İntikam
1
Şimdi Aközek yöresi herkesçe konuşulur oldu. Bütün Karaadır ilçesinde Aközekçiler en bol mahsul kaldıracak ve Aközekçiler herkesi geçti diye gürültü kopardı.
Üç seneye kadar, önce Aközek yöresine otuz yoksul köylü aileleri yerleşti. Onlar buraya farklı köylerden gelip toprağı ekmeye başladılar. İşte ödüllenme zamanı – şimdiki ekinler çok iyi mahsulün belirtisiydi.
Serin akşamleyin ağır bir yaz iş gününden sonra yerli halk oturup kımız içerek haberlerden bahsetmeyi severdi. Son zamanlarda en çok topraktan bahsederdi. Anlaşıldığı gibi sadece hayvanlar değil toprak da servet yapabilir. İşte Aközekçiler de adam sırasına geçebilir. Her yerde Aközek! diye konuşulur. Aközek’teki her şeyden refah esiyor. Eşi görülmemiş mahsul bekleniyor. Buğday o kadar büyümüştü ki! Her başak mızrak gibi. Çavdar da orada bir atın başı ile saklanacağı kadar yüksek. Tanrı bu yıl Aközekçilere bolluk verdi! Buğdaydan bahsettikten sonra konuşma bu buğdayı eken insanlara geçiyor. Onlar da kim? Kış için nerede duruyorlar? Onların koyun, deve, inek gibi hayvanları çok mu? Köyde kadınlar çok mu? Genç kızlarla durumu nasıl? Birinin karısı kaçmış. Onu kim götürmüş, bizimkilerden mi yoksa yabancılardan mı? Biri bir adamla kavga etmiş, diğeri dövüşmüş. Her şey çok ilginç, her şeyi öğrenmek lazım. Böyle konuşularak bu haberler köylere dağılıveriyor. Onları boş gezen ihtiyarlar yayıyor. Çoktan beri bir gelenek vardı, misafirliğe gitmek, ağız tadıyla et yemek, kımız içmek. İhtiyarlar işe sarılırsa memur anketinden daha detaylı içiği biçiğine varacaklar.
Aközek efsane gibi oldu. Şanı uzaktaki köylere yayıldı. Yine de orada belli olmayan söylentilerle besleniyordu.
Yakın köyler ise kim ne kadar ürün kaldıracağını kimin mahsulü en iyi olacağını kesin olarak biliyordu. Herkes aynısını kabul ediyordu: ‘Bu sene bütün ilçede en bol ürünü Jaksılık kaldıracak’.
Jaksılık yoksul aileden geliyor, emekçidir. Hayvanları çok değil, yirmi kadar büyük baş hayvan ve otuz-kırk kadar koyunları var. Büyük aileyle geçinmek kolay değil. Yazın ve kışın yorulup dinlenmeden çalışıyor. Sayısı çok olmayan hayvanları toprağı sürmeye başlamasıyla aynı zamanda daha yeni aldı. Önce biraz buğday ekti. Kaldırdığı mahsul ailesinin kışın aç kalmaması ve yeni yılda yine buğday ekmek için yetti. Bundan sonra her sene daha çok ürün alıyordu.
Yeni işini övüyor. Bunca zaman boşuna ter döktüm. Servet ayakaların altında topraktaydı. Yeter ki elinden geleni esirgememe, toprak bol miktarda karşılık verecek. Bu zamandan sonra ekinciyim. Sadece toprağa güveniyorum.’ der.
İnsanlar tarlalarını övüyordu, onu kıskanıyordu. Jaksılık: ’Ne ektiysem onu biçiyorum’, diye cevap veriyordu. Toprağı derin sür, iyi tırmakla, ekmeksiz kalmayacaksın’.
Buğday düz duvar gibi duruyor, başak olgunlaşıyor. Jaksılık yağmur için dua ediyor, toprağı bir daha ıslatsın diye. Tarlalara yağmur yağdı. Evde duramıyor Jaksılık, gün geçmez ki tarlaları dolaşmasın. İşte geç buğday hala beyaz yukarıya doğrulur. Erkenci buğday ise sarımsı olup hemen hemen olgunlaştı. Sahip serçeler gagalamasın, fareler ulaşmasın, diğer zarar verici yaratık olmasın diye başakları özenle muayene ediyor. Her şey iyidir. Ekmek boylanıp olgunlaşıyor. Jaksılık gece gündüz dua ediyor. Biraz kaldı, bela tarlalarımızdan geç!
Buğday biçme zamanı geldi. Artık Jaksılık ne kuşlardan ne kemiricilerden korkuyordu. Başka kaygıları vardı. Kötü adam bela getirmese.
Yakın zamana kadar Jaksılık Bay’a[1] bağımlıydı. İstediği gibi davranamadı. Kendi hayvanları değil, Bay’a ait olan hayvanların çobanlığını yaptı. Bay Abiş zengin, amiraneydi. Onun iradesi kader emri gibi. Komşu köyleri Abiş’in emri dışına çıkmaz. Bay her şeyi çeviriyordu. Diğer konma yerine mi gitmek, kışlamaya mı durmak diye her şey onun isteğine göre karar verilir. Kuru ot biçilmesi gereken yeri ve zamanı da o belirler. Şehre mi gitmek istiyorsunuz yine Abiş’e selame gitmelisini, izin verir mi diye.. Bazen zengin köy yoksula ot biçimi için verilen araziye baskın yapardı. Bay onlara arka çıkmadı. Böyle fakir fukara otlar biçilen çayırsız kalırdı. Bir zavallı biraz para kazanmak için bir yere gitmek isterse, bay onu tutmak için her zaman sebep bulur. Jaksılık özellikle ondan sıkıntı çekiyordu. Çünkü köyün soyundan değildi. O yabancı yerlerden gelen bir konsıydı[2]. Ne toprağı ne hayvanları vardı. Bu yüzden bay, Jaksılık’ı istediği gibi koşturuyordu. İsterse kendisiyle kış için konma yerine alır, istemezse kış konması için zor olan yere gönderir.
Jaksılık olgun yaşlarına kadar çok katlanıyordu. O zamanlarda Karaadır’da ekinciliği düşünmemişlerdi bile. Ne Abiş ne akrabaları Aközek toprağının nasıl zenginliği sakladığını bilmişti. Kışlama için bu arazi uygun sayılmıyordu. Kışın kürtünlü oluyor. Su da çok az. Mevcut olan su tuzludur. Böyle uygunsuz konma yeri Abiş’e gerekmez. Son baharda bu hüzünlü yere gelse de hemen başka yere göçmeye çalışıyor. Jaksılığın hayali vardı. Bir yerde yerleşip yurtlanmak istiyordu. Bunu Abiş duyunca cömertleşti, Jaksılık’a Aközek’te yerleşmeyi teklif etti. Kendisine bu kadar rahatsız yer lazım değildi. Jaksılık’a: ‘Orada kal, tarımla uğraş’, diye söyledi. Abiş Aközek yöresinin tek sahibi değildi. Orada birkaç yoksul aile yerleşmişti. Jaksılık’tan önce zengin bayların onayını aldılar. Jaksılık onların komşusu oldu. Abiş’in ona bıraktığı toprakta ev ve avlu kurdu.
Beş sene geçti ve Jaksılık başkalarına eşit olan toprak sahibi oldu. Yoksul komşularına yardım etmeye başladı. Aközek’in bütün halkı ile dost olarak yaşıyordu.
Abiş toprağı bıraktı da çok geçmeden pişman oldu. Jaksılık bu kadar çabuk efendisinden kurtulabileceğini beklememişti. Bay akrabalarıyla beraber ekinciyi rahatsız etmeye başladı. Ona ya at ya koşum gerekiyor diye.
Oysa ki başka zamanlar geldi. Yeni Sovyet iktidarı yoksulların savuncusu olup onların hakları ve çıkarlarını koruyormuş. Jaksılık da: ’Ne zamana kadar bayına katlanacak? Yeter, çok buyurdu, bir daha izin vermeyiz!’ diye düşünmeye başladı.
Abiş eski işçisini sürekli olarak gözlüyordu. Jaksılık kaşla oynatınca bay bunu hemen biliyor. Bay tarımcının aklında ne düşüncelerin gezdiğini, neden kendisine kötü gözle baktığını sorup soruşturarak öğrendi.
Bu aralık Karaadır ilçesinde seçimler zamanı geldi. Köyler iki partiye bölündü. Aközek’in bütün emekçileri ile Jaksılık Abiş’e karşı çıkan muhalif partisindeydi. Bu olay tam kış konma yerinden çıkılmadan önce meydana geldi. Yazın yaylada seçimler yapıldı. Abiş’in partisinde zafer kutlanıyordu, bay seçimi kazandı.
2
Yaz geçti. Jaksılık bir defa olsun Abiş’le karşılaşmadı. Şimdi öğrendi ki Abiş’in köyü başka zengin bayların köyleriyle beraber sonbahar için otlaklara göçtü.
Jaksılık’ın düşünceleri ağır, zengin köylerin huyunu bilir, kuvvet kullanabilir. Hırsından tarlalarına zarar vermesinler diye korkuyor.
Köyler, Aközek civarlarında her yıl durmuyordu. Abiş, Jaksılık’tan memnun olmadığı zaman buraya köyü ile beraberinde geliyordu. Bu defa o, erkek kardeşi Kurman ve daha iki yoksul köyleri eşliğinde geldi. Her zaman yaptığı gibi Aközek yanında Dönkiyak tepelerinde çadırları kurdular. Bayın hayvanlarını ekinlere hiçbir zaman göndermedi. Böyle olay yoktu. Jaksılık titriyor. Bayın yaptığı ’Komşu borcu’, ’Tanrının lütfu’ Jaksılık’ın boğazında bir kılçık gibi kaldı. Zengin bay şimdi ne aklına koydu? Ondan ne hakaret beklemeli?
Jaksılık’ın evi köyün ucunda, buradan Dönkiyak dört adımlık bir yer. Bayın beyaz çadırları avludan görünüyor. Jaksılık’ın tarlaları yörenin diğer tarafında. Konma yeri oradan uzakta. Hayvanlar oraya gitmez, meğer ki Abiş hırsından kendisi yöneltir. Jaksılık’ın gözü açık, kalbi bayın kinini hissediyor.
İki gün telaşsız geçti. Jaksılık, ot biçmeyi bir an önce bitirmek istedi. Ekin biçmeye başlaması lazımdı. Ailesinde yardımcıları az. Daha çok kendisi çalışıyordu. Bu yüzden Abiş’e şimdiye kadar ziyarete selame gitmedi. Üçüncü gün atla bayın köyüne yola çıktı.
Tarlaları yolunda değil, ama yüreği sızlıyor, yolundan dönmeyi söylüyormuş gibiydi. Halk bundan boşuna söz etmiyor: ‘Mahsul kaldırmak ve ot biçmek için tarla ve çayırlardan göz alma’ diye. Alçak tepeye çıkınca donakaldı.
Baydan her şeyi bekliyordu ama böyle alçaklık… Gecenin örtüsü altında değil güpegündüz büyük sürü engelsiz buğday tarlasını çiğniyor. Koparılan başakalar çıtırdıyor. Atlar başını kaldırmayarak kisniyor, yavaşça buğday çiğniyor. Göz, göre göre ter ve kanla sulanan ürün yok oluyor, büyük ailenin hayal ve ümitleri batıp gidiyor. Jaksılık’ın çocukları ne kadar seviniyordu! Buğdayın nasıl olgunlaştığına bakmak için her gün tarlalara koşarak gidiyordu. Bayın eli yılmadı, bir zavallının emeğinden ona ne?
Umutsuz umutsuz haykırdı Jaksılık. Lanetledi şeriri. Yaşlar gözlerine doldu. Hız alarak sürüyü yarıp içine girivererek: ’Böyle hakaretle nasıl yaşayacağım? Ölseydim daha iyiydi! Hayatta kalırsam bunu yanına bırakmam!’ diye acı acı düşünüyordu. Atları lanetler ile Abiş’in köyüne sürdü. Bu kibirli soyun bütün yetmiş yedi ata kuşaklarını hatırladı. Beddua ederek acı acı ağlıyordu.
Köyden biraz yakında kendine geldi. İki bakımlı atı yakalayıp evine döndü. Atları çalmadı adalet için güvence olarak aldı. Bay hayvanlarının ekinlere verdiği zararı ödesin.
Telaşa düşüren at sürüsü köye gürültüyle hızla girdi. Sürünün Kurman’a ait olduğu ortaya çıkmış. Utanmaz, memnun at çobanı atları karşıladı. O her şeyi kendisi çok iyi biliyordu ama belli etmedi. Atların hepsini geldi mi diye saymaya başladı. İşte iki eksik. En iyileri, Kurman’ın av için sakladığı atlardı. At çobanı acele ile tepeye çıktı. Belli işte şurada bir atlı acele ederek iki bağlı atı sürüyor. O, ’Bu Jaksılık başka kim olabilir ki’, diye karar verip Abiş’e anlatmaya gitti. ’Sürüyü ezip, Savras’ı ve Kozıger’i alıp götürdü. Neden? Atlar tarlalarında olup olmadığı belli değil. Var mıydı yok muydu, Tanrı bilir’, diye konuşuyordu.
Kurman böyle cesaretinden öfkelendi. Hem Jaksılık’ı hem babasını ve dedelerini lanetliyordu. Ona bir köşe bile dünyada bırakmayacağına vaddetti! Dolaşsın, kalacağı yeri bulmaya çalışsın! Kurman avlusunu yakıp hayvanları dağıtır, kendisini ise küçük böcek gibi ezer.
Abiş bunu da öğrendi. Bay diş biliyor, Jaksılık’ın gelmesini iple çekiyor. Jaksılık ise atları evine götürdü, sürünün kime ait olduğunu öğrenince Kurman’a doğruldu. Öfkeli, içinde ateş yanıyor.
Jaksılık çadıra koşarak girdi. Selam yerine bir şeyler homurdandı. Abiş ile Kurman, yan yana oturuyordu, Jaksılık’ı görünce öfkeden yeşile döndü, onu gözle yiyorlardı. Vay canına! Hiçten rençper kafasını kaldırıyor! O kendini ne sanıyor? Abiş seçimler öncesi dövüşünden galip çıktı, ona göre Jaksılık gibiler küçük böceklerdi. Büyükleneni toprağa batırmazsa onun adı Abiş olmaz!
Kurman misafire selam vermeden küfür ederek üzerine atıldı:
- Ulan, eşiğimde ayaklarıma kapanan alçak köle, tanrısını çok erken unutmaya başladın! Beş baş hayvan aldın ve kendisini bir adam mı sandın? Seni dilenciye çeviririm, hele de nasıl! Çıplaklarını yedirmek için böcekleri toplayacaksın. Bakın ona ne önemli kişi, aziz mi ne? At sürülerini koşuşturarak eziyor, hayvanları çalıyor! Dur ben sana gösteririm!
Jaksılık korkmadı. Neden korksun? Onda suç yok ki! Bunlar ise her şeyi ödeyecekler.
- Bir sucum varsa böcek toplayacağım. Yoksa bana hiç bir şey yapamazsınız. İstediğiniz kadar zehirli iğnenizi çıkarabilirsiniz. Yeter! Kölelik yeterince yaptım sizin için. Ben mi sürünü koşturarak ezdim? Ya sen ne yaptın? Ben namusluca çalışarak...
Kurman, sözünü bitirmesine meydan vermeyerek kamçıyı kapıp onu önceden hazırladı ve oturan Jaksılık’a saldırdı. Kamçı omuz, baş, yüzünü ısırıyordu. Darbe ve yumruklardan daha çok gönül kırıcı sözler ısırıyordu, onu incitip yaralıyordu.
Jaksılık ayağa kalkmaya çalıştı, kendini savunmaya başladı. Misafirler karıştı. Onlar üç kişiydi. Onun ellerini kıskıvrak bağlayarak yere bastırdılar. Şimdi Kurman, Jaksılık’a istediği şeyi yapabilirdi. Onu sapı kırılana kadar kamçılayıp duruyordu.
Kurman’ın öfkesi dindi, yatıştı ve o zaman Abiş müdahale etmek gereğini duydu.
- Bırak onu bırak, yeter artık! diye yatışmış kardeşini azarlıyordu.
Abiş memnundu. Tasarladığı gibi oldu. Kardeşinin elleriyle rençpere serpeşliği için iki kat ödedi. Öcünü aldı ve elleri temiz kaldı.
Bilinen davranış. Abiş, yılanı el eliyle tutmayı sever. Jaksılık dersini hatırında tutacak. Şimdi hak ve özgürlüğü düşünmekten bile korkacak! Abiş’in iyi ve sıcak sözleri var, ama onlar Jaksılık gibi savunmasız fakirler için değil. Onlar için dayaklar. Kardeşler yazın başından baş kaldıran için ceza hazırlıyordu. Soğusun biraz. Ona yarar.
Jaksılık ne yapsın o durumda? Yardımı kimden istesin? Eskiden beri halk kuvveti ve hükmüne güvenerek zengin baya gidiyordu. Hayır, Jaksılık, Abiş’in ayaklarına düşmez. O çığlık atarak çadırdan çıktı ata binip çok hızlı ayrıldı oradan.
Böyle ne kadar uzun zaman atı doludizgin sürdü bilmiyor. Evine nasıl vardığını hatırlamıyor. Onu karşılaşmaya karısı koşarak çıktı. Kurman’ı lanet ediyor, acı acı ağlıyor. At çobanı geldi, atları alıp kendisini ise dövdü.
- Git, git üstlere şikayet et. Ölsen de bunu yanına bırakma, öcünü al! diye ağlayıp sızlıyor.
Karısının sözleri Jaksılık’ı uyandırmış gibiydi, yaralanmış canına ilaç gibi geldi.
Jaksılık acele etmeye başladı. Daha hiç bir şey sormadı. Kan içindeki yüzünü yıkamadı bile. Ata binip yine yola çıktı.
Daha önce duydu buradan yaklaşık kırk verst[3] uzaklıktaki Akstas’ta amirler varmış diye. İşte şimdi oraya dört nala gidiyor. Her şeyi anlatacak ama, hepsini söyleyecek.
Evlerin gölgelerinin uzun olduğu ve molla akşam namazına çağırdığı zaman Akstas’a geldi. Genç kazak milis amiri nezaketle karşıladı onu. Yüzü sevimli cana yakın. Jaksılık hareket halinde yüzündeki kanı sürerek ağlamaya ve kırgınlıklarını anlatmaya başladı. Dayak izleri gösterdi, ona ne yaptılar diye baktı. Yüreği doluydu. Kökten sürme yoksul olan Jaksılık, eskilerden neye katlandığını anlattı. Zengin bay onu kaç defa döverek kazandıklarını alıp götürüyordu. Yine aynısı. Jaksılık daha çok ağladı:
- Kime gidip şikayet ederim? Bütün umudum sizde. Arka çıkmazsanız ailemle beraber dilenci olacağım. Artık Aközek’te tarımcılık yapamam. Zenginler yaptırmaz. Hepsi beraber. Onlardan beni savunabilecek biri olur mu? Sovyetler, size başvuruyorum, malımı geri almama yardım edin, bana kötülük yapanları cezalandırın.
Jaksılık uzun uzun konuşuyordu. Bütün bozkır emekçilerinin acısı duyuluyordu konuşmasında. Sanki bir o değil onların hepsi şikayet ediyordu. Daha ne kadar tahamül edecekler? Ne zamana kadar yoksullar haksız ve suçlu olan olacak?
Milis amiri dinledikçe yüzü kararıyorrdu. Önce ara sıra soru soruyordu ve her şikayete ciddiyetle yaklaşmak lazım. Sonra sustu. Jaksılık’ın ateşli konuşması inandırdı onu. Bozkırdan gelen adama inandı.
Kalkıp üç milis çağırdı.
- Hemen Aközek’e gidin Kurman’la Abiş’i tutup buraya getirin, diye emretti.
Jaksılık sevinçten göklere çıktı!
Üç milis adam kılıç ve tüfek dipçıkleri çıngırdayarak tırıs giderek yola koyuldu.
Onuru kırılan adam için bu üç genç adam yakınlarından daha yakın geliyordu. Ne yiğitler! Endamlı, becirikli. Tavırları da ne kadar korkunç! Böyleleri ile hiçbir zaman karşılaşmadı. Anne babaları hakkında duygulanarak düşündü ve böyle kartalları yetiştirmişler!
Milisler sonraki gün döndü. Kardeşleri getirdiler. Milis amirinin onları çok azarlaması Jaksılık’ı çok sevindirdi. Korkudan terleyip duruyorlardı. Sonra, daha da iyi, kardeşleri tutukladı. Memnun Jaksılık evine döndü.
Bu olaylar onda acıma duygusu uyandırmadı. Fakir adam çok tahammül etti. Şimdi ise baylar dert çeksin. Seviniyordu. Sonuçta öcünü aldı.
- Şimdi buyurun intikam alın. Ağlamayacağım, zehrinizi sonuna kadar içeceğim. Bir defa olsun sizinle hesaplaştım. Memnunum, memnunum ben senden benim Sovyet iktidarı! Çoktan senden yardım istemeliydim! diye yüzlerce defa haykırıyordu evine giderken.
-
3
Abiş’in köyü kalabalık. Karaadır ilçesinin her tarafından zenginler, bozkır soyluları, kavgacılar, entrikacılar, açıkgözler burada bir araya geldi. Beyaz çadırlar arkasında çadırda gruplar halinde oturdular. Sakallarını okşayarak canlı canlı konuşuyorlar. Konuşmalarında herkes payını alıyor! Bazılarını azarlıyor, diğerleri ile alay ediyorlar. Dudaklarında sevimsiz gülümseme. Misafirlerden bazıları suratı asık oturuyor, susuyor. Öfkeden beyaza dönmüşler. Bütün ilçenin soyluları yüzyıllar süregelen iktidarını savunmak için kalktı. Duyulmaz bela, görülmez rezalet! Abiş küçük düşürülmüş! Kendisi Abiş efendi! Yörenin dayanağı ve hakimi, öncü! Onu küçük düşüren de kim? Hiçten yabancı konsı Jaksılık. Pis köpeğin oğlu. Eşit olan gibi sesini yükseltmeye cesaret etti! Olur mu hiç? İstediğini elde etti! Bayları hapsetti, cezalandırdı.
Zor zamanlar geldi. Zenginler kafa patlatmak, çare ve kurnazca uydurulan çıkış yolları bulmak zorundaydı.
Jaksılık’ı bir daha amirlere gitmesin diye nasıl cezalandırmalılar? Gururluyu nasıl gem vurup soyluların egemenliğine tabi kılmalı? Yoksul olan tanrısını unutmamalı, eskisi gibi sahibi karşısında titresin. İktidara şikayetler yeni bir şey değil. Kazaklar eskiden beri üstlere gidip şikayet etmeyi sever. Fakat bu şikayetler onlara hiçbir zaman ya onur ya zafer getirmedi. İşte bu Jaksılık’a yerini göstermek lazım.
Abiş’le Kurman on gün hapishanede kaldılar. Bütün bu günler içinde soylular atlarından inmiyordu. Farklı kaçamak yolları bulmaya çalışıyordu. Sonunda da buldular çıkış yollarını, kardeşleri hapishaneden kurtardılar. Şehirde yaşayan arkadaşlarının hepsini ziyaret ederek onlardan kardeşler için şefaatte bulunmasını rica ediyordu. Onlar kendileri de hapishaneye uğrayıp tutuklulara kefil omak istiyordu. Hep beraber işe koyuldular. Çünkü tutklanma Karaadır’ın bütün soylularının namını lekeledi. Nihayet istediklerine eriştiler.
Bir süreden beri bütün zenginler hep beraber hareket ediyorlar. Eski kavgaları unuttular. ‘Onları erteleyeceğiz, diye kabul ettiler, buna zaman münasip değil’. Seçimler onlara bunu öğretti. Seçmenlerin gerçek sözünü duydular. Korka korka seçimlerin sonunu beklediler. Bazı yerlerde halk zengin baylara ulaştı. Onlar kara listelere alınıp seçimlere yaklaştırılmamıştı bile. Bunun için zenginler biribirine düşman olmaktan vazgeçmeyi kabul ettiler. ‘Barışta rahat ile yaşayalım. Susacağız, yavaş davranacağız. Karşımıza kim çıkar?’. Şimdi ise barıştırıcılar gibi Abiş ile Kurmaş şerefini yeniden kurmaya başladılar. Abiş soyluların dayanağıdır. Otoritesi sarsılmaz olmalı. ‘Abiş’in gücünü göstereceğiz. Jaksılık gibi gururlu yoksulların içi ürpersin. Yasa değil bay cezalandırıyor.’ Fakat iktidar nasıl geçilmeli? Jaksılık nasıl cezalandırılmalı? Abiş köyde toplanan bayların düşünceleri buydu.
İktidar Kurman’a taahütnameyi yazdırdılar. Mağdura yaptığı zararı karşılamalı diye. Jaksılık bir şey söyleyecek, ima edecek oldu onu hemen susturdular.
Misafirler Abiş köyünde oturuyor taşınıp düşünüyorlar. İşe nasıl koyulmalı? Tabi ki Kurman’ın Jaksılık’a borcu söz konusu değil. Burada başka borç düşünülür. Kardeşleri hakaret ettiği için cezasını çekmeli. Toplananlardan yardım istiyorlar. Abiş kakıp:
- Alatay köyünün insanlarına dayanan Jaksılık gönlümüzü fena kırdı, diye söyledi.
Alatay köyünün ne ilgisi var? Seçimler zamanında Jaksılık bu köyü destekliyormuş. Şimdi de onu kışkırtıyorlarmış galiba. Yoksa konsının böyle cesareti nereden çıkabilirdi? Bay toplantısı Alatay köyünün temsilcilerine:
- Cevap versinler, diye istedi Abiş. Bu zıpçıktıya katılmıyorsanız söyleyin. İşte o zaman ne yapacağımıza karar veririz.
Koç yerken bir kurt başka kurdu yemek ister mi? Zenginlerden ne beklenmeli? Jaksılık onlara ne için lazımdı? Onu tamamen Abiş’e verdiler. ‘Haberimiz yoktu, bu adamın ne yaptığını bilmedik. Kendisi yapıyordu kendisi de cezasını çeksin. Biz barış içinde yaşamayı kabul etmedik mi? Bize eziyet etmeye gerek yok. Abiş üstümüze suçu atarak yanlış yapıyor. O zamanda sizinle aramız gergindi. Bu doğrudur. Buna rağmen hiçbir zaman şehre gitmezdik.’
Böylece burada soyluları bir araya getiren sorunun yarısı çözülmüş oldu artık. Zenginler çıkar birliğini ıspatladılar. Hemen sonra bunu kutlamak için koyun kesildi. En iyi et lokmalarının paylaşmasında kavga yoktu. Hep beraber et yediler. Sonra sorunun diğer tarafına geçildi. Jaksılık suç işledi, soy yasalarına aykırı davrandı. Bu suç bir insan öldürme suçuna eşittir. İşte böyle düzmece hakimler, Jaksılık’ın Sovyet iktidarında savunma bulmak teşebbüsünü yorumladılar. Bozkır rahatlığı bozdu, halkı telaşa düşürdü, Abiş’i mahvetmeye çalışıyordu. En acımasız ceza onun için lütuf olacak.
Uzun uzun düşündü, tartıştılar. Sonunda hüküm verdikten sonra onu dua ile sonuçlandırdılar. Jaksılık, kardeşleri hakaret ettiği için parasını ödeyip soyun topraklarından ayırmalıdır. Bununla beraber toplananlar Jaksılık’tan intikam almaya karar verdiler. Hep beraber veya ayrı olarak, her nereye göçse öcünü almaya devam edecekler. Hiçbir yerde huzur bulmayacak...
Böyle güçlü birlik karşısında kim ayakta durabilir? Kanunlara gelince? Bayların kendi kanunu var, kuvvettir.
Jaksılık’ı yendiler. Her gün amirlere gidemezsin, kanadı altında saklanamazsın ki..
Jaksılık baş eğdi. Bayların onun zararı tazmin edeceğini hayal ederken tarlalar, hayvanlardan her şeyden yoksun oldu. Güleryüzlü amirine de gidemiyordu. Çünkü gece gündüz bayların nezaret altındaydı. Oysa milis amiri: ‘Ayak direrseler, hayvanlarının ekinlere verdiği zarar için ödemek istemezlerse gel’, diye yardım etmek vaadinde bulundu. Baylar Jaksılık’ın herşeyini aldılar. Bu da onlara az geldi. Ürün kaldırınca köyden kovdular.
Doğru diyorlar: ‘Zengin adam hırsız çıkarsa mağduru kurbanı olur’. Jaksılık, Aralığın başında fakir ailesiyle beraber Aközek’ten ayrıldı. Sır olup gitti.