Barımta[1]
Sakin mehtaplı geceydi. Sessiz aydın gökyüzünde binlerce ışıklar yanıyordu. Yıldızlar çok net görünüyordular. Gözlemci bir insan ağustos ayı olduğunu hemen tahmin edebilirdi. Uzaktaki yaylalardan sonbahar obalarına göçme zamanıydı.
Kenözek bölgelerinde daha iki gün önce beş köyün göçebe çadırlarını dağıtmışlar. Yayla sezonunun sonuna kadar bu soygunların sayıları yirmiye kadar artıyor. Kenözek’in yaylaları mühteşem oluyor.Vadileri geniş, büyük, sonbahara kadar yemyeşil otlarla süsleniyor. Dolambaçlı ırmaklarından her zaman berrak sular akıyor. Hele havası! Bir mutluluk! Tertemiz, serin havası var. Hatta en sıcak günlerde bile uzaklardan dağ rüzgarı esiyor serinlik getiriyor. Kenözek tepelerindeki otlar solmuyor. Ve hatta hiç bir zaman solmuyacak gibiler.
Issız ve sessiz bir geceydi. Kenözek masallardaki kadar güzeldi, hafif sis bu yerleri bürümüştü. Buranın ırmakları o kadar ıssız ki sanki hiçbir canlı yaşamıyor. Bayların[2] yaylaları bu harika yerlerde. Ama fakirlerin gösterişsiz çadırları farkedilmiyor, ışıkları sönmüş, hayvanları yatışmış, emekçiler uyuyordu. Sanki Kenözek’in doğası herkesi dinlenmeye hayallere dalmaya çağırıyordu. Hatta sis o kadar yavaş ki sanki herkesi uyutturmak istiyordu.
Geceler herkesi dinletiyorlar. Bir tek zenginin çadırları sessli oluyor. Onların eğlenceleri genelde geç saatlere kadar devam ediyor. Özellikle bügün rengarenk ışıkları hiç sönmüyor. Ağaçlara bağlanmış atlar sahiplerini bekliyorlar. Bu atların arasında özel atlar var. Diğer atların içinde onlar hemen farkedilir, zayıf, ama güclü kuyrukları alttan bağlanmış oluyor.
Zenginler sürülerin arasındaki en iyi atları kendilerine almışlardı. Ama atlar yeni ortama daha alışamamış biraz heyecanlılardı. Hafif bir gürültüye tedirgin oluyorlar, kişniyorlar, kulaklarıyla tehlikeyi duymaya çalışıyor ve ayaklarıyla toprağı dövüyorlardı.
Bu sakin gece vaktinde çadırlardaki bu endişenin sebebi ne? Niye atlar eyerlenip hazırlanmışlar? Barımta! Barımtadan korkuyorlar.
Her sene Kenözek’in yakınında Terisakkan ve Karagandı Kazakları buluşuyorlar ve barımta savaşı yeniden başlıyordu. Her iki tarafın insanı çok, zengin, cesur savascıları ünlü ve soylular. Eskiden beri anlaşmamazlık yüzünden savaşıyorlar. Elebaşıları bu savaşı durdurmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Yaz boyunca köyler düşmanını gözetliyorlar, fırsat olunca tuzak kuruyorlar birbirilerine. Karşı karşıya geldiklerinde savaş bile başlıyabiliyor ve savaşmak için hep hazırdılar. Savaşın bitmesiyle problemler çözülmüyordu. Savaştan sonra dul kadınların savaşı başlıyor, eşlerinin hangi akrabasıyla evlenecekleri düsünülüyor, öldürülmüş insanlar için fidye hazırlanıyordu. Ve bu şekilde her sene aynı olaylar tekrarlanıyordu.
Gecen sene yazın buralarda neler oldu neler! Az kala büyük savaş başlayacaktı. Barış konusunun lafı bile edilemezdi. Elebaşıları avukatlara iyice para ödediler. Valiye şikayet dilekceleri yazıp gönderdiler. Ama hepsi nafile, bu çabalar başarısız kaldı.Vali bu çekişmelere karışmak istemedi.
Valinin gönderdiği olumsuz cevabından sonra elebaşıları problemi kendileri çözmeye çalıştılar. İki soy arasındaki bu nefreti bir yolla kaldırmak istiyorlardı. Bu yazın ilk günlerinden her iki soy önemli bir çatışmaya hazırlanıyorlardı. Yaz boyunca küçük çarpışmalar, çatışmalar, tartışmalar oldu. Ama sonbahar göçü sezonu başladığında her gün yeni baskınlar haberi alınıyordu. Barımta günden güne daha öfkeli geçiyordu. Büyükler hep “En iyi atlari götürdüler! Tüm sürüyü kaçırdılar! Barımta! Barımta! Başka hangi felaketler bizi bekliyor? Büyük beladan kaçış yok” gibi tahminler ediyordu.
Bu ıssız gece vakti Kenözek’in toprakları iki soy arasındaki savaşın şahidi oldu. Savaş Karagandı’lı en öfkeli düşmanlarından biri olan Dosbol’un gelmesiyle başladı. Terisakkan’da Dosbol’dan daha zengini yoktu. Dosbol’un karşısına çıkacak kadar cesaretli birisi de yoktu. Tartışmalar, çarpışmalar, savaşmalar hepsi onun elinde.
Yaklaşık on beş gün önce Dosbol düşmanına ders vermek niyetiyle ana köy, Aydar’ın ahırını basmış, sürüsünü kaçırmıştı. Böylece Aydar otuz atını kaybetmişti. Geçen hafta mağdurun elçileri geldi, ama Dosbol elçileri dinlemedi bile. Elçiler geldikleri gibi boş döndüler. O zamanlardan beri Kenözek’te bir telaş var. Dosbol’un bu davranışını Aydar’ın affetmeyeceğini herkes biliyordu. Terisakkan’lılar intikamdan korkmaya başladılar. Herkesten çok Dosbol tetiktedir.
Dosbol zengindir. Vefalı, ona boyun eğen çok hizmetçisi vardır. Dosbol’un bir çağrısında fakirler hemen atlarına atlayıp, ölümü düşünmeden kendi hayatlarını feda edip zenginlerin mülkünü korumaya hep hazırlar. Dosbol’un savasçıları şanlıdırlar!
Terisakkan’ın elebaşı senelerdir hayatını çatışmalar ve eşkiyalarla geçiriyor. Hiç zarar görmeden hep yenmeye alışmış. Tilki gibi kurnazdır. Düşman onu hele bir kes bile hazırlıksız halde yakalayamamıştır. Şimdi de hem komşu soyun savaşçılarını hem kendi adamlarını atlara bindirdi. Sabahtan akşama kadar savaşçıları ormanlarda ellerinde uzun sırıklarla(savaş aleti) dolanıyorlar. Düşmanlarının izlerini arıyorlar. Eğer karagandı’lılardan biri cesaret edip bu saatlerde ormanda yalnız başına gezersa başı belaya girerdi. Düsmanın savaşcılarla rastlaşırsa canını ipten kurtaramaz.
Dosbol çok ihtiyatlı hareket ediyor. Pahalı ünlü atlarını korumak için sağlam nöbetçiler dikmişti. Ama Aydar’ın adamları pek çok değillerdi. On, on iki atlı böyle savaşlar için çok sayılmaz.
Dosbol’un ordusu alesta bekliyor. Ellerinde şokparlar[3]. Bazılarının elinde ise eski kurt ve tüfek vermiş.
Dosbol savaşcılarının cesaretine ümit ediyordu. Bu savaşcıların arasında en cesaretlisi olan cesur Kalbagay vardı. Kalbagay pek genç degildi. Otuz yaslarında, sakal bırakmış. Goğüsü, omuzları güclü! Hele bakışları - sanki bozkır şahinidir! Cesaretlikte, itidallıkta, dövüşmede eşi yoktur. Karagandı’lılar boşuna ona “şeytan” demiyorlar!
Sahibine çok sadık, hiç bir zaman ihanet etmez. Hiçbir güç onu sahibinin sürüsünü bırakmaya zorlayamaz. Ne olursa olsun Kalbagay hep sürünün yanında oluyor. Millet onun hakkında “Altına buz seriyor, üstüne kar örtüyor” diyor. Dayanaklı savaşcıdır Kalbagay. Hayat şımartmamış. Fakir bir ailede büyümüş. Yaşlı annesinin tek oğludur. Kadıncağız oğlunu göremiyor, çünkü oğlu hep zenginin sürüsünü korumaktadır. Kalbagay’a ne kurt, ne de hırsız yaklaşamaz.
Atlarla ilgili konularda da Terisakkan’da Kalbagay’ın eşi yoktur. Bu maharet Kalbagay’ın sanki kanında vardı. Atı öyle bir sürüyor ki, sanki kartal uçuyordu. Sanki atlar sırtlarındaki insanın nasıl biri olduğunu hissedip korkudan kıpırdamıyorlar. Hiç sürünmeyen atları bile ya iple ya da elleriyle kulaklarından tutarak yere yıkıyor. Dikbaşlı vahşi at ne kadar çabalasa da, atlasa da hicbir tür Kalbagay’ın elinden kaçamıyor. Hayvan bağırıyor, ağzı köpük içinde, gözleri kanla dolu ama atlı (Kalbagay) sanki atın sırtında büyüyüp yapışmıştı ona. Sonunda zavallı vahşi hayvan boyun eğiyor, teslim olarak kendini güçlü ellere veriyor. Yoksul köylu oğlu Kalbagay, böyle bir insan işte.
Bu gece de Dosbol’un sürüsünü cesur Kalbagay koruyor. Öyle zamanı keşifçilerden biri ormanda büyük düşman kolunu farketti. Atlılar Kenözek tarafa doğruluyorlardı. Keşifçi dörtnala koştu ama artık hava kararmıştı. Bu karanlıkta ormanda düşmanı bulmak mümkün değildi. Dosbol ‘köyde savunmalarına’ karar verdi.
Saldırıyı şafak vaktine bekliyorlardı. Atları köye yakın getirdiler, savaşcılar ateş etrafında toplandılar. Et yiyip karınlarını doyurdu ve sohbet ettiler.
Aksakallar büyük çarpışma olacağını, Aydar’ın çok öfkelendiğini, merhamet göstermeyeceğini söylüyorlardı. Bunu Dosbol’un kendisi de biliyordu. Kalbagay da anlıyordu olayı. Aydar’ın ne pahasına olursa olsun bu savaşı yenmesini planlamasını herkes anlamıştı. Aydar bu savaş için sınanmış savaşcılarını toplamış. Konuşulanlara göre hatta ünlü ‘kaçak’ iki kardeşi bile Konakay’ı ve Jolaman’ı bu savaşa çağırmış. Bu iki kardeşin yüzünden pek çok insana uzun süredir rahat yaşam yoktu. Hatta valinin kendisi bu iki kardeşinin peşinde. Kaç kez tutuklanmaları için koca kollar ordular gönderildi ama nafile. Bir yerlerde saklanıyor ve hiç kimse bulamıyordu. Bir süre sonra saklandıkları yerden çıkıp yine hırsızlık, eşkiyalık yapıyordu. Her defasında daha öfkeli oluyordular. O yerlerin sakinleri korkudan titriyorlardı. Herkes bu kardeşlerin silahtan hiçbir zaman ayrılmayacaklarını söyluyordu. Uyudukları zaman bile ellerinde demir sopalar, hançer ve tüfek oluyor. Bu iki kaçakları öfkeli Aydar Dosbol’un üstüne saldırmak için çağırmıştı. Başarırlarsa Aydar karşılığında iki kardeşi devletten saklayacak. İşte bu gece Dosbol yırtıcı vahşi hayvanlardan tehlikeli olan bu iki kardeşle karşılaşacaktı.
Savaşcılar Dosbol’un çadırlarında oturup kendilerini etle doyuruyorlar. Kalbagay’ın kahramanca hareketlerini anlatıyorlar. Onu övuyorlar, gücüne ve cesaretine hayranlık duyuyorlar. İki kaçak kardeşlerden de ara sıra söz ediyorlar. Özellikle Kanakay hakkında: “Gaddar!..”
Aniden uzaklardan endişeli bağırtılar duyuldu. Herkes dışarıya koştu.
- Atlarınıza binin! diye uzaktan bir emir geldi.
Gecenin sessizliği bozuldu. Vuruş sesler, atların ayak tapıltıları ve yaralıların iniltisi duyuluyordu. Savaşcıların ellerinde kılıçları bağırarak atlarına atlıyorlar ve savaşa doğru ileriyorlardı. Atlar da heyecanlı, savaşı hissetmişler, yerlerinde durmadan dönüyor ve kişniyorlardı. Aksakallar ellerini yukarıya dogru açıp: “Allah’ım, koru onları! Allah’ım onları belalardan koru, yardımcısı ol” diye dua ediyorlar. Bazen kalabalıktan birilerinin sert sesleri “Korkmayın! Delikanlılar, işinizi bilin!” sesleri duyuluyordu. Arkada korkudan birbirinin arkasına saklanan kadınlar ve çocuklar vardı. Korkudan titriyorlar, çünkü abileri,babaları savaşa gidiyorlar.
Savaşcılar atlarında hazırdı ve atları da. Karanlıkta kayboldular, Dosbol onları götürdü. Bir tek savaşcıların bağırtıları uzaklardan geliyordu.
Dosbol’un çadırlarında korkmuş kadınlar ve çocuklar kalmıştı. Onların arasında Kalbagay’ın annesi Umsın Hanım da var. Kadıncığazın soluk dudakları titreyerek “O tanrı, benim tek oğlumu ölümden koru. Öksüzü koru, o Allah!” diye dua ederek Allah’a yalvarıyordu. Bu ihtiyar kadının tek güvencesi Kalbagay’dır. İkisi birlikte yaşıyorlar, oğlu henüz aile kurmamış. Fakirlikten dolayı başlık parası ödeyemiyor! Herhalde annesi torun görmeden ölecek.
Acaba gece bozkırda neler oluyor? Çadırlarda kalan yaşlılar ve kadınlar endişeli bir şekilde eziyet çekiyorlar. Savaştan gelen sesleri, gürültüleri dinleyerek kimin kazandığını tahmin ediyorlar.
Uzaklardan bir sesin ‘atlarınıza binin’ uyarısı duyuldu. Bunlar komşu köylerin savaşçıları Dosbol’a yardıma koşuyorlardı. Sayıları çok, yaklaşık sekiz yüz atlı var. Kenözek’in vadileri uğulduyor ve atlar ayaklarını yerlere vuruyorlardı. Kılıçların sesleri ve insanların bağırtıları duyuluyordu. Kadınlar bir yerde duramıyor, çadırdan çadıra koşup haber var mı diye soruyorlar. Tirit gibi ihtiyarlar kadınlara “bırakın gevezeliği, boş boş gezmeleri” bağırarak sinirleniyordular. Sesler kısık geliyordu. Savaşın sesi uzaklardan duyuluyordu. Ateş açıldı! Kim acaba? Bir sure sonra atışların sesi kesildi, hiç ses gelmiyordu. Takip güneye ıssız yarı çöle taraf yöneldi.
Kalbagay bu savaş için günler önce hazırlanmıştı. Bugün barımta beklendiğini biliyordu. Kalbagay tüm gece at çobanlarını durmadan komik hikayeler anlatarak güldürüyordu. Sık sık sürüyü kontrol etmeye gönderiyordu, uyutmuyordu. Kendisi de sürekli çevreyi kontrol ediyordu.. Kalbagay savaşçılarının hepsini bir yere toplamıştı. Zaman zaman ormana gidip tehlikeli olabilecek yerleri kontrol ediyor ve çukurları, yamaçları, tepeleri yokluyordu. Şapkasını çıkarıp hareketsiz kalıp dikkatle dinliyordu. Şimdilik her taraf sakindi.
Bir kez Kalbagay yine kontrol için dışarı çıktığında yüksek tepenin başında atlıları görüp donakaldı. Ay ışığında atlıları net görmek mümkündü. Sayıları çoğaldıkca çoğalıyordu. Bir anda ellerinde soyıllarla[4] atlılar tepeden aşağı yürümeye başladılar. En az kırk atlı vardı. Ama Kalbagay’ın yanında on beş insan bile yoktu. Atlılar bağırarak, çığlıklar atarak koşuyordulardı Kalbagay’a doğru. Atlar korkup geriye yürüdüler, ama on iki atlı korkmayıp düşmana doğru adımladı. En önde cesur Kalbagay’ın kendisiydi. Atlılar “Atlara binin! Atlara!” diye bağırarak Aydarlı’lara taraf yürüyordular. Bu telaş çağrılar tüm Kenözek’i ayağa kaldırdı.
Kara bulutlar Kenözek’in göklerini bürüdü. Düşman bu cesurları cezalandırmaya kararlıydı. Ay ışığında yukarıya kaldırılan soyıllar görünüyordu. Kısa bir zaman sonra atlılar devrildi. Kırılan soyılların sesi duyuluyordu, korkmuş atlar kişniyordu, şaha kalkıyorldular. Savaşcılar bağırarak atalarının isimlerini söyluyordular, onları çağırıyordular.
Düşmanlar ayrıldılar. At çobanlarını kolun yarısı bile yener. Diğerleri sürüyü bozkıra koşturdu. Kalbagay engel olmaya çalıştı, ama olmadı. Düşmanın kararı kesindi. Sürü tepelerin arkasında kayboldu. Sürüyü basanların işi bitti. İstediklerini elde ettiler.
Bu başarısızlık Kalbagay’ın gözünü korkutmadı. Kalbagay atlardan vazgeçmek istemiyordu. Kendi adamlarıyla atları kacıranları takip etmeye karar verdi. Düşmanlara yetişiyordular. Aydarlı’lar atlarını hızlı sürüp götürmeye calışıyordular. Ama Kalbagay’ın adamları engel oluyordular. Atlar yıkılıyor, savaşcılar dövüşüyordular. Aydarlı’lardan iki atlı ayrıldı. İkisi de güçlü kuvvetliydi, uzun boylu at üstündelerdi. Birinin atı gri renkliydi. Atın alnında yıldız var, kuyruğu dalga gibi toprağa değiyor. At çobanları (Kalbagay’ın adamları) Konakay’ı ve Jolaman’ı hemen tanıdılar. Bu iki kardeş düşmanı kendisine yaklaştırıp öfkeli bağırışlarla düşmanlarının üzerine atlıyorlar. Soyılların sesleri duyuluyor. Kalbagay’ın üç savaşcısı yerde cansız yatıyordu. Kardeşler ise kendi insanlarına yetişiyorlardı. Sonra yine geride kalıp düşmanın onlara yakınlaşmasını bekliyordular.
Soyguncu çok hızlı gidiyordu, arkasından kovalayanlar yetişiyordular. İşte Kalbagay adamlarıyla kuyruktakı sürüye yetiştiler. Sürüde yaklaşık yüz at vardı. Aydarlı’lar son güçleriyle geride kalan atları soyıllar ve kamçıyla vuruyordular.
Kalbagay yenilmeyi aklından bile geçirmiyordu. Kendisi ve adamları daha kıvrak, daha çok cesaretle düşmanla savaşıyor, daha emin hareket ediyordular. Kalbagay’ın aklına yeni fikirler gelmiş ve bir şeyler düşünmüştü. Düşmanın arasına giriyor. Durmadan düşmanına saldırıyor yaralanmış düşman atının yelesinin üstüne yatıyor. Bir darbe daha ve böylece düşmanın sayı azalıyordu. Kalbagay arkadaşlarına doğru dönüp: “Arkamca! Birlikte olup düşmanlarımızı dağıtalım!” diye emretti. Kamçıyla atını vurup yıldırım hızıyla ön sıralara geçti. Kalbagay’ın ardından savaşcı arkadaşları geliyordu. Sürüyü ikiye böldüler. Korkmuş atlar ürktüler, atların bir kısmı köye döndü, bir kısmı ise ormana kaçtılar. Kalbagay düşmana kendisini toparlamaya zaman vermiyor ve durmadan saldırıyordu düşmana. Aydarlı’ların yalnız otuz atı kalmıştı. Birkaç baskı daha olsaydı on beşi kalacaktı. Artık soyguncular korkmuş hayvanları toplamaya çalışmıyordular bile. En azından ellerinde kalanları kurtarmakla uğraşıyordular. Atlılar atları çember içine aldılar.
Köylüler tarafından yardım için koşan atlıların sesleri duyuluyordu. Savaşçılar Kalbagay’a yardım etmek için geliyorlar. Aydarlı’ların şu an gitmeleri lazımdı ama Kalbagay onları çok kızdırmıştı. Bu yüzden Kalbagay’a son kez güçlü olduklarını Kalbagay’ın kiminle savaştığını göstermek istemişlerdi. Beş atlıyı sürüyü korumak için bıraktılar, diğerleri ise at çobanlarına karşı atlarını sürdüler.
Otuzdan az düşman kalmıştı. Kalbagay beşini kendisi öldürdü, ikisini ise savaşcıları. Ama kendi kayıpları da vardı. Konakay ve Jolaman Kalbagay’ın altı insanını öldürdü. Kalbagay korkmuyor ve gelen yardımı duyuyordu. Yüksek cesur sesle savaşcılarına cesaret veriyor, etrafına topluyordu. Ve düşmanın koluna bir saldırı daha yaptı.
Gerçek savaştı bu çatışma. Jolaman eline revolver alıp düşmana baskın yaptı. İki kez havaya ateş açıp “Geri dön! Hemen! Yoksa öldürürüm!” diye bağırdı. Ama Kalbagay’ın cesur savaşcıları artık düşmanla savaşmaya başlamıştılar. Toz göklere kadar cıktı, aydın gece yine karardı. Silahların, kılıçların sesi yine bozkırn sessizliğini, rahatını bozdu. İnsanlar aç kurtlar gibi birbirine saldırıyor ve atlılar ise atlarından yere düşüyordu. Savaş uzadıkca insanlar daha hırslanıyor, daha acımasız amansız karşı tarafın savaşcılarını öldürüyordular. Kalabalığın içinden altı at sahipsiz kalıp bozkıra doğru kaçtılar.
Kalbagay Jolaman’la ve Konakay’la karşılaşmak istiyordu. Sağa sola bakınıyordu, ama kardeşleri bir türlü göremiyordu. Aniden gururla “Ben Konakay’ım” diyen bir sesi duydu. Kanakay gri renkli bir atın üstünde savaşın içine girdi. “Böyle ise ben de Kalbagay’ım” diye at çobanı seslendi ve atını doğruca Konakay tarafa sürdü.
İşte ikisi de yüz yüze geldi. İkisi de ellerindeki kalın sopalarını kaldırdılar. Hiç biri kıpırdamıyordu. Ölümcül teke tek savaş önünde hareketsiz kaldılar. İki tarafa ayrıldı ve üzengilerine dayandılar. Bir an içinde yıldırım hızıyla birbirine saldırdılar. Birbirine acımıyorlar. Sürekli vuruşuyordular. Hayat için değil, sanki ölüm için düşmanlarıyla savaşıyordular. Kendi savaşlarına dalıp etraflarında ne olup bittiğinden haberleri yoktu.
Savaş alanı boşaldı. Etrafta ne Kalbagay’ın adamları, ne de Aydarlı’lar kalmıştı. Uzaktan yardıma atlılar koşuyordu. Bu Konakay’ın sonu demekti! Konakay kendini toparlayıp gri atını kamçıladı, yıldırım hızıyla savaştan kaçan arkadaslarının arkasından gitti.
Ama Kalbagay Konakay’ı gözden kaybetmiyordu. Takip ediyordu. Kalbagay Konakay’ın cok yakınındaydı, Konakay elini kaldırıp Kalbagay’ı vurup öldürmek istedi, ama başaramadı. At çobanı karşılığında Konakay’ı öyle vurdu ki, Konakay atının boynuna uzandı. Dövüşmeye gücü kalmamıştı. Başı uğuldadı, gözleri karardı. Tüm umudu hızlı gri atıydı. Ama Kalbagay’ın atı yetişiyor, gri atı sıkıştırıyordu. Konakay son gücüyle atını ayaklarıyla vuruyor ve atını hızla koşturmaya çalışıyordu.
Kalbagay düşmanın teslim olacağını, cesaretini kaybettiğini farketmişti. Konakay güclü kuvvetli omuzlarını acamıyor ve göğsünü kabartamıyordu. Atına sarılmıştı. Konakay sanki atın yelesinin arkasına saklanmak istiyordu. Kalbagay atını bir kez daha kamçılayıp gri ata yetişti. “Daha öldürmeden in atından, çabuk!” diye Kalbagay emretti.
Konakay ayakta zor duruyordu, son gücüyle yere düşmemek için yelekten tutunarak attan indi.
Kardeşine yardım etmek için Jolaman acele ediyordu. Kalbagay yeni düşmanla karşılaşmaya hazırdı. Konakay’la işini bitirip kalın sopasını hazırlayacaktı. Konakay diğer yana atlamak istedi, ama gücü yetmedi. Bir tek “Ölüyorum, ateş et! Ateş et!” diye bağırdı. Kalbagay’ın atının ayaklarına düştu. Jolaman ateş açtı. Kurşun Kalbagay’ın göğsünü deldi. Jolaman atları alıp savaş yerinden uzaklaştı.
Yıldızlar, ay söndü. Gece bitti. Barış sever gecenin huzurunu insanlar kanlı savaşla bozdular. Peki, niçin?
İki düşman kuru bozkır otunun üstünde yatıyor, ebediyen uyumuşlar bu iki delikanlı. Elleri yanlarına serilmiş, gözleri hareketsizdi. Bu iki fakir evlatları kendi aralarında neyi bölüşemediler? Zengin sahiplerinin sürüsünü mü? Bir daha hiçbir zaman fakir çadırlarının eşiğini aşmayacaklar, anneleri bugün yavrularını karşılamayacaklar. Kalbagay’ın ihtiyar zavallı annesi Umsın kadıncağız çok göz yaşı dökecek. Yalnız başına üzülecek zengin sahiplerin çadırlarında kadıncağızı hatırlayan bile olmayacak.
1925