Kültay’ın toprakları
İki sene evlilik hayatından sonra Kültay dul kaldı. Ekonomi durumu pek de zengin değildi: bir tane at, dana, inek, zeminlik, fakir küçük yazlık ev, karasaban, tırmık ve birkaç başka aletleri vardı. İlk kez bu eve geldiğinde eşinin kardeşi olduğunu öğrenmişti, ama kayınbiraderini hiç görmemişti. Jumabay genç yenge ile tanışmak için bile bir kez olsun gelmemişti. Ama tuhaf olan başka bir şey de vardı: eşi erkek kardeşi hakkında hiç anlatmamıştı. Sanki kardeşi hiç yokmuş gibiydi. Yalnız sonbaharlarda kış için et almak lazım olduğunda, üstelik aulnay gırtlağından yapışıp vergi parasını ödemesini talep ettiğinde, eşi mecbur kalıp Jumbay’a gidiyordu. Jumbay o zamanlar bir zenginin yanında rençberlik ediyordu, ve hizmeti için para alıyordu, sonra müdürü ile yeni anlaşma yapıyordular bir senelik. Kültay zaman zaman ağızsın kayınbiraderi hakkında: «Ya fazla iyi kalpli insandır, ya da aptaldır» diye düşünüyordu.
Eşi vefat ettikten sonra genç dul kadını isteyen az değildi. İlk kur yapmaya başlayan Birmaganbet olmuştu. Evli olmasına rağmen, rahmetlinin yakın akrabalarının arasında kendisinin en yakın, en uygun ve en yakışıklı olduğuna inanıp ve dul kadınla evlenmeye büyük şansı olduğunu düşünüyordu. İki sene önce eşini kaybeden Mırza Ajigerey de dul kadınla evlenmek istiyordu, bu yüzden kendini aksakal Nurpeis’e beğendirmeğe çalışıyordu, eğer Nurpeis onu beğenirse tüm rakipler şanslarını kayedeceklerdi.
Bu tartışmalara Kültay’ın kardeşi Abdol karıştı, ablasını ellerinde istedikleri gibi oynatamayacaklarını bildirdi. Ablası ile evlenmek iseyen her kes ilk önce Abdol ile konuşmalılarmış. Rahmetlinin uzaklarda öz kardeşi Jumabay olduğunu hiç kimse hatırlamıyordu, İslamiyyetin kurallarına göre bir kardeşin dul eşi diğer kardeş ile evlenmelidir...
Abdol ile Nurpeis’in arası pek iyiydı. Kazakların söylediklerine göre Nurpeis ana kurttu, Abdol ise yavrusu, ana kurt ne yaparsa, nereye giderse Abdol izine düşer, ona benzemeye çalışadı. Bu yüzden Abdol Nurpeis’i ablasını Ajigey - mırza ile evlendirmesi için ikna etmeye çalışıyordu.
- Acının, kederinin sonu olur. Her şey, istediğin her şey kendi elinde olacak: kendin kendine bey de olacaksın, hanım da!
Ama Kültay dedi:
- Apırmay, ama bu eve yabancı sayılmayan başka bir insan var...
- Ey, onun adını anma bile! – Abdol telaşa düştü.
- O senin dengin değildir. Onunla yaşamayacaksın!
Kültay komşulara kayınbiraderi Jumbay’ın nasıl biri olduğunu sordu, hakkında bazı şeyler araştırdı, sordu: eskiden, çok eskiden oralardan ayrılmış. Sakin, sessiz biriymiş.
Abdol ablasını Ajigerey mırza ile evlenmesi için razı etmeye çalıştıkça Kültay daha çok ısrarla reddediyordu.
Kültay çocukken bile kardeşinin sözünü pek dinlemiyordu. Kültay’ın öz kardeşi o zamanlar şehirde okuyordu. Kültay’ı çok severdi, okuma – yazma öğretmişti. Kardeşi şehirde olduğu zaman Abdol Kültay’ı fakir biri ile nişanlayıp, başlık parası almıştı. Bir kaç sene geçtikten sonra Abdol kararını değişip ablasına «Ben fikrimi değiştim. Senin nişanlın fakirdir. Üstelik yaklaşık kırk yaşındadır. Senin için uygun değil. Başkasını bulacağım senin evlenmen için» demişti. Ama bu teklifi Kültay’ın öz kardeşi kabul etmedi – o hala şehirde okuyordu. «Kaç senedir fakir adamı niye oyalıyorsunuz? – Abdol’a sordu. – Başlık parasını niye aldın?». Ablasına ise şunu tavsiye etti: «Kendi fakirinle evlen. Sen hayvan değilsin ki, bugün kendini birine sat, yarın ise başka birine!». Böylece Kültay fakir ile evlenip ev hanımı oldu.
Genç dulun geleceği auldaki her kesin ağzında en önemli dedikodu olmuştu. Onunla evlenmek isteyenlerin sayı günden güne artıyordu. Ama Kültay kendi kararını bildirdi:
- Ben yalnızca kendi kayınbiraderimle evlenirim!
- Ay maşaallah! – hayranlıkla yaşlı kadınlar ve erkekler dediler. – Aferin işte! Eşinin namusunun, yuvasının değerinin biliyor.
- Bu kadın Jumabay ile bir gün bile yaşayamaz, - şanslarını kaybetmiş erkekler diyerek Kültay’ın sinirine dokunup canını sıkmak istiyordular.
Jumabay’a haber vermek için insanlar gönderildi.
- Gelsin, rahmetlik abisinin eşi ile evlensin.
Ama beyi rençperini bırakmadı.
- O bana borçlandı, - bay cevap verdi. – Çalışıp ödemedem onu hiç bir yere bırakmam.
Jumabay gelemedi.
Kültay hem zalim baya, hem çaresiz reçbere kızdı, içinden: «Ben de sana inat
olsun diye bunlardan biriyle evleneceğim!» diye düşündü.
Ama yalnızca düşündü, düşündüklerini yapmadı. Kayınbiraderine olan
saygıdan değil, artık ne akrabalarına, ne auldakilere bağımlı olmak istiyordu.
Yeni bir iey düşündü.
Jumabay’ın yanına kendisi gitti. Nişanlısı kızıl saçlı, külrengi gözlü, karışık kaşlı delikanlıymış. Sakin, zayıf, karşılıksız, konuşmadan kadının karşısında duruyordu. Kültay onu baştan ayağa süzüp, içinden nefes alıp, baya gitti.
Konuşmaları kısa sürdü.
- Bneim eşim öldü, - Kültay baya dedi. – Evde ben yalnız kaldım. Sizden benim kayınbiraderimi bırakmanızı rica ediyorum.
Bay mahcup oldu. Dul kadın al yanaklı, genç kadındı. Böyle birilerine genelde zengin adamlar sinek gibi yapışıyorlar, hatta aksakallar da böyle bir şansı kaybetmek istemezler. Ve şimdi, beklenmeden, bu dul kadın tüm adetleriçiğneyip, kendisi kayınbiraderi için gelmiş – bu zavallı, aciz, iradesiz adam için. Bay böyle duruma o kadar şaşırdı ki, reçperine söz etmeden gitmesine izin verdi.
Ama bayın eşi çıngar çıkardı:
- E...bu ne demek ki, şimdi? Alçak, - kadın dedi.
- Kadın gördün mü hemen eridin, reçperi de bıraktın.
Bunlara rağmen, Kültay Jumabay ile evlendi, auldakilerin çoğu gibi fakir hayatına dvam etti. Düğünden sonra tüm dedikodular da bitti. Hatta Kültay’ın bu aciz adamla evlenmesinin sebebinin bazı günahlarını kapatmak olduğunu söyleyenler bile sustular.
Devrimden sonra Kültay’ın abisi aulları geziyordu, bir ara kardeşine misafir geldi. Birbirilerini gördüklerinde çok sevindiler. Abisi komünist olmuş, Kültay’ların topraklarında yüksek görev tutmuştu. Gittiğinde kardeşin çok kitap bıraktı, sonra her taraftan gazeteler, dergiler göndermeye başladı. Kültay artık hep okuyordu. Aulun Kasımjan gibisi akıllı sayılanları her gün Kültay’a geliyordular.
- Sevgili yenge, yeni gazeteyi versene.
Jumabay genelde işten döndüğünde döşeğe uzanıp dinleniyordu, Kültay ise ev işlerini bitirip, o da onun yanına oturuyordu.
- Yorulmuşsundur herhalde? Peki, ben sana şiir okuyayım, ister misin?
Jumabay belirli bir cevap vermiyordu, öğlece gülümsüyordu. Kültay eşinin huyunu hemen öğrenmişti, bu yüzden onun susmasına kızmıyordu. Ama komşuları yaşlı İbray kitap okumayı, şiir dinlemeyi çok severdi, bu yüzden Kültay’ı hep büyük memnuniyetle dinlerdi. Ama eşi evde olmadığı sürece misafir gelmekten çekiniyordu. Ama Jumabay eve geldiğinde İbray da gelip Kültay’ın okuduklarını dinlerdi, sık sık komşu çocukları da onlara katılırdı.
- Ey Maken, gel sen de otur, şiir dinle, - diye ateş istemek için gelen komşuyu da davet ediyordular, komşu ise gülümseyip:
- Ben hepsini dinledim artık, diye cevap veriyordu.
Ev sahibinin yaşıdı Pronıra-Aktam şakacı ve neşeli biri, sık sık Kültay’lara geliyordu. Jumabay ile aynı yaşta oldukları için suskun ev sahibi ile şakalaşıyordu. Hatta arada bir Kültay ile flört ediyordu.
- Sen bekle, - kadına diyordu. – Seçimler başladı mı ben mutlaka auldakilere seni aday göstereceğim.
- Hayır, yok, rahat bırak beni, - diye Kültay işi şakaya vuruyordu. – Memur olmak hep siz erkekler istersiniz.
Aul seçimleri başladığında, Aktam mecliste gerçekten Kültay’ı aday gösterdi. Ama bu teklifi hiç kimse ciddiyete almadı. Meclistekilerden biri dedi:
- Biliyoruz, biliyoruz, Aktam’ın niye bu kadar gayret gösterdiyini...
- Aulun muhtarı olmak isteyen ikisi vardı – Baytaska ve Nurkoja. Aullar ikiye bölündü. Seçim öncesi başağrıları başladı: planlamalar yapıldu, tahminler ediliyordu, şanslar tartındı, entrikalar başladı. Seçimler bir rus köyünde düzenlendi. Rekabet edenler farklı farklı yerlere yerleştiler. Az sonra Nurkoja’nın kazanacağı anlaşılıyordu. Rakibine yenilmek Baygaski için ölümden beterdi. Bu yüzden o kurnazlığa el attı.
- Kültay yengeyi de seçimlere aday edelim. Sekizinci auda bize katılsın, - teklifinde bulundu.
Sekizinci auldan seçimlere katılacak, tavsiye edilecek önemli aday mırza Ajigereydi. Diğerlerini «tanılmayanlardan» seçtiler, aralarında Kültay da vardı. Muhtar ne derse o da olacaktı.
Ajigerey Baygaski’nin teklifini duyduğunda alayla güldü:
- Kadına boyun eğmek kadar da alçalmadık!
Ama onun düşüncesiyle diğer altı temsilciler razı olmadı.
- Siz niye öyle düşünüyorsunuz ki? – ona itiraz ettiler. – Niye bu teklifi reddedelim ki?
Buarada beklenmeden Aktam sohbete karıştı. Alttan alttan temsilcileri ikna etmeye çalıştı:
- Eğer Mırza Ajigerey razı değilse, çeksin gitsin buradan. Önemli olan diğerlerinin hemfikir olmasıdır, o zaman Kültay muhtar olabilir.
Sekizinci auldan katılanların arasında ihtiyar Dosakay da vardı. Ajigerey’den sonra Dosakay bu aulda en nüfuzluydu.
- Dinleyin, evlatlarım, - diye o seslendi. – Nurkoja’yı seçsek ne kazanacağız? Bizim için hangi iyiliği yaptı?..Eğer diğerleri Kültay’a oy verseler, en iyisi biz de ona oy verelim, değil mi?..
Uzun süren konuşmalardan sonra seçmenler başta Dosakay ile Baygaskilere katıldılar. Böylece karar verildi ve aul Meclisinin başkanı Kültay seçildi, yardımcısı ise Baygaskilerin temsilcilerinden biri seçilecekti.
- Önemlisi oylama yapmak lazım, - açıkgözler söylüyordular. Karıdan hiç bir hayır gelmez. O başkan sayılsın, ama işlere karar veren bizim insanlardan biri olsun.
- Öyle de oldu. Başkan Kültay oldu, yardımcısı ise kıvrak Bekbosın seçildi, bir zamanlar rus okuluna gidiyordu.
- Kültay meclis ofisine iş yapmaya geldi, eski başkan Duysenbay aullara gitmişti.
- İşleri sen teslim et, - o kendi sekreterine emretmiş.
Kültay’ın yardımcısı Bekbosın işleri kabul etti, oturup yönetmenliğine başladı. İş yerine çok insan geliyordu, ama hepsi Bekbosın’a ricada bulunuyordular, Kültay ise şaşkın ve mahkup halde iki gün köşede yalnız başına masa arkasına geçip oturuyordu. Bekbosın’ın sanki onun orada olduğundan hiç haberi yoktu. İnsanlar ise ona yan bakıyordular, alaylı alaylı gülüyordular: «Allah bize başkan vermiş sanki!»
İki gün Kültay bu işe kafasını yordu: «Ne yapsam?» diye. Hatta bu erkek işine karıştığı için pişmanlık hissediyordu. Aklında ilk Aktam’a sinirleniyordu, çünkü en çok onu ileri sürdüren o oldu.
Beklenmeden aula genç bir adam geldi, Kültay’ı sordu, onunla tanıştı. Son zamanlar burada olup biten her şeyden haberi vardı. dikkatle her tarafa bakınıp genç adam Kültay ile baş başa kalıp konuşmak istedi. Ama Kültay hemen rahatsız oldu. «Herhalde, zamparanın tekidir... Bak sen, baş başa kalmak istiyormuş!» ama genç adam kötü niyettli olduğunu hiç göstermiyordu. Aullar Komite Partisinin sekreteriymiş.
- Ben şehirden gece geldim, - adam dedi. – Sizin seçilmenizi öğrendim. Sizin abiniz Smagul mutlaka sizinle buluşup konuşmamı istedi.
Abisinin ismini duyduğunda Kültay az kala ağlayacaktı. Eğer şimdi Smagul yanında olsaydı, Kültay’a tüm işleri çözmesinde yardımcı olurdu, neyin nasıl olacağını anlatırdı...
Sekreter genç kadınla uzun konuştu. Çok yararlı tavsiyeler verdi, ve hep onu hatırlayacağına söz verdi. Kültay iş yerine emin ve kararlı döndü.
Baktı.
Aulun kodamanları ve yardakçıları Bekbosın’ın etrafına toplanıp yüksek sesle sayısız şikayetlerinin ve isteklerini tartışıyordular. Eski muhtarın sekreteri Bekbosın’ın etrafında dört dönüyordu. Kültay onu yanına çağırıp sert biçimde dedi:
- Sekreter kardeş! Bakın siz şu görevleri yapın: birincisi, bu odada benim için ayrı masa ayarlayın. İkincisi, Duysenbay’ı bana çağırın. Hemen gelip, işleri bana teslim etsin. Üçüncüsü, bu saatten itibaren, benim imzam olmayan hiç bir kağıdı hiç kime vermeyin!
Sekreter sinirli sininrli Bekbosın’a baktı, yüzünde «Bu da ne demek?» - ifadesi vardı. Bekbosın hafiften kızardı:
- Tüm işler kabul edildi! Biz çalışmaya başladık bile, - ihtiyatla o söyledi.
- Ben size işleri kabul etmenizi söylememiştim, - Kültay onun sözünü kesti.
- Kendi başıma Duysenbay’ın günahlarını almayacağım. Sizce haklı değil miyim? – o sert sert sordu ve yine emretti: - Eski muhtar hemen gelsin!
Бекбосын опустил голову, уставился в какую-то бумагу. Толстобрюхие посетители, толпившиеся в конторе, недоуменно переглянулись, не понимая, к какому же начальнику им следует теперь обращаться.
- Böyle işte, Raha, - Bekbosın karşısında oturan adama dedi. – Başka bir zaman gelin. Imkan olduğunda tüm işlerinin çözeceğiz.
Kültay alaylı gülümseyip ona yan baktı: «Bundan sonra sen benim rızam olmadan hiçbir şey yapamayacaksın» diye düşündü.
Kültay’ın değiştiğini artık tüm aula yayılmıştı. Herkes kendi kafasına göre yorumluyordu.
- Bekbosın ile Aktam alay için öyle yapıyorlar, - çoğu düşünüyordu.
Hiç kimse Kültay’ın aul işlerinin başına geçeceğini tabii ki de beklemiyordu, her kes nasıl olsa her şey Bekbosın elindedir diye düşünüyordu.
- Becerikli ve çevik yiğittir. Tüm işleri kendi bildiği gibi çevirecek.
Fakat Bekbosın’ın yardımıyla kendi işlerini yapabileceklerini düşünenler, ofise gelidklerinde şunu gördüler. Muhtar masasının arkasında, kağıtlarla uğraşan genç, sevimli, başında hoş bir şal bir kadın oturuyordu. Duvarda kadının arkasında Lenin’in kocaman resmi asılıydı. Yanında gözlüklü yer yer ağarmış saçlı, yaşlı sekreter oturup, kadına belgeler uzatıyordu, kadın ise kaşlarını çatıp kağıtların üstüne kalem çekiyordu.
- Kaç kez bunların geçemeyeceklerini söylemem lazım, - yüzünü buruşturarak kadın kızıyor, - acaba gerçekten mi şimdiye kadar anlayamadınız?
Sekreter o kadar rahatsız gözüküyor ki, sanki keskin kalemi kağıda değil, onun yüzüne çekiyorlar.
Elinde dilekçe içeri bir adam girdi. Bir süre kapının eşiğinde bekledi, sonra şapkasını koltuğunun altına sokup, masaya yaklaştı. Kültay adamın dilekçesini okudu, kaşlarını çattı, sonra sordu:
- Demek ki, sizin rençperinin mi eşinizi alıp götürmüş?
- Evet... Bu yüzden şikayetçiyim... Küstahlaşmış...
- Kaç sene size çalıştı?
- Ehh, hanım, hiö sormayın! Çocukluğundan beri. Ben onu büyüttüm sayılır, insanlar arasına çıkardım, adam ettim, peki o...o ise...
- Tamam, gidin eve, - Kültay dedi,- eğer siizn eşininz rençper alıp götürdüyse demek ki, onu sevmiştşr, eşiniz de onu. Keşke hele malınız – mülkünüzden de bir şeyler alsaydı: az sırtını bükmemiş sizin önünüzde. Hele sizi mahkemeye verip, çalıştığı bütün senelerin emek parasını istemesi lazımdı.
Hakarete uğramış eş bunu hiç beklemiyordu. Yüzünde öyle ifade vardı ki, sanki bizle yüzüne vurmuştular. Aceleyle şapkasını giyip dışarı kaçtı.
Kültay’ın beklenilmeyen terfi edilmesi Jumabay’ın günlük alışkanlıklarıı bozuyordu. Evde yalnız kalıyordu, ona bakacak hiç kimse yoktu. Geveze kadınlar onunla alay ediyordular, «derdi» ile ilgilenip acıyordular.
- Oh, yazık! Ama sen şaşma, kendi hayatını düzenle. Karın bak nerelere kadar kalkmış.
Bir gün görevlilerden biri onu çağırdı:
- Seni muhtar çağırıyor.
Jumabay hakarete uğradını hissetti. Akrepe bak! «Kültay çağırıyor» ya da «karın seni çağırıyor. Yanına gelmeni rica ediyor» demiyor. Neymiş... «Muhtar hanım çağırıyor!..»
Jumabay gitti. Eşinin çalıştığı yeri gördü – tahtadan büyük bir evdi, çatısı mavi renkti. Kapıya yakınlaşıp kapının deliğinden çekinerek içeri baktı. Kültay masa arkasında oturmuştu, önünde belgeler ve kalem vardı. Temiz ve şehirliler gibi giymişti. Yedinci aulun temsilcisi içeri girdi, saygıdeğer bir yiğitti, Kültay onu gördüğünde adama saldırıverdi:
- Bunun hepsi - yalan! - bağırıyor. – belgeleriniz de - sahte!
Bağırmaya devam edecekti, ama aralanmış kapıdan şaşkın eşini gördü.
- Sen, niye orada duruyorsun? Girsene! – o dedi. Jumabay şaşkın şaşkın yavaş yavaş içeri girdi. Kültay onu yanına oturttu, gülümsüyordu.
- Ee, nasılsın? Özlemişsindir, acıkmışsındır da, evde yalnızdın ya? Emretmiştim seni çağırsınlar diye.
Yedinci aul Meclisinin temsilcisi hoş olmayan ve sert konuşmadan sonra kendini temize çıkarmaya başlıyordu, aynı zamanda Jumabay’a kıskançlıkla, hasetle bakıyordu.
Ama şimdiye kadar ona hiç bakmazdı bile, kendine layık görmüyordu.