateşli itiraz etti. Ve bu anda tepeye uzaklaşan kuştan gözlerini ayırmayarak:

-       Dur, canım! İşte diğer bir çaylak uçuyor. O da oraya uçuyor. – Bekpol dedi.

-      Janibek, biliyor musun, bu boşuna değil. Tilkiyi al va çabuk atına çık!

İtaatli ve çevik Janibek Bekpol’a asla zıt gitmez. Hızlı alışılmış hareketle Kzılbalak’ı Bekpol’a verip taştan Karaker’ini çıkarıp eyere atladı.

            Bekpol çaylaklara izlemeye devam ediyordu. Eğer kuşkuları doğru çıkarsa bu yırtıcı kuşlar dört yanından çektikleri biliyordu. Nihayet Karaker’a düşünceli düşünceli bakarak:

-      Janibek, dinle beni. Bu çömleye çık ve orada kal – dedi.

-      Bense o kayaya gideyim. – kamçının sapıyla boğazın derinliğinden döken hayal meyal görünen kızıl faleze gösterdi.

-      İşaret vereceğimde Karaker bırak. Kzılbalak ganimeti görmeden uçmaz. Karaker hızlı ve itaatli olması için çok çabaladım. Her kartal gibi yuvadan almış yavru, yeme ve ete düşkündür ve nerede bulunduğu yoklanır. Bu onun çağırma çığlığını duyuyorum. Bu nedenle Kzılbak’tan o daha faydalıdır bügün.

Bekpol, Janibek’in cevabını beklemeden falezin tarafına gidip ilk kaya çıkıntıya çıkar çıkmaz işaret verdi. Janibek Karaker’den şapkasını çıkarır çıkarmaz kartal anide yukarıya uçtu. Kartal çok tecrübeli bir kuş ve bu yüzden itaatli ve hızlı her yerden kalkıp görünmez ganimeti kendisi arıyordu.

            Janibek uçuşuna izleyip aynı yöna nereye Karaker uçtuğu arka arkaya üç büyük kara çaylak uçuyordu.

            Görüldü ki, özene özene civar çukurları dört bir yana bakınarak, kartal uçtuğu, vahşi çaylakların endişe çıglığı duyduğunda daha fazla yükseklik alıp pek hızlı arkasından uçtu. Janibek bundan korktu. Janibek’a, çaylakların uçuşundan düşen kartal onlara gittiği, aklına geldi. Bu nedenle Janibek Bekpol’a çok hızlı gitmeye başladı. Ama Bekpol’un yanına vararak, yaşlı avcının yüzüsünde en küçük telaş belirtisi olmadığını hayretle farketti. Bu zamanda içinden hava patika götürerek kaybolmuş çaylaklar gittikleri, ihtiyar rahat rahat uzaklara bakıyordu. Janibek, Bekpol’a korkuları  söylemeye başlıyorken ihtiyar buna hiç bir şey cevaplamayarak:

-      Boş ver! Böylece söyleme! İşte, kuşumu al. – kartalı amirane uzattı.  

‘Benimle kartasıyla Karaker’e yerine ceremesini çekiyormuş galiba’ üzüntülü düşenerek bu pahalı hediye, düşkün Karaker’e yerine alması gerek mi daha bilmedi. 

Ancak Bekpol:

-      Kartalımı sana hediye ettiğimi düşünme. Sana vermem onu. Sana vermediğim onu çünkü kartalın daha dönecek. – dedi.

-      Dinle – daha duyguyla yavaşça ve hafifçe genç arkadaşının dirdeğine dokundu.

-      Dinle, biliyorum ben, düşmanlar burası oldukları hissediyorum. Ojar’dadırlar, bu tepelerin o tarafındadırlar. Kahvaltıya bu çaylaklar çağırdılar. Galiba bir tay artık öldürmüş. Ama kim acaba bu tayı yiyer, onlar mı biz mi – bu sorudur! – gülümseyerek Bekpol dedi. Biraz susup sert ve titiz sesle:

-      Derhal sınırkolunun kumandanlığına kartalımla koş – Janibek’a dedi.

-        Gelişinize Karaker bırakmaya çalışırım, eğer olur olacak durmadan doğru bırakacağım. İzleyin – bu işaretim olacak.

Janibek her şey anladı.  Çok konuşmayarak açıklamayı beklemeyerek kararlılıkla atını dönüp diğer tarafa sınıra koşuyordu. Bekpol acelesiz, hesabına göre o tarafta yırtıcılar saklandıkları, uzakta mavileşen tepelerine çıkmaya başlıyordu.  

            Avcılar ayrıldıklarında çok erken idi, güneş ufkun üstünde kargının yükseliğinde duruyordu. Bekpol, Ojar batı yamacına güneş geçeceğinde kumandanlığından insanlar gelecekleri belirledi. O zamana kadar düşmanlar bulup işaret etmelidir.

            Fakat Ojar’ın yamacları dik ve adeta fethedilmez. At son güçü gererek  ufak ve ağır adımla gidiyor – hafif tırısla bile gidemez.

            Eski deli köknar orman, dağı kuşatarak yol geçilir. Kayaların çıkıntıları bol bol kaplanmış köknarlarla ve ilkel nemli serinlikle solunulur. Sessizliktir. Zaman zaman uzakta saksağan çırıldıyor. Ara sıra durmadan süzülerek yükselikte kuşun sessiz ötüşü gelinir. Bu uyuklatan dağ sessizlik arasında, özenle sıçanı şapkasıyla ve gri gocukla yalnız yolcu gidiyor. Sessizliğine dikkatli dikkatli kulak vereyerek gidiyor. İşitimi  de gergindir. Her siniri her kası gergin galiba. Sözsüz kapanık kayalardan geçip boğazlarına derinleşerek, argalı patikadan gidiyor. Sonbahar güneş ışınlarda bu kaplanmış dağların tepeleri her zaman yalnız yolcuyu çağırılır ve çeker. Azametli ve saydamdırlar. Kendilerini iç ışıkla yanıyor gibi. Bu dönemde ne kadar hafifçe solunulur. En yakında hedefi varmak için ne kadar fazla isteniyor. Eğer yol çok zorsa onu aşması için daha fazla isteniyor. Bekpol acele ediyordu...

            Acele ederek yüksek kayaya çıktı. Onun önünde Ojar’ın başka yamacı geniş açıldı. Aşağıda kara ajuren gibi orman seri, yer yer kesişmiş derin çukurla, yarla ve göçmeyle çektikleri gördü.

            Ama düşmanlar nerede? Bekpol’un keskin gözünden hangi bu boğazlarda saklanıyorlardı? Taş kayalarda mı ormanda mı?... Bekpol kendisine bu sorular sorup cevaplar bulmuyordu. Bekpol, keskin kayanın çıktısında yatarak ortalık bakınıyordu, uzakta görünen kolhoz tarlalar güzellikten büyülüydü, güzellik yakın, kalbine öz yer, yer ki bu kadar kıskanç uyanık ve artık dışarıdaki bozanlar yıllarca istiladan sınır muhafızlarını korur.

            Bir süre sonra Bekpol yine atına çıkıp yönetilen iç duyguyla köknar ormanda nerede düşmanlar saklandıkları, o yöna doğru gitti. Uzun sıçramadan sonra ikişer ikişer bağlanmış atları soğunup düşmanların bulunmasını ele verdi. Bekpol gri ve kızıl sarı atlarında başka oldukları eyerler farketti. Çin Kazak’ı soydan bu Kızay’ın ve Suae’nin eyerlerdi. Bekpol, bu eyerlere göre o taraftan düşmanlar geldikleri tam belirdi. Bekpol atlara dikkatli dikkatli göz gezdirerek uzun ve zor yoldan yoruldukları anladı.

            ‘Neyse...insanlar nerede?’ – Bekpol içinden kendisine sordu. – Uyuyormuş galiba? – düşündü.

-      Dur! - bu anda sert ve korkunç sesleniş duydu.

Bekpol telaşla dönüp sık ormanda kimsesi görmeyerek   soluk ve esmer tenli insanlar duydu. Gür çalılıklardan çıkarak erkek, Bekpol’a doğru tüfek yöneltip hor gören sükunetle sesini yükseltmeyerek:

-      Atından in! – emretti.

-      Tamam, canım. – Bekpol öfkesiz cevaplandı.

-      Ama ilk önce, sor bana! Senin için ben düşman mıyım? Yalnızım ben. Kavalama olarak beni karşıladın mısın? Boş ver! Basit avcıyım. Kaybolan kuşu arıyorum.

Bekpol’un bu söylenmiş sözleri gerçek sükunetle ve ılık dost gülümsemeyle eşkıyaya etkiledi galiba. Ağaçtan hızlı atlanıp Bekpol’a yaklaşıp elinden kamsı kaptı. Sonra bir sözü bile konuşmayarak el hareketle ona Bekpol’un izlediğini emretti.

      Bekpol bu karara boyun eğmek zorunda kaldı. Sadece bu anda ağacların arasında üç insan oldukları gördü. Yerden bitercesine belirdiler. Bu insanlar da silahlıydılar. Uzakta değil ak sakallı eşkıyanın yanında  külükte Karaker oturdu. Kuş dikkatli dikkatli ve meraklı taze ve sinirli lokma et gagalıyordu.

      Birden Bekpol sakallı hırsıza şöyle bir göz atarak, ani gerileyip kalakaldı. Ve sakallı erkek de irkilip hayretle gözleri açıp hareketsiz ve bulanık bakışla Bekpol’a baktı.

-      Ama nasıl! Nasıl olur bu? Bekpol, sen misin? – hayretle ve düşmanca sakallı erkek haykırdı.

-      Satbek! Canım benim, Satbek! Canlı mısın? Gözlerime inanmıyorum... Canlısın. – Bekpol ani kendine hakim olup, yalandan ve sevinçli bağırdı.

Başka iki eşkıya avcıya yaklaşarak şaşkıyla bakışarak bekleyip susuyordu.

-      Bizimki misin? Düşman mısın? - Satbek ikicimle Bekpol’a gidip alçak sesle sordu.

Bu sürede başka eşkıyalar avcıyı üstünü aramaya başladılar. Acele ve kabaca dokunmalarını duymak çok üzücüydü. Ancak Bekpol razı etmedi. Rahat durmaya devam ederek Satbek’ten yalandan sevinçli gözlerini ayırmıyordu. Bu kadar ustalıkla kendini yalandan gösterdiğinde, sanki aslında gibi bu karşılaşmadan çok sevinçli ve bu sevinci çok heyecanlandığını benzedi.

-      Tabii, yabancı değilim ya! Ben eskisi gibi sana bağlıyım, Satbek. – Bekpol her şüphesiz dedi.

-      Gerçekten mi?

-      Asla yalan söylemem.

Bekpol’u üstünü arayarak şüpheli bir şey bulmadan, eşkıyalar çekildiler.

         Bekpol bu zamanda dikkatli dikkatli ihtiyarın tanıdık yüzüne bakarak, son beş yıla yüzünü değiştirmeyip, eskisi gibi durgun ve avcı aynı kaldığını bulundu. Bu aynı çakalın kurnaz bakışı tüm civarda ünlüdür. Bu çakal müsadere kolayca kaçınıp bölge iri görevliden birine kızını everip ismiyle vaktinde hakedilmiş cezayı kaçınabildi. Ancak birkaç yıl sonra bozkırın civarında karışık söylentiler dolaştı: birisi o Sibirya’da yerleşmiş demiş, diğer Taşkent’in altında hizmete girmiş, başka ise onu çoktan gömmüş. Yalnız bir şey doğruydu: sanki solugan tavşan kavalamayı duyarak sonbaharlı köreşeye izleri karıştırdı gibi bu insan burası orası olduğu ve ustalıkla saklanıp, zihnini ve izlerini karaştırıyordu. Bekpol, Satbek’in yaşıtı bu insanlara çalışarak bütün yaşamı ailemle geçti ve tahkirden başka ondan hiç bir şey görmedi. Bekpol kartallarına da görüyordu. Çok zayıf at ve perişan delik çadır – Bekpol’un hepsiler vardı. Bekpol’un, şimdi bu dağ sağır köşede karşılaşırken ne tehlikede olduğunu anladı. Bu nedenle  sinirlerini topladı. Bu yüzden, Bekpol bu insana kabarma nefreti boğayarak itaati hizmetli canlandırıyordu. Satbek ise Bekpol’dan gözlerini ayırmıyordu. Hem inandı hem inanmadı ona.

-      Tamam, buraya git – daha barışçı tonla ihtiyar söyleyip ateşe oturarak soru sormaya başladı.

-      Avcılarınız kaç? Arkadaşların kimdir? Onlar nerede şimdi?

-      Arkadaşlarım yok. Yalnızım. Bu yüzden kartalım kayboldum. Eğer arkadaşım varsa tilkiyi kaldırmak yardım etseydi ve kartalımı uzağa bırakmak zorunda kalmasaydım. – oynamış sükunetle cevap verdi.

-      Bu kartal mı? Bu dilenci topluduğu farklı sadakalar! Gerçek kartal leşe uçuyabilir mi? - Bu açıklamalara sonuna güvenmeyerek aynı içinden uyanık Satbek Karaker’in tarafına göstererek alaylı alaylı dedi.

Satbek’in ufak basiretli gözleri Bekpol’a dikkatli dikkatli bakıyordu. Fakat bu dikkatli araştırıcı bakış yaşlı avcıyı bozmadı.

-      Haklısın, Satbek! Çok haklısın. Bu kuşun bir genç tecrübesiz avcısı sahibidir. Onu bozuldu. - Bekpol gülüp aynı ayrılmayan sükumetle cevaplandı.

Satbek susup avcıya göz ucuyla bakarak atlayışa gibi hazırlıyordu. Eşkıyalar Bekpol’a yaklaşıp soru sormaya başladı, gerekli ağzından kapmak istiyordu. Onların kovalamayı olmadığını bilmek istiyordu. Kaybolan atları aranıyor mu? Dünkü günden beri Bekpol kimleri görmüş?

   Fakat avcı yalnızdı. Kartalından başka kimsesi görmedi. Bu mütevazi ihtiyar hiç bir şey bilmedi.

-      Tamam – birdenbire kararlı biçimde Satbek konuşmaya karıştı.

-      Tamam, ben razıyım. Ama eğer sen bizimkiyse o zaman bizimle gidiyor musun? – Bekpol’a doğru yaklaşıp sordu.

-      Böyle pek sert bana bakma, Satbek. - bir süre sonra Bekpol sert biçimde cevap verdi.

-      Eğer ilk sözden ‘evet’söylersem bana inanmazsın. Senin önünde söylediğim aynıyım, sana bağlıyım. Benimle eski Satbek gibi konuşuyorsun. Senin için bu yetersiz mi?

Satbek hiç bir şey cevaplanmayarak arkadaşlarına bakıp işaret etti. Hep dört hemen kalkıp tarafına gittiler. Bekpol’un boğunuk konuşma göre bir şey görüştüklerini anladı. O, oradan Satbek’in gözü keskin ona basiretli gözlediğini bilip bu yüzden sükunet muhafaza ediyordu.

   Bir dakika sonra insanlar boğunuk konuşmadan gür çekişmeye geçtiler. Siyahlı insan onlardan biri, kömürleşen gibi Satbekle azgınlıkla tartıştı. Satbek yalnız kalmıştı.

   Birdenberi üç eşkiya Bekpol’a saldırdı. Onu kendine gelmeyerek ona çullanıp gözlerinin önünde donuk parlak sarı sapla bıçak görüldü. Başka iki insan Bekpol’un bacaklarına yüklendi. Fakat, bu sürede Satbek eşkıyadan biri becerekli eline tuttu.

-      Durun! Benim için bırakın onu. Benim yaşıtıdır. Onunla konuşmayı izin verin. – Satbek dedi.

-      Ne hakkında onunla konuşmak istiyorsun? Olmaz. – insanlar Bekpol’u bırakmayarak bağırdılar.

-      O zaman kendiniz sorun, eğer size yalan söylerse, öldürün – Satbek dedi.

-      ‘Anladım!’ – Bekpol düşündü.

-      İhtiyarın bizimle olacağını yemin etsin! Başka türlü öldürsün. Keskin kılıçta arkadaşlık olmaz. – kindar göz ucuyla bakarak daha sıkı yaşlı avcının göğsüne dizinle basarak siyahlı eşkıya açıkladı.

o Ama Bekpol’dan bu hiç mahçup etmeyip yılmadı. Öfke ve nefret her dakikayla artıyordu. Yaşlı bellekte, kaleydoskop gibi eski günlerin iç karartıcı tablolar yanıp yanıp söndüler. Satbek’ten nefreti korkusu boğuldu. Bundan başka isyan duyusu korunma içgüdüsü bile boğuldu. Bu yüzden Bekpol, ihtiyarlık sıkıca zamandan sarılmış ama daha sağlam dişlerini sıkarak ısrarla susuyordu. Yaşlının bu kindar sessizi eşkıyaları kudurttu.

– Uyuşmuş musun? Sana arka çıktım, ben sordum. – Satbek başladı. Ama Bekpol sözünü keserek bağırdı.

 – O zaman götür onlar! – ileri atıldı.

Satbek, Bekpol kalktığında insanlarını yöne çekip ona şöyle dedi:

– Tamam, senin için kalabımı basarım. Bize katıl ve bu atları gece geçirdiğini yardım et. Merak etme, dışarıda oraya geleceğimizde kaderine düşüneyim. Geçmiş Bekpol ve Satbek olacağız. Buna razı mısın?

Bekpol gizlece güneşe bakıp sevinçli oradaki Ojar’ın tarafına yaklaştığı farketti.

- Satbek, dinle! Beni dinleyin! Tamam. Razıyım.- serbestçe ve adeta neşeli kuşkulanan insanlara dedi.

- Konuşmaları yeter! Et pişirelim. Karnımızı doyurken hemen yola çıkalım. Acele etmemiz lazım. Hayırdır İnşallah.

İnsanlar koşuştular. Ateş güzel yanıldı. Köknar dallarının alev alev yanan ateşinden acımsı ve pişen etin burcu burcu kokusu geliyordu. Satbekle Bekpol ateşin yanında tatlı tatlı konuştular sanki eski dostlar uzun ayrılıktan sonra sohbet ediyordu.

- Sizinle gidiyorum. – Bekpol dedi.

- Ama kuşla vedalaşmam lazım. Kartal serbest bırakmalıyım

Meraklı hırsızlar pişirilen et kıpırtısından Bekpol’un sözlerine dikkat etmediler. Merakla kartalın gözlerine baktı ve nazikçe elini göğsünde gezdirdi.

-      Bizden anı olarak anavatanımızda kal. Pençelerinden halka çıkarmam. Elveda! Özgür arkadaşım, uç!

Alışılmış ustalıkla Karaker’i havaya yüksek attı ve kuş elinden uçarken anide yükseklik almaya başladı, Köknar çalılıklar tepelerin üstünde akıcı daireler çiziyordu. Bekpol kartaldan gözlerini ayırmayarak uzun uzun ona izliyordu, sanki gerçekten sevgili kuşla vedalaştı. Sonra ateşin yanına oturup kömürlere çoktan yeşil yapraklar ve kurumuş otlar demeti atıp ateş üflemeye başladı. Gür köknarların üstünde mavi pus net kalktı.

      Az sonra et hazırlandı. Aç insanlar açgözlü ve hızla etle hakladılar.

         Birdenbire eyerlenen atlar kulaklar kabartıp başlarını kaldırdı.

-      Bu ne? – Satbek telaşla sorup içgüdüsel tüfeğine sarıldı.

Anide yerlerinden başka insanlar da kalkıp tüfeklerine sarıldılar.

Hırsızlar koşuştular, gövdelerin ve kayalar çıkıntılar arkasına sakladılar. Satbek atlar nerede bağlandıkları attı. Bekpol arkasına izledi. Bekpol gelmekte olan kurşunu gördü ve kolunu tuhaf biçimde kaldırıp indirdiği anda uzun esmer eşkıya üstü yere düştü.

-      Eller havaya! – Kazakça ve Rusça  yüksek komut duyuldu.

-      Pes edin!

-      Silah at!

Satbek Bekpol’a namlu ağzı yöneltince, Bekpol hızlı topuk vuruşla Satbek’in dizine yere attırdı. O ağır gümbedek yere düştü. Bu anda Aleksandr, Bekpol’un eski arkadaşı sınır karakoldan, vaktinde yaşlı avcıya yetişti. Düşmanlar buluşurken kararlı dakikada çete ihtiyarı öldüldükleri Bekpol’un kaderi hakkında durmadan düşünüyordu. Bu nedenle o ağır ihtiyatla yardımına acele etti.

Hem Ospankul hem Janibek hem sınır muhafızları bulmuş atlarına sevinçli sevinçli attılar. Bekpol, Aleksandr Satbek’a getirdi.

-      Bak Aleksandr, bu Satbek. Benimle aynı yılda doğdu ve Sovyet ve ak saçlarıma gelmeye önce boğazımın boynumda oluyordu. Bu insanların hakkında benden bir kez değil duyuyordun. – Bekpol dedi.

-      Evet, onu tanıyorum. – Aleksandr yaşlı avcının elini ateşli sıkıştı.

Bu anda, kanatlarla uğurdayarak, Karaker, genç kartal, aşağıya uçtu. Bu av olgunluğunun günüydü.

 

1937