Geçmişten Karaltılar
1
Düşünceli bir yaz gecesi. Ay, yeryüzüne yüzyıllık hüzünü yayıyor. Açık gökyüzünde küçücük bir bulut bile yok. Kırmızımsı, yeşil, sarı yıldızlar birbirine göz kırpıyor. Gök sanki dünyaya dikkatle bakıyormuş gibi bekliyor - dünya hikayelerin birine başlamak üzere.
Yıldızlar, orman gölgesinde uyuyan ırmağa bakıyor. Nehir önce kıvrıla kıvrıla sonra da uzanarak dağılıyor Karacal’da. Karacal çok güzel – caylau’da ondan daha güzel bir yer yok. Belki aullar (asyada köyler) bu yüzden de burada – nehrin kıyısında - konaklarını yapıyor.
Nehir uyukluyor, ondan serinlik esiyor. Topraktaki taşlar uyukluyor. Yıldızlar bakıyor...
Uyuyan vahşi hayvanın başına benzeyen büyük kaya parçasından iki atlı göründü. Yamaçtan çok çabuk inmeye başladılar. Atları – biri beyaz yeleli açık kula, diğeri beyaz – yan yana gidiyor.
Yol arkadaşları sohbetle meşgul değil. Hiç konuşmadan gidiyorlar. Atlılar, dizginleri çekerek kişneyen atları zaptediyor, onları yumuşak çayırlığa yöneltiyor. Bakımlı atlar başlarını sallayarak gece serinliğinde sertçe tırıs gidiyor, kamçısız. Neredeyse çıkıyorlar binicilerinden.
Kula atın binicisi kayaç gölgesini geçti.
Onun önünde ay ışığından dolayı maviye dönmüş Karacal açıldı. Şapkayı kulağa devirdi sonra da çabuk bir el hareketiyle onu yere düşürdü. Birkaç defa soluk alıp derin bir nefes aldı. Ayın parlak ışığı çok zayıflamış düşünceli yüzüne dokundu. Uzun karışık esmer saçı soluk alnını kaplıyor. Önü açık siyah çapandan (Orta Asya’da uzun kaftan) beyaz gömlek ve siyah yelek görünüyor. Al atın genç sahibi bugün kendini bir kahraman gibi hissediyor. Yolu ona aşk gösteriyor.
Genç adamlar üst köyden çıkıp Jakip auluna doğruluyor. Al atın binicisinin adı Kabış. O orta okulu bitirince yaza eve döndü. Moyıldın ilçesinde Kabış akkılı genç sayılıyor. Orada da herkesin akıllı olduğunu süylüyorlar, çok akıllı Moyıldı’den geldi. Kabış’ın yanındaki Jumatay, sivri uçlu sakalı kaldırıp ay ışığından mavi olan vadiyi hayran hayran seyrediyor. Jumatay, Kabış’ın yaz gezilerinde yanından hiç ayrılmayan yol arkadaşıdır.
Kabış’ın yüreğinde bir sır var. İşte bu sır onu evine döndürdü.
Delikanlı çok uzak şehirde okuyordu fakat güzel Jameş’in kara gözlerini unutamıyordu. Fidan boylu esnek Jameş onun eski hayali ve gizli hüzünüydü.
Baba evinden uzak kaldığı zaman, bu kız serap gibi onu kendine çekiyordu.Yıllar geçiyordu fakat Kabış’ın aşkı kara düşmüş kan damlasının soğumadığı gibi de soğumuyordu. Bu yıllarda çok mektup yazdı o, ama Jameş, yazması de bildiği halde susuyordu. İşte tek bir hayal ile yaşıyordu Kabış. Mutsuzdu geçen yaz. Ancak yola çıkma gününde Jameş’ten haber aldı. Yazmadı – Jumatay ile birkaç kelimelik sözlü mektubu gönderdi. Bulanık bir biçimde: “Zaman belli edecek” diye söz veriyordu.
Kış geçti. Kabış yine hayalinin arkasından kuş kanadıyla gitti. Bir kızın daima kibirli ve erişilmez olamadığına inanıyordu. Onun da geleceğini düşünmek zamanı gelecek. Jumatay da Kabış’ın hayallerini tutuyordu. Fakat geç kaldı yiğit. Jameş gelin oldu.
Zengin Kenjehan’ın gelini! Bunu Kabış’a anlattılar – inanamadı. Onunla alay etmek istediklerini düşündü. Bütün gerçeği de öğrenince canı iki kat daha çok acıdı. Kız kendi isteğiyle elli yaşındaki ihtiyarla evleniyordu. Ağabeyinin öğütlerini dinlemek istemeyip yengesinin iknalarına da kullak asmadı. Tek bir nasihatçisi – ihtiyar büyük annesi ne derse bu doğruydu. Büyük annesini de bütün konularda babası destekliyordu. İşte böylece de Kenjehan’ın evine girmeye onun ikinci karısı olmaya razı oldu.
Beş sene önce Kenjehan bu auldan bir gelin aldı. Jameş’in ablası, Jakip hocanın büyük kızı Kadişa, o zaman zengin adamın ikinci karısı oldu. Fakat bu ilk baharda oğlu ve kızı olan Kadişa öldü. Nazlı ve kendi başına buyruk Kadişa kendisi zengin çiftliğin işlerini yönetiyordu. Hayatını yitirmeden önce: “Yatağımda yabancı bir kadının kalmasını istemiyorum çünkü küçük çocukları bırakıyorum. Bana saygı gösterin, diye kocasına ve akrabalarına hitap ederek, yerimi kız kardeşime Jameş’e verin” diye kesin isteğini ifade etti.
Böylece beklenmedik bir anda Jameş gelin oldu.
Görücülük işleri aul yaylaya göçmeden önce hallettiler. Demin Jameş’in ana babası düğünün burada yani Karacal’da olacağını bildirdi. Gelini almak için gelen Kenjehan artık buradaydı. Şimdi de bu ay gecesinde Jameş’e son defa bakmak için geldi buraya Kabış.
Kabış çok kırgın. Canını sanki kara bir taş ile sıkıştırdılar. Fakat kıza aşkı hala çok kuvvetliydi. Jameş uzaktaki tepe gibi ulaşılmaz ve soğuk ömrü boyunca uzakta dursa yine de ona uçarak gelirdi. Bilinmeyen kuvvet onu artık yabancı olan bu kıza çekiyordu.
Moyıldaki kızlar neler hayal ediyor? Tabi ki genç, yakışıklı ve kuşkusuz tahsilli bir delikanlıyla tanışmalarını istiyor. Zamane gençliği birbirinde nezaketi ve her zaman temiz giyinmek alışkanlığı görmek istiyor. Fakat bunun en başında tahsil. Yüreği için kıymetli gönlüne aynı yar uğruna hem ana babalarının seçimi hem de sözlüsünü unutmaya hazırlar. Jameş ise hiç böyle gençlere benzemiyor. Kabış’ın teklif ettiği kıymetli hediyelerden vazgeçip ondan kaçıyor. Serbest ve iradesi özgür kız kendini mahvediyor, ihtiyara gidiyor. Bir de ikinci karısı olarak. Jameş’in davranışı şimdiki gençliğin heves, hayal ve temiz fikirlerine meydan okumadır.
Jameş’e ne oldu? Neden yaşlı Kenjehan onun için Kabış’tan iyi ve cana yakın?
Çözümsüz bir muama ile kafa yoruyordu. Aşk, kıskançlık ve öfke kaynıyordu onun içinde. Yine de buna rağmen ümidi kesilmiyordu.
Bugün sabah Jumatay arkadaşına acıyarak, ne olur ne olmaz diye Jakip’in auluna gitti. Orada genç gelinin yengesi Bibiş’e rastladı. Bibiş: “Bugün akşam aulun arkasında ormanda bekleyin. Tanrı işinizi rast getirsin! Sizi fazla umutlandırmam, hiç olmazsa kızı bir daha görürsünüz. Kabış’la baş başa olup belki hayatını tekrar düşünecek. Herkes uyur uyumaz getiririm onu ne olur orada kalın”, diye söyledi. İşte bu yüzden bu gece iki arkadaş Jakip’in auluna gizlice girmiye çalışıyorlar.
Dağ çığırının daha bir kıvrıntısı – ve arkadaşlar nehrin kıyısında uyumuş aulu gördüler. Kabış’ın kalbi durur gibi oldu. Burada onun kibirli sevgilisi yaşıyor. Bu ilk defa ki onlar baş başa kalarak konuşacaklar. Ya her şey yalan, alaysa? Soğuk güzel gelirse ve ihtiyarını öve öve göklere çıkarmaya başlarsa? Olsun, yine de Kabış bu aydın mehtaplı gece onu görecek! Hiç olmazsa onu görür, onunla konuşur. Bu, uzun yıllar boyunca sadece hayaliydi onun.
- Jumatay! Gerçekten mi Jameş’e gidiyoruz?, arkadaşına bakınca diye sordu, Bibiş bizi aldatmış olabilir mi? Jameş bu kadar çabuk değişebilir mi? Bize gece yarısında gelmek ister mi? O artık tamamen yabancı oldu...ve bu aul da soğuk ve yabancı geliyor bana. Bana yardım et, Jumatay, kuşkularımı kovala!
Jumatay varışlı delikanlı. Gönül işlerini kolayca çözümler. Buna alışık. Başkalarını bilmeyiz, ama O, Kabış’ın kaygısını çoktan biliyordu. Jumatay, genç arkadaşını teselli etmesini biliyor. Belki de bu yüzden bıyık altından gülümsüyor.
- Üzülme Kabış. O bildiğim Jameş’se, bugün kızı eteğinden yakalarız. Güzel, nazlı, başında kavak yeli esiyor. Dün Kenjehan’a gitti bugün bize gelir. Şimdi her şey sana bağlı sakın endişelenme. Yılmadan davran. Onun bugün pişman olduğunu görürüz. Genç yiğitin aşkının ne olduğunu anlar bugün. Sonra da yaralanan keçi gibi koşsun.
Kabış biraz neşelendi.
- Belki hakklısın, diye söyledi, belki bugün Jameş dün yaptığına pişman olur.
Jumatay emin bir tavırla;
- Bu da laf mı?, diye seslendi arkadaşına, Bunu Bibiş’le konuşurken bu sabah anladım. İnan bana kız acele ile buluşma yerinize yolandı. Şimdiyse sus biraz yerimize yaklaşıyoruz. Atları nerede bırakacağımızı düşünelim.
Genç adamlar nehrin sol tarafına çıktı. Auldan görülmemek için hemen genç ormana sapınca ince ağaç gövdeleri arasında durdular. Kara gölgede saklanarak seyrek orman içinden aula arada bir baktılar.
Randevunun sakin zamanı geldi. Gece susuyor, bu uzun sessizlikte aydın aya dua ediyordu. Sanki Kabış’ın ağzından kaçmaya hazırlanan acı sitemli sözler için özür diliyormuş gibiydi. O hala Jameş’i seviyordu. Hem de ne kadar seviyordu!
Etraf sessiz. Bekçinin sesi duyulmuyor. Auldaki köpekler havlamıyor. Ocaklardaki ateşin kırmızı gözü yanıp sönmüyor. İnsanlar uyudu. Kabış şüphelerini unuttu. İçinde aşk müziği kuduruyor. Ortalık duruldu sanki sonra ne olacağını öğrenmek istiyormuş gibi.
Jumatay güvenli bir dost. Onun yüreğinde aşk duygusu yok. Bu yüzden bütün güzellerin hükmü ona geçmez.
Sakin, tetik olan Jumatay, gece seslerini dinleyip atların nerede bırakacaklarını, kendilerini de nerede saklayacaklarını kararlıyor. Yakında bulunan ilk bay beyaz yurtları (göçebe çadırları) yakında görünüyor. Atlarla daha yakın yaklaşmak mümkün değil.
Kabış’a gelince hiç bir şeyin farkına varmıyor. O, Jameş’i hayal ediyor, önünde sevgilisinin yüzü... Dizginler gevşedi. Al at kara gölgeden çıktı. Aşık kendini açık orman alanında buldu. Şımarık at.. Gece sessizliğinden bıkınca başını sallayarak gürültü ile keseden yulaf alıyordu. Birdenbire boynunu eğriltip toprağa eşinerek gürültüyle kişnedi.
Kendini toparladı Kabış, dizgini kendine çekti ve atın başına kamçıyla vurdu. Bu da bir daha hata – koşumu şıngırdatan tok haşarı at geri çekiliverdi ve korka korka hırıldamaya başladı. Her şey bu kadar çabuk oldu ki Jumatay: “Sen çocuk musun? Anlamıyor musun? Aul çok yakın”, diye seslenerek azarladı arkadaşını. Kula at geri çekilirken ince ağacı kırdı. Çatırtı sessizliği uyandırdı. Köpekler havlamaya başladılar. Uyanan bekçi alışılmış bağırtılarla köpekleri fitlemeye başladı. Havlama şiddetlendi, köpekler nehre koştu. Şimdi aul uyanır, insanlar çıkar. Ortalığı sakinleştirene kadar sabah olur.
- Geç kalmadan geri dönmeliyiz, diye karar verdi Kabış.
Fakat Jumatay kula atı yedeğinde çekti.
- Dur kımıldama, diye emretti. Kabış ise bir anda kendini kalın gölgede buldu, Korkma köpekler buraya ulaşamaz – su durdurur onları. Birazdan yatışır. Bir daha böyle ihtiyatsız davranma!
Kabış ses çıkarmadan boyun eğdi. Köpekler uzun uzun havlıyordu, ama arkadaşların saklandığı kıyıya geçmedi. Hatta suya yaklaşmadı. Bir tek siyah alaca erkek köpek bir türlü sakinleşemiyor. Başkalarından daha uzağa dalan köpek sessizliği dinliyor. Bekçi ilk önce korku ile yüksek sesle bağırıyordu. Sonra da sesi daha yavaş oldu. Öyle görünüyordu ki ihtiyar, yavaş şarkının sözlerini söylüyordu. Sanki kendini inandırmaya çalışıyormuş gibiydi: “Kimse yok. Uyumaya git”. Artık tamamen sustu.
Ortalık sakinleşti. Sadece siyah alaca muhafız sessizliğe inanmıyor, havlamaya devam ediyor. Sahibin servetine iyi bakıyor. “Merak etme sahibim – diye söylemek istiyormuş gibi – rahat uyu. Yabancı adam aulumuzda korunmayan malı bulmaz”.
Kenjehan ve Jakip, bu köpeği görüşmeye engel olmak ve Jameş’i korumak için göndermiş olmalı.
Şimdi bu kindar siyah yaratıkta Kabış ile Jameş arasındaki engeller cisimlenmiş gibi. Güzel kız köpeğin öfkesinden korkmayıp buraya gelirse delikanlı ona tek bir sitemli söz bile söylemez.
Kabış’ın keyfi tamamıyla bozuldu. Dönmekte ısrar etmeye başladı.
- Ah, Jumatay! Aul bana uzak ve düşman geliyor. Sanki onu bir adamın tırmanamayacığı yüksek karla kaplı dağa kaldırmışlar gibi. Bu siyah köpek cine benziyor. “Mutlu olmayacaksın Kabış, geri dön”, diye uyarıyor.
- Çok ürkeksin! diye güldü Jumatay, biraz sabır et, bu köpek çok geçmeden havlamayı keser.
Yaklaşık yarım saat geçti oradan. Gerçekten de sustu siyah alaca köpek. Jumatay atları ağaçlığa daha uzağa götürdü. Dizginleri eyerin ön kaşına atıp atların başlarını birbirine sıkıca bağladı. Şimdi ise kararlaştırılmış yere varılmalı. Eğilerek orman kenarından gizlice geçip Jameş’in ağabeyi Kasım yurtasının karşısına geldiler. İşte buraya Bibiş kızı getirmeliymiş. Sakin ol Kabış, kımıldama, hareketsiz kal şimdi gelecek o.
2
Jameş’e ne oldu acaba? Neden gençliğini Kenjehan’a armağan veriyordu?
Olaylar beklenmedik bir sırada meydana geldi. Evliliği düşünmüyordu bile. Birdenbire Jameş, babasının evine onu istemeye gelenleriyle bir haber öğrendi – Kenjehan ona evlenme teklifini yaptı. Yakınları da bunu istiyordu. Razı oldu işte. Yakınları onun kötülüğünü ister olur mu?
Moyıldın ilçesinde Jameş’ten daha uslu bir kız yok. O her şeye büyük annesinin gözleriyle bakıyor. Tek bir o değil. Jakip’in aulunda herkes Maken’in gözleriyle bakıyor, onun kulaklarıyla dinliyor, onun sözlerini tekrar ediyor. Büyük anne aulun baş sahibi, erkek kafasıyla iktidar baybişe. Civar aullarda da sözünün ağırlığı var.
Jameş’i daha küçükken kendisine alıp onu istediği gibi büyütüp yetiştirdi. Jameş kendini bildi bileli gelinler büyük annesinden titriyordu. Bir söz söylemekten korkan gelinler uysal davranıyordu. İşte Jameş’in annesi de yaşlanmış, kırkını aştı artık – ama hala kayınvalidesi önünde titriyor. Yalnız annesi değil babası da Maken’e danışmadan yeni bir işe başlamaya cesaret edemiyordu. Aulun başı olamadı o. Kim geldiyse – halktan mı biri olsun, atkaminer (Kazakistan’da Sovyetler Birliği öncesinde memur) mi olsun, ak sakallı veya kara sakallı olsun – hepsi Maken’e gidiyor. Jakip’e gelince, onunla görüşmek şart değil. Maken baybişe utanmadan fikrini söylüyor. Ona göre ne iyi ne kötü olduğunu anlatıyor. Aul çoktan beri çok zengin sanılır, keyfince davranan sahibenin cesur görüşlerine alıştılar. Her söylediğini itirafsız yerine getiriyorlar. Maken yordamlı, çalımlı oldu. Onun yanında başkasını övdüklerinden nefret eder.
Saygıdeğer adam sadece onun ailesinden onun aulundan gelebiliyordu. Başkalarında iyi vasıfları bulamıyordu o.
Böyle kadının kanadı altında büyüyordu Jameş. İşte böylece ikinci Maken oldu. Onlar arasındaki fark, birinin hayata başlayacağında, diğerinin de yaşamı sonuna yaklaştığındaydı. Genç karakterinde baba annesinin özellikleri daha belirgin daha sert. Jameş de başkalarının üstünlüğünü tahammül edemiyor. Ona kınamak övmekten daha kolay geliyor. Ona eşit olan yok. Sadece kendine inanıyor. Kendine ve büyük annesine.
Komşu aula misifarliğe gittikten sonra büyük annesiyle, her şey yanlış yaptılar evsahipleri, onları doğru şekilde ağırlamadı, ev dağınık, giysileri kötü ve temiz değil diye gördüklerini duyduklarını birer birer konuşuyorlar. Baybişe yaşıtlarını azarlıyordu. Jameş ise yeni gelinleri ve akran kızları ayıplıyordu.
Jameş’in bir tek örneği vardı – büyük annesi. Ne derse hepsi doğruydu. Başka insanların öğütleri kulaklar arkasına atıyor. Tavsiyeleri bir iz bile bırakmıyor onda.
Son yıllarda Moyıldı’yı daha çok şöyle haberler sarsmaya başladı; genç kız kendi isteğine göre kendine kocayı seçti, koca karısını bırakıp sevgilisi ile kaçtı. “Böyle kim davranır ki? diye öfke ile söylüyordu Maken, Ahlakı bozuk kızlar! Bunun nedeni ne? Her şey atalardan geliyor, kötü soy.’
Kötülüğün kökünü büyük anne tahsilde görüyordu. Öğrenim zihni çeliyor diye... Bu “tahsil görmüşler” – havai, ciddi olmayan hiç bir şeye yaramaz insanlar. Böyle insanlar arasında baybişenin torunu, Jameş’in öz erkek kardeşi vardı. Öğrenimden dönünce hemen bilginliğini ortaya koymakta acele etti. Maken onun hakkında konuşarak elini sallayıp ağız burun büküp surat ediyordu: “Tahsil ile islah etmiş çocuğu görmedim. Bu da memleketimizde değersiz insanlardan biri. Bizim için kaybetmiş. Bildiği gibi yaşasın! Buradan gitse de bu bulaşıcı hastalık başka çocuklara geçmezse diye dua ediyorum”. Jameş’i yanında oturtup dehşetli tahsilden söz ediyordu. Kabış’ı da haşladı. Maken’in zehirli sözler çok kere onun başına düştü. Bir derdi vardı ancak – çok uysaldı Kabış. Haydi bir kusuru bul onda. Gene büyük anne şaşırmayarak genç adamın akrabalarına saptırıyordu konuşmayı. Kurumlanıyor, zengin olmayan akraba aulunu küçültüyordu.
Büyük annesinin eteğinden uzun bir süre için ayrılmadan yaşıyordu Jameş. Ne çare ki baba anesinin yanlış öğrettiğini, onun etrafa bakması ve iyi insanların nasihatlarına kulak vermesi gerektiğini söyleyebilen adam bulunamadı...
Tam tersine anne ve babası, “Büyük annenin bilgece sözlerini dinle, o yaşıyorken öğren. Hiçbir kızın böyle hocası yok. Ona değer ol”, diye söyleyip duruyordu.
Yaşlı hocası, Jameş’le her şeyi konuşurken onu ileride ne beklediğinden geleceğinden bahsetmek istemiyordu. Jameş de bunu öğrenmek istemiyordu. Madem büyük annesi susuyor demek o doğruydu. Aulunu çevirmeyi öğretiyordu. İnsanlar, “Makul bir kız, aul işlerinden anlar”, diye övüyordu onu. Gerçekten de öyleydi Jameş, kiminle konuşsa komşular olsun, kadınlar veya çobanlar olsun – her zaman gerekli bir söz bulabilir. Herkes onun zamane gençlere benzemediği, aulun sahibesi olacağından emindi.
Jameş kıyafetine gelince de eski zamanların giysilerini tercih ediyordu. Geniş kollar ve geniş eteklerinden hoşlanıyordu. Yeni bir tarzda giyinmek, ‘fiyaka yapmak’ istemedi.
Göç zamanı gelince rahvan ata biniyor. Başında tüylü püsküllü kürk şapka, kısa kollu kaftanı üstünde sıkı kuşanmış çapan. Hayranları ona bakıp eski zamanların en güzel kızlarını hatırlayarak hayran hayran seyrediyorlar onu.
Jameş akranının kızlarına çekmiyordu. Onların hayata bir oyunmuş gibi bakan hafif kızlar olduğunu düşünüyordu. Biri tek başına, diğeri ise başkasını yanına alıp kaçıyor. Hakklı büyük anne – halkta bir bozuk var! Neden yakınlarının beddualarını başlarına çekiyorlar? Rezalete dayanarak beraber yaşamaya devam ederler. Bunda ne var ki? Onların hayatı başka insanlarınkinden daha iyi mi? Jameş kaçmış gelinin gökyüzüne kadar çıktığını fark etmedi. Böyle kız talihin uysal geline gönderdiği mutluluktan daha fazlasının sahibi olmuyordu. Bütün kızlar gibi evli bir kız oluyordu. Bu kadar! İtiatli ve uslu sıradan bir kadın. Çoğunluğa benzemiyorsa daha kötü onun için. Tuhaf herkese yabancıdır. Hem yanlış konuşuyor, hem de yanlış yapıyor. Ana babalarının ne okuttuğunu unutuyor. Bu ‘okumuş’larla kaçmış olan bu kızların aklı tamamen gidiyor, aptallaşıyor, saygısız oluyor. Bunu düşünerek Jameş, düşüncelirnden daha emin oluyordu. Yok! Yeni hayatı istemiyor o!
Ablası işte kıskanacak kadar çok mutluydu. Bazen Jameş ile baba annesi, Kadişa’nın hayatının ne kadar güzel olduğunu konuşmaya bir türlü doyamıyorlar.
Ablası Jameş’ten sadece dört yaş büyüktü. Babası onu Kenjehan’a verirken direnip ihtiyara gitmek istemedi. İkinci karısı! Büyük annesi ise onu razı etti. Yine de Kadişa düğüne kadar baba evinde Kenjehan’dan saklanıyordu. Sonra da yeni aulda yerleşti ve bir yıl geçmeden ablası tanınamamış oldu.
Kenjehan’a saygı duyuyordu. Sürekli onun meziyetlerinden söz ediyordu. Bazen kocasının sözleri tekrarlıyordu. Kendisi de geldiği zaman onun her istediğini yerine getiriyordu. Belki bu yüzden Kenjehan sahip iradesinden vazgeçti. Gerek malı gerekse kendi başını her şeyi Kadiş’in iradesine verdi. İşte bu Jameş için çok iyi örnekti! Maken Kadişa’yı öve öve bitiremiyordu. Kenjehan’ın ilk karısı olan yaşlanmış sessiz sakin bir baybişe, söz bile söylemeyi cesaret edemiyordu. Hiç bir şeye karışmıyordu.
Kadişa büyük aulun mutlak hanımı ve büyük sürülerin sahibi oldu. İstediğin her şey onun iradesindeydi.
Canı sıkıldığında soylu aullardan genç ve yaşlı, bekar ve evli kızları evine misafirliğe çağırır, neşeli oyunlara, şenliklere başlardı.
Onun hayatı Jameş’e sürekli bir bayram olarak geliyordu.
Kenjehan’a gelince karısına hayran hayran bakıyordu. Evden çıkar çıkmaz hemen evine acele ediyordu, karısını özledi artık.
Kadişa, Kenjehan’a ağız açtırmayıp yakın aullardan gelen misafirlerle, büyük insanlarla korkmayarak gülüp şaka ederek kendisi sohbet ediyor, ikram ediyordu. Bu kadar iyi hiç bir yerde hiç kimse misafirleri ağırlayamıyordu. Büyük annesi, “Evin refah dolu. Cennette gibi yaşıyorsun”, diye söylüyordu ona.
Her yıl baba annesi ile Jameş, Kadişa’nın evinde iki ay geçiriyordu. Her defasında yazın olsun kışın olsun onun evi Jameş’e çok neşeli ve rahat geliyordu. Yılın her mevsiminde kendine özgü hem kaygılar hem eğlenceler var. Kenjehan’ın da boş zamanı, misafirlerin hizmetine ise yarış atları, av köpekleri, av kuşları vardı. Av, at yarışı gibi her şey Kadişa için bayrama dönüyordu. Çağırdığı gibi hizmetçiler koşarak ona geliyor. Kenjahan’ın arkadaşları onu eğlendiriyordu. Maken, “İşte mutluluk budur”, diye açıkladı.
Jameş yaşlı damada saygı duyuyordu. Kenjehan’ın elli kadar atlı ile çevrilen atla aula girerken saygın adamlar onun önünde baş eğiyordu. Ablası soylu, herkesçe saygı duyulan atkaminerin en sevdiği arkadaşıydı! Jameş içinde gurur duygusunun artmasını hissetti.
Damat hala yakışıklı, endamlıydı. Sakallarının ağarmış, saçlarının seğrelmiş, ve ön üç dişinin eksik olmasının bir önemi yok ki! Bu onun yüzünü daha da zenginleştiriyordu bile.Yaşlı Maken dayanamayıp Kadişa önünde sıkça övüyordu Kenjehan’ın mevzun endamını. Tabi ki Jameş bütün bunları duydu.
Yok! Ablası mutluydu! Bu son beş yıl içinde Jameş bir defa olsun ablasının ne üzgün ne asık suratlı olduğunu gördü.
Bunu biliyorsa neden kendisi çok düşünsün Kejehan’ın teklifini? O, onun evine girmesini istedi. Ablası da ölmeden önce aynısını yalvardı. Jameş buna razıydı. Büyük annesinin dersleri boşuna gitmedi. Bütün yaşamı boyunca kızı buna hazırlıyordu. İşte böyle bir anda vurulmuş istep keçisi gibi yıkıldı Jameş. Ağabeyi Kasım,
- Kadişa’nın derdi yeter! Jameş ona gitmez! diye öfkelenerek isyan etti.
- Ne talihsizlik? Kasım da ne biliyor? diye kızdı Jameş.
Ağabeyile konuşmak bile istemedi.
Kasım ise her şey biliyordu. Ona bir adam gönderdi, “Buna razı olma, kendini mahvedeceksin. Ablamız bana gelip sızlanıyor, derdini anlatıyordu. Bayramın ışıltısı gözünü kamaştırmış. Ablanın içindeki üzüntüyü fark edememişsin. O, büyük annesinden de her şeyi saklıyordu. Düşün biraz, birine danış”. Jameş böyle yaptı de, danıştı birine. Tabi ki danıştığı kişi baba annesiydi... İşte cevap hazır, “Kasım, kendi işine bak, işlerime karışma”.
Sonra her şey pürüzsüz olarak geçti – onu istemeye gelen insanlar, kalım, Kenjehan’ın gelişleri... Böyle iki ay geçti. Dün ise düğün yaptılar. Düğün çok güzeldi. Çok insan toplandı. Halk damatla geline saygı gösterince dağıldı. Gece oldu. Kenjehan uzun zaman bir amca veya baba gibi büyük ve saygıdeğer damattı. Bu gece perdeleri kaldırdı. Jameş kardeşinin onu neden korumaya çalıştığını öğrendi.
Jameş o gece neyi geçirdi? Ne hayal kırıklığına uğradı? O, hiç bir kimseye sırrını tevdi etmedi. Kasım’ın karısı onun yaşıtı yakın arkadaşı olan Bibiş’e bile açmadı onu. Aul halkı uyanır uyanmaz kocasının yurtasından çıktı. Büyük annesine gelip yanına yattı. Uyuyamadı sadece içini çekiyor, zehir içmiş gibi ıstırap çekiyordu. Ondan sonra kalkıp Bibiş’i çağırdı ve tepe arkasına götürdü. Hiç bir şey söylemeyerek ağladı:
- Kabış’ı görmek istiyorum, diye çabuk söyledi.
Bibiş şaşırıp kaldı. Bu sözler nasıl alınmalı? Emir vermeye alışan Jameş:
- Sorma. Bugün bir şey söylemem. Kabış’la görüşmem lazım. Bunca yıl bunu istedi. Bir defa gelirim kötü bir şey olmaz. Onu bul ve söylediklerimi ilet, diye cevapladı.
Bibiş bu sözleri kendine göre yorumladı. Genç adamla kız arasında bir şey varmış diye düşündü. Onlara yardım etmeye karar verdi.
Bir gün geçti. Bu akşam Kenjehan sadece eş olmak doğru değil başka insanları da hatırlamanın zamanı geldi diye bir zengin aula davet edildi. Bütün misafirler ile beraber gitti. Jameş’i evde bıraktı.
Sessiz gece oldu. Arkadaşla Kabış gizlice aula gelmeye çalısıyorlardı. Bibiş’le Kenjehan’ın genç karısı ise Kasım’ın yurtasında yatarken yavaş sesle konuşuyordu. Aul uyuyor. Neredeyse yiğitler gelecekti. Köpekler havlamaya başladı. Bibiş, arkadaşının elini sıkarak:
- Onlar... Ah, ne dikkatsizlik! Acele ediyor olmalılar. Köpekler onların kokusunu almasa..., diye fısıldadı.
- Heyecanlanmayı bırak! diye sinirlenerek alçak sesle söyledi, Bu onların ilk buluşması diye mi düşünüyorsun?
Jameş somurttu.
Jameş Kabış’a kızmıyor. Yengesinin doğruluğu onu üzüyordu.
Auldaki gürültü kesildi, ortalık sakinleşti. Jameş Bibiş’i kolundan hızla çekip:
- Haydi götür! diye emretti.
Siyah çapana başı ile bürünerek Bibiş arkasından gitti.
Karanlığın sessizliğinde Jameş’in yavaş adımlarından onun kıyafetindeki madeni süsler çınlamaya başladı. Fakat kalbi bu süslerden daha gürültülü atıyordu. Ağır hastalıktan kurtulmuş gibi atıyor ve şarkı söylüyor.
Beyaz yurtanın kapısı yarı kapalı. Ay güzeli selamlıyor. Jameş’in yüzü bir gün içinde zayıfladı, soluktu.
- Acele et, acele et!.. diye Bibiş’in elini sıkarak iç geçiriyor.