Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
AUEZOV  Muhtar, "Dayanıklı Kuşak"

23.11.2013 1400

AUEZOV  Muhtar, "Dayanıklı Kuşak"

Негізгі тіл: ''Dayanıklı Kuşak''

Бастапқы авторы: AUEZOV Muhtar

Аударма авторы: not specified

Дата: 23.11.2013

Dayanıklı Kuşak

 

1

 

Gece yarısını geçmişti. Asiya henüz uyumuyordu. Musallat gizli fikirler uyumasına engel oluyordu, kızı rahat bırakmıyordular.

Aralık gecesiydi, çok soğuk ve ayazlıydı, rüzgar soluk kesiyordu. Ama Asiya’yı kocaman topuğuna kadar koyun postusundan yapılan kaynatasının gocuğu ve sakin şarkı ısıtıyordu...koyun ağıllarının yanında dolaşarak Asiya yavaş sesle şarkı söylüyordu. Söylediyi şarkının sözleri hararetli ve dokunucuydu. Bu aşk şarkısıydı, hasret hüzün şarkısıydı.

Geniş ağıllarda binlerce koyunlar ve maryalar vardı: bu büyük ve yumlak canlı yumaklar(koyunlar anlamında) yan yana sımsıkı yatıyordular,  zorlu ve sesli sesli solunuyordular. Şafağa kadar kıpırdamazlar. Ve şafağa kadar Asiya da kendi aleminde bir şeyler düşünecek.

«Kaynatam öğrenirse kızacak... Niye de kızmasın ki! Sevgili gelinleri...tek biricik...kaç sene oldu beraber yaşayalı...evden gidebilir...Temelli mi gidecek? İhtiyarları acilarıyla başbaşa mı bırakacak?»

Gece karanlığından bekçi köpeğinin yüksek havlaması duyuluyordu.  Asiya kuşkulanmaya başladı: kulağı kesili (köpek anlamında) boşuna hiç bir zaman havlamıyor. Hemen diğer köpekler de havlamaya başladılar. Acaba köpeklerin burunları kurt kokusu mu aldı  yoksa kötü yürekli birini mi hissettiler? Her taraf karanlıktı, bir şey görmek mümkün değildi. Aralık göklerinde ağır siyah bulutlar duruyordu. Sanki tüm dünya kapkara, aysız, yıldızsız gece karanlığına dalmıştı. Kudurmuşçasına esen rüzgar ise köpeklerin sesini ağıttan daha uzaklara götürüyor...

Sonra atların toynaklarının sesleri duyuldu, kumlu yüksekelde anlaşılmayan bir atlı göründü. Köpekler kendi adamını tanıyıp, ayaklarını sürükleyerel ağılın yakınlığındaki yurtaya (bir çeşit göçebe çadırı)geri döndüler.

Şimdi bu gece yolcuyu Asiya da tanıdı, kalbi telaşla çarpmaya başladı. Gelen adam onun kaynatası Esirgen’di. Önceli gün ihtiyar yeni otlak aramak için kumluğa gitmişti.

Onu karşılamak lazım... Hızla kaçıp yurtanın yanında saygı duyduğu bu adamın yaklaşmasını bekledi. İhtiyar yavaşça geldi, büyük gri atı köpüğe batmıştı, kendini zor taşıyordu. 

-    Rahat mı gidip geldiniz, baba? – dizgini alarak Asiya sordu.

Yordun Esirgen eyerden zor indi, gelinine bir kelime bile etmeden.

-            anlaşılan yol sizi yormuş...

İhtiyar üzgün üzgün elini salaldı, sonra surat asarak homurdandı:

-    Nasıl yorulmayayım ki! Sizin gibi utanmazlarla insan ölür! – Ve yüzünü çevirdi.

Asiya atı çekip oradan uzaklaştı. Esirgen zor adım atıp eşiği aştı, ihtiyar Baljan’ı uyandırmaya koyuldu. Kızı Kanipa yataktan çabuk kalkıp ateş yakmakla uğraştı.

Asiya ihtiyarın ardından eve girmeye cüret edemedi. Sessizce kapıya yakınlaşıp içeride konuşulanları dinlemek istedi...Hayır, olmaz, iyi değil.  Asiya başını önüne eğip ağır ağır koyun sürüsüne taraf yürüdü.

Şimdiye kadar Asiya kaynatasından kaba söz hiç duymamıştır. Bugün böyleyse demek ki, her şeyden haberi var, öğrenmiş. Belki Baljan ihtiyara söylemiş gelininin sırrını, onun suçunu? Asiya utanıyordu, ama yaptıkları hiç bir şeyden pişman değildi. Koyunların ağılarında yalnız kaldı, kalbinde yine o şarkı çaldı, yine o anıları hatırladı.

Geçen eylül hava sıcak ve açıktı. Koyunları henüz kumluğa geçirmiyorduk, suyu bol olan Kargalinka’nın engin çayırlarda otluyordular. Burada hayvan yetiştirme ve komşu kolhozun (kolektif çiftlik) koyun sürüsünü besleyen tecrübeli kurum ekonomisi yerleşmişti. Esirgen sık sık sahilin diğer tarafında koyunları otlatan kolhoz çobanlarıyla tartışıyordu.

Sonbaharın başında Kargalinka’nın sahilinden güzel yer bulamazsın. Bu yerlerde otlar sık ve suludur. Gözler bile bu yerlerin büyüklüğünü kapsayamaz. İlkbaharda buranın topraklarını buz çözümünde taşan sular basıyor, ama yazın ve sonbaharda her taraf yeşil halı gibi otlarla örtülüyor. Bu yüzden bu sezonlarda Kargalinka kalabalık ve gürültülü oluyor. Çobanlar bile koyunlarını dinlettirmek için buraya getiriyorlar, ırmağın kenarında da kendilerine yurtalar ve alacıklar kuruyorlar.

Sıcak eylül akşamıydı, Tusıpjan çoban auldaki (Kafkasya ve Orta Asya'da - köy) genç çobanları cepheden yeni dönen asker oğlunun şerefine misafir çağırmıştı.  Partiye Asya da Kanipa ile gelmiştiler, her kesin sevdiği neşeli, türkü yakan, konuşmayı güzel bilen Moltay da gelmişti. Ve öyle oldu ki, Asiya’nın hayal ettiği, onu mutlu edecek şeylerin hepsi bu Moltay’da vardı.

Moltay’la tanışmadan çnce Asiya içine kapanmıştı, insanlardan uzak duruyordu, bitmeyen acısıyla yalnız başına kalıyordu. Çok sevdiği kocasıyla Saylıbek ile bir sene yaşadılar. O sene mühteşemdi! İhtiyar Esirgen ve iyi kalpli Baljan çocukları adına çok mutluydular, gelinlerini canları kadar seviyordular, neşeli terbiyeli ahlağını övüyordular hep. Aşık gençler arasında saygı ve sevgi vardı, kendi aralarında iyi anlaşıyordular.

Savaş başladı...Saylıbek uzak bir yere cepheye gönderildi, yaşlı anne babasını ve genç eşini endişe ve hasret içinde bıraktı. 

Asiya eşini aldatmayı aklının ucundan bile geçirmezdi. Ama Saylıbek çoktan rahmetlik olmuştu... Onun için sıcak göz yaşları dökmüştü Asiya.

       Savaşın daha ilk senesinde askeri yerleşme bölgelerinin komutanından mektup gelmişti. Mektupta Saylıbek’in kahraman olduğunu,Moskova için savaştığını ve Vyazma’ya yakın bir yerde asker gibi ölmesi yazılmıştı. Bilinmeyen bu komutan böyle bir çocuk büyüttükleri için Saylıbek’in anne babasına teşekkürünü yazmıştı. Mektubun sonunda Saylıbek’in ölümüyle tüm  askeri kıtası öksüz kaldı diye yazılmıştı.

Asiya ve Kanipa çocukluk arkadaşlarıydı, lisedeyken de aynı masa arkasında oturuyordular, ama şimdi genel acı ikisini daha da yakınlaştırdı. Cenaze üzerinde çok apladılar, ama gizlice. Anne babanın kalbinde mucizeye umutları kalsın istediler. Aile arkadaşı ihtiyar alim İvan Dmitriyeviç Bobrov, Esirgen’in yanına iş için geldiğinde, o da umut vermeye çalışıyordu.

- Her şey olabilir, böyle bir şey de olabilirdi, mesela Saylıbek’i başka askeri birliğinin sıhhiye erileri de bulup alabilirdi – alim diyordu. Belki ağır yaralanmış, baygın halde, kimliksiz askeri hastaneye götürülmüş. Cenaze töreni yaptık çocupa, ama yaşıyor olabilir! Savaşta her tür olay oluyor...

Bir sene geçti, iki sene, üç sene geçti.ailede sanki artık her kes sözleşmişti: Saylıbek dönecek. Hatta Asiya’nın kendisi bile buna inanmaya başlamıltı.

Geçen sonbaharda hayat sanki dul Asiya’ya ışık, şans verdi. Asiya’nın bu şansı kabul etmesi doğru muydu?

Genç misafirler Tusıpjan’ın düğününü kutluyordular, aytıs (kazak şarkı türü, iki insan şiir stilinde sırayla şarkı söylüyor) söylüyordular. Bir zamanlar Asiya da çınlayan sesiyle, neşeli kelimeleriyle meşhurdu bu tür şarkılarda. Dul olduğundan beri Asiya düğünlere gitmezdi. Ama o gece ordaydı, ve onun aytıs şarkı ustası olduğunu hatırlayanlar şarkı söylemesini rica ettiler, ama boşuna, Asiya eşinin ölümünden sonra kendine söz verdiği andı bozmak istemiyordu. O zaman da Moltay kurnazlık etti: Moltay aytıs söyleyip Kanipay’la alay etmeye başladı. Şakaları sert,gönül kırıcı, dokunaklı değildi, ama ses çıkarmadan sabr etmek olmuyordu.

Kanipa utancından kızardı, sonra öfkelendi, ama düzgün, layık bir biçimde bu haddini bilmez erkeğe cevap veremiyordu – bu tür şarkılar söylemeğe Kanıpa’nın yeteneği yoktu. İster istmez Asiya arkadaşına arka çıkmak zorunda kaldı.

Gençler oyunları ve dansları durdurdu. Her kes Asiya’nın ve Moltay’ın çevresinde toplandı, gülerek: «Göster ona!», «E-e-e!», «Moltay’ın kazını koluna ver!» diyerek onları coşturuyordular.

       Asiya yarışmaya nasıl daldığını farketmemiştş. Rakibini küçük düşürmeden, hakaret etmeden dostça, iyi niyetle Moltay’la amansızca alay ediyordu.  İki takım olarak yarışmaya devam ettiler, Asiya’nın takımı yeniyordu. Her şey böyle başladı işte.

Asiya dombra (kazak milli iki telli müzik aleti) çalarak keyifli ve serbest, hemen o anda bestelediyi şarkıları söylüyordu:

Biz bozkırda birer birer hayvan  besliyoruz, maryaları otlatıyoruz, malı mülkü koruyoruz, siz ise...

bozkırda boş laflar otlatıyor,

zarar yetiştiriyor,

kendinizi koruyorsunuz!

Kim hayvanı, kim boş lafları - söyle bakalım, bilge Moltay?

 

Gülümseler ve sevinen sesler Asiya’nın şarkısını kestiler. Sonunda Asiya’nın dombrayı eline alıp şarkı söylemesi her kesi sevindirmişti.

Moltay da kalbinde seviniyordu bu duruma, ama yine de kendini temize çıkarmaya çalışıyordu. Sürüsünden yirmi kuzuyu bozkırda görülmemiş güçlü dolu öldürmüştü.

İnsanı bile öldürür, (dolu yani)

Kimi böyle durumda suçlayacaksın?

Ama en iyisi sesini çıkarmamak, çünkü şarkıda şikayet etmek güzel olmazdı.

Asiya rtık bu işin tadına varmıştı. Ve böyle bir şarkı söyledi alaycasına güya zavallı Moltay haklı. Doludan değerli canını kurtaran kahramanımızın şerefine, kahramanımıza şan olsun... Onun altın başı, yeni kıyafeti yirmi kuzuya değmez mi? Çok akıllı olduğundan kuzuları, koyunları doğal afeti zamanı kendi kaderlerine bırakıp kendisini korumak için eve kaçmadı mı? Kahramanımızın kendi canını kurtarmasını kutlamayan aptallara ayıp olsun! Ama ben ve Kanipa akılsızlığımız yüzünden çatı altına kaçmadık, kuzuları korumaz için kendi vücüdumuzla  onları örtmüştük. Ama bilmiyorduk ki, bizim bu yaptığımızı basit işi her aptal yapabilir!

Asiya’nın şarkısı kulakları sağır edici kahkalardan duyulmuyordu. Karşılığında Moltay şakacasına “Ben düz bir yerde sürçüp düşen adamım” dedi! Ama kuzuların öldüğü zaman onun orada olmadığını , başkasının hatası olduğunu ve Moltay’ın bu hatayı kendi üstüne almasını söylemedi. Ve şarkı yarışmasını bitirdi. Asiya da sustu.

Bu saygıdan teslim olmaktı. Misafirler esprili delikanlıya teşekkür ettiler. Asiya da Moltay’ı beğendi. O gün tüm gece sabaha kadar ikisi bozkırda dolaştılar, sohbet ettiler, şafak vakti ise arkadaş olarak ayrıldılar. 

İşte o zamandan beri Asiya koyunları beklemekteyken Moltay onun yanına geliyordu, ve tüm geceyi baş başa kalıyordular, uzun uzun konuşuyordular. Bir defa  Moltay «Evlenelim mi?» - sordu. Asiya şaşmadı, çok sevindi, ama «Hayır» dedi. Asiya batıl inançlı bir insandi ve Moltay’ı da Saylıbek gibi kayedeceğini düşünüyordu.

Ama hayat devam ediyordu, ölenlerle ölmüyordu. Günlerden bir gün sevincini Kanipe ile paylaştı. Kanipebeklenmeden kardeşi için incidi. Kızcığaz başka bir erkeğin gelinlerinin yanında kardeşinin yerini tutmasını kabul edemedi, öfkeye kapılarak Asiya’ya kadın namusundan söz etti, ve acı acı ağlamaya başladı. Bir kaç gün bu iki arkadaşlar konuşmadı, sonra Kanipa düşünüp fikrini değişğp barışmaya geldi. Moltay’la da buluşup hem ağlayarak, hem gülerek ikisine de mutluluklar diledi..

Anne babasıyla Kanipa kendisi konuşmaya karar verdi. Ama olanları anlatmak Saylıbek öldü, ve boşuna beklemeyin demekti. Kanipe de, Asiya da zavallı ihtiyarlara acıyordular. Muhakkak konuşma günden güne erteleniyordu. Bu aralarda Moltay’ın hayatında değişiklikler oldu: onu askere çağırdılar, Moltay cepheye gitti,  öylece Esirgen hiç bir şey öğrenmedi.

Çok geçmeden Moltay’dan değerli eşine şiir türünde mektup yazmıştı. Bu mühteşem satırlarda sadıklık, vefalık antları söz verilmişti.  Artık Asiy’a için susmak zor olmaya başladı, saklı saklı sevmesinden utanıyordu. Эти безыскусные строки звучали клятвой верности. И теперь Асие было тяжело молчать, стыдно таиться.İsmi boş boş konuşan dedikoducuların ağızlarına sakız olsun istemiyordu. Bunlardan başka annesinden her şeyi itiraf etmesini isteyen biri de vardı, iki haftadır ısrarla annesinin karnından itişmeleriyle kendini hatırlatıyordu.  

-   Sus! Ben zaten anlamıştım, - Kanipa söyledi. Sanki beklediği özgürlüğe kavuşmuş gibi annesi ile konuşmaya gitti.

Baljan kadın zaten hastaydı, duyduklarından sonra kadının aklı durdu, yataklık oldu, günlerce yemeğe dokunmadı bile. Esirgen endişelenmeye başlamıştı, ama kadın kısaca: «Belim ağrıyor» diyordu.

Ama Baljan kadın bir söz bile etmedi, kınamadı. Yatağından kalkdığından sonra Asiya karşı eskisinden daha şeykatli davranıyordu. Masadaki en iyi yemeği Asiya’ya veriyordu. Kızına sık sık hatırlatıyordu:

-   Göz kulak ol ona, yorulmasın. Git sor belki üşümüştür. Yemek istiyor mu?

Ama Asiya yine de kadıncığazın tutamadığı ağır dertli soluklarını duyuyordu. Önceki gün ise Asiya Esirgen’in gri atını eyerleyip evden çıktığını gördü, Baljan hanım da eşini uğurlıyordu, atın yanında bozkıra kadar gitti, Demek ki, anlatmıştır...Hayırlısı işte. Böyle daha iyi. Böyle daha dürüst.

Bugün Asiya kaynatasının her şeyi öğrendiğine emin oldu. Anlaşılan eşi kadar ne merhametli, ne de bilgeliği yetti. Adamın bugünkü sertliğinden donup kalan Asiya, sabaha kadar eve girmedi, tüm geceyi ağılın yanında geçirdi.

 

2

 

Yurtada geç saate kadar ışık yanıyordu. Asiya anlamıştı, içeride aile toplantısı var. Tan yeri ağarmaya başlamıştı, yurtadan ses gelmiyordu. Asiya görünmeden sakince  kapıdan içeri girdi, gocuğunu kapının eşiğine attı, battaniyesinin altına girdi, hemen de duygun endişeli uykuya daldı. Çok uyumadan uyandı, kaynatasının ve görümcesinin sakin ama öfkeli seslerini duydu.

-      Her kes için zor, ama Asiya’ya daha zor.Всем, - kızgın kızgın Kanipa fısıldıyordu. – En azından sen acı ona, eziyet verme kıza.

-      Bana kim acıyacak? – İhtiyarın öfkeden sesi kesildi. – Bu rezaletten, utançtan yerin dibine geçesim var! İnsanların yüzüne ben nasıl bakacağım? Sen bunları düşündün mü?

-           Yapacak bir şey yok!

-    Ben sizi terkedeceğim...Gözünüzden ırak olacağım...

-    Sen akıllı adamsın, baba, ama ne konuştuğunu bilmiyorsun! Senin iyi bir şey söyleceğini düşünmüştüm!

-    Size söyleyecek başka sözüm kalmadı benim. Böyle bir utançla yaşamaktansa ölmek daha iyidir. Siz işte kalın onunla...ben ise – günahtan uzağa...

-    Tamam da, Peki koyun sürüsünü ne yapacaksın? İnsanlara söz vermedin mi? Sana güvenerek, tecrübeli çoban olduğun için, dürüst namuslu insan olduğun için deney koyunları emanet etti insanlar. Şimdi ne oluyor, her şey boşuna mı?

-    Ben insanlara söz verdiğimde sana ve Asiya’ya güvenmiştim. Siz benden vazgeçdikten sonra ben tek başıma ne yapabilirim ki? Ben ihtiyarım. İhtiyar köpek ölmek için evden gidiyor. Ben de öyle... onun için...Benim size, sizin de bana ihtiyacınız yoktur! – Esirgen kapıya doğru yürüdü.

Kanipa ardından fırladı, önüne geçti, kapının önünde ellerini geniş açıp babasının yolunu kesti, çıkmasına izin vermedi.

-   Aman, Allah’ım, sen ne yapıyorsun! – ağlayarak Baljan hanım bağırmaya başladı. – Bırakma onu, kızım, bırakma o ihtiyarı. Oğlumu kaybettim, şimdi de kocamın mı sırası?

Asiya dayanamayıp battaniyeyi kenara atıp, ayağa kalktı, ilk kez direl kaynatasının gözlerinin içine baktı. Göz yaşlarını silmeden, kırgınlığından, acıdan kendini hatırlamadan kırık kırık konuşmaya başladı:

-    Baba, dinleyin, canım babam!.. Tüm suç benim, siz haklısınız! Bu yaşınızda nereye gidiyorsunuz, başınızı sokacak yeriniz yok. Hayır, ben, benim gitmem lazım...hemen şimdi gidiyorum...gözlerim nereyi görse oraya da gideceğim. – Aceleyle, hızlı giymeye başladı.

Kanipa babası ve gelinleri arasında kalmıştı, bir ona, bir buna taraf koşuyordu, bir babasını kucaklayıp sakinleştirmeye çalışıyordu, bir arkadaşının elinden tutyordu gitmesin diye:

-            Baba! Аsiya! Canlarım benim...

Esirgen dinlemiyordu, surat asarak yüzünü çeviriyordu, kızı yorulup sakin ve inandırıcı kesin sesle sordu:

-   Baba! Sen evimizin ve sürünün sahibisin. Sen nasıl söylersen öyle olacak. Cevap ver şimdi: Asiya’nın bizden gitmesini istiyor musun istemiyor musun? Evet mi hayır mı? – Kızın sesi tutuldu.

Esirgen suuyordu. Sessizlikte Baljan hanımın hıçkırıkları duyuluyordu.

-   Anlaşıldı. Demek ki sen buymuşsun, böyle biriymişsin! Ama bunu bil, ben de onunla beraber gideceğim. Sen burada annemle kal, bizimle dar oluyor buralar!

-    Yüzünü geline döndürdü. Yalnız başına hiç bir yere bırakmam. Senin eşin cephede, benim nişanlım da orada. Kaderimizde acı çekmek varsa, beraber çekeceğiz bu acıyı. Başarıcaz, ağlama.

Esirgen gözlerini yere indirmişti, sonra sesli nefes aldı, ağır ağır adımlarla yürüyerek yurtadan çıktı. Kapı kapanır kapanmaz Baljan kadın gelinini ve kızını kucaklamaya başladı.

-   Siz nasıl bir işe giriştiğinizin farkında mısınız? Kendinize gelin, iyi düşünün! Bir ihtiyar tartışıyor, bir siz tehdit ediyorsunuz! Ne demek oluyor bunlar? Ya ben, ben insane değil miyimк? Ben sizin anneniizim, ikiniz için de kalbim ağrıyor. Hakettim mi beni terketmenizi? Siz kendi aranızda tartışıyorsunuz, kendi kararlarınız veriyorsunuz, ben ise,  hem öyle, hem böyle göz yaşları içinde!

Baljan hanım genelde sakin ve anlayışlı bir kadındır. Sesini hiç bir zaman yükseltmez, kırıcı söz söylemez. Kadında annelik gücü, anne kalbi vardı, insanların ne acı çektiğini görebiliyordu, nasıl yardımcı olacağını da biliyordu. Baljan hanım Asiya’nın gözlerindeki ışığı, kızının kalbindeki pişmanlıpı hissetti. Ve dedi:

-   Hadi, kızım, sen sürünün yanına git. Koyunlar dağılmasınlar, kurtlara kısmet olmasınlar! Biz ise Asiya’yla biraz konuşalım. Çabuk, acele et, git bak.

Kızların ikisi de kadının sözünü dinlediler: Kanipa odadan çıktı, Asiya kaldı.

Tüm günü Kanipa tahminler, endişeler içinde evde ne olup bittiğini düşünüyordu. Zaman çok yavaş geçiyordu. Öğle zaman Kanipa sürüyü ağıla taraf döndürdü. Sürü bugün yavaş gidiyordu, fırt fırt durup yumuşak karı kazıp altında ot bulup yemeğe çaloşıyordular.

Sanki özellikle seçilmiştiler sürüdeki bu koyunlar, beyaz, uzun boylu, uzun kalın kıllı. Bu özel marya türünü Kazakistan hariç yurt dışında uzmanlar iyi tanıyordu. Ama şimdilik bu tür maryalardan yalnız iki bin taneydi: biri - burada, kumlukta, Esirgen’de, diğeri - daşlarda, Kerey ihtiyada. Bu iki marya Kazakistan’da kara kışta sert şartlarda meradaki otlarla (çayır otu) beslenerek dayanıklılık sınamasını geçiyordular.

Bazen hepsi bereber Kanipa, Asiya, Esirgen bey yeni cinsin özgün huylarını tartışıyordular, her kes kendi gözlemlerini, araştırıp yeni öğrendiklerini anlatıyordu. Kızların ikisi de Esirgen beyi küçük çocukların masal dinledikleri gibi dikkatle dinliyordular. Esirgen bey yaşadığı uzun seneler boyunca koyunlar, maryalar hakkında çok şey öğrenmişti. Üçü de bu işin çok ciddi olduğunu biliyordu, bu devlet işiydi ve bu işi onlara güvenip onlara emanet etmiştiler. Böyle ciddi bir işi onlara güvenip verildiği için büyük gurur duyuyordular.

«Şimdi kimden tavsiye isteyeceksin» - yumşak meyilli tepeden bekleyerek aşağıdaki sürüyü gözetleyerek Kanipa kendi kendine düşünüyordu. Aniden uzaktan Asiya’nın geldiğini farketti, Asiya’nın elinde uzun kıllı küçük eşeğin dizgini ona doğru geliyordu. Anlaşılan yakmak için çırpı götürmeye geliyordu.

Kanipa attan indi, atı otlamaya bırakıp arkadaşına doğru kaçtı. Şu an ikisinin de birbirine ihtiyacı vardı.

Kanipa Asiya’ya can, cesaret vermeye çalışıyordu, kendinin de buna ihtiyacı vardı:

-   Sen sakın ağlama, endişelenme boşuna. Ben her şeyi yapacağım, göreceksin!

Ama ikisi de Kanipa’nın söylediklerinin yapmasının o kadar da kolay

olmadığını biliyordular.

Moltay sık sık yazardı gittiğinden beri, ama şimdi uzun süredir ondan mektup gelmiyordu. Kızlar Moltay’ın yazmama sebebinin ne olabileceğini düşüncesinden bile korkuyordular.Ne Asiya’nın, ne de Moltay’ın Esirgen’in ailesinden yakın hiç kimleri yoktu.  Gerçi Asşya’nın bir dayısı vardı, ama düşüncesiz biriydi – kendi çok çocuklu ailesini geçindiremiyordu. Yeğeninin onda kalmasına sevinmez herhalde. Bu da o demek oluyor ki, Asiya kaynatasının evinden ayrılsa gidecek yeri olmayacak. Esirgep ile barışmak için Saylıbek hakkında doğruyu söylemekleri lazımdı. Kanipa buna da razıydı, ama Asiya izin vermedi, kendi hayatını ihtıyarın acısına sebep olarak kurmak istemedi.

-   Hayat onların umutlarını ellerinde alsın, ben böyle bir şey yapamam, - Asiya kesin söyledi.

Bu topraklarda Esirgep’in ailesi yalnız yaşıyordu, yalnız kışlıyordular bu ıssız otlakta. Çevrelerinde acılarını paylaşacak, teselli verecek kimseleri yoktu.  Burdan kısa bir süre için de ayrılmak olmuyordu, ister istemez koyunları akıllarında kalıyordu, onları yalnız bırakamıyordular.

Şimdi de öyle, sürü kendi başına sakin otluyordu, ama yine de kendi sohbetlerine dalmış endişelerine rağmen iki kadın hayvanların garip hareketlerini farkettiler.

-     Bak, bak, bunlara bak! – Asiya dedi. – Ben bunların bir tek yazın gineşin sıcağından korunmak için birbirilerine sıkıştıklarını düşünüyordum. Ama onlar şimdi de küçük gruplar halinde otluyorlar. Bizim adi koyunların şimdi koşuşmaya başlamıştılar bile.

-     Bak bunu sen iyi farkettin, - Kanipa söyledi. – Bunları otlatmak ta bizimkileri otlatmaktan daha rahat. Bir yerde kalıp kıpırdamadan otlayacaklar sakince, ta oranın otu bitene kadar. Yarın otladıkları yerde bir tane ot bulamazsın bile. Ve böyle otlaya otlaya ileriye gidiyoruz. Bobrov’a da söyleyeceğim geldiğinde.

Kış çok şiddetli ve sertti. Keskin buz gibi soğuk rüzgar yorulmadan Alatay’ın derelerinden eserek Esirgep’i acele ettiriyordu, Esirgep yarı çöllerin kumlarına doğru Sarıtay’ın sınırına taraf göç ediyordu. Çiftlikler, dolurcunlar, kuru otlar artıl arkada uzakta kalmıştı. Gerçi ileride korunacak, sığınacak Karoy isimli yer vardı. Ama ihtiyar maryaları sıcak ağıllarda bırakmak istemiyordu, çünkü dayanıklılıklarını sınıyorlar, anlamı olmazdı ki. Hazırda yemeğe her tür hayvan yaşayabilir!

Maryalar...beyaz maryalar...Kazak bozkırında yaşayabilecekler mi, alışabilecekler mi?

-     Anneleri yeni doğmuştu bize geldiklerinde, - Kanipa Asiya’nın ne hakkında düşündüğünü anlayıb kibarca dedi. – Biz onları özenle baktık, yetiştirdik... – Göz ucuyla gelinlerine baktı. Nasıl etkileyeceğini bilmiyordu.

-     Babam doğru diyor: utanç yaşamaktan ölmek daha iyidir. Ben utançtan dünyanın öbür ucuna kadar koşardım. Ama koyunları ne yapacağız? Beş senedir ben bunlarla uğraşıyorum, kendi çocuklarım gibi büyütüyorum.

Bırakırsam aklım hep onlarda kalacak, beni özlediklerini düşüneceğim, beni geri çağırıyorlar düşüneceğim. İnsanlardan da ayıp. Toplantıda sana büyük iş emanet ediyoruz dediler, öncü Komsomol üyesisin artık bana dediler. İşte buymuş Komsomol üyesi! – Aniden Asiya sustu, sözünü kesti. – Benim eve gitmem lazım!

Dönüp kurumuş ağaçların arkasından zor gözüken uslu eşeğinin yanına gitti.

 

3

 

Kumlukta yorucu uzun iki haftalık, uykusuz geceli  seyahattan sonra Esirgep dinlenmek için daha yeni gözlerini kapatıp uyumuştu, Baljan hanım gürültü yapmadan çay demlemekle uğraşıyordu, ama adamın ince kulağı atların ayak patırtılarını hemen duydu.

-   Çık bak, gör kim gelmiş, - Esirgep yataktan kalkarak eşine söyledi.

Selam verip yurtaya Esirgep’in kendinden yaşlı bir arkadaşı, yaşıdı olan Bobrov profesör, ve üniversitenin zootekni uzmanı (hayvan yetiştirmede uzmanlaşmış) Asan bey girdiler.

-     Diğer ikisi nerede? – ihtiyar ilgilendi. – Ben dört insanın eve yaklaştığını duydum, öğle değil mi?

-     Kardeş, sen galiba bir kulağınla yatıyorsun, diğeriyle dinliyorsun.    – Bobrov kışın da, yazın da, aylarca çobanlarla yaşıyordu ve kazakca artık serbest konuşuyordu. Kaç at eve yaklaştı dedin?

Misafirlerin gelmelerine sevinen Esirgep şakayı anlayıp şakayla da cevap verdi:

-   Sen ne düşünüyordun, ben bir tek maryalardan, koyu kuzulardan mı anlıyorum? Biz atları da anlarız. Eğer siz gerçekten ikiniz geldiyseniz demek ki, yanınızda bir de yaylı atlar getirmişsiniz, o da hepsi beraber dört oluyor. Yalnış mıyım diyeceksin?

Asan hayranlıktan alkışladı – ihtiyar nasıl da anlıyormuş! Bobrov ise tebrik edip böyle dedi:

-           Sen düpedüz kapının küçük yarığından baktın tamam mı!

-   Ben ne kızım, ne de hanımefendiyim yarıktan bakmam. Yaklaşık bir asır oldu yaşayalı hala at ayak patırtısını seçmeyi öğrenemedim mi mı?

-   sen kazandın! – Bobrov dedi. – Biz sana iki iyi at getirdik, güle güle kullan. Sonbaharda hatırlıyorum dediklerini, kış çok soğuk olacak, gidip gelme zor oluyor ve sana iyi at lazım demiştin. İşte istediğinizi alın!

Uzun uzun koyu demlenmiş sütlü çay içtiler, çayı yudumlayarak terliyordular, arada bir sohbet de ediyordular, genel konular dağlardaki havalar, ihtiyarların gelecek kış için düşündükleri hava tahmini, değerli maryaların bu kışı nasıl geçirecekleri oluyordu. Maryaları Bobrov rüyalarında bile unutmuyordu, şimdi de Esirgep ile çay içerek konuyu hep bu hayvalara getiriyordu. Asan ise ısrarla ihtiyara bir kağıt sokuşturuyordu. Meğer ki, Kerey ile yeni yarışma anlaşmasıymış: tüm hayvan sayısını koruyup yetiştirmek, ve yüz ana hayvanın (marya) yüz on beş kuzu doğması lazım. Esirgep elini sallayarak zootekni uzmanı kovmaya çalışıyordu.

-   Kerey için kışlamak hiç problem değil ki! Onun orada dağlarda istediği her şey elinin altında: istediği kadar kuru ot, saman, gecelemek ise hiç sorun değil, sıcak ağırları var onun.

Asan bir şeyler kekelemeye çalıştı, Kerey’in...Ama Esirgep onu dinlemiyordu.

-   Hayır, canlarım benim, bence öyle yapmak doğru değil...Biz hayvanların dayanıklılıklarını kontrol etmeye çalışıyoruz, hazıra konmakla olmaz bu iş, üstelik sıcakta! Bu bir denemdir ve denemeyi bozmayın.

Esirgep misafirlerine Karaşengel’in ormanlarındaki donmayan ırmağın sahilinde kışlamayı düşündüğünü söyledi. Derdi ihtiyarı hep rahatsız ediyordu ve hiç kafasından çıkmıyordu. Sonunda Bobrova’a onu rahatsız eden derdini anlatmaya karar verdi. Sandalyesini çekip Bobrov’a yaklaştı, güvenerek dedi:

-   Seni kendi kardeşim kadar severim, her gelişinle beni mutlu ediyorsun. Sade bir insansın, evimden iğrenmiyorsun, şanınla, şöhretinle, rütbelerinle övünmüyorsun. Bu yüzden sana büyük saygım var ve senden hiç bir şey saklamak istemiyorum.

Esirgep Bobrov’a evindeki tatsız olayları anlattı. İhtiyar uzun ve çok dertli anlatıyordu – o kadar bu olay canını acıtmıştı. Bobrov kıpırdamadan  ihtiyarın sözünü kesmeden dinliyordu,bir tek zaman zaman buruşuk alnından  su gibi akan terini siliyordu.

Esirgep sustu, ama Bobrov daha düşüncelerini toparlayamamıştı. Bobrov kazak adetlerini biliyordu, Esirgep’i anlıyordu, ama ne cevap verebilidi ki? Acaba nasıl cevap versin, ne tavsiye etsin ki, ailedeki sorunları daha da karıştırmasın!

-     Ne söyleyebilirim ki, Esirgep? Kolay iş değil tabi, zor: sen de kendince doğrusun, ama Asiya’yı anlamak lazım. İyi bir kadındır, hoş biridir, ama tecrübesiz, gençtir daha. İnsanların söylediklerine gore genç olmak suçsuz olmakmış! – Bobrov Esirgep’e baktı. Esirgep kaşlarını çapmış oturuyordu. – Aceleyle karar verme, her şeyi yıkarsın yoksa...Acele işe şeytan karışır, aceleye gerek yok: bir insanın kalbini kırmak çok kolay, hele bozuşmak her şeyden kolay. Outrun Baljan ile düşünün güzelce. Sen de, eşin de akılı başında bir insanlarsınız, hayatı tanıyorsunuz. Beraber düşünün. Eşini bu işte yana itme, birlikte çözün.Asiya’yı da kovmakta acele etme.

-     O benim oğlumun şerefini iki paralık etti, - Esirgep sakince mırıldandı. – Beni kır saçımı tüm bu dürüst milletin içinde utançla örttü... Anlıyorum, artık onun için  benim evimde yaşamak rahat olmaz, ben de onun yüzüne bile bakamıyorum zaten. Evet, bizim gerçekten ayrılmamız lazım, evet... – İhtiyar duraksadı, yüzünü buruşturdu. – Ama işte bir soru var: ben onsuz kışı nasıl geçireceğim? Çobanı balçıktan yapamazsın ne de olsa! Kumluğa göç etsem – orada da kurtlar var, kar fırtınaları , şiddetli soğuk oluyor. Ama o geceleri sürünün yanındayken, kışın yazın farketmez, ben rahat oluyorum. Kimi onun yerine koyabilirim ki? Ben artık iki kişinin işini yapacak kadar güçlü değilim. Görüyorsunuz onsuz olmuyor. Ama benim kararım kesin, onunla aynı evde yaşayamayız.

Bobrov boş bardağını masay koydu, sigara içti. Öyle susarak iki ihtiyar ezgin ve üzgün oturuyordular.

Kapı açıldı, içeri Asiya girdi, elinde bir kucak çarpı vardı. Yavaş sesle selam verdi. Eve rahatsız bir sessizlik çöktü. Baljan aceleyle masanın arkasından kalkıpdışarı çıktı, eşeğin yükünü boşaltması için gelinine yardım etti. İçeri girdiğinde ise sanki canlanmıştı, konuşmaya başladı:

-   Bak ne kadar üşümüz, kızcığaz. Hiç dinlenmedin bile bugün. Gir içeri, sıcak yemek ye, iyice yorğana bürün, ve uzan dinlen, geceye kadar yorğunlupunu uyuyarakla al.

Elinde bir deste gazete Asan yaklaştı.

-   Size ve Kanipa’ya mektub var. Alın. – Asan buruşuk mektubu gazeteyle ve rengarenk kapaklı dergiyi Asiya’ya uzattı.

Asiya’nın gözleri ışıldadı, dolu gözleriyle Asan’a teşekkür etti. Moltay’dan selam var! Benim canım yaşıyor! Ama sevinci hemen yok oldu: bu mektup geçen ay aldığı mektuptan üç gün sonra yazılmıştı. Postane geciktirmiş. Asiya’nın kalbine yine endişe doldu: kaç gün oldu, o zamandan beri Moltay’dan yine haber yok, uzun zamandır yazmamış, niye yazmıyor, susuyor? Bir şey mi oldu? Bir şey mi oldu?

Asan başını önüne eğip, Bobrov’u çağırmaya gitti, karanlık basmadan sürüye bakmak lazımdı.

 

4

 

Tam sürgüye yaklaşmadan Bobrov hemen olumsuz bir şeyler olduğunu anladı: genelde koyunlar da, maryalar da sakinler, ama şimdi sebebsiz bir yerde diğer yere koşuyordular. Anlaşılan yemleri yetmiyordu. Kanipa bu düşünceleri tasdik etti: Karaşengel’in otlaklığı mahvolmuş, hayvanalar için  yiyecek ot kalmamış.Maryalar zayıflamaya başlamışlar bile.

-   Bakın kendiniz göreceksiniz. – Kanipa söyledi, atını kamçılayıp ileri sürdü.

Bobrov ve Asan sürüye bakındılar, sonra not defterlerine bir şeyler yazdılar. Esirgep ikisinin de ne yazdıklarını merak ediyordu, endişeyie bakıyordu.

-   Bak sen defterine çok şey yazdın, - sonunda duramayıp konuştu.- Senin bu yazmalarından pek anlamam, ama şunu söyleyeyim ki, seninle ilkbaharda üçüncü kategoriye seçtiğimiz maryalar zayıflamış. Doğru mu?

Bobrov Kanipe’ye taraf döndü:

-     Sen ne düşünüyorsun?

-     Evet, galiba öyledir.

- Daha kışın başında!- Esirgep daha çok endişelenmeye başladı. – Şubatta, martta ne olacak sonları? Sen bu üçüncü kategoriyi niye yamaladın ki? İlkbahara kadar kalırlarsa bile, kuzulama zamanı ölecekler, ölmeyenlerin kuzuları sağlıklı olmayacak. Sorumlusu kim? Ben!

-      Elbette, Kerey kazanacak bu yarışmayı, -Kanipa sohbete karıştı. – o kendi zayıf hayvanlarını tınaza gömecek. Ama bizim için bu kayıplar çok riskli!

-      Tabi ki, riskli, arkadaşlar, her tecrübe risklidir, her denemenin kendine ait riskleri var. Ama riski göze almasak bilmediklerimizi öğrenemeyiz. Esirgep, güven benim sözüme, bizim maryalar dayanacaklar, gerçi bu hayvanların öncekileri hiç kumlukta kışlamadılar. Kuzular için de korkma: onlar için en zor dönem annelerinin karnı olacak, önümüzdeki sene buraya gürbüz, yetişmiş, dayanıklı dönecekler. Ama bir de şu var ki, sen onlarla çok dert çekeceksin, çok uğraşacaksın, ama senin ilk çalışma senen değil! Sorumluk konusa geldiğimizde ise merak etme sen, - sorumlusu ben olacağım. Bunu Narkomat’ta da biliyorlar. Sen bunları düşünme, sen kumlara göçüne devam et.

Bobrov fırsat bulup biraz Kanipa ile konuştu. Kız her şeyi ayrıntılı anlattı. Asiya’yı hiç bir konuda kınamıyordu, ama babasını da anlıyordu, onun kırgınlığını da anlattı.

-   Biz şimdi ne yapabiliriz, bir şeyler tavsiye edin, - kız sordu. – Siz Saylıbek’in öldüğünü biliyorsunuz. Ama benim ihtitarlar onu bekliyorlar şimdiye kadar, umutlarını kaybetmiyorlar. Ama biz onlara öldü söyleyebiliriz. Аsiya hakkında hiç konuyu açmayalım bile, o kendi hayatını Moltay ile geçirmeye karar verdi.onu askerliğe götürmeseydiler, çoktan evlenmiştiler şimdi. Biz de bu ihtiyarları nasılsa razı ederdik. Ama şimdi Moltay cephede ve dönüp dönmeyeceğini hiç kimse bilmiyor. Her kes her tafartan Asiya’yı suçluyor. Tüm umudumuz sizedir: babamla konuşun kzız üzmesin, razı edin babamı. İkna olmasa o zaman söyleyin biraz sabretsin, bir ay içinde Asiya’nın yerine başkasını alacaksınız, ama şimdilik Asiya’ya dokunmasın. Belki barıştılar. Ama gerçekten biz şimdi onsuz hiç türlü yapamayız.

Bobrov şaşkınlıkla Kanipa’ya bakıyordu. “Alçakgönüllü insan suyu  bulandırmaz” düşündü. Nasıl da zekalı, akıl etmiş: hem babası rahat olur, incimez, hem arkadaşı için iyi olacak.

-   Senin iyi kalbin var, kızım, iyi kalpli insan olacaksın! – Baba gülüşü onun buruşuk yüzünü aydınlattı! – Alma-Ata’ya gidip, senin nasıl bir kız olduğunu, nasıl Komsomol kızlarımızın başka insanlara yardım etmeye çalıştıklarını yönetimlere söyleyeceğim! Çok iyi, çok değerli bir fikir söyledin. Esirgep’i belki ikna edebildim. Olmazsa ne yapalım, Asiya’nın yerine başkasını alırız. Elbet zarar göreceğiz, siz e arkadaşınızdan ayrılmak istemiyorsunuz, ne acı...Neyse baaklım.

Gece Asiya sürüyü beklemeye gitti, Baljan hanım ile Kanipa gün içinde çok yorulmuştular, yatıyordular. Bobrov sohbet etmek istedi Esirgep ile, aile rızası için geliniyle daha yumşak olması lazım diyecekti. Ama Esirgep önce başladı konuşmaya, daha kesin ve olumsuz konuştu:

-   Ben bu hayatta az şey görmedim, az çekmedim bu hayattan, İvan! Sen kendin biliyorsun neler yaşadığımı...Ama şimdi daha kötüsü...baksana...benim evimde...besmelesiz yaptığı çocuğunu büyütecek, ben bunu kaldıramam, dayanamam buna...Saylıbek’i yaşıyorken gömmem. En azından benim ihtiyarlığıma acı. Buradan gittiğnde bana başka bir yardımcı gönder. Ve bu benim soz sözüm!

Bobrov Esirgep’in durumunu anladı: onun yarasını bir tek zaman iyileştirir, bu ağır sohbetler şimdi boşuna zaman kaybetmektir.

Sabah erkenden göçme için hazırlıklar ypılmaya başladı. Bobrov ve Asan ev sahibiyle birlikte yurtayı söktüler, eşyaları bir yere toplayıp, sürüyü almak için Sarıtau’nun sussuz, kumlu tepelerine gittiler. Sürü tepelere deniz dalgası gibi serilmişti. Buralar ne insanın, ne de hayvanın hiç barınabilecek yere benzemiyordu hiç. Bu yerlere yukarıdan baktığında kurumuş kuyuyu hatırlatıyor. Buradaki insanlar bu kumlu rüzgardan saklanmış topraklar şukıra diyorlar. Esirgep Sarıtau’nun kumluğunu karış karış gezip, bozkırın geniş, ezen ve erkök otlarıyla kaplanmış düzlüğünde, gözünün kestirdiği sakin, tenha bir yer seçmişti.

Kumlukta ne dağ, ne orman, ne ırmak vardı, insanın nerede olduğunu anlaması zor. Gençliğinde kumluğa alışmayan, muhakkak bu sonsuz kum dalgalarının, konik tepeli dağların, sert otların arasında kaybolacaktır. Buraları görmüş geçirmiş olan Esirgep bile ne olur ne olmaz diye şukırının yanındaki dağın tepesine jalon dikmiş. Kumlukta göç edenlerin hepsi böyle işaretler dikiyordular. Kum denizinde yalnız başına dikilmiş bu jalon insan hakkında haber veriyordu: ben buradayım!

Bobrov sürünün yanında bir hafta kaldı. Göçme maryalara iyi geldi. Kar Karaşengel’den daha azdı, yem ise doya doya. Sürü sakin ve yığın halde acele etmeden otluyordular, son otu yemeden başka yere geçmiyordular.  Hepsi kilo almaya başladı, canlandılar, Esirgep de onlarla birlikte mutlu oluyordu.

-    Şimdi her şey yerinde, - Esirgep Bobrov’a dedi. – ama kar çoğalırsa, ben daha uzak kumluğa giderim, önemlisi tipi olmasın da. Fırtına zamanı buralar felaket oluyor!

Ayrılmadan önce Bobrov konuksever bu yurtada lezzetli beşparmak yedi, üstünden koyu çay içti, yorgana sarılıp uykusunu aldı. Uykudan sonra kalkıp Asan ile gitmeye hazırlandı.

-    Anladığım kadarıyla artık ihtiyarla beraber geçinemeyeceksiniz! – eyerine oturup Asiya’ya dedi. – Bu iyi olmadı, senin için de, onun için de iyi olmadı. Artık kendiniz bilirsiniz! Bir ay sonra senin yerine başka bir işçi göndereceğim. Enstitüye dönersin, sonra çiftliğe gönderirim seni...Hiç teşekkür etme, ben senin işini biliyorum, değer veriyorum...Sen sşimdilik ihtiyarla iyi geçinmeye çalış, kızdığında cevap verme, sus. Madem ayrılacaksınız tatlılıkla ayrılın. Doğru mu?

Asiya eskisi gibi iyi çalışmaya devam edeceğine söz verdi; babasını da kızdırmamaya çalışacak tabi ki de.

Gece bitmeyecekmiş gibi uzun sürüyordu, Asiya’ya karışık endişeler rahatlık vermiyordu, kalbi sanki olavak belayı hissediyordu. Çocuk sık sık hareket ediyordu, annesini karnına itiyordu, sanki uykudan ürküp uyanmıştıи...Asiya hiç bir zaman sabahı bu kadar sabırsızlıkla beklemiyordu.

Siyah kocaman bulutlar göklerde hızlı hızlı birbirinin arkasınca sanki koşuyordular. Rüzgar kumlu karı Asiya’nın yüzüne fırlatıyordu. Köpekler durmadan havlıyordular. Genelde sakin olan Taymas bu gece hızla oradan oraya koşuyordu, tekrar Asiya’nın yanına geliyordu, uluyarak Asiya’ya bir şeyler anlatmak istiyordu: dikkatli ol, etrafta tehlike dolaşıyor!

Asiya şefkatle köpeğin sert cıdavını okşuyordu.

- Ne oldu, Taymas, ne oldu? Neden korktun?

Köpek şukırın üstünde yükselen sihay küçük tepeye bakarak sinirle hırlıyordu. Rüzgar o küçük tepeden soğuk soluk gibi esiyordu. Korkmuş hayvanlar oradan oraya atlıyordular, acıklı acıklı meliyordular, kürnüyordular. Rüzgar yurtaya da esiyordu, yurta temeline kadar sarsıyordu, yurtada uyuyanlar da uyandılar artık, başlarını kaldırıp dışarıdan gelen seslere kulak veriyordular...

Gece yarısından sonra fırtınanın dehşetli seslerine başka ürkütücü, korkunç sesler de katıldı. Taymas’ın bakıp hırladığı tepenin arkasında gittikçe daha net hüzünlü ulumalar duyuluyordu. Bu sesler bir yaklaşıyor, bir uzaklaşıyordu. Bu galiba kurt sürüsüdür, yakınlarda dönüyorlar, sanki daha çok korkutmak için, daha yırtıcı gözükmek için. Asiya ilk kes duymuyordu kurt ulumasını, hatta görmüştü bile kış gecelerinde, ama şimdi o da titremeye başladı. Elindeki okkalı akağaçtan yapılmış copunu sıktı, kalbi çok hızlı çarpıyordu, çölün şiddetli seslerini dinlemeye çalıştı. Sanki yerdeki kumlar bile canlanıp koyun sürüsüne saldırmak istiyordu.

- Bunlar kaç taneler burada! Çabuk sabah olsa da keşke... – Asiya beyazlamış dudaklarında fısıldıyordu.

Uluma artık her taraftan duyuluyordu, daha yakından duyuluyordu. Sesleri gah yerdeki topraktan duyuluyordu, gah da göklerden. Asiya anlamıştı, kurtlar artık şukıra çok yanaşmıştılar, hatta saldırmaya hazırlanıyorlar...Taymas öfke dolu kısık sesle havlayarak şukırın etrafında fırıl fırıl dönüyordu, onunla birlikte diğer köpekler de havlamaya başladılar. Her halde kurtlar da köpekler gibi dönüyorlar. Köpeklerle birlikte Asiya kendisi de tüm gücüyle bağırdı, gerçi rüzgarın uğultusunda sesi kayboldu, ama kurtlar insan sesini duydular ve galiba geri çekildiler.

Yurtada artık her kes ayaktaydı. Baljan eşini ve kızını acele ettiriyordu.

-            Zavallı kızım şimdi nasıl da korkmuştur!

-    Bak sen, pek merhametlisin...üzülüyor bir de... – üstünü giyinerek Esirgep eşine homurdanıyordu.

-      Ağırlaşıyor o, - sitemli sitemli kocasına cevap verdi. Esirgep’in beyni attı:

-      Zina çocuğunu mu bekliyorsun? Babasızı mı? Bu kes Baljan susmadı, cevap verdi:

 

-      Varo nun babası! Savaşa götürdüler. Kız evlendi çocukla... Doğacak çocuk da delikanlı olacak, besmelesiz değil...Babası Moltay’dır.

-      Moltay! – Esirgep şaşırıp bağırdı. O delikanlıyı ihtiyar severdi. İşini bilen, namuslu, dürüst biriydi. Ama nasıl olabilir – eşi yaşıyorken nasıl evlenebilir ki? Arkadaşının eşini mi elinden alıyor, askerin eşini mi? Olamaz böyle bir şey!

Ama Baljan tekrar edip duruyordu, inatla kafasını sallayarak:

-            Moltay, Moltay...

Esirgep’in kalbi ilk kes şüphelerden sıkıştı, belki kendi oğlu hakkında her şeyi bilmiyor, başkaları galiba ondan bir şeyler saklıyor, söylemiyorlar...

Çobanın dayanıksız evine yeni rüzgar sağanağı saldırıverdi. Fırtınanın uğultusunda Asiya’nın umutsuz, korkmuş sesi duyuldu:

- Kanipa! Каnipa!

Bir ay olmuştu Esirgep ile Asiya konuşmayalı, şimdi de yardım için Asiya onu değil, arkadaşını çağırıyordu.

Esirgep, Knipa ve Baljan itişerek yurtadan dışarı koştular. Asiya fırtına yüzünden gözükmüyordu. Kızın kısık sesi uzaklaşıyordu.

-   Çabuk, cnlarım benim, acele edin! – Baljan ağlayarak mırıldanıyordu. – Benim kızcığazım yalnızdır orada...

Esirgep ile Kanipa Asiya’nın sesi gelen taraf, köpeklerin havlamalarını duydukları  tarafa gidiyordular, kendileri de tüm güçleriyle çağırıyordular.

Göklerde kurşun renkli bulutlar toplandı, yerde ise koyun sürüsü oradan oraya koşuyordu. Rüzgar hayvanların sırtındaki ve yanlarındaki yünü kaldırıp karla dolduruyordu. İnsanlar için de, hayvanlar için de bu hava yürümek zordu. Bozkırın her tarafından farklı farklı iniltiler, uğultular duyuluyordu. Bir anda kurtlar sanki gözle görülmeyen barajı kırıp sürüye doğru atıldılar, kurtlar insanların sesini, koyunların melemelerini, köpeklerin havlamalarını boğdu. Seçik olmayan gölgeler Kanipa’nın yanından hızlı geçtiler. Kızın korkudan soluğu kesildi. Sürü ürküp kaçışmaya başladı, ama vahşi hayvanlar onlara yetiştiler, yanlarını, boğazlarını yırttılar.

-   Kurtlar! Kurtlar! Buradalar! – kendini hatırlamadan Kanipa keskin çığlıklar kopardı.

Esirgep yardıma yetişti, kendini zor ayakta tutyordu, çılgına dönmüş maryalar insanları yere yuvarlatıyordular.

Beklenmeden sürü ikiye ayrıldı, Esirgep Asiya’yı gördü, kız elindeki copu havaya kaldırmıştı. O korkmadan sakince sürüyü kurtarmaya çalışıyordu. Önünde bir kurt vardı. Gri eşkıya (burada kurt) koyunun sırtına atladı, ama götüremedi, yetişemedi, Asiya kafasına copla vurdu.

Darbe kurdun kulaklarının ortasına değdi, yırtıcı hayvan koyunu bıraktı, yüzü üstüne yere düştü.

Asiya bir kez daha keskendi ve kurdun belkemiğini kırdı, işlerinin arasından söylenerek:

-           Yat, yat, lanetli!

Kızın darbesi kadın darbesine benzemiyordu hiç, her attığını vurdu, tutturdu.

Bir yerden yaralı çenilemesi duyuluyorduköpeğin acıklı acıklı. Asiya’ya korkudan zor sağ kalan Baljan hanım yaklaştı.

-           Canım benim! Gözümüm nuru! Hangi erkek sana layık?

- Kurdu ölene kadar vurun...dirilmesin...sürüye bakın...Kurtlar uzaklara kumluğa kaöırmasınlar...yiyecekler... – Asiya cevap vermeden şukırın yol kenarına koştuИ Асия, korkmuş maryaların yolunu kesmek için. Esirgep de aceleyle koşarak sürünün diğer tarafından geldi.

Yavaş yavaş ortalık sakinleşiyordu. Sürü yine bir yere toplandı. Maryalar birbirine sokulmuş,uysalca, ama susmadan meleyerek  şukırın ortasına duruyordular, meleyerek sanki «Ne oluyor? Ne oluyor?» diye soruyordular.

Esirgep sürünün etrafına dolaşıp dikkatle baktıktan sonra anladı ki, sürü seyrekleşmiş. Anlaşılan sürünün bir kısmı bozkıra kaçmış, gözleri gördükleri yere kaçmışlar, kurtlar koşturmuş...

Asiya şukırda yoktu. Elbette ki maryaların ardından gitmiştir. Ona yardım etmek lazım. Ama burada kalan sürünün diğer kısmını da bırakmak olmuyor: dört tarafa koşuşmaya başlarlarраз.

İhtiyar Taymas’ı çağırdı. Köpek ses vermedi. Demek ki Asiya ile birlikte gitmiş. Bu iyi oldu işte. İkisi beraber başarırlar.

Tan yeri ağarmaya başladı. Tipi sakinleşti. Ama Asiya hala dönmemişti.

Esirgep eyerlenmemiş atına atladı, Kanipaya da sürüden bir adım bile uzaklaşmamasını söyledi, ve atını şukırdan sürdü. Bozkıra yaklaştığında ihtiyar kumun üzerinde pek çok koyun ayağının izlerini gördü, dikkatle yere baktı, rahat nefes aldı: yerde kan gözükmüyordu. Gece bitti, demek ki tehlikeyi atlattık. Gündüz kutlar yarı güçlü oluyor.

İhtiyarın düşündüğü gibi de olmuş, Asiya’nın yardımına sadık, becerikli Taymas gelmiş. Sürünün kaçan kısmına yetişmiş ve durdurmuş, Asiya ise onları köpeğin havlamasıyla bulmuş. Anlaşılmayan bir şey vardı: kurtlar nereye kayboldular? Asiya her dakika onların geleceğini, baskın yapacaklarını düşünüyordu. Açık bozkırda şukırdan daha zor olurdu, kendini korumak da, sürüyü bir yerde tutmak da. Ama kurtlar gözükmüyordular, Asiya bu kadar sürünün ardından koştuktan sonra ancak soluğunu aldı, çok terlemişti, kuvvetten düştüyünü hissetti, ne gitmeye, ne durmaya, ne de sürüyü geri götürmeye gücü kalmıştı. Çok sıcaktı, uyku gözünden akıyordu. Karın üzerine yüzükoyun yatmıp hiç bir şey düşünmeden, her şeyi unudup hemen uyumak istiyordu.

Kendini nasıl yendiğini, nasıl uzanıp uyumamasına kendini ikna ettiğini hatırlamıyordu. Belki de uzanıp yatmıştı...kurtlar gitmişti ya...Taymas uyandırmış! Mecbur kaldırdı beni.

Asiya’nın kalbinin altında çocuğu endişeli hareket etti. Asiya canlandı. Silkindi, üşüdüğünü anladı. Sürüyü korumak için uzun barkanlara(kum tepeler) kovdu, şafak vaktine kadar orada beklemeyi düşündü. Kışın bulanık sabah ışıklarında Asiya koyunları saydı. Yaklaşık seksen tane... «Ehhh, aptallar», - düşündü.

Soluk şafak alev alev yanmaya başladı, gök açıldı. Esirgep yaklaşıp attan indi. Yorgun, halsiz Asiya ihtiyara yeni, başka bir tür gözüktü. Asiya da onu hemen tanıyamadı. Önce adam konuştu:

-    Yaşıyor musun, sağ mısın, değerlim benim? – ihtiyarın sesinde eskisi gibi şefkat duyuluyordu.

Asiya’nın yüzü kızardı.

-            Allah’a çok şükür, baba.

-    Kızım benim, ihtiyarlığımda  desteğimsin benim... – Esirgep gelinini kucakladı, donmuş alnını öptü.

Asiya ağladı. Bu ürkek, utangaç kadına şimdi biri bakarsa, dün geceki korkmadan kurta karşı çıkıp, bahadır gibi cop darbesiyle yırtıcı hayvanı vurup deviren kadın şu an ağlayan kadın değildir der!

Esirgep üzerindeki donmuş gocuğu çıkarttı, dört katlayıp, atın sırtına eyer yerine koydu.

-      Otur, kızım! Eve git. Senden bu kadar yeter.

-      Siz ne diyorsunuz, baba! Teşekkür ederim. Siz atla gidin, ben ise böyle...Yürüyerek gideceğim. Beraber sürüyü götürürüz...

-      Peki, beraber diyorsan beraber gidelim, ama yürüyerek değil. Ben izin vermiyorum yürümene. Ata bin!

İtiyar Baljan ikisini de yolun kenarında gmrdüğünde gözlerine inanmadı: Esirgep yürüyerek geliyordu,Asiya ise ata binmişti, kaynatasının gocuğuna oturmuştu! Baljan eşinin onun için şereflendirip böyle bir şey yaptığını hatırlamıyordu...

Şukırda her şey yolundaydı. Kurtlar üç koyunu parçalamıştı, beşini yaralamışlar, ama tehlikeli değil.

-   Yaşayacaklar, - Esirgep dedi: - Yaraları derin değil...Gördünüz mü bizim Asiya kurtların önemlilerini nasıl öldürdü, o öldükten sonra diğerleri kaçtıстая!  Diğerleri zaten korkak köpek yavrusu gibi. Önemlileri ölmeseydi daha çok koyunu öldürürdüler.

Öğle vaktinden sonra hava açıldı, rüzgar yatıştı. Sürüyü bekleyen Kanipa bozkırda bir atlı farketti. Atlı yaklaştı, Kanipa atlının çocukluk huyunu hatırlayıp, hafifce gülümsedi. Atlı  çiftlikte en tembel ve en uykucu on altı yaşlı Alimdi.

Çocuk gazeteler getirmişti.

-   Peki mektuplar? – Kanipa sabırsızla sordu, cevap beklemeden kendisi Alim’in torbasını altüst etti, içindekileri karın üzerine boşalttı. Mektup yoktu. Moltay susuyordu. Ama «Sosyalist Kazakistan» gazetesini açtığında, gözlerine koyu harflerle yazılan «Hayvancılığın öncü işçileri» çarptı, makalenin yanında resim bastırılmıştı: babası, annesi, Asiya ve Kanipa’nın kendisi, sürünün yanında çektirilmişti resim. Kanipa’nın yanakları gülümsemeden parladı, kalbi daha sık atmaya başladı. Demek ki Asan bunun için onların resmini çekmiştien son geldiklerinde. Ne tuhaf, insan düşünemiyor: onlar insanlardan uzaklarda göç ediyorlar kumluklarda, ama onları hatırlıyorlar, merak ediyorlar, saygı hürmet gösteriyorlar! Keşke hava çabuk kararsa! Kanipa yurtaya girecek, babasını önünde gazeteyi açacak: bak bakalım kim var burada? Ama ani tahmin kızın neşesini bozdu, kederlendirdi.

-     Sen peki buralara niye geldin? Asiya’nın yerine, öğle mi?

-     Evet! – Alim gülümseyerek başını salladı.

-   Demek böyle. – Kanipa kaşlarını çattı. – Niçin geldiğini babama söylemeyeceksin! Geldin – tamam da iyi, ama bizim burada eli boş oturmuyoruz. Babam sorsa Asiya’ya yardımcı işçi gönderdiler söylersin... Anladın mı?

- Anlamaz mıyım? – çocuğun yuvarlak suratı güldü, sağlam dişleri ışıldadı.

 

6

 

Meteorologlar bilgiçleri ve ihtiyar çobanlar haklı çıktılar, kış erken geldi, çok soğuk ve karlıydı.

Ayazlar, günlerce süren fırtınalar kasım ayında başladı, mart ayına kadar sürdü. Uçsuz bucaksız bozkır derin karlarda batıyordu. İster iseteme çobanlar Kaskelen’in ve Cambula’nın çamurundan hayvanlarını kumluğa göçürmek zorunda kalmıştılar. Bu yolsuzluklardan geçmeler zordu. Maryalar kirtinlere denk geliyordular, geçemiyordular, o kadar çok yorulmuştular ki, kumluğa geldiklerinde bekledikleri hafifliği, rahatlığı hissetmediler. Çobanlar sürüyü ilkbahara kadar besleyeceklerine inanmıyordular. Otluklatın buz tutması, açlık tehlikesi kaçınılmazdı.

Alma-Ata’da her kes ayaktaydı. Büyük büyük taşıtlar, arabalar yardıma gönderiliyordu. Havaya uçaklar kalkıyordu, yıkarıdan kamyonların geçemediği yerlere yüklerini(yem) atıyordular.

Ülkenin başkentinde radyolar, telgraylar, telefonlar günde yirmi dört saat insanlar koyun ve at sürüsü hakkında sevindirmeyen raporlar, haberler veriyordular.

Esirgep’in sürüsü özel kayıttaydı. Kışın başında bir tek Esirgep’in sürüsü kumluğa göç ediyordu ve kendilerine yem buluyordular. Soğuk hava ve kar Esirgep’i daha da uzaklara kovalıyordu. Sürünün ardından gece – gündüz izlerini kaybetmeden kurtlar geliyordular, ama Esirgep yoluna devam ediyordu. Kış boyunca ne ihtiyar, ne de ailesi dinlenmeden çalıştılar, her üç-dürt gün sonra göç etmek insanları kuvvetten kesiyordu. Ama koyunlar zayıflamıyordular! Esirgep’in ardından Sarıtau’ya başka çobanlar da göçüyordular.  Göç ettikleri yerde kışlamak sıkıntılıydı, ama sürü doyurmak için iyi yerdi...İhtiyar çoban bazen homurdanıyordu:

-    Bak, gelmişler hepsi. Yakında kurumuş ot sapı için savaşacağız.

Ama kalbinde memnundu: kaç çoban, kaç sürü ona bakıp ardından geldiler! Esirgep Tuzbay, Kıstaubek, ihtiyar Kojaş, hayvancılığın ünlü çobanlarıyla yan yanaydı.

Esirgep iki aydır attından inmedi, az kar, çok yem olabilecek yer arıyordu. Böyle bir yer bulduklarında hemen çadrılarını dürüp, sürüye bir yere toplayıp yeni yerlerine taşınıyordular. Esirgep Bobrova’a ona böyle dayanıklı iyi at verdiği için defalarca teşekkür ederdi. Ailede her kesin keyfi iyiydi. Sürüyü gören her kes: Esirgep’in koyunları iyi durumdalar derdiler!

Martın son günlerinde kış sanki geri çekilmeye karar verdi, buzlar erimeye başladı. Çözük sular akmaya başladı. Maryaların kuzulamak vakti yaklaşmıştı. Esirgep sürüsünü geri götürdü, Kanbulak’a. Geri dönme kolay değildi, on gün sürdü, ama sürü tok ve sağlamdı. Göçme iyi geçti.

Jalıbulak ormağının yanında kalamaya karar verdiler. Esirgep Alim ile birlikte doğacak kuzular için kar yağışıyla hasarlanmış zeminliği tamir edip yenilemeye kalkıştılar. Nisanın başında, iklbahar gökü maviliye büründüğünde kuzulama sezonu başladı.

İlk üç hafta içinde yaklaşık yüz beyaz kuzular doğdu. Hazırlanmış zeminliğin ikisi komple dolmuştu.

Ama Asiya ve Kanipa endişe ediyordular.

-           Kuzuların anneleri kışın çok üşümüştüler. Sütleri yetecek mi acaba? Bu dönemde Bobrov ile Asan geldiler.

-    Nasıl kışladınız, babalar? – Bobrov eyerden inmeden sordu. –Buzlara dayanabildiniz! – Ve, acele ederek saygıyla ihtiyarın elini sıktı, Asiya’yı ise kucakladı. Yol çantasını açıp her kese aldığı hediyeyi verdi. Baljan hanıma lezzetli çay demlediği için bir kaç paket en iyi çaylardan almıştı, genç kadınlara ise yeni giyisiler almıştı: elbiseler, rengarenk şallar ve tatlılar. Asan’ın  çantasında ise kuzuların çekisini ölçmek için terazi  vardı.

Asan yeni doğmuş ve on dört günlük kuzuları muayene etti, sonra tarttı, tüm gününü bu işlere harcadı, işleri bittikten sonra Аsan dedi:

-    Endişelenmeyin. Zeminlik mi küçük? O problem değil. Bu beyaz maryaların sütü  kazak maryalarınkinden çokmuş. Kuzular iyi besleniyorlar, kilo alıyorlar.

- Zor kış yavrular için de faydalıdır: daha annelerinin karnında dayanıklı olmayı öğrenmişler... -  Bobrov dedi. – ilk üç gün kuzuları sıcak yerde tutun, sonra düşünmeyin bile, özgürlüğe bırakın. Onların yerine ise yeni doğulanları koyun. Zararlı olmaz. Tecrübemizi sonuna erdirelim.

Doğrusu, Bobrov emretmeseydi Esirgep üç günlük kuzuları sıcak zeminlikten hemen dışarıya bırakmaya cesaret etmezdi. Ama emiri yerine getirmek lazımdı. Kapıyı açar açmaz kuzular meleyerek birbirini sıkıştırarark annelerine taraf koşuştular. Önceleri ısınmak için annelerinin sıcak yünlerine sokuluyordular, ama çok geçmeden annelerinin uzun yünlerinde ısınmayı bıraktılar.

Bobrov kuzulama sezonu bitene kadar Esirgep’lerde kaldı. Riskli, kolay olmayan tecrübe başarıyla sonuçlandı! Beyaz maryalar hem dayanıklı, hem besili, hem uzun yünlü, hem de doğurgandılar. Kazak cinsi olan maryaların yüzü yaklaşık doksan sekiz kuzu doğurur, ama bu beyaz maryalar – yüz otuz. Dayanıklı ve cömert (doğurgan) cinstir...

İlkbahar bozkırın tepelerini yemyeşil elbiseye bürüdü. Neşeli güneş günden güne daha çok sıcak veriyordu. Ve bu güneşin ışınlarının sayesinde koyunların sevdiği otlar  yetişti – jusan ve şagir.

Kuzular enginlikte geziniyorular, ince ayaklarına rağmen oradan oraya atlıyordular.

Baljan hanım elinden tahta kepçesini bırakmıyordu, kazanlarda lıkıldayan marya sütünden “kurt” (içecek türü) pişiriyordu. Yurtadaki tüm kaseler, fincanlar, bardaklar, güğümler ayranla doluydu.

Irmak Jalıbulak bile insana mutlu geliyordu, ırmak çözük sularla dolup taşıyordu. Sık, gür, yeşil otların arasından gölekler ve göller ayna parçaları  gibi ışıldıyordu. Sıcak ülkeler uçup giden kuşlar şimdi sevinçli sevinçli öterek, cıvıldaşarak, ıslık gibi sesler ederek göllerin, ırmakların sahillerine geri dönüyordular. Kamışların arasında kanatlarını çarparak kazlar yüzüyordu, yükseklerde gök mavisine yakın kuğular uçuşuyordular.

Asiya hamileliğinin son günlerini yaşıyordu. Tüm aile onları sevindirecek günü bekliyordu. Ilık nisan günlerin birinde Esirgep bozkıra sürünün yanına gitti, Bobrov da onunla gitmeyi düşünüyordu, ama Asiya’ya dikkatle baktıktan sonra vazgeçti, Asiya ile kalacağını söyledi. Evde bir erkeğin olması lazım, - her bir şey olabilir!

Ön sezi onu aldatmadı. Asiya’nın doğum sancıları başladı. Bobrov yurtadan çıktı, ama gözünü kapıdan çekmiyordu: belki yardımı lazım olur diye. Şükür ki her şey iyi oldu: doğum rahat geçti. Asiya’nın bir erkek çocuğu oldu.

      Bobrov’u çağırdılar.

- Ah, ne güzel...Görüyor musunuz bu mutluluğu... – İvan Dmitriyeviç mahcup mahcup dedi. – Çocuk şanslı ve mutlu olacak...

Ama o da, kadınlar da tek bir şey düşünüyordular: Esirgep ne diyecek?

Bobrov atını eyerleyip otlağa gitti. Daha uzaktan Esirgep’i görüp sevinçli sevinçli bağırdı:

 

-        Suyuşi, ihtiyar, suyuşi! Erkek torunun oldu!

Esirgep sakince Bobrov’un ona uzattığı elini sıktı.

Şaşkın şaşkın gilimsedi, sonra sebepsiz arkadaşının omuzuna vurdu.

İkisi de mahcup olmuştu birbirine karşı, biraz sustular, konuşmadılar, düşündüler, sanki birbirini bekliyordular.

-     Savaş bitiyor, - sonunda Bobrov konuştu. – Savaş artık Berlin’ yakın bir yerlerde. Yakında, çok yakında bizim kahramanlar geri dönecekler...evlerine…

-     Keşke öyle olsun! Duaların kabul olsun, - Esigep yavaş sesle dedi.

        Akşam onların bozkırdan yurtaya döndüklerinde yurta tertemizdi, kutlama için süslemişler. Asan Kanipa ile bezekli yeni battaniyeyi seriyordular. Yeni doğmuş çocuğun şerefine bayram düzenlemişler. Kadınlar heyecanlı ve endişeli korktuklarını saklamay çalışarak Esirgep’i bekliyordular.

O gün o eve gelene kadar ihtiyar çok düşündü, acılı, ağır düşüncelerini çok değişti. Ama kararını kalbinde artık vermişti.

Yurtaya yaklaştıklarında ihtiyar acele etmeden onu karşılayan eşine dedi:

-     Demek böyle... Madem ki, yakında bizimkiler kazanacak savaşı, bizim zaferimiz de torunumuz olsun..  İsmini Jenisbek koyalım – Zafer oğlu demek! 

 

1947

Көп оқылғандар