Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
AUEZOV  Muhtar, "Tepelere Doğru"

23.11.2013 1662

AUEZOV  Muhtar, "Tepelere Doğru"

Негізгі тіл: ''Tepelere Doğru''

Бастапқы авторы: AUEZOV Muhtar

Аударма авторы: not specified

Дата: 23.11.2013


Tepelere Doğru


1

            Gece. Göğün yarısını kaplayarak aul üzerinde yırtık giysiyi andıran kara bulutlar  sarkıyordu. Toz havaya kaldırıldı, yurtaların üzerindeki (Kazakiztan’da çadırlar) tunduklar (bayrak gibi asılan ince kumaş) çırpınmaya başladı. Rüzgar kuvvetleniyordu. Uzakta şimşekler çakmaya başladı. Gök gürültüsü duyuldu. Yıldırımın net olmayan ışığında aulun bütün yedi yurtası belirlendi.

            Birbirine sıkıca yaklaşan koyun sürüsünün kenarları kıpırdamaya başladı. Koyunlar endişeyle kalkıp silkiniyordu. Siyah alaca bekçi kopek ve iki sarı dişi kopek öfkeli öfkeli havlayarak aul etrafında dolaşmaya başladı.

            Ağıl ortasında yırtık çulda eskimiş gömleğe sarılıp  Rayhan oturuyordu.

-         Ayt! Ayt!, diye yüksek sesle köpekleri kışkırtıyordu o.

Büyük yurtada kemikli baybişe (sahibe) telaşla yataktan kalktı. Tunduğa baktı, yurtanın kubbesini birbirine bağlayan ince sırıkların gıcırtısına kulak verdi. Ihlayarak kalktı ve giyinince dışarıya çıktı.

-         Tokalının (ikinci karı) yanında yatıyor ! Onun umurunda bile değil! diye somurdandı ve boğazını temizleyip canhıraş sesi ile bağırdı: ‘Ayt! Ayt!’.

Köpekler onu duyunca daha çok şiddetli havlamaya başladılar. Baybişe ise rakibin  yurtasına dönüp giderek yükselten sesle bağırmaya devam ediyordu. Öfkeden titriyordu, kuru yumrukları sıkılıydı...

Bu yurtada ise baybişeden daha güzel ve cana yakın bir kadın endişe ile Rayhan’ın çığlığı ile uyanan yaşlı adamı gözlüyordu. İhtiyar  kalktı, kadife gömleği omuzlarına atıp çıkışa doğru yürüdü. Tokal gölgesi gibi onu kapı eişiğine kadar takip etti. Adamın koşaraya (koyunların bulunduğu ambar) gittiğini izleyerek

-         Genç kadını istemiş olmalı, diye mahzun mahzun mırıldandı.

Rayhan geleni farketmiyormuş gibi hareketsiz oturuyordu. Yaşlı adam kolundan hafifçe çekti. Rayhan ağız açmadan ‘Uyumuyorum’ diye omuzu oynattı. Hırçın hırçın mırıldadı bir şey. Kadın ise cevabı vermek yerine yüzünü çevirip içini çekti ve çenesini dizlerine gömdü.  İhtiyar ona tekrar eğildinde Rayhan tostoparlak büzüldü. Vücudu sessizce isyan ediyormuş gibi gerildi. Adam bunu anlayınca doğruldu.

-         Sana yine ne oldu?, diye öfkeli öfkeli bağırdı, Bir şey olmaz sana! Gebermezsin! Gençsin, sağlıklısın! Başkasının değil kendi malını bekliyorsun! Sakın uyuma!

 Cevabı almadan istemeyerek topallaya topallaya ayrıldı oradan.

      Rayhan gözleri sıkıca kapalı oturuyodru. Kara gök gittikçe ağarlıyordu. Hayallere dalmış Rayhan’a geldi ki oradan yani uzaklaşan buluttan ona büyük bir dikkatle bir delikanlı bakıyor. Saçları geri atılmış... Gömleğin beyaz yakası...boyunbağı. Kız gülümsedi. Fakat batmak üzere olan bir ay gibi delikanlı eğilmeye daha aşağıya inmeye başladı. Sonra da uzak mavi ufuklarda tamamen kayboldu. Rayhan’ın yüzündeki gülümseme söndü.

-         Ne tılsım bu ya?! Cin mi bu ne?!, diye kendine geldi, ellerini yüzüne kapadı.

Fakat dileği, özlemi korkudan daha güçlüydü. Rayhan elleri indirdi.

-         Nerelerdesin? Neden uzun uzun gelmiyorsun? Belki artık hayatta değilsin!

Yorgun kadının aklına bir akşam geldi...

Delikanlı sessizce yaklaşıp yanında oturdu.

-         Geldiğine sevindim, diye seslendi.

     Bay Jeksen onu şehre okumaya gönderiyordu. Bu gece hareket edeceklerdi. Bu yüzden şehirli adam gibi giyinmiş geldi – siyah takım elbise, beyaz gömlek, boyunbağı...

     Hayatında ilk defa onu bir erkek sardı...

     Bir hafta sonra ise Bay Jeksen’in aulunda düğün yapıldı. Gece yarısında Rayhan kocasının süslenmiş yurtasına getirildi. Yeni evlilerin yatağı geleneğe göre girişin sağında hazırlanmıştı.

     Bay, eşiği geçti ve gürültü ile sümkürdü.  Sonra uzun uzun öksürüyordu. Rayhan gelinlik ipek örtüsüne sarınarak perde arkasında yatağın yanında saklanıyordu. Sağ eli kasınarak yumuşak kumaşı sıkıp buruşturuyordu. İhtiyar, arada bir geline bakarak kadife çapanını (orta Asya’da kaftan) çıkarmaya başladı. Sonra yatağa oturup amirane yüz ifadesi ile ayağını kaldırdı. Rayhan, istemeyerek yaklaştı kendini ince ayaklarından içigleri (Orta Asya’da hafif çizmeler) çıkarmaya zorladı. Yaşlı adam yine öksürmeye başladı sonra gerinde ve yere tükürdü.

     Jeksen’in iki karısı, kapı aralığından yurtanın içine öfkeli öfkeli bakıyordu. Onların yanlarında komşu ve hizmetçi kadınlar toplanarak içine bakmaya çalışıyordu. Herkes merak ediyordu: bu Bay’ın üçüncü evlenmesiydi. Kendisi ise tirit gibi ihtiyar, gelini dik başlı genç bir kızdı... Jeksen gürültüyle ıhlayınca iki kadın huzursuz huzursuz koşuşmaya başladı. Onlar, yurtada ne olduğunu daha iyi şekilde görmeye çalışırken kafaları çarpıştı. Farklı yanlara sıçrayıp birbirine soğuk bakışları attılar.  Bayın yeni evliliği eski rakipleri barıştıramadı.

     İhtiyar adam, yatağa uzanınca Rayhan’a tütün kutusunu getirsin diye işaret ile gösterdi. Birkaç defa burnu ile nasıbayı çekti ve tütün kutusunu geline geri verip yatağa sere serpe uzandı. Rayhan, biraz tütün kutusunu elinde tuttu. Sonra onu aniden yere attı ve hiç konuşmadan perde arkasından çıkıp yere oturdu. Ayaklarını (dizlerini) elleri ile sarıp sessizce ağlamaya başladı. Yaşlı adam kımıldadı. Bir yana döndü. Fakat gelin yerden kalkmıyordu. İhtiyar, yatağında gerindi. Tüm gücünü topluyormuş gibi ayaklarının ve kollarının kaslarını gerdi...

    Tecrübeli baybişe (bayın baş karısı),  yanında duran yaşlı kadını eve gönderdi. O da lastikliymiş gibi tekavvüs edip sessizce hareket ederek bakır tası ve kumganı (su için güğüm) getirdi. Girişte biraz durdu, aç merak ile etrafına bakındı ve çıkıp yavaşça kapıyı kapattı. Jeksen:

-         Orada ne oturuyorsun? Ynıma gel!, diye setçe emretti, ama Rayhan onu sanki duymuyormuş gibiydi.

      O zaman da ihtiyar ıhlayarak yataktan kalktı, yanına yaklaşıp elbisesinden çekti. Kız da kendini koşmaya (yün halı) attı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Jeksen sabırsızlıkla onu kolundan kaptı. Fakat gelin bir yana atıldı. Yaşlı adam da dengesini kaybedip düştü. Perdeyi kapmaya çalışarak, içine takılarak yatakta debelendi. Sonunda ayağa fırlayıp kızı öfke ile tekmeledi. Rayhan geri çekildi, yurtanın yün duvarına yapıştı. Öfkeli bakışını görünce ihtiyar çekildi. Yatağa oturup içini çekti ve saçı ağarmış (ak saçlı) başını eğdi. Belini okşadı. Ancak şimdi kızın kulağına yurtanın etrafına toplanan kadınların gülmesi geldi. Ürperdi, ocağına koşarak gelip ayağı ile lambayı küle düşürdü. Yurta karanlık oldu. Az sonra herkes dağıldı... Etrafı sessiz oldu...

     Sabah Jeksen yurtadan çıkar çıkmaz iki kadın koşarak eve girdiler. Kocası onlara bakmadı bile, kuyulara gitti. Kadınlar ilk önce leğeni muayene etti. Temizdi... Yatağa gelip her şeyi incelediler. Kuruydu... Birinci karısı, heyecanlanmasından acele ederek bakır kumganın kabını açtı. Su azalmadı... Kadınlar kah kaha ile güldüler.

     Jeksen girdi ve onlara öfke dolu gözlerini dikti. Karıları kendini tutamayıp tekrar gülmeye başladı. İhtiyar öfkelenip kemerindeki dizgini kavradı, onları kamçılamaya başladı. Kadınlar, keskin çığlıklar atmaya başladılar – yaşlı adamın eli hala sağlamdı.  Bu zamanda Rayhan girdi. Bundan faydalanarak  rakip kadınlar  çıkışa kayıverip tabanları kaldırdılar. Dışarıda ise kendilerini tutmuyordu artık. Kahkahadan kırıldılar. Kudurmuş ihtiyar adam Rayhan’ın başından kız başörtüsünü çıkarıp onu da dizgin ile kamçıladı.

-         Bu inatçılığını bırakacağına kadar döveceğim seni!, diye bağırdı, Senden cini kovarım! Eşiğimde can vereceksin!... Anlatabildim mi?

     ...Rayhan yüzünü ovaladı. Elbisesinden zayıf  kolları görünüyordu. Çok net beliren kemiklerine, mavi damarlarına baktı ve başını kahırlı kahırlı salladı.

     Sımsıkı kapalı tundukları altında uyuyan aulun üzerinde sabah doğuyordu. Koyunlar uynınca etrafına yayıldı. Koşarın ortasında binlerce toynakla tepinmiş kara gübreli toprakta yırtık çulda uyuyordu Rayhan. Çizmelerinin konçlarından kirli kumaş parçasının (çorap yerine ayağa dolanan kumaş parçası) kenarları görünüyordu.  Büyük siyah alaca köpek başını kokluyordu.

     Bu zamanda aulun kenarında tütünden dumanla dolu eski çadırda katı yatakta rahatsızca yandan yana dönerek yarı çıplak çoban Esim uyuyordu. Bir rüya görüyordu... Önünde buğu buğu tüten güzel kokulu et dolu çanağı (tabağı) koydular. Esim çanağa uzandı. Ona dokunur dokunmaz çanak ondan çekildi ve çok hızlı ortadan kayboldu. Esim   ürperdi ve uyandı. Başucunda Bay Jeksen kızgınlıkla söylenerek yüzünün ününde sopayı sallıyordu.

-         Kalk. Koyunları otlağa sür, asalak!..

İstemeyerek yerinden kalkarak:

-         Tamam, tamam, yorgun bir sesle diye söyledi çoban.

Birkaç dakika sonra Esim atı eyerledikten sonra elinde deri bir çuvalla Büyük yurtaya girdi. Mutfak köşesine geçip baybişeye korka korka bakarak yeni yapılmış ayranla dolu siyah kazanın kapığını ihtiyatlı açtı ve raftan bir fincan aldı. Fakat yaşlı kadın uyandı artık. Yataktan fırlayıp çeviklikle çobana yaklaştı ve fincanı elinden alıp yarı dolu kepçe ile ayran doldurdu, fincanın boş kalan yarısını ise kovadan su ile doldurdu.  Esim, ‘kahvaltı’nın tadına baktıktan sonra kaşlarını çatıp fincanı geri verdi. Belagatli biçimde kazanı işaret etti. Fakat baybişe fincandaki ayranı kepçe ile karıştırıp onu geri uzattı. Çoban ise kızıp elinden fincanı alıp onu yere koydu ve çabuk çıktı. Baybişe öfkelendi, ama bir şey söylemeye yetişemedi.

     Esim, Rayhan etrafında dolaşan köpeği kovdu ve özenerek uyandırdı onu. Bir şey söylemeden onun uyumaya gitmesini teklif ederek yurtayı işaret etti. Rayhan, şaşkınlıkla baktı ona, sonra da tamamen uyanıp gülmeye başladı. Esim’i gördüğüne çok sevindiği belliydi. Ayrılmalarına çok zaman geçti...

     Güneş doğar doğmaz Jeksen Rayhan’ı uyandırdı. Baybişe ona verdi kovaları hemen. Kız da su almaya gitti. Çok geçmeden ocakta ateşi üflüyordu, sonra islenmiş ağır kazanı tek başına kaldırıp taşıyor, ayran çalkalıyor, hizmetçi ile beraber saç kementini örüyordu... Otur oturmaz gerek Bay kendisi gerekse karılarının biri ona yeni işi bulmaya çalışıyordu. Rayhan, ineği sağdı, koyunları muayene edip yaralarından kurtları çıkardı, sürüden geri kalan koyuna su verdi. Bu sırada gündüz suvarama zamanı geldi. Bundan sonra koyunları sağım için yakalamaya ve bağlamaya koyuldu. Çünkü büvelek üşüştü ve koyunlar bundan çok rahatsızdı. Kara keçi yakalamak onun zamanını en çok aldı. Yardımına Esim koştu...

     Vakit öğleyi aşmıştı. Öğle sıcağı eziyet vericiydi. Bütün canlı varlıkalar gölgede saklandı. Bir tek Rayhan sırtında çuvalla istepte dolaşıp tezek topluyordu. Aulda onun ağlamayı andıran hüzünlü ağır şarkısı duyuluyordu. Aula yavaş yavaş yürüyen kadın da bu şarkıyı duydu. Şarkıcının sesini tanımış olmalı çünkü daha hızlı yürümeye başladı. Rayhan da onu gördü. Kadınlar birbirine koşmaya başladı. Sıcak kucaklaştılar. Rayhan da yaşlara boğularak bitkin bir halde sıcak yere  düştü.

-         Anne, anne!... Ne kadar eziyet çekiyorum... Köle yaptılar beni...

     Uzun uzun ağladılar. İki zavallı, eski giysilere giyinmiş kadın.

     Yaşlı kadın kızıyla beraber yeni akrabalarının auluna geldi. Fakat kimse ona dikkat etmedi. Jeksen Rayhan’ı hemen inekleri sağmaya gönderdi.

     Aygır Akbesti Rayhan’ı okşayıcı kişneme ile karşıladı ve kovaya uzandı. Rayhan gözdesinin kadife dudağını okşadı ve atı yavaş yavaş şamar çekerek kovadan çekti.

     Kısrakları sağmasına yardım eden oğlan Aşım, dünkü ‘bayga’ (at yarışmaları) hakkında heyecanla anlatıyordu. Akbesti sürüyordu... Binlerce at... Zarif  biniciler gidip geliyor. Tırnak patırtısından istep gümbürdüyor. Yarışları için en güzel elli at seçilmişti. Yeleleri ve kuyrukları taranmıştı, tüyleri parlıyor, deri altında kaslar beliriyordu. Atlar, binicileri altında sanki oynuyormuş gibiydi... İlk önce atlar serbest bırakıldığı zaman Aşım Akbesti’yi tutup ortasında kalıyordu. Yavaş yavaş an iyileri öne geçti – doru aygır, yıldızı olan sıyah at ve Akbesti. Uzun zaman sırasıyla yarışının başına geçerek beraber koşuyordu. İlk önce doru olan geri kaldı. Siyah at ve Akbesti beraber gidiyordu. Fakat Aşım’ın rakibi artık atını hep kamçılamak zorundaydı. Akbesti’ye gelince çok kolay gidiyordu. Sanki geride onlarca kilometre kalmamış gibiydi. Uzakta aul göründü. Kendilerini tutamayıp atların karşısına biniciler hürya etti.  Etrafında doludizgin giden otuz-kırk binicinin bağırtıları ile coşturulan Akbesti, birdenbire (kısa süre içinde) öne geçti. Jeksen’in oğlu Askar ata yardım ederek onu dizgininden çekmeye başladı. Başka atların sahipleri de aynısıyla meşguldü. Akıl almaz gürültü kopardı. İlk defa ‘bayga’ya katılan Akbesti, meşhur siyah aygırın yarım verst önüne geçti...

Rayhan, en sevdiği atı yeni sağdığı ılık süt ile içeriyordu. Kulaklarını okşuyor, ince boynunu sarıyordu...

            Rayhan ve Aşım sohbete öyle daldılar ki kısrakların yaylalara çekildiğini fark etmediler. Çocuk bir çığlık koparıp arkalarına koştu. Rayhan ise diğer taraftan koşuyordu.

            Fakat yarı vahşi atlar tırıs giderek uzaklaşmaya başladılar.

            Yakında bulunan Esim bağlanmış atlara koşarak geldi ve hemen Akbesti’yi eyerleyip sırtına atladı. Birkaç dakika geçmeden sürüye yaklaşıp geri döndürdü. Auldan oğluyla Jeksen öfke dolu bağırtılarla dörtnala geldiler. Askar, attan inmeden Esim’i kamçılamaya başladı. Rayhan, çobana yardım edecekti, Jeksen’e ne olduğunu antacaktı, ama o beline değnek ile vurdu. Rayhan, acıdan yere oturdu...

            Şehirden Jeksen’in akrabası Asan geldi. Yurtanın yanında attan indi. Kapıdan adım atar atmaz Jeksen, baybişe ve bütün ev halkının başına sarılıp, oflamaya başlamasına neden olan haberler yağdı. Korku ve öfkeden kendine gelince Jeksen:

-         Git!.. Kesin olarak öğren, diye emretti oğluna.

Askar Asana başıyla işaret etti. İkisi çıkıp atlara binip yola fırladılar.

Esim’le Rayhan canlı canlı sohbet ediyordu kuyunun yanında. Çok neşeliydiler!

İlçe merkezinden Askar ile Asan suratları asık döndüler. Atları köpükler içinde kalmıştı.

Bütün akşam Jeksen’in yurtasına insanlar birbiri ardından gidiyordu. Auldan da önlerinde kısrak, deve, besili koyunları sürüyerek dönüyorlardı. Gece boyunca Jeksen’in hayvanları pazara gidiyordu. Onları satmak çok zamanı almadı. İlçe merkezinin kenarında tomruktan yapılmış sıradan evin avlusunda oturan Askar önünde para deste olarak dökülüyordu.

Aulda insanlar küçük gruplar halinde toplanarak konuşup tartışıyor, ayrılıp tekrar toplanıyordu. Her defa yoksullar içinde Jeksen’in akrabaları çıkıyordu. Askar, rapor, dilekçeleri yazıp onları çobanlara imza ettirdi. Bazıları imzalıyor, bazıları ise vazgeçiyordu. Yoksullar bayın evine çağırılıyor, kımız ikram ediliyor, imza ettitmeye çalışılıyordu. Onlar da suratlarını asmış susarak Jeksen’in acındırıcı ricalarını dinliyordu. Misafirlerin çoğu, bayın onları özellikle ısrarla razı etmeye çalışmaya başladığı zaman ağız açmadan dönüp çıkıyordu. Esim sevinerek onları sokakta karşılıyordu.

     Şehirden beş atlı geldi. Bir vekil ve dört milis. Yoksullar toplantıya çağırıldı. İlk önce Esim gelenlerin konuşmalarını işkilli işkilli dinliyordu. Sonra kalkıp kararlı biçimde destekledi onları. Yoksullar etrafını sardı. Bundan sonra vekil Esim’i bir kenara çekti. Baş başa konuştu ve birbirinden memnun olarak el sıkıştılar.

     Baybişe bunu görünce onlara yavaşça Rayhan’ı itti. O da ihtiyar kadını sağ eliyle kendinden nefretle uzaklaştırdı. Buna rağmen Esime gülümseyerek yaklaşıp:

-         Burada ne konuştunuz? diye sordu.

-         Bundan sana ne? diye söyleyerek Jeksen’in üçüncü karısına dikkarle baktı.

      Rayhan bakışına telaşsız  dayandı. Esim huylu huylu gülümseyip hiç konuşmadan yüzünü çevirdi.

      Toplantıdan önce Askar Asan’ı vekiliye gönderdi. Şimdi ise Asan ona Jeksen’in bir Bay olmadığını... her zaman zavallılara yardım ettiğini... kendisinin de namuslu orta köylü olduğunu ıspatlayan raporları (belgeleri) tutuşturmaya çalışıyordu. Esim gelip önce gördüğü dilekçe ve raporların östüne ağır elini koydu. Vekil, tasvip makamında güldü:

-         Doğrudur. Sahte olduğunu hemen anladım.

      Ailesiyle beraber Jeksen’in auldan çıkarma sorunu oylamaya koyuldu. Esim ve etrafında bulunan yoksul köylüler ellerini kaldırdılar.

      Askar, Asan ve yanlılarının bulunduğu karşıdaki gruptan bazıları da köylülere katıldılar. Hatta ürkek ürkek iki-üç el kaldırıldı, ama sonra onlar çabuk indirildi.

     Baya ait hayvanlar tasnif edildi. Gruplar halinde şehre sürdüler onları. Esim atlar arasında Akbesti olmadığını farketti ve vekil ile beraber baya gitti. Jeksen, yemin bilah ederek Akbesti kaybolalı artık  üç gün olduğunu ve hiç kimsenin nerede bulunduğunu bilmediğini anlatıyordu. Esim Rayhan’a koştu, ama O kaçamaklı cevaplar veriyordu. Sonra da sustu.

     Aulda gerçek girdap başladı – milis, vekil, kadın, ihtiyarlar – her şey karıştı. Auldan çıkarılan Jeksen ve ailesi, ağlayıp sızlayarak kendilerine mümkün olduğu kadarıyla giyim eşyaları yüklemeye çalışarak yolculuğa hazırlık görüyordu. Giyinmekle meşgul olmayan bit tek Rayhan’dı. Evde yığın halinde kürk manto, halı, pahalı omuzluklu gömlek, çekmenler (gömlekten kafana geçiş giysi çeşidi). Burada da üzerine sahibinin adı kazılı kılıç, zarif kamçı, ilçe yöneticisi madalyaları vardı... Milis, vekil ve yoksul köylüler sabırla bekliyordu. Acele ettirmiyordu. Sonunda ev halkıyla bay yurtadan çıkıp eski at arabasına bindi. En genç olan için yer ayırmaya çalışarak bir kenara çekildiler. Fakat Rayhan yerinden oynamadı  bile.

     Vekil ona yaklaşıp bir şeyler sordu. O Jeksen’den yanan kuru gözlerini ayırmadan cevap olarak ağız açmadan başını salladı. Jeksen’in büyük karıları korku ile baktılar ona. Yaşlı adam ise içini geçirip başını önüne eğdi ‘Hareket ediniz’, diye işaret verdi.

     At arabası bir tarafa yoksul köylüler ise hayvanları sürerek diğer tarafa gitti. Akşamın alaca karanlığında az önce  kuduran toplantının yerinde bir tek Rayhan duruyodu. Etrafı ıssızdı. Cuttan (açlık) sonraki dönemde gibi.  At arabasının gittiği taraftan ıssımlaşmış konma yerine sine sine yaklaşırcasına toprakta toz yolları kıvrıla büküle gidiyor, uzanıyordu. Rüzgar çıkıyordu.

     Uzaktan şarkılar, gülmeler duyuluyordu – yoksul köylülerin aulunda eğlence gırla gidiyordu. Yalnız Rayhan daha bu sabah güzelliğiyle dikkatleri çeken beyaz yurtaların bulunduğu yerde duruyordu. Siyah alaca köpek gelip sokulmaya başladı, sonra ayaklarının yanında uzandı. Rayhan donup kalmış gibiydi.

     Müsadere büyük bir gayretle katılan yoksullardan biri, Rayhan’a yaklaştığı zaman ortalık karardı artık. Hiç konuşmadan sözüne nasıl başlayacağını bilmeyerek yerinde saydı. Sonunda eliyle aulunu gösterdi. Rayhan aynı sabit bakışla başını salladı. Onları izleyen Esim işaret vererek arkadaşını çağırdı. Rayhan Esimi farkedince onun doğrusuna gitmek istercesine silkindi, ama böyle yapmasını bir şey engelledi – ya dargınlık ya da başka bir şey.

     Rayhan düşüncelerinden kendine gelinceye kadar yarım saat geçti. Etrafına bakındı ve yoksulların yaşadığı aulun kenarında bulunan kerpiç eve ağır ağır yürüdü.

     Evin yanında vekil ile Esimi çevirilerek yoksullar toplandı. Canlı sesler duyuldu:

-         Seni seçeriz, Esim. Aulunun başına geçersin.

-         Hayır!

-         Ne yapmak istiyorsun o zaman? diye hayretle baktı vekil.

-         Kızıl orduna gideceğim. Yalnız yirmi yaşındayım, diye cevap verdi.

     Vekil, çobanın kocaman sağlam kesimi sanki yeni farketmiş gibiydi. Ona saygıyla baktı.

     Birdenbire kalabalık içine Rayhan girdi. Ne vekilin yakın ilgi göstermesine ne toplananların hayret dolu bakışlarına dikkat etmedi.

-         Akbesti..., diye seslendi.

      Der demez herkes sustu. Rayhan, hiç kimseye bakmadan sakin sesle atın nasıl kaybolduğunu anlattı...

     Dün akşam Askar, baştan ayağa örtü ile kaplanan atı getirip Rayhan’dan onu saklamasına yardım etmesini rica ediyordu.

-         Yoksul aileden geliyorsun, iktidar sana dokunmaz!..

     Avluda aygırın başını sararak yaşlı Jeksen keskin sesle ağlıyordu:

-         Gururum, gücüm. Servetim benim...

     Sonra Jeksen’in yurtasında at hırsızı gibi davranan bir yabancı ata binip karanlıkta kayboldu.

     Askar, atın arkasına bakarak:

-         Benim Akbesti’yi almaya çalışan her birini kendi ellerimle boğarım, diye yemin etti.

     Rayhan’ın hikayesini sonuna kadar dinlemeyip Esim’le beraber birkaç yoksul köylü atlarına fırladı.

     Vekil, genç fidan boylu kadına tekrar dönüp:

-         Sen ne istiyorsun? Söyle, korkma, diye sordu.

-         Okumak istiyorum, Lenin’in gösterdiği yoldan gitmek, diye söyledi kız, Lenin’i hakkında Esim anlatıyordu bana. Okumak istiyorum...

-         Tamam, diye takdir edip başlığını gösterdi, şarşı – evli kadının beyaz başörtüsü.

      Rayhan başörtüsüne dokundu, kaşlarını çattı.

-         Koca Allah ile verilir, diye boğuk bir sesle söyledi.

     Esim’le arkadaşları gecenin geç saatlerinde kör boğazda atlarından indiler. Mağaranın yanında zancire vurulan Akbesti’yi buldular...

     Bir saat sonra at hırsızı Askar’a onları Rayhan’ın ele verdiğini rapor ediyordu. O da öfkelenince bıçağı çıkarıp küfrü bastı. Yoksullar ise alev alev yanan ateşler etrafında keyfediyor, şarkı söylüyor, dombralar (Kazakistan’da halk iki telli müzik aleti) çalıyordu.

-         Yok, fırsat beklenmeli.

At hırsızı:

-         Doğru, diye onayladı, kendini tehlikeye atmamalısın... Zamanımız gelecek.

Rayhan şehirde yürüyordu. Başında da aynı beyaz başörtüsü vardı. Yoldan geçenler nedense şarşıyı takan yeniyetmeye altı yaşındaki kıza dönüp bakıyordu. Rayhan bakışaları öfke ile karşılıyordu.

     Büyük olmayan tuğla binada kısa boylu orta yaşlı adam olan kurslar bölümü müdürünü  bulup vekilin verdiği notu gösterdi ona.

-         Okumaya geldim. Auldan.

-         Doğru karar. Seni kurslara kaydedeceğiz.

     Rayhan’ın gözleri sevinçle parladı.

-         Kaç yaşındasın?

-         On alltı.

     Müdür başındaki şarşısını göstererek:

-         Bu da ne? diye sordu, Bay ailesinden vazgeçmiyor musun? Bizde sadece yoksullar okuyor.

     Rayhan kızarıverip başörtüsünü çıkarıp yere attı. Yanında duran bütün kadınlar gülmeye başladı. Rayhan  yüzlerine bakıp herkesle beraber gülmeye başladı. Son günlerde ilk defaydı bu.

     Bundan sonra bütün okulu dolandı. Bir odada duvarda yan yüksek alnı ve dikkatli keskin bakışı olan adamın büyük olmaportresini gördü ve yanından geçen kıza:

-         Bu kim, diye sordu.

-         Bu Lenin.

     Rayhan, yavaş yavaş portreye yaklaştı. Birkaç saniye baktı ona ve birdenbire iki eliyle kaptı onu ve duvardan söktü. Panik koptu, çevresini gelecek sınıf arkadaşları sardı, komsomol bölümünün sekreteri, sendika komitesinin üyesi geldi...

-         Ne oldu?

-         Neden söktün?

-         Bu ne demektir? Cevap versin...

     O ise fotoğrafı gözlerine yaklaştırıp uzaklatırarak  bakıyordu ona. Kızlardan biri ürkek ürkek eline dokundu.

-         Beni rahat bırak!, dedi Rayhan. Sonra da herkese başvurarak:

-         Siz onu her gün görüyorsunuz. Bana gelince Lenin’i bügün ilk defa gördüm, diye seslendi ve kararlı bir el hareketiyle portreyi koynuna koydu. Müdür onu anladı ve toplananların dağılmasını istedi.


2


     Kış sabahı doğuyordu.

     Karla kaplanmış dağ yolunda iki atlı gidiyordu. Kızıl ordunun asker formunu giyinmiş birinde kolayca geniş omuzlu Esim tanınabilir. Diğeri – iki atın sahibi – yakın posta istasyonunun müdürüydü.

     Sovhozun (devlet çiftliği) bürosunda Esim kubankayı (şapka) çıkarıp kaputuna çekidüzen verdikten sonra masanın başında oturan adama uaklaştı.

-         Esim, diye söyledi, size cepheden geldim. El sıkıştılar.

-         Müdür yardımcısı, Födor.

Çalışma odasına biri girdikten sonra Födor saygıyla kalktı:

-         Müdür yoldaş...

-         Devam edin, devam edin, diye söyledi giren.

Födor Esim’e:

-         Burada sizi getiren iş neydi?, diye sordu.

-         Size raykom (ilçe komitesi) tarafından gönderildim, deyip cepten bir paket çıkardı ve Födora uzattı.

-         Koyun çobanlığı yapması biliyor musun?

-         Biraz biliyorum, diye gülümsedi Esim, askerlikten önce Jeksen’in koyunları çobnalığı ettim. Böyle bir bay hakkında duydunuz mu?

Esim ile Födor lafa daldılar. Sovhoz müdürü:

-         Üçüncü çiftliğimizde işler çok kötü gidiyor, diye konuşmalarına karıştı, günde beş-on koyun ölüyor... , masaya yaklaşıp raporalara baktı, Bir ay içinde iki yüz seksen öldü.

-         Bir hastalık olmalı Andreev yoldaş. Tecrübeli çalışanlar da yetmiyor, diye söyledi Födor.

     Andreev, Esim’e:

-         İşte oraya grup başı olarak göndeririz sizi, diye seslendi, sizinle beraber grup başı olarak da bir daha yoldaş gidecek.

Födor:

-         Kim o?, diye sordu, Bana hala gelmedi.

-         Raykom, bir kadını gönderiyor. Hemen yola çıkınız yoldaş. Birazdan ben de gelirim...

     Födor’la Esim bürodan çıktılar. Eşiğin yanında duran  arbada (iki veya dört tekerlekli at arabası) arkası onlara dönük bir kadın oturuyordu. İstepe çıktılar. Födor kadınla konuşmaya başladı. Ses verdiği zaman Esim silkindi. Başını çevirip ona yanından bir bakıp gülmeye başladı. Sonra onu omzundan tutup laubalice kendine doğru döndürdü. Kadın kuşkuyla baktı ona.

-         Rayhan...

İkisi sevinçle birbirinin ellerini sıktılar. Födor, onlara şaşkın şaşkın bakıyordu.

-         İkiniz tanışıyor musunuz?

-         Tabi tanışıyoruz. Aynı auldan geliyoruz.

-         Erkekleşmişsin Esim.

Koşaranın yanında onlar orta boylu yaşlı adam ve geniş omuzlu delikanlı tarafından karşılandı. Saat öğleydi ve koyunlar kapıdan çıkıyordu. Esim’le Rayhan donup kaldılar – koyunlar  çok zayıf, keçeleşen ve tutam olarak sarkan yünü kirliydi. Esim, yaşlı adama:

-         Adınız ne?, diye sordu.

-         Bolat.

     Delikanlı da:

-         Benim adım İsa, diye söyledi soruyu beklemeden, Bolatla çoban olarak çalışıyoruz burada. Sovhoza geleli çok zaman olmadı...

     Koyunlar, eğrilerek dudaklarını sırt ve kuyruklarına ermeye çalışıyor, böğrüleri ve kuyruklarıyla üstünde yün tutumlarını bırakarak koşaranın duvarlarına sürtünüyordu.

     Esim ve Rayhan hiç konuşmadan koyunlara yaklaştı. Rayhan bir koyunu, Esim ise diğer koyunu yakaladılar. Muayene ettiler. Dazlak yerlerinde apse, uyuz var... Esim yanında duran yaşlı adama:

-         Çiftlik müdürü kim?, diye öfkeli öfkeli sordu.

-         Bir adam. Çok genç olan.

-         Nerede o?

-         Nereden bileyim?.. Gitti bir yere, diye kollarını iki yana açtı, Ata binip gitti.

      Koşara girince dayanılmaz pis kokudan öksürmeye başladılar. Esim feneri kaldırıp etrafını aydınlattı. Koşara koyunlarla doluydu, hayvanlar çıkışa ışığa doğru atılarak birbirinin üstüne çıkmaya çalışıyordu.  Rayhan, koşaranın ortasına girdi.

      İki gebe koyun altında ölü al koyun vardı. Födor ve Esim, en dip köşede küçük siyah kuzuyu gördüler. Birkaç zor adım attıktan sonra acındırıcı bir sesle meledi ve yere düştü. Karnı boştu. Annesi onu hiç bir defa emzirmemiş olmalı. Koyunlar çılgınca biribirine, duvarlara, direklere sürtünüyordu... Esim öfke ile parmakla yukarıyı gösterdi.

-         Pencereler neden yok? En azından delikler yapsanız!

-         Emri öyledir, diye kendini mazur göstermeye çalıştı Bolat, Emri yerine getirmezsen döver...

İsa da:

-         Koyunları koşarada bulunduruyor. Üstlere bir şey anlatamzsın, diye ekledi, Emri dinlemezsen döver.

-         Müdürünüz kim?

-         Bir delikanlı. Adı Salim.

Rayhan delikanlıya çabuk başını çevirip:

-         Neydı adı? diye tekrar sordu.

-         Salim.

     Esim, Bolat’la İsa’nın sürüyü dışarıya çıkartmalarını emretti. Fakat koyunlar birbirine basarak çıkışa doğru atıldı. Koşara çabuk boşaldı. İnsanlar ise duruyor ve ölü koyunları sayıyordu. Bir, iki, öç, dört... yedi. Açlıktan ölmüş veya kuzulamak için yere yattığında ezilmiş (çiğnenmiş) koyunlar. Gübrede dört biçimsizleştirilmiş ölü kuzu bulunuyordu. Rayhan, morarmış küçük cesetin yanında çömeldi. Kalkıp gitti, ayağı sürçtü az kaldı düşüyordu göbre şerbetine. Dönüp baktı. Çizmesi ile karıştırdı gübreyi – gübre altından kuzunun başı çıktı...

-         Nedir bu ya, aman tanrım?

     Födor’la Esim yaklaştı ona. Yüzleri öfkeden yavaş yavaş kararıyordu. Şimdi ise tümseklere daha büyük dikkatle bakarak kuzunun ya ayağı ya böğrünü farkettiler. Gövdelerin kalan parçası gübrenin altındaydı.

     İsa demir çubuk getirince Esim onu yettiği gücüye toprağa batırdı. Çubuk sanki bataklığa kolayca girdi. Rayhan dehşetle ellerini çırptı. Esim’den çubuğu kapıp damda şiddetle delikleri yapmaya başladı. Delikten buhar buram buram yükseldi. Bolat memnun memnun başını salladı. Genç kadına takdir edici bakışla baktı.

-         Ne emrederlerse bunu yerine getiriyoruz. Ben yaşlı bir adamım, o hala çocuktur, diye yardımcısını gösterdi, Müdür yeni geldi, ekonomi bilmiyor olmalı...

     Kızmaya başlayan Födor:

-         Çiftik müdürü nerede?, diye sözünü kesti, Neden bu kadar uzun zamn gelmiyor?

-         Gitti. Ata binip gitti. Nereye gideceğini bize anlatmıyor, diye monoton bir sesle tekrar edip duruyordu ihtiyar, Eski müdürümüz ise bize çok sık uğramıyordu.

      Esim, dizginleri ile arık beyaz atı götüren iki adamı farketti. Bir yandan ambarlar arkasından geçiyordu.

-         Bu kim?, diye Bolat’a sordu, Hey, durun! Bekleyin!..

     Herkes yolculara yaklaştı. Esim atı dikktle muayene etti – kuyruk güdük, kaburgaları çıkmış, sağrısında sarı dallar vardı. Dövüldüğü belliydi... Kurada lagar beygir. Erkeklerin birinin şapkası gözlerini kaplıyodu. Şapkasının kulaklıkları çenesi altında sıkıca bağlanmıştı. Diğeri sakalsız yüz ifadesi soğuk somurtluk olan bir adam, göğüs cebinden kağıtları çıkarıp Esim’e uzattı. Belgelerde onlarca karar vardı – ilçe yürütme komitesi başkanının, sovhoz müdürünün. Sonuncu karar çiftlik müdürüne aitti. Sakalsız adam bir ayağından diğer ayağına basarak:

-         Yoksul köylüyüm, diye konuşmaya başladı, iki sene önce atımı yasadıiı olarak sovhoza aldılar. İki senedir elde etmeye uğraşıyordum...  İlçe merkezinde bir adam yardım etti, çok sağ olsun, belgeleri hazırladı...

Rayhan:

-         Ne adam?, diye sordu, el yazısı bana tanıdık geliyor.

Sakalsız cevap vermedi, arkadaşına dönüp baktı. Esim:

-         Senin adamın adı neydi?, diye sorusunu tekrarladı.

-         Askar..., diye istemeyerek yanıtladı.

Rayhan’la Esim bakıştı. Esim:

     Atın neden bu kadar kıymetli senin için? Çok uğraştın onun için. Çok zayıf. Onun yerine başkasını alabilirdin. Ondan daha iyi olanı...

-         Olağan (sıradan) bir at... Bana ait olan tek at...

     Esim dikkatle atın alnı, gözleri, toynaklarını inceledikten sonra hemen Rayhan’a dönüp:

-         Bu Akbesti.

     Sakalsız adam bu olayın ani olmasından dolayı kendini avuçlarıyla çırptı. Esim donup kalan Rayhan’a:

-         Kesinlikle Akbesti’dir bu, diye tekrar etti.

     Rayhan, en sevdiği atına doğru atıldı, boynunu sardı. Rayhan’ın gözleri yaşlıydı. Şefkatle bir şeyler söyleyerek atı tekrar tekrar sarıyordu... Esim,

-         Demek at senin?, diye sakalsız adam dimdik baktı.

     Sakalsız adam geri çekildi. Diğeri somurdanarak daha büyük bir hızla öteye gitti. Esim, yabancıya yaklaşıp keskin bir el hareketiyle şapkayı kaldırdı. Rayhan da müsadereden önce Akbesti’yi saklayan adamı tanıdı. O da Rayhan’ı tanıyınca hemen gözleri ondan kaçırdı. Diğeri Asan çıktı.

-         Çiftlik müdürü! Çiftlik müdürü geliyor!.., diye bağırdı İsa.

     Koşaraya genç bir delikanlı yaklaşıyordu. Rayhan yeni gelene dikkatle baktıktan sonra gözleri hayretle büyüyüp donup kaldı. Salim, onun tanıdığı... Gözleri önüne uzak ilk bahar akşamı geldi, ilk öpüşü, kokulu otlarda kucakları... Rayhan, bakıyordu ve gözlerine inanamıyordu. Evet, oydu ancak kılıksız ve... sanki sarhoşmuş gibiydi. Salim, onu tanıyınca aptalca gülümsedi. Kız kızarıverdi. Fakat çabuk kendine geldi. Dönüp Akbesti’ye, koşaraya, çılgınca duvarlara sürtünen koyunlara baktı. Tekrar delikanlıya bakıp Födor’la Esim’in bakışları altında acınacak kadar büzüldüğünü farketti.

     Rayhan sanki anılarını savıyormuş gibi kızarak elini salladı. Akbesti’yi dizgininden aldı. Asan:

-         Salim ne yapalım? Hani atın artık bize ait olduğunu söylemiştin!, diye söyledi.

     Çiftlik müdürü, asık suratla onlara göz gezdirince onlar çekildi.

     Bu arada Andreev geldi. Födor, Esim ve Rayhan, sözü birbirlerinin ağzından kaparak çiftlikteki durumu anlatıyorlardı. Sonra koyunları gösterdiler. Andreev onları istifini bozmadan dinledi. Sonra:

-         İşte bunun için sovhozu kaldırmak için siz, bolşevikler, buraya gönderildiniz, diye söyledi, Gam çekmeyin. Ben de yeni kişiyim burada. Gerçek zorluklar ilerimizde. İşte okuyun – Eyalet komitesi’nin kararını.

     Andreev göğüs cebinden belgeleri çıkardı.

-         Sovhozumuz damızlık hayvan yetiştirmek için kullanılacak. Daha doğrusu onu eldte etmeye uğraşmalıyız, diye devam ediyordu, Memleketimizin ve bundan daha da ülkemizin koyun yetiştiren bütün ekonomileri cins koyunları ile sağlamalıyız. Sen Födor yeni çiftliğin müdürü olacaksın. Bu sorumlu bir işin olduğunu kendin çok iyi biliyorsun.

     Födor düşünmeye daldı. Sonra o biraz susunca:

-         Tamam, diye kesinlikle cevap verdi, Ancak yardımıma Esim’le Rayhan’ı veriniz. Ellerini yeni arkadaşlarının omuzlarına koydu.

     En yakın günler için acil işlerin planını kurunca dağılmaya başladılar. Rayhan’ın peşine Salim takıldı.

-         Ben ne yapayım? Rayhan ne susuyorsun? Beni unuttun mu?..

    Rayhan durdu. Biraz sustuktan sonra:

-         Tamam, burada kal, diye razı oldu, Envanterini yapacaksın. Bakalım bundan ne çıkar.

    Gitmeden önce Salime dikkatle baktı.

 

3

     Gece yarısında yüksek damı olan tomruktan yapılmış eve iki gölge sokuluverdi. İtinalı vuruş duyuldu. Askar yataktan fırlayıp ceketi giydikten sonra kapıya geldi. İkinci kararlaştırılmış vuruşu için bekledi, mandalı açtı. Asan’la at hırsızı girdiler. Girer girmez de sözü birbirlerinin ağzından kaparak fiyaskoları hakkında anlatmaya başladılar.

     Askar, somurttu. Sonuna kadar dinlemeyip:

-         Akbesti’yi getirdiniz mi?, diye sordu.

Asan ve at hırsızı, suçlu suçlu gözlerini yere indirdi. Askar küfretti. At hırsızı, gözüne girmeye çalışarak:

-         Yine de eli boş dönmedik biz. Hadi gidip bakalım..., diye söyledi.

     Karanlık ambarda huzursuz huzursuz kulaklarını oynatarak doru at duruyordu. Askar, onu muayene ettikten sonra memnun kaldı. At hırsızına başını salladı. Kimse vay! bile demeye yetişemedi. Onun elinde bir bıçak gözüktü. Atı çabukça yere yıkıp  boğazına bıçak çarptı.

     İki saat sonra arkadaşların önünde güzel kokulu et buğu buğu tütüyordu. Askar, vodkayı bardaklara boşalttı. Üçü içince yemeğe dayandılar. Bir zaman içinde odada yalnız gürültülü ağız şapırtıları duyuluyordu. Sonunda ağız dolusu olan Asan:

-         Sovhozda hayvan çok. Uzun zaman için yeter bize, diye konuştu.

     Herkes heyecanlı heyecanlı güldü. Sarhoş olan Askar, lâkırdı ağzından dökülerek sovhozları, ona göre istepte tutmayacak olan yeni düzenleri sövüp saymaya başladı. Asan ve at hırsızı öncüsünü saygıyla dinlediler. Gözleri önünde yırtık pırtık elbiseyi giyinmiş Esim, her zaman suskun ağızsız Jeksen’in üçüncü karısı, bütün atların başında uçarak gşden Akbesti... Çaresiz öfkeden dişleri parlayıp sönüverdi.

     Kapı çalındı. İzni beklemeden bir sürü insan hürya içeri girdi.  Bu Askar’ın mesai arkadaşları ve hemfikirleriydi. Asan’la at hırsızı sezdirmeden sıvıştı evden. Oda gürültü, gülme ile doldu. Misafirler aşırı serbestlikle dvranıyordu. Buraya daha önce çok defa geldikleri belliydi. Askar, misafirlerinin pışırılmiş at etine göz attıklarını fark edince herkesi sofraya davet etti. Daha vodkayı getirdi. Çok geçmeden evde vur patlasın çal oynasın diye başladı  eğlence... Et, vodka, sarhoş bağırtıları... Biri şarkı söylüyor, biri Askar’ı sarıyor, diğeri de ıslak dudakları ile öpmeye çalışıyordu.

 

4

     Rayhan, dikkatle dinliyordu ve çabuk yazıyordu bir şey küçük defterine. Esim kendini tutamayıp ağırlığını belirmeye çalaışarak kocaman koyunu kaldırmaya çalıştı. Çobanların yeni hayvanalara tutumu farklıydı. Örneğin Bolat kaşlarını çatıp susuyordu, İsa’ya gelince istep koyunlarına hiç benzemeyen tuhaf koyunlara saf saf gülüyordu. Zootekni uzmanı

-         Bunların cinsi ise ortember, diye devam ediyordu, Almanya’dan getirildi. İnce yünlü cinsli, ama çok çabuk kilo alıyor. Onları yerli koyunlarla melezleyerek istep koşullarına uygun, dayanıklı, yeni cinsi elde etmeliyiz.

     Bolat ve İsa uzun yolda arıklaşan hayvanaları ilgisiz bakışlarla izliyordu. Başka bir sürü sürdüler koşaraya. Zootekni uzmanı:

-         Yoldaşlar karşınızda prekosun edilbay koyunuyla çaprazlanmasından elde edilen yeni cins – degerez koyunudur!, diye bildirdi, Fakat o bölgenizde değil, diğer bölgede yetiştirildi. Buradakendini nasıl göstereceği belli değil... Ana yurdu dağ sovhozu – ‘Degerez sovhozu’.

     Birdenbire İsa:

-         İşte gerçek koyunlar! Bolat ata bakınız. Kazak edilbay koyunu, diye sevinç çığlığı attı.

Bolat İsa’nın arkasından acele acele yürüyerek:

-         Doğru oğlum, diye konuşmaya başladı, İşte bir tek bu koyun yarar sağlar...

     Söz birliği etmişlercesine koyunların geniş düz sırtalrı östünde ellerini gezdiriyordu. Gülerek uzun temiz yünü gösteriyordu. Esim karşılık olarak yeni cinsler tarafını neşeyle parmakla işaret etti. Zootekni uzmanı ve Andreev, gülümseyerek bu düelloyu izliyordu.

     Kollar, hayvanları koşarlarına sürdü. Rayhan Bolat’a

-         Güzel koyunlar, diye söyledi. İkisi diğer çobanlardan biraz ileride yürüyordu.  Yeter ki işlerimiz iyi gitsin.

     Bolat istihfafla el salladı. Yaşlı adamım morali bozuk olduğu belliydi.

     Koyunlar, koşaranın yanında otlayan sürüyü görünce acele etmeye başladı. Yaşlı adam:

-         Gönülüm onlara varmıyor, diye itiraf  etti ve çobanlara  döndü.

     Acemilerin sürüde nasıl davranacağına bakmak istemedi bile.

-         Ata, sizi anlamıyorum. Siz yenilemelere karşı böyle davranıyorsanız, başkalarından neyi bekleyelim?

Yaşlı adam bıyık altından gülümsedi, önüne tükürdü.

-         Başımıza iş açacak.

-         Alelade uğraşmalar. Olağan koyunlar...

-         Bunlar koyun değil, canım! Anlamıyor musun?

     Çobanalar, görüşünü olumlu bularak konuşmaya başladılar. Rayhan da:

-         Size göre onlar ne?, diye kaşlarını çattı.

-         Bir şey anlıyorsam onlar koyun ile domuzlardan elde edildi, diye söyledi ihtiyar adam.

     Rayhan’ın sesi kırgınlıktan titremeye başladı:

-         Ata kesiniz  şunu!

-         Tamam, tamam... bakalım...

-         Zootekni uzmanı ne dediğini duymadınız mu? Ortember – en iyi alman cinsi.

     Şimdi de yaşlı adam üzülerek Rayhan’a bakıyordu.

-         Canım  Almanlar koyunlardan ne anlar ki?

     Rayhan, dayanamayarak gülmeye başladı. Onun ardından da çobanlar. Bolat:

-         Almanlar bunların koyunlar olduğunu düşünüyorsa yalancıdır, diye devam ediyordu, Tamam kızma ama. Sonra konuşuruz. Onlar eniklemeye... e-e... kuzulamaya başladığı zaman.

     Çobanların yüksek sesle kahkaha ile gülmesi ihtiyarın homurdanmasını boğuklaştırdı.

     Bir ay sonra çiftliğe Andreev geldi. Şimdilik her şey yolundaydı. Koyunlar çabuk kilo alıyor, koşaralar tertemiz tutuluyordu. Koyunlar her gün güzel havada otlağa sürülüyordu.

     Esim’in sürüsüne İsa’yla genç çobanlar bakıyordu. Edilbay cinsi koyunlarının dalabı  başladığı için sürü bir türlü aynı yerde duramıyordu. Koyunlar ya kümeleşiyor ya da dağılıyordu. Koçlar ile takip edilen yerden yere koşuyor, heyecanlı rakipleri ise kısa darbelerle birbirini arkaya atarak alınlarıyla çarpışıyordu.

     İsa şaşkınlıkla koyunların daha çok prekos ve ortember cinsli koçlara sokulduğunu farketti. Koçlar çok dayanıklı çıktı. İsa, yeni arkadşalarına hitap ederek:

-         Bunlara bir bakın, diye söyledi, Meğer zootekni uzmanı gerçek söyledi!

     İsa’nin yaşıtı olan saf  bir delikanlı:

-         Bolat ata ise gerçek koyunlar olduğuna inanmıyordu, diye güldü.

     Esim, sürüyü izleyen müdüre yaklaşıp:

-         At yetiştiriciliği ile de uğraşabilridik, diye söyledi, Karlı bir işin olduğunu kendiniz iyi biliyorsunuz.

-         At yetiştiriciliğiyle mi? Bizde at yetiştiriciliği ne gezer?

-         Akbesti’den. Atlardan en iyi at. Gidip bakalım.

     Rayhan, oraya giderken Andreev’e beyaz  atın hikayesini anlattı.

     Atlar tınazlar arasında bağlı duruyordu. Besili biçimli Akbesti mantarındaki branda beziden yem torbasını sallayarak yulaf çiğniyordu. Yanında üç beyaz kısrak duruyordu. Andreev, atlara hayran hayran bakarak:

-         Onları nerede buldunuz? Özenle bakıldığı belli... Ne endamı!.. Bir bakın!

     Esim gururla:

-         Temin ettik!, diye yanıtladı ve arkalarından gelen çobanlara seslenerek, Yakında birer iyi atlarınız olacak. Sürüleri at üstünde güteceksiniz.

     Çobanların gözleri önüne kuğu gibi beyaz atlar geldi. Her biri kendisini güzel bir atın üstünde at oynattığını görüyordu artık... Rayhan, arkadaşlarını:

-         Akşam yemeği yemek için evime gidelim, diye çağırdı.

 

5

Gece Askar’ın evi yine kalabalıktı. Bu defa hayli içki aleminden sonra misafirler uzun zaman dağılmıyordu. Askar sonuncu olanla vedalaşınca Asan’la at hırsızı girdiler. Üşümüş yüz ve ellerini oğuşturarak ev sahibinin yanına sofraya oturdular. Askar:

-         Bir koyun lazım. Et tükeniyor, diye söyledi. Onlar ise ona katılarak başlarını salladı.

-         Sovhozda cins koyunlar. Uğrayın...Biri ingiliz biri de alman olanı getirin. Büyük olsun! Anlatabildim mi?

     Asan ve at hırsızı istemeyerek kalktı. Şapkaları takıp iliklenerek ağır davranıyordu.

     Ertesi gün İsa, karsız yamaçta koyunları güterken uzaktan sürüye tepeler arkasında saklanmaya çalışarak iki atlı yaklaştı. Gözlerden saklı bir yerde atlardan indikten sonra  gizlice koyunlara yaklaştı. Bir zaman sonra onlardan biri geri dönüp tepeyi dolandı ve açıkça yani gizlenmeyerek İsa’ya yaklaştı. Bu Asan’dı. Tek başına sıkılan İsa karşılaşmaya sevindi. Az sonra canlı canlı konuşuyordu. Bu aralık koyunlar, arkasında at hırsızın saklandığı taşa daha yakın yaklaşarak yayılmaya devam ediyordu. Hırsız, doğru hareketle kementi attı. İlmiği koyunun başına düştü. Hızlı çekiş! At hırsızı çabuk etrafına bakınıp koyunu kendisine doğru çekmeye başladı. İsa, bir şey görmeden hala Asan’la konuşuyordu. Hırsız boğulmuş ağır koyunu omuzlarına yükleyerek atlara doğru tıpış tıpış yürümeye başladı.

     O akşam sürü koşaraya döndüğü zaman Esim her zamanki gibi koyunları yokladı. Bir baş eksikti. İsa’yı çağırdı, yarına bırakmadan bütün ekibi ayağa kaldırdı. Karanlık çökmeden çevreleri yokladılar. Fakat aramalar boşunaydı. Üzülen İsa bütün gece sabaha kadar göz kırpmadı...

     Salim’la Rayhan heyecanlı konuşarak  istepe daldılar. Birdenbire geriden canhıraş bir çığlık geldi. Bolat ellerini kollarını sallayarak Rayhan’ı çağırıyordu. O geri koştu. Koşarada bir inek ölüyordu. Bolat, Rayhan, Esim ve çobanlar etrafında toplandı. Yaşlı adam sanki ekipte her şeyden sorumlu olan kişi kendisi gibiydi:

-         Dün sapsağlamdı, diye söyleyerek Rayhan’a baktı, Ne yapalım şimdi?

     Salim:

-         Kesiniz!, diye kısaca tavsiye etti, En azından et olur. İşçilere dağıtacağız.

Bolat, ineği kesti. Gövdesini yüzüp içiriğini çıkarınca ineğin rahiminde sivri uçlu küçük ağaç kazığı buldu. Rayhan, dehşetle yüzünü çevirdi...

     İki gün geçtikten sonra Bolat’ın bindiği at öldü. Bitişik koşaradan Esim’le İsa geldi. Biraz sonra Födor onlara katıldı. Atını yüzüp içiriğini incelediler. Meğer göden bağırsağında yırtık var. Bolat:

-         Bıçakla kesilmiş!, diye bağırdı.

Födor’la Esim bakıştılar.

-         Olur mu hiç? Postu sağlam ki!

Yaşlı adam:

-         Kim yaptığını bilmem. Kuyruğun uzantısı altında bıçak attılar, diye yorgunlukla doğrularak söyledi, Kendi gözlerimle görmeseydim hiç bir zaman inanmazdım...

     İçi kararmış insanlar susup kaldı. Yalnız Salim yavaş sesle:

-         Kim yaptığını öğrensek!...

Esim ve Födor ağız açmadan atlara binip gittiler.

     Bütün akşam Rayhan, içi içine sığmayarak koşarada dolaşıyordu. Salim defterine bir şey yazarak peşini bırakmıyordu. Rayhan, ihtiyar adamla konuşur konuşmaz Salim yanlarında olup konuşmalarına karışıyordu. Yaşlı adam bundan rahatsız oluyordu. Delikanlıya bir şey söyleyecekti, ama sonra bir şey sezmiş gibi şüpheli bir bakışla baktı ona.

     Karanlık çöktü. Rayhan küçük odasına gitti. Salim, cepten saatini çıkarıp kadrana göz attınca etrafına bakındı. Bundan sonra ambarın köşesini döndü... Biraz bekleyip arkasından da Bolat görünmeden köşeyi döndü. Salim’in peşini bırakmayarak koşaradan on adım uzaklıktaki sel yarığına indi. Çalılardan Salim’i karşılayarak Askar çıktı:

-         Rayhan’ı hile ile kandırmalısın, diye çabuk fıdıldıyordu, Bu en önemli olan şey. Her beş-on gün bir hayvan bıçağa tutulsun diye kontrol et. Et çobanalara kendin dağıt. Anladın mı? Onları kandırıp kendimize çekmeliyiz. Sovhozun işleri iyileşti. Yap bir şey... Cins koyun ve kuzularla ilgilen. Koşarayı yıkmaya çalış...

     Onlara birinin yaklaştığını görünce Askar ata koştu. Salim ise derede saklandı. Bolat, çalılardan zorla kendine yol açarak kaçan adamı görünce Bolat:

-         Dur! Hey, dursana!, diye bağırmaya başladı.

     Küfrederek geriye koşaraya koşmaya başladı. Salim arkasından koştu.

     Avluda yaşlı adam Rayhan’ın eyerlenmiş doru atının yanında bir an için duralayıp evin içine girdi. Salim heyecanlanarak gömleğinin yakasını hızlı çekti. Sonra sivri taşı kavrayıp nişan aldı ve yaradana sığınıp ata ayak bileğinden vurdu. At acıdan diz çöktü. Buna rağmen Bolat tüfekle evden çıktığı zaman doru at ayaktaydı artık. İhtiyar ata atlayıp kamçıladı onu. Doru at birkaç adım atınca tekrar düştü. Binici ise yere yuvarlandı. Çabuk ayağa kalktı ve ata atılıp ayaklarını muayene etti. Ayak bileğinden kan oluk gibi akıyordu. Yaşlı adam of çekerek atın yırtılmış kas kirişlerine el sürdü. Sonra kahırdan kuvvetten düşerek yol tozuna çöktü.

     Bolat, kendine gelince atın ayağını sıkıca sargıladıktan sonra onu avluya götürüp eyerini kaldırdı. Rayhan odasındaydı bir kitap odkuyordu. Onun yanında hiç bir şey olmamış gibi Salim oturuyor, abağın yardımıyla bir şey sayıyordu. Yaşlı adam girip ağır ağır duvara yaslandı. Rayhan, endişelenerek Bolat’a baktı:

-         Neyiniz var ata?, diye sordu.

     O zaman da Salime dimdik bakarak birinin doru atın ayak bişeğini kestiğini bildirdi. Rayhan, kitabını kapatınca:

-         Nasıl? Olamaz! Onu demin eyerledim.

     Bolat, Salim’i eliyle gösterirken:

-         Ona sor, dedi.

Salim ayaklarına fırladı korkuyla küçük pencereye dönüp baktı. Yaşlı adam:

-         Derede kiminle görüştün? Kim o?, diye sertçe sordu.

Salim, başını salladı:

-         Hiç kimseyle görüşmedim...

Rayhan, yavaş yavaş yaklaştı ona. Alçak sesle:

-         Kendin itiraf edersen daha iyi senin için!, diye söyledi. Kadını sarmak için uzandı:

-         Rayhan, bir tanem, ne diyorsun? Birbirimizi sevmiyor muyuz? Bana dün ne söylediğini hatırla...

     Rayhan’ın gözleri sulandı. Duvardan kamçıyı söküp Salimi birkaç defa kamçıladı. O acıdan büzüldü, gözleri öfkeli öfkeli parladı.

-         Küçük dilini mi yuttun? Hadi söyle kiminle görüştün?

-         Askar’la...

     Rayhan’ın çığılığı üzerine çobanlar koşuştu. Salimi onlara bırakarak atla şehre gitti.

     Bekleme odasında oturan Asan, heyecanlı Rayhan’ın ilçe yürütme kurulu başkanının odasın girdiğini görünce bitişik odaya koştu. Askar, aceleyle giyindi. Bazı belgeleri yanlarına alıp Askar’ın evine koştular. Atlarını ahırdan çıkarır çıkarmaz at hırsızı atla geldi. Kışlağına eski pırpıta sarınmış saçı sakalı uzamış bitkin bir ihtiyarın geldiğini düzgünsüzce anlattı. Bu adamın saygın Jeksen olduğunu zor anladı. Bayın koynunda toplu tabanca vardı... Kendini hakkında oğluna bildirmesini emretti... Sarsılmış Askar:

-         Oh, baba, sonunda dönmüşsün!, diye haykırdı, Artık bir şeye pişman olmam! Ölümden önce görüşmek nasip oldu...

     On dakika sonra Askar’ın evine üç asker girdi. Odalarda kimse yoktu. Oda dağınıktı. Evden çıkıp avlusunu gezip kontrol ettiler. Boş ahırın önünde atların taze izlerini gördüler.

     Jeksen, Askar, Asan ve at hırsızı yüksek tepede duruyordu. Jeksen, kolunu kaldırıp etrafını göstererek:

-         Bütün bu topraklar kalubeladan beri atalarıma aitti. Bu topraklarımız bizim Askar, diye söyledi.

     Gözlerinin önünde yeni sovhoz köyü yayılmıştır. Koşaralar, eğik tepelerin yamaçlarında otlayan koyunların sürüleri görünüyordu.  Yaşlı adam:

-         Şurada uzakta dedemin mezarı... Bütün malvarlığım sovhoza geçmişti. Atalarımın biriktiği servet benden zorla alınmıştı. Köle gibi satın aldığım karımla rençperim onu elimden aldı, diye mahzun mahzun devam ediyordu.

     Askar, kaşlarını çattı. Hırsından yumrukalrını sıktı.

-         Keyfilik ve zorbalık intikamını almak için döndüm. .. Vatan toprağında ölmek için döndüm. Tanrımız karşısında intikamdan vazgeçmeyeceğinize yemin ediniz...

     Jeksen önünde avuçları açtı ve yüzünü göğe doğru kaldırdı. Yaşlı adam avuçlarıyla yüzünü üstüne sürmeden önce uzun uzun yeminin sözlerini mırıldıyordu. Asan ve at hırsızı törenli sessizlikte aynısını yaptılar. Yol arkadaşlarının yavaşlığından memnun olmayan ihtiyar:

-         Hadi gidelim... Gidelim!, diye bağırdı.

     Tepenin eteğine inip atlarının dizginlerini aldılar. Toynakların boğuk sesi duyuldu.

     Atlardan inip şehre girdikleri zaman pazarın en civcivli zamanıydı. Jeksen’le Asan başkalarından ayrılarak pazara bir tarafından geldiler. Askar’la at hırsızı ise diğer tarafından. Çabuk kalabalığın içine karışıp yavaş yavaş sıralar boyuna yürümeye başladılar. Birdenbire Jeksen durup avarelerin içinde dolanan bir şey rabıtasızca bağıran dervişi dikkatle izlemeye başladı. Jeksen Asan’ın böğrüne yumruk attı:

-         İşte onu arıyorduk...

     Akşam derviş sokakta yürüdüğü zaman Asan ve at hırsızı onu sıradan bir evin kapısının yanında durdurdular. Asan hemen eyer vurulmuş atları getirdi. Hırsız dervişi itti:

-         Otur! Çabuk!

     Derviş geri çekilip bir şeyler çabuk mırıldamaya başladı. Asan’la çarpıştı. Yabancılara direnmeye cesaret edemedi, ata bindi. Arkasında at hırsızı oturdu. Atlar dörtnala şehrin dışına gittiler. Derviş, yine endişelenmeye, at hırsızın kucağından kurtulmaya çalışmaya, acındırıcı bir sesle bağırmaya başladı. Fakat at hırsızı boynuna acıtan darbe indirdikten sonra sustu.

     Atlılar at hırsızın kışlağının yanında durdular. Onları orada sabırsızlıkla Jeksen bekliyordu. Askar, dervişi yaşlı adamın karşısına getirip:

-         Kimsin sen?, diye sordu.

-         Derviş... Alimallah dervişim... Hırsız değilim...

     Askar onu ayağıyla karnına vurdu.

-         Bırak şu maskaralıklar! Bu ndan sonra azizsin. Anlatabildim mi?

Derviş doğrularak şaşkın şaşkın baktı ona.

-         Dervişim.

Sonraki anda yere serildi. At hırsızın diz kemiğine darbesi tam isabetti. Derviş:

-         Oy, batır!, diye bağırdı, Ben Dulat. Adım Dulat, dervişim...

-         Hayır! Sen Hasreti Sultan’ın ruhusun. Azizsin! Anladın mı?

     Askar’ın bakışı iyi bir şeyin belirtisi değildi. Derviş, yalvaran gözleriyle Jeksen’e baktı. İhtiyar ona itaat etmeyi teklif ederek başını salladı. Birdenbire derviş:

-         Hasreti Sultan’ın ruhuyum, diye tekrarladı ve gülümsedi.

     Sonra çabuk  koşmaya sürünerek yaklaşıp Jeksen’in yanına oturdu. Yabancıların ondun ne yapmasını istediğini anlamış olmalıydı.

     Jeksen’le Askar dervişe nasıl davranacağını uzun uzun anlattılar. Yüksek dağlarda kaybolan küçük aula atlarla çıktılar. Dindar ihtiyar adam ve kadınlar ‘azizi’ ve yoldaşlarını büyük saygıyla karşıladı. Birazdan sonra Askar, Asan ve at hırsızı yine atlara bindi. Bir tek at hırsızı geri döndü. Sovhoz sürüsünden büyük kısrağı getirdi. Artık görevlerini iyi bilen derviş, at hırsızına hayır duasını verince  üç yardımcıyla kısrağı kesti. Et aulun sakinlerine dağıtıldı. Jeksen, saygılı aksakalların birinin evinde misafirlere aullarına yakında gelecek olan yeni düzen hakında anlatıyordu... Burada bir sovhoz kurulacak... Kazaklara domuz çobanlığı yaptıracak. Domuzlar  dini bütün insanların yataklarını, kapkacağını kirleteccek. Derviş yaşlı adamı dinlerken hıçkırdı. Onun ardından Jeksen ağlamaya başladı, ihtiyar adamlar başlarını hüzünlü hüzünlü eğdi. Akşam yemeğinde her zamanki gibi canlı sohbet ve neşe yoktu. ..

     Ertesi gün sabah Askar ve Asan pazarda sovhozdan çalınmış ineği satıyordu...

 

6

     Küçük çalışma odasında Andreev karşısında Födor, Esim ve Rayhan oturuyordu. Andreev sakin bir sesle:

-         Partinin eyaalet komitesinin idaresi size gelecek olan kuzulama döneminin önemliği hakkında hatırlatıyor yoldaşlar. Bizden büyük emek başarılarını beklemekteler. Son zaman kadar Sovhoz işleri çok beterden beter gidiyordu. Hem sabotaj olayları hem de hayvanların kırımı vardı... Tabi ki çok şeyde başarılı olduk, ama gördüğünüz gibi bizden bundan daha çok beklemekteler. Bir şey daha söyleyecektim. Sovhozumun iki temsilcisi Alma-Atı’na toplantıya davet ediliyor. Rayhan:

-          Esimle beraber gidiniz, diye teklif etti.

Födor da:

-         Evet, diye önerisini destekledi.

Andreev cevabı bekleyerek Esim’e baktı. O da düşünüp biraz:

-         Lazımsa gidelim. Çobanlarımla konuşacağım bugün.

     Koyunlar koşaranın çevresinde otluyordu. Bolat yumuşak meyilli tepede durup yavaş sesle şarkı söylüyordu. Sürüye üstünde yırtık pırtık kıyafetiyle tanımadığı bir adam yaklaştı, Bolata:

-         Hey, ne otlatıyorsun? Bir türlü anlayamam ya koyun ya domuzları...

Bolat da gülümseyerek onu izlerken:

-         Gözlerin varsa daha iyi bak, diye söyledi.

     İhtiyar adam gözlerini yapmacık dikkatle koyunlara dikti. Alaylı gülümseme ile çobana döndü:

-         Seçemem... Aa, kuyruklarından domuzlar olduğunu görüyorum. Emeğin çoğalsın.

Bolat sinirlenmeye başlayarak:

-         Dualarının sayesinde değil. Gittiğin yere gitmeye devam et.

İhtiyar adam çobana daha çok yaklaştı. Bu Jeksen’di.

-         Tamam, tamam müslümanın oğlu, diye tatlılıkla konuşmaya çalışarak söyledi Jeksen, Yürekten diliyorum sana – Allah rast getirsin!

Bolat:

-         Senin hayır duaların sayesinde değil, diye homurdandı.

-         ‘Koyunların’ encikleri doğurmazsa burnumu keserim. Kırmızı bir tek kılı bile olmayan kırmızı köpek yavrularını...

-         Yalan!

     Bolat’ın sesinde belli belirsiz şüphe duyuldu. Jeksen de memnun memnun omuzlarını kaldırdı.

-         Kendin göreceksin yakında...

     Koşaradan çıkan atlıyı görünce sustu. Beyaz endamlı at güzel geniş geniş tırıs gidiyordu. Bu Akbesti’ydi. Jeksen on u gözleriyle yiyormuş gibi donup kaldı.

-         Bu kim?

-         Rayhan. Çobanların ekip başı.

-         Eyer altındaki at çok iyi bir koşu atı olmalı!

Bolat da:

-         Akbesti, diye memnuniyetle bildirdi, Vaktiyle Bay Jeksen’e aitti. Onun hakkında duymuşsun herhalde?

     Jeksen, başını kaldırıp atın koşusunu hayran hayran seyrden çobana göz ucuyla bakıp:

-         Onun sahibi Esim’miş diye duydum, diye devam ediyordu.

-         Müdürle Alma-Atı’na gitti. Hayvan yetiştiricilerinin büyük toplantısına. Şimdi iki ekibi Rayhan yönetiyor. Akıllı bir kadın...

-         Öyle mi?

     Jeksen topallaya topallaya yürüyerek ayrıdlı yaşlı çobandan. Yürüyerek de hep Akbetsti’ye dönüp bakıyordu.

 

7

     O gece Rayhan’ın koşarasına bütün çobanlar geldi. Fenerin ışığında inleyen alman cins koyunun etrafında toplandılar. Bolat eğilip birinci kuzuya baktı. Kırmızı ıslak  kuzuyu görünce üzüntülü bir çığılık kopardı, yakasını kaptı. Gözlerin önünde pis pis gülen yabancı yaşlı adam çıktı: ‘Koyunların’ encikleri doğurmazsa burnumu keserim...’

     Bolat kızarak kuzuyu ayağıyla koyuna attı. Çobanlar birbiriyle konuşarak çıkışa doğru gitti.

     O anda soluk soluğa olan  Rayhan’la zootekni uzmanı, koşaraya girdiler.

-         Ne? Kuzuladı mı?

Bolat ona dargın dargın baktı:

-         İnsanları aldatmanıza ne gerek vardı?, diye homurdandı. Rayhan çobanların asık suratlarına bakarak:

-         Ne var ki?, diye sordu.

Kimse bir şey söylemedi. Gözlerini gözlerini ondan ayırmaya çalışıyorduç

-         Ata burada ne olduğunu anlatabilir misiniz?

Yaşlı adam:

-         Evet. ‘Koyunun’ enikledi. Git ona kendin bak!, diye cevap verince ondan ayrıldı.

     Rayhan, amirane bir sesle onu çağırınca o istemeyerek durdu. Zootekni uzmanı cepten bir defterri çıkarıp açtı ve ona fotoğrafları gösterdi.

-         Bu cins kuzu dünyaya kılsız geliyor... İşte o on gön sonra. Köpek yavrusuna benziyor mu? İşte bir ay sonra. Onun Kafkas koyunlarının kuzularıyla arasında ne fark var? Ne susuyorsunuz?..

     Rayhan kızarak çobanları azarlarken kuzuyu kucağına alıp gömleğinin eteğine sardı ve koşaranın içlerine girdi. Daha iki kuzu soğuktan titreyerek yerde bulunuyordu. Zootekni uzmanı, çobanlara bu cins yeni doğmuşlar soğuğa iyi dayanmadığını anlatarak onları yerden alıp çuval bezine sardı. Eve girince kuzuları yere koydular. Bir zaman sonra sıcak odada ısınıp kalkmaya çalışarak kımıldamaya başladı. Onlardan biri kalkıp sallanarak çınlayan bir sesle meledi. Bolat’ın bakışı ısındı. Biraz durup baktı, sonra konuşmadan dönüp evden çıktı. Kucağında başka bir kuzuyla döndü. Çok geçmeden evde yaklaşık yirmi kuzu vardı.

     Rayhan Bolat’a son emirlerini verip atla Esim’in koşarasına gitti. Bu sürüde kuzulama hala başlamadı, ama önce kanaat getirdiği gibi çobanlar kuzulamaya hazırlanmalıydı.

     Gece yarısında İsa’yla beraber koyunlar arasında dolaşırken birdenbire köpekler azgınlıkla havlamaya başladı. Rayhan ve İsa dışarı çıktılar. Akbesti’nin durduğu ambarın yanında birkaç atlının karaltıları bir an için görünüp kaybolmak. İsa bir şey söylemeden aniden onların yolunu kesmek için ileri atıldı. Rayhan ise duvalı (Orta Asya’da evin iç avlusunu sokaktan ayıran kerpiç duvar ) dolanıp ambara doğru koştu.

     İsa koşarken:

-         Ey, siz kimsiniz?, diye bağırdı.

     Atlılar atlarını tuttu. Sonra İsa’yı bekleyip hemen çevirdiler etrafını. Askar onunla kapışacak oldu, ama sonraki anda atların ayakları altına yuvarlandı. Başka ikisini delikanlı farklı taraflara attı. Fakat güçler eşit değildi. Asan’la at hırsızı İsa’yı aynı anda kavrayıp yere düşürdü (yuvarlattı) ve onu acımasızca döverek ayak ve kollarını bağlamaya başladı. Bu aralık Rayhan, Akbesti’yi ambardan çıkarıp atın sırtına bindi ve istepe doğru fırladı. Askar:

-         Kaçtı! Haydi atlara binin!, diye bağırdı.

 

     Bütün sekiz atlı Rayhan’ın takibine çıktı. Hendek, taş, derelergörünüp görünüp kayboluyordu... Akbesti, rüzgar gibi müthiş bir hızla gidiyordu. Onu izleyenler en azından Rayhan’dan geri kalmamaya çalışarak dizginleri şiddetle çekip atlarını kamçılıyordu. Onun tepelerin ardında kaybolmak üzere olduğunu görünce Askar omzundan tüfeği kaptı. Tüfek patladı...

     Alma-Atı toplantısı sona eriyordu. Kürsüye saçı ağarmış Rus profesör  çıktı. O yumuşak baritonla:

-         Kazakistan’da öncü sovhozlardan (devlet çifliği) biri Uzak damızlık sovhozudur, diye konuşmaya başladı, Bu sovhozda prekos, ortember ve degerez cinsli koyunlar yetiştirilir. Sovhozhun hayvan yetiştiricileri, bu cinslerinin yurdumuzun istep koşullarında da beslenebileceğini ispatadı. Bugün damızlık sovhozunun temsilcileri aramızda.

     Salonda bulunanların alkışları  arasında Andreev Esim’den kalkmasını rica etti. Esim mahcup mahcup gülümseyerek kalktıktan hemen sonra yerine oturdu.

-         Sovhozdaki hayvanların kırcını asgariye indirilmiştir. Şimdi kuzulama dönemi. Bu sovhozun çalışanlarının bunda da çok başarılı olacağından eminiz.

     Salonda tekrar alkışlar duyuldu. Birçok insanların bakışları altında oturan Esim’in yüzü kıpkırmızı kesildi. Andreev ise gülümseyerek onu izliyordu. Toplantıdan sonra eyalet komitesi sekreteri Andreev’le Esim’i kabul etti. Onlar çalışma odasına girince masanın başından kalktı ve güleryüzle ellerini sıktı. Bundan sonra iş ve gelecek için planları hakkında detaylı olarak sormaya başladı.

-         Kuzulama sadece çobanlar için bir sınav değil. Size çok büyük sorumluluk düşüyor. Çobanların toplumsal hayvanlara karşı özenli davranma duygusu geliştirilmeli. Her yüz koyundan yüz beş kuzu elde etmeyi taahüt ettiniz değil mi?

-         Evet.

-         Tamam. Şunu yapacaksınız. Yüz koyundan kuzuların sayısı yüz beşten fazla olursa plan dışı kuzuları çobanlara verin. En iyilerine ama! Öncü işçilerine. Kendi hayvanalrı olsun. Hayvan yetiştiricilerinin maddi refahı bizim için çok önemli.

     Esim, dışarı çıkarken:

-         İşte asıl yönetmen!, diye söyledi.

Andreev da:

-         Meğer çok şeyi akıl etmemişiz, dedi, Acele edelim Esim.

     Askar tekrar ateş etti, ama yine tutturamadı. Rayhan, ileride koşara görününce Akbesti’yi yavaşlatmaya  çalıştı. Fakat uzak baygasına (koşmasına) alışan at emrine uymadı. Koşara etrafında daha iki tur yaptı. İzleycileri yaklaşıyordu. Rayhan, atını koşaraya doğru yöneltti. Akbesti, yüksek duvalı atlayıp aşıverdikten sonra geniş avluda tur atıp duruyordu.  Rayhan çabuk eyerden inip atı ambara götürdü, kapıyı kapattı ve evine tüfeğini almak için koştu.

     Atlılar koşaranın yanındaydı. Rayhan, yerden yere geçerek hemen hemen nişan almadan birkaç defa silahı ateşledi. Karşılıklı atışlar yardımına çıkacak olan çobanları evlerine döndürdü. Atlılardan birinde Rayhan dehşetle Askar’ı tanıdı. Bu acımasızdı... Kalan fişekleri saydı – topu toplamı üç tane kaldı. Hummalı hummalı sonta ne yapacağını düşünerek güçsüzlükle duvala yaslandı. Birdenbire biri onu arkasından omuzlarından tuttu. Yüksek sesle haykırdı ve dönüp arkaya baktı. Bu esim’di. İşte o zaman Rayhan korkuyu hissetti. Esim’e kollarının arasına atıldı. Esim, ondan tüfek ve fişekleri alıp evine doğru koşmasını emretti. Akbesti’nin bulunduğu ambar korumasız kaldı ve Rayhan, ata koşacak oldu ama Esim onu kavrayıp evinin içerisine itti ve kapılarını barikatla kapadı. Üzerinde hemen kurşunlar takırdattı. Penceredeki camlar paramparça oldu. Bir kurşun Lenin’in portresinin bir ucunu delip geçti, lambayı söndürdü. Avluda Askar’ın seslenişleri, birinin küfürleri duyuldu. Sonra gürültü kesildi. Esim pencereye yaklaşınca Akbesti’yi ambardan getirdiklerini gördü.  Esim iki isabetli atışla iki adamı yatırdı. Rayhan’ın ateşlediği kurşundan Asan düştü... Ötekiler aceleyle köşeyi döndüler.

     Esim’le Rayhan ambara koştu. Boştu. Üzgün Rayhan yere çöktü ve göz yaşlarına boğuldu. Çobanlar yaklaştı. Onlardan üçünü Esim, milise çetenin saldırması hakkında anlatmak için şehre gönderdi. Rayhan hala yerde oturuyordu.

-         Esim gördün mü? Onların Akbesti için hayatlarını koymaya hazırdılar.

-         Yok, Rayhan. Bu onların atı değil. Jeksen’e ait değil. Onu çaldılar, diye cevap verdi Esim.

     Sonra da Rayhan’a Akbesti’nin hikayesini anlattı... Bu olay beş sene önce Esim Jeksen’in koyunları çobanlığı yaptığı zaman oldu. O gün Esim kurganın tepesinde yamaçlarda yayılan koyunlara bakıyordu. Bir yandan kocaman otlayan at sürüsü geçiyordu. Diğer tarafta ise Jeksen’in atları otluyordu. Bay kendisi ve Askar yakında bulunuyordu. Avı seven Askar’ın yanında her zamanki gibi zağar köpekleri vardı. Sürüden ayrılan türkmen cinsi beyaz at ile başında küçük sürüsü onların yanına yaklaştı. Bu sürüdeki taylar kazak cinsi değildi. Askar, uzun ayaklı babasının burnundan düşmüş beyaz tayı beğendi. Askar, Esim’i tayı yakalamasını yalvararak sürünün peşine takıldı. Bunu da Jeksen istedi. Esim istemeyince bay onu işten çıkaracağını tehdit etti. Baydan kaçınılmaz. Esim tayı yakaldı. Asan auldan başka beyaz tayı getirdi. Onu dereye götürüp orada çalılıkta başına darbe indirerek atı yere yıktılar. Bıçaklarla boğazını kestiler. Sahipleri yapılan değiştirme hakkında öğrenememeleri için tayın sağrısından büyük bir lokma et kesip köpeklere yedirdi. Av köpekleri kanlı gövdeyi didiklemeye başladı. At çobanları beyaz tayın kalan parçaları bulmuş, onu kurtların paraladığını düşünmüş olmalı. Çalınan tay ise Akbesti’ydi... Meğer at sürüsü ‘Degerez’ sovhozuna aitti...

     Esim anlatmasını bitirince Rayhan:

-         Olur mu?, diye bağırdı, Demek Akbesti bize, yani sovhoza mı ait?!

-         Bizim. Jeksen’in bütün hayvanları bizim. Onları bizim gibi işçileri, sovhozları soyarak topladı.

Esim, sigaranın dumanını içine çekip tüfeğini omzuna kaldırdı.

-         İki defa Akbesti’yi kaybettik. Onu geri almadan rahatlayamam.

Rayhan, ayağa kalkıp geniş omzuna eliyle dokundu:

-         Hatırlıyor musun, biz küçük hırpani çocukken aul ardında dağımıza çıkmayı hayal ediyorduk, diye heyecanlı heyecanlı söyledi, Dağımız çok yüksek olduğuna rağmen biz tepesine çıkacağız. Düşmanımız ne kadar engellerse engellesin.

     Rayhan Esim’e daha yaklaştı ve o uzak sabah Jeksen’in koşarasında onu uyandırdığı zaman ona baktığı gibi şefkatle (sevecenlikle) baktı gözlerine. Sonra yavaş bir sesle:

-         Seni bekleyeceğim, diye ekledi.

Esim çekinerek tekrar gülümsedi, ama el sıkması keskin ve sertti.

     Esim kırmızı tuğla binasının yanında attan indi. Geniş şehir çalışma odasında hafif toplu asker kıyafetli adamla uzun uzun konuşta.

     Aynı gün şehre bir serseri geldi. İri yarı bir delikanlı yırtık pırtık kıyafetle aşırı serbest adımlarıyla yürüyerek çayhaneleri, kasapları geziyordu, gürültülü birahanelerde duruyordu. Küstahça davranan, tanıdıklar seçmez bir adam. Edepsiz külhanbey, hırsız, spekülatör ve kumarbazlarla çabuk uyuştu. Mızmız biri, onun herkesçe tanınan Maylıkara  diye hırsızın ynında bulunmaya çalıştığını fark edebilirdi.

     Bir gün Maylıkara’nın peşine takıldı ve onunla beraber uzun uzun pazarda dolaşıyordu. Küçük dükkanların birinin yanında Maylıkar’ın kasaba alçak sesle:

-         Akşama haber bekle, diye söylediğini duydu.

-         Burada mı?, diye sordu kasap.

-         Evet.

     Alaca karanlıkta delikanlı dükkanın arkasında kaygısızca kestirdi.

     Ortalık sessizdi. Delikanlı horul horul uyuyordu. Arasıra göz kapaklarını aralayıp ilgisizce sokağa bakıyordu. Gece yarısında dükkana üç kişi yaklaştı – kasap, Maylıkara ve kısrağı dizgininden getiren bir yabancı adam. Yabancı adam hırsızla fısıldaştıktan sonra dizginleri kasaba verdi. O da atı çabuk götürdü.

     Delikanlı kalktı ve görünmeden Maylıkara’yla yoldaşını takip etti. Karanlık ara sokağa dönüp kalabalık çayhaneye girdiler. Karanlık köşede kasketini gözlerine kadar çekmiş Askar oturuyordu. Delikanlı yanından geçerken ona bakakaldı ve istemeyerek adımlarını yavaşlattı. O başını kaldırınca haykırdı ve ayaklarına fırladı.

-         Esim?..

     Delikanlı geri kapıya doğru sıçrayabildi, ama Askar onu ceketinin eteğinden kaptı. O zaman da Esim Askar’ı sıkıca kavrayıp:

-         Tutun onu! Bu bir hırsız!, diye bağırdı.

Askar karşılık olarak:

-         Onu tutun!, diye çığlık attı, Hapishaneden kaçmış!.. Onu gözetledim.

     Çayhane halkı, telaşa düşüp onları çevirdi. Adamlar birbirine ağır darbeleri indirerek dövüşüyordu. İkisi kocaman sağlıklı delikanlı çayhanede büyük meydan kavgası yaptılar. Esim, Askar’a çelme takıp başına sert bir vuruşla onu yere yıktı. Askar çok çabuk ayağa kalktı. Darbedeb kendine gelince:

-         Hırsız nerede? Tutun onu, tutun!, diye bağırmaya başladı.

     Birkaç adam Askar’ı n etrafını sardı ve onu aceleyle çayhaneden çıkardı. Aralarında at hırsızı vardı. Esim, sarhoş kavga ile heyecanlandırılmış insanlar arasında kaldı. Ellerinden kurtulmaya çalıştı, bağırdı, ama boşuna. Havasız çayhanede inanılmaz gürültü koptu. Milisler sonunda gelince çayhane gediklileri onlara ‘kaçak tutuklu’yu verdi.

     Ertesi sabah yine Esim aynı çalışma odasında asker adam karşısında oturuyordu. Yüzü çürük, sıyrık içinde, kıyafeti yırtık. Asker iki eri çağırdı. Onları Esim’le tanıştırdı. Erler onu dikkatle dinledi.

     Bir saat sonra üç atlı şehirden çıkıp dağlara daldı. Kayalar arasında kaybolan küçük aulun yakınlarında bırakılan kışlağın yanında durup içinde atlarını bırakınca yavaş yavaş aula yürümeye başladılar. Taşları dikkatle gözden geçirip küçük çekiçlerle kaya parçalarını kırarak örnekleri sırt çantalarına koyuyordu. Auldan onları karşılayarak bir ak sakallı ihtiyar çıktı ve burada ne yaptıklarını ve neden geldiklerini sordu. Kazak delikanlı ona:

-         Rus yoldaşlarım jeologlar. Onlara refakat ediyorum, ama yerlilerden bir rehber lazım bize.

-         Burada ne arıyorlar?

-         Taşlar, madenler. Burada fabrika kurulacak.

     Yaşlı adam onları kayaya götürdü, kırmızı taşları işaret etti. Jeologlar taşlara çekiçlerle vurmaya başladı. Daha iki yerli sakin geldi. Koyu renk külte parçalarını gösterdiler. Jeologlar ilgi ile inceledi taşları. Üçüne çok iyi ödediler.

     Askar, Jeksen, at hırsızı ve derviş Çin’e giden yola doğruluyordu. Atları sağlam ve dayanıklıydı. At hırsızı Akbesti’yi dizginle götürüyordu.

     Dağda eski nöbetçi kalesinin harabelerinde kaçaklar dinlenmeye karar verdi. Bu arazileri iyi bilen Jeksen, dik kayanın bir yanından geçen keçiyolunu gösterdi.

-         Oradan bir yol başlıyor. Kaya arkasında daha geniş oluyor.

     Akbesti, başını otlara eğmiyor, hep dönüp arkasına bakıyordu. Tedbirli Jeksen onun zincirlere prangaya vurulmasını istedi. Fakat at hırsızı:

-         Bir koşu atı zincirlere dayanmaz. Otlayamaz olur, zayıflar. Önümüzdeki yolculuk ise çok zor.

-         O zaman ondan gözlerini alma. O lanet olası at kısraklarına bağlanmış olmalı. Çok huzursuzca davranıyor.

-         Bir yere kaçmaz. Benden hiç bir at kaçamadı, dedi at hırsızı.

     Akbesti’yi çembur (kıl dizginleri) yardımıyla köstekledi. Biraz durdu atın yanında ve rahatlayarak uyumaya gitti. Yoldaşları duvarın harabesinin yanında koşmayı serdi artık. At hırsızı hemen horlamaya başladı. Kalanlar uzun uzun yandan yana dönüyordu. Sonuncu olarak Jeksen gözlerini kapadı.

     Akbesti, hantal sıçrayışlarla aşağıya inmeye başladı. Dik yamaçta ayağı sürçtünce az kaldı düşüyordu. Gerilimden çembur koptu ve art ayağı serbest bırakıldı. At zafer edası ile kişneyip daha çabuk koşmaya başladı.

     Atın sesinden Jeksen uyandı. Harabelerden çıkınca ta uzakta aşağıda sıçrayan atı gördü. Jeksen’in acı çığlık herkesi ayağa kaldırdı. Haydutlar atlara koştu.

     Takip edildiğini anlayınca Akbesti, kalan gücüyle hoplamaya başladı. Taş yığınını söküp hendeği atlayıp geçiverdi, gür çalılıktan zorla kendine yol açtı. İzleyicileri yaklaşıyordu. Bir daha sıçrayış ve bir daha... Ön ayaktaki çembur da koptu. Akbesti kuş gibi uçarak gitti. Askar, taşkın öfke ile (azgınlıkla) keskin el hareketiyle omzundan tüfeği aldı.

-         Onu öldürülürse daha iyi! Düşmanıma bırakmam onu!

     Kurşun atın yanından geçti. Askar attan inince tüfeğin namlusu bir taşa koyup isabet etti. Tetiğe bastı. Akbesti çifte attı, kişnedi, ama yavaşlamadı. Tekrar tüfek patladı. Dağların üzerinde güm diye yankı yayılıverdi. Fakat Akbesti, dağın kıranından geçebildi bu zamana kadar. İleride aul göründü. Burada herkes Akbesti’yi bildiği için hemen onu yakalamaya çalışan insanlar gönderildi. O zaman beklenildiği gibi at dağlara döndü ve kolayca kovalamadan kurtuldu. Birdenbire karşısında iki kurt çıktı ve at yine aulun tarafına doğru fırladı.  Artık durmadan müthiş bir hızla kışlaktan geçip aşağıya doğruldu.

     Birkaç dakika sonra aula Askar’la at hırsızı daldı.

     Kışlağın yanında yüksek sesle Esim’in kısrağı kişnedi. Esim, gürültüye kulak verince arkadaşlarına eliyle işaret verdikten sonra onlar aceleyle birbiri ardından kışlağa doğru yürüdü. Yine kısrak kişnedi. Ona karşılık olarak başka at ses verdi. Esim hemen Akbesti’nin sesini tanıdı. Kısrağın sabırsızlıkla baktığı tarafa o da baktı. Taş yığınından önce Akbesti’nin sivri kulakları sonra ‘perçemi’ göründü. Aygır kulaklarını dikip insanlara uyanıklıkla bakarak ve tur atarak kısrağa yaklaşıyordu. Esim yavaş yavaş konuşarak onunla onun karşısına gitti. At onu ihtiyatla kokladı ve ekmeği bulmaya çalışarak gömleğin eteğine dokundu. Esim, kollarını atın boynuna doladı ve üstüne gem dizgin takımı attı. Gözlerin önünde uzak sıcak bir gün çıktı... Rayhan, Akbesti’yi ılık yeni sağmış sütle içiriyor, Aşım ise ona at yarışı hakkında anlatıyordu...Sonra Askar kamçayla Esim’i saldırdı ve Jeksen Rayhan’ı sopa ile vurdu...

     Esim, yanına gelen iki aul delikanlısına:

-         Sahibi gelmeden aygır bizde kalır.

Askar, dönmelerini zor etti. Geldikleri zaman önce birine sonra diğerine:

-         Jeologlar olduklarından emin misiniz?, diye soruyordu.

-         Jeologlar, diye yanıtladılar, Farklı taşları topluyorlar. Ak sakallara sorun. Onlar, burada bir fabrika kurulacağını öğrendiler.

İhtiyarlardan biri:

-         Doğru, diye söyledi,Taşların örnekleri için bize çok iyi para verdiler.

Konuşmadan onları dinleyen at hırsızı Askar’a:

-         Buradan gitmeliyiz. Bir hile var..., diye fısıldadı. Askar, onu durdurdu:

-         Bekle biraz. Akbestisiz bir yere gitmem.

     Askar ve at hırsızı jeologların durduğu kışlağa yaklaştı. Ruslardan biri patikanın yanında duruyordu. Askar, onunla konuşmaya başladı. Akbesti’nin sahibiyim diye söyledi. Jeolog da:

-         At bizde, diye seslendi.Ambarda. Seninse tabi alırsın. Şefimize git söyle.

     Askar, attan indi at hırsızına dizginleri verip eve girdi. Hırsız da attan indi. Sonraki anda at hırsızı önünde tabancayı görüp kollarını kaldırdı.

     Esim ve diğer Rus delikanlı çıktı. Yerde bağlanmış Askar’ın bulunduğu eve at hırsızı da ittiler. Bir arkadaşını koruma için dışarıda bırakıp aula gittiler.

     İlk önce onları derviş gördü. Yerinden fırladı hemen çadıra sokuluverdi. Jeksen ve başka ihtiyar adamlar karşısında sıçramaya başladı:

-         Süinşi!, diye başından yırtık takkeyi çıkardı, Askar Akbesti’yi getiriyor. Bir daha haber var...

O anda yurtaya Esim’le ‘Jeolog’ girdi.

Güneşli bir gündü.

     Esim’in koşarasında Andreev, eyalet komitesi temsilcisini çobanlarla tanıştırıyordu. Canlı neşeli insanlar arasında Rayhan üzgün görünüyordu.  Suskundu.

     Sürüsünü de İsa süre süre getirdi. Koyunları besiliydi. Födor, çevredekilere:

-         İsa, yüz koyun dişi için yüz on beş kuzu elde etti, diye haber verdi, EN iyi çobanlarımızdan biri. Okumaya göndermeyi düşünüyoruz...

     Misafir genç omuzlu delikanlının güleryüzle elini sıktı.

     Sürüsüyle Bolat geldi. Födor:

-         Hiç bir kuzu kaybetmeyen tek çoban, diye onu misafire tanıttı, Yüz koyun dişi için yüz on üç kuzu elde etti.

     Kulaklarına toynak patırtısı geldi. Koşaraya Akbesti’yi dizgininden getiren Esim yaklaşıyordu.  Gürültü koptu. İnsanlar Esim’i karşılayarak ona doğru koştu. Esim, attan atlayıp herkese selam verince uzun zaman sabırsızlıkla beklenen kuzulara bakış attı ve gülümsedi. Rayhan yanındaydı.

-         Esim...

O gülümsemeye devam ederek ona döndü.

-         Rayhan, sevgilim... Geçidimize çıkıyoruz, diye heyecanlanarak söyledi. Kucaklaştılar. Rayhan’ın dudaklarıyla rüzgardan kavlamış yanağına dokundu.

     İki atlı Jeksen, Askar ve at hırsızını götürüyordu. Akbesti, kar gibi beyaz taylarla beyaz saygırları görünce kişnemeye başladı. Bolat attan dizgin takımını kaldırınca küçük süresine doğruladı.

     İsa, sürüsünü tepeye sürüyordu. Kırana çıkıp koşaraya dönüp baktı. İnce yünlü koyunu okşadı ve bir insanmış gibi onunla konuşmaya başladı.

-         İşte orada, diye parmağıyla aşağıdaki bir yeri gösterdi, kumlar, çökek kaldı... Şimdi ise yukarıya çıkıyoruz. Rayhan söylediği gibi tepelerimize. Bu kelimeyi beğendi... Sana nasıl geliyor? İsteplerimiz İngiltere’nden daha geniş değil mi?..

     İstep üzerinde değişmez dinmek bilmeyen ilk bahar gürültüsü vardı.

 

1935

Көп оқылғандар