Kadir Gecesinde Bir Mucize
Baykan mollanın hayatı son iki üç sene içinde onun kendi deyişiyle dayanılmazdı.
Hayvanlar az oldu, gelirler azaldı, aullarda itibardan düştü. Önceden ona saygıyla taksır olarak hitap eden ve her fırsatta mukaddes şeriatın hikmetleri ile ilgilenerek dalkavukça elini sıkışan dindar sofalar bile artık peygamberin nasihatlerini unuttular ve sadece göbeği düşünmeye başladılar. Sofı İbray daha geçenlerde gündüz gece uykulu bir şekilde işandan alınmış arşın tespihi çekiyordu şimdi ise uzun bir sarıktan gömleği biçti ve işte köylü gibi tahta karasabanının peşinde sürükleniyor.
Aman, Allah’ım Ya rabbim, millete ne oldu?! Belli ki gerçekten kıyamet koptu… - Baykan molla hüzünde içleri çekiyordu.
“...Şimdi daha bir bela çıktı - Komsomol. Ben onu tek gözlü canavarın biri sanmıştım oysa bizim köylü haylazlarımızmış!.. Onların çoğu gene de kendim öğretiyordum. Aman Allah’ım! Yoksa mukaddes öğreti de onlara yaramadı? Onları din ilkelerine uygun olarak yetiştirmedim mi? Şimdi de onlar düdükleri üflüyorlar, akordun çalıyorlar, şeytanı eğlendiriyorlar!” Dinsiz komsomollar Baykan mollanın kafasından hiç çıkmıyorlar. Onlar hocası ile başında özellikle büyük bir gayretle dine karşı çıkıyorlar. İğrenç şiirleri okuyorlar, dine hakaret edici performansları düzenliyorlar, Allah’ın sadık kulları ile alay ediyorlar. Baykan tabii ki toplantılarına katılmıyor ama orada ne olduğunu çok iyi biliyor ve bundan dolayı içi öfkeden dönüyordu.
Yalın ayaklı, pantolonsuz çocuklar bile komsomol çastuşkalarını ezberleyip ardından söylüyordular:
...Köpek gibi çalışmayıp yiyor,
Bit gibi kan emiyor, sıkıntı çekmiyor - fakir mollaya sadaka verin!..
Ah, Yüce Yaratıcı! Çaresizlikten yalvarıyordu bazen Baykal molla. - Böyle şeyleri göreceğime ölsem daha iyi olur. Yakın geçmişte İdris’in evinde bir toplantı geçti orada tabii ki komsomollar da vardı. Onlara elebaşılık aul hocası ve aul şurasının kâtibi Karim yapıyorlar. Şu iki elebaşlarından Baykan molla özellikle Karimden nefret ediyordu. Tek bir adından tir tir titrer. Bunun için özel bir sebebi vardır. Şimdi molla ma Tnimbay’ı toprağa verdi ve acelesinden bunu köy sovyetine bildirmedi “Sen bizim haberimiz olmadan cenaze duasını okuyordun!” diye bağırıyordu ona Karim ve hemen raporu yazıp onu mahkemeye verdi, hoca ise bir şey demedi. O zamandan beri molla kendisinin o kadar da kötü yiğit olmadığını düşünüp karar verdi. Tabii ki yolundan çıktı ise de annesi babası layık insanlar olmalıdır. Üstelik hoca her karşılaştığında ciddi konuşmayı başlatıyordu.
Çalışmak lazım, efendim. Faydalı bir iş ile uğraşın, - diyordu.
Bunun kötü bir tavsiye olduğunu kim söyler ki?!
İşte. İdris’in evindeki toplantıya Baykan molla da çaktırmadan gizlice girdi. Hoca konuşuyordu. Molla gözü üstünden almadan Karimi takip ediyordu. O ise, her dakika hocaya evet efendim diyordu, kafasını sallıyordu, ya ayağa kalkıyordu ya yeniden oturuyordu ve her fırsatta sıcaklıkla “Evet, evet! Doğrudur! Haklısınız! Aynen öyle! Kesinlikle!” diye haykırıyordu. Bunu izleyerek Baykan istihkardan ağzı burnu büküp surat etti.
“Hiçten adam!” – o karar verdi. – Belli ki, alnında yazılmış yardakçı ve it olmaya. Sonsuza dek birinin eteğine takılacaktır!” Fakat toplantının sonuna kadar molla dayanamadı. Allah korusun bu alçakların gözüne ilişmekten. Hemen derler: “Mollamız da toplantılarda dolaşıyor!” Ezgin, öfkeli eve düşe kalka vardı, burada ise kuduz bir deve gibi karısı üstüne atladı. Öyle bar bar bağırıyor ki tüm evde duyuluyor, iki kirli afacan çocuğu köşelerde silleler ile koşturuyor.
Sabahtan asayı alıp ve kafasını yukarı kaldırıp boş boş avluları dolaşıyor, - bağırıyor o, - ama evde yemeği yok olduğunu hiç düşünmüyor.
Apırmay, sen benim kazanmak istemediğimi düşünüyorsun? - kendini mazur göstermeye çalışıyor molla. Ama bugünlerde kimse sadaka da vermez. Kurbanlar yok. Biri ölse bile Kodebay-aulnay hemen hepsini alıyor. Açlara diyor. Fakirlere diyor. Anma yemeklerinden gelir yoksa o zaman ben nereden ne alayım, sen bir düşün?!
“Günahkârlar Allah’ı unuttular. Kıyamet günü yaklaşıyor”, - düşünüyordu molla. Yerde hiç iyi niyetli bir Müslüman kalmadı ve tüm günahkârlar döneklerin ayıp konuşmalarını dinliyor gibi geliyordu ona artık. Ama her ne kadar molla öfkeli olsa da hayatın akışına karşı dayanmaya ve yeni yaşam biçimi ile tarzı ile mücadele etmeye gücü yok…
Son zamanlarda Baykan mollayı sırnaşıkça gizli bir fikir yani sihirbaz olma fikri takip ediyor. “Bir mucizeyi yaratsaydım, - düşünüyor o, - herkes peşimden gelirdi, çevremdeki herkes ağzıma bakardı. Karim kendisi komsomolundan vazgeçerdi, benim sadık hizmetkârım olurdu. Her sözümü “Evet, evet! Doğrusun! Doğrudur! Aynen öyle!” diyerek tasdik ederdi. Fakat hocayı, sanırım, ayartmak mümkün olmayacaktır. Şu kâfirin kendi güçlü imanı vardır”. Bu fikir mollayı rahat bırakmıyordu. Mucizeleri yaratabilseydi, sözgelimi, Musa peygamber gibi, o zaman hem Kodebayı hem Karimi, cenaze töreni gerçekleşmesine ve dindar Müslümanları dürüst nikâh ile birleştirmesine engel olduğu için susuzluktan can çekişmekte olan göçebelere dönüştürürdü. Ya da Lut peygamber gibi onları taş sütunlara dönüştürürdü. Tüm bunlar tabii ki sihirbaz için bir hiç. Sadece kutsal sırı öğrenmek gerekiyor. İşte mucizeye ve Allah'ın lütfuna intizaren molla her gece ta sabahlara kadar eski zamandan kararmış kutsal kitapları okuyordu ve delicesine dua ediyordu…
Bereket gecesi geldi. Ona, Baykan molla özellikle hazırlanıyordu. Durmadan her şekilde “İsim agizam” fısıldayarak genellikle cenaze töreni sırasında giyildiği rengârenk kaftanı giydi, kafasını yeni çalma ile sardı, jay-namazını yani namaz seccadesini yaydı ve diz çöktü. İşan kendisinden alınmış ince bağırsak gibi uzun siyah tespihi çekerken nezleli bir sesle heceleri uzatarak okumaya başladı: “Subhan'Allah”. Hayaller kafasında uçuşuyordu, göklere uçtu, aklına eski sihirbazların acayip işleri geliyordu. Allah’ın lütfu beklentisiyle yüreği çarpılıyordu. Sanki bir melek üstünde kanatçıkları ile hışırdadı ve söyledi! “Bugün, bugün dilek gerçekleşecek”. Sonra ise rüyada mı yoksa gerçekte ansızın kendini yüksek, göklere kadar uzanan kubbeli kutsal yazılar ile süslenmiş bir camide gördü. Sanki vaaz verilen yüksekçe oturma yerinde yani mihrapta duruyor ve tespih çekiyor gibi. Tespih ise almış olduğu tespih değil, başka, değerli taşlardan olan tespihtir. Etrafında dizlerinde sakız gibi çalmalar ile Müritler oturuyorlar ve ardından duaları okuyorlar.
“İya, al-la-a…” – ve aksisedası güm diye camide yankıladı.
Baykan molla hala rüyada mı yoksa gerçekte olduğunu bilmeden kafasını kaldırdı. Uzaktan ise hoş çekici bir ses duyuldu.
Bu ahlaksız dünyada, kulum, çok acı çektin, - Allah şöyle buyurdu. – Ayrıca sen olmasan yeryüzüne bir ceza indirirdim. Ama sadece senin uğruna öfkeyi merhamet ile değiştirdim. Seni peygamberim olarak tayin ediyorum. Tüm günahkârları ve yolunu sapıtmış olanları doğru yola yönlendirmelisin. Halkını Müslümanlığın kaynağına geri döndür!..
Allah’ın sözleri duyunca mollanın aklına birdenbire komsomollar geldi, ve kulaklarında sırnaşıkça pis sözleri şıngırdamaya başladı: “Din halk afyonudur!”.
Rahman ve Rahim olan Ya Yüce Rabbim! – molla yalvarmaya başladı.
Tüm nasihatlerini gerçekleşeceğim, yeter ki şu yaygaracı komsomolları gözüm görmesin. Din ile alay ediyorlar, beni de alaya alıyorlar, iğrenç şarkıları yazıyorlar.
Ben onları yatıştırırım, - bir ses geldi.
Karimi de mi?
Karimi de ellerine vereceğim.
Hocayı da mı?
Ses uzun bir süre cevap vermiyordu, sonra anlaşılmaz bir tarzda söyledi:
O iktidarım altında değildir. Yargı yetkimin altında değildir. Hocanın başka bir tanrısı vardır… Mollanın çok sevinmiş gönlü bu sözleri duyunca biraz kederlendi. “Nasıl olur? – şaşıyordu o. –Allah evrenin sahibidir diye diyordular. Sahiden her şeye kadir değil midir o? E, her neyse… Çoğu zaten onun egemenliğinin altındadır. Yaşlandı o olmalıdır. Ne de olsa dünya kurulalı beri yönetiyor. Komsomollar ise ancak kısa bir süre önce başını kaldırdılar. Tanrısı da galiba onlar gibi gençtir. Madem genç ise demek ki tecrübesizdir, kuvvetsizdir…” Bu düşünceler mollayı teselli etti.
***
...Başındaki kubbe birdenbire açıldı, parlak ışık boşandı ve etrafta her şeyi doldurdu. Bu mucizeye şaşırmasına kalmadan birinin eli ona çelimli atı yaklaştırdı. Normal attan biraz küçüktü ama eşekten oldukça yüksek ve duruşu daha heybetli ve tabii ki o kadar kepçekulak değildi.
Gene bir yerden aynı ses duyuldu:
Kulum! Sana kanatlı atı yolluyorum. Onun üstünde gök kubbesinin tüm sekiz kürede gez. Gönlünü şenlendir!
Dinin başkanı olduğu için Baykan molla böyle bir armağana şaşırmadı. Üstelik o, Yüce Rabbi ile dertleşmek için baş başa görüşme ihtiyacı çoktan duyuyordu. Şimdi onu özellikle bir durum rahatsız ediyordu: ya gelirlerin artışı nedeniyle komsomollar ona ek vergi uygulayacaklarsa…
Ayağını üzengiye atar atmaz yumuşak küçük el onu koltuk altından tuttu. Dönüp baktı. Ay yüzlü kanatlı bir kız şefkatle gülüyordu ona.
Ben - peri,- kız dedi,- size hizmet etmek için gönderildim.
Atı dizginden tuttu, kanatları çırptı ve uçtu. Kanatlı at ta uçtu. Bir anda tüm sekiz küreden geçti ve kendini cennet bahçesinde buldu.
İşte Edem. Burada sizin gibi saygın misafirler yaşıyorlar ve tadını çıkarıyorlar, - cennet kızı mollaya şarkı gibi söyledi.
Ağaçlar bu bahçede yüksekti, gölgeliydi. Dallar meyvelerin ağırlığından eğriliyordu.
Farklı olağanüstü kuşlar tüm bahçede duyulduğu bir şekilde çağrışarak ötüyordular. Ağaçların ardından kalçaları ile sallayarak karşıdan daha ve daha güneş yüzlü ve ay yüzlü kızlar yüzüyordular.
Berrak gülüşü içi heyecanlandırıyordu.
Tüm bunlar cennet kızları… - dedi peri.
Onlar mollanın karşısında sıraya dizildiler, masum gözleri yerde kibarca eğilerek selam verdiler. Fakat o anda Allah'ın sesi duyuldu.
Kulum! Canını sıkan bu hüzün nedir?
Molla bir şekilde kızları seyretmeyi bıraktı ve bunca zaman yüreğini bileyen hüznü dökmeye başladı:
Kodebay arada bir bağırıyor bana, cenaze törenini gerçekleşmek için ve aul evrakı olmadan nikâhları kıymak izin vermiyor.
Tobakabıl da bar bar bağırıyor bana. Ben köy sovyetiyim, kaynak ver! Diye diyordu.
Komsomollar ise insanların kafalarını şişiriyorlar. Molla alçak, yalancıdır diye diyorlar. Dinlemeyin onu. Ona kurbanları vermeyin.
Hayvanlar az, gelir yok...
Benim seni dinlemeye fazla vaktim yok! Sen önemli olanı söyle! – Allah mollanın sözünü kesti.
Yaradan’ın sesi bu sefer aynen kalem işler memurunun sesi gibi geldi: “Masallarınızı bırakın. Vaktim yok. Kısa konuşun!..”
Molla kanatlı atın yelesine sokuldu ve ağlamaya başladı:
Benim tek bir isteğim vardır.
Söyle! Gerçekleştireceğim.
Beni sihirbaz et!..
Gök gürültüsü gürlemiş, her şey titremeye başladı, sallandı. Molla bir hayli korktu. Kız güldü:
Baş melekler topluyorlar. Önemli bir toplantı hazırlanıyor.
Bunun ardından meleklerin bir sürü ıslık ile gürültü ile çok hızlı geçti.
Neyi emredersiniz? Dünyanın sahibi oldunuz! - bir ağızdan söylediler onlar.
Molla zaferini kutluyordu. Cennet kızına baktı, o ise açıkgöz gözlerini oynatmaya ve tüm güzellikleri ile mollayı çekmeye başladı. Mollanın kanı kaynadı ve az kaldı atlayacaktı ona ancak kanatlı at yana çekildi ve adamcağız molla Baykan bir yere yuvarlandı. Bir çığlık koparmasına kalmadan alev alev yanan ateşe ağır düştü…
Vay, zavallı, geberirsin ki! Yanarsın! Birisi onu dürte dürte uyandırarak bağırıyordu.
Molla gözlerini açtı fakat kanatlı atı dizginlerinden tutan cennet kızının yerinde başucunda karısı Ayjan dikiliyordu. Üstelik sadece dikilmek değil her zaman gibi çığlıklar atıyordu. Evde yakıcı duman uçuyordu. Yanık kokuyordu. Yerde, çıtırtılar çıkararak, uğuldayarak alev savuruluyordu.
Nedir bu? Ne oldu – molla telaşa düştü.
Zavallı!- üzerinden çalmayı kopardı Ayjan. – Yatakta uykun mu gelmiyor, ne? Tespih seni deli eder! Aklını oynatırsın! Görüyor musun: lambayı devirdin. Gaz yağı alev ile tutuşuverdi, çalma yanıyor…Ay!..
Molla kendine geldi. Babasının şerefinden ve hatırasından daha çok korunan değerli çalması dileklere kadar yandı. Rengârenk kaftanın etekleri gaz yağının kokusu içine sindi ve pis pis kokuyordu.
Mucize gördüm! Mucize!.. Ah, anasını eşek kovalasın! Uyumak istiyorum, karı. Uyumak!
Molla öfke içinde siyah tespihi eşiğe attı…