Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
MÜSİREPOV  Gabit, "Etnografik Hikaye"

25.11.2013 1278

MÜSİREPOV  Gabit, "Etnografik Hikaye"

Негізгі тіл: ''Etnografik Hikaye''

Бастапқы авторы: MÜSİREPOV Gabit

Аударма авторы: not specified

Дата: 25.11.2013

Etnografik Hikaye

 

 

Raykom1 sekreteri ikinci kez hatırlatmıştı:

-     Sana neler oluyor?.. Sen, o köye gitmeye acele etseydin, bari.

Anlamıyorum, niye uzatıyorsun ki!

Sesi  endişeliydi  ve  ben  bahane  üretemedim.  O,  zaten  biliyordu,  Burabay  OrmancılıKoleji’nde ders veriyor ve çıkamıyordum. Biliyordu ve ısrar ediyordu.

Yaklaşık dört ay once, ilçenin kenarında altı ya da yedi köy birleşecek ve kolhoz2 kuracaklardı.   Kolhoz, yeni bir kelime, yeni bir tir Ve bizim sekreter anlayamıyordu. Neden diğer tüm komşu köyleri Janbırşı’ Köyüne karşı çıkıyorlar.  İşte bu köy, en iyi verimli topraklara sahip oluyordu.

Söylediklerine  göre,  onlar  ilçede  kollektifleştirme  payını  artırmak  in  acele  etmek istemiyor ve sabırsızlık göstermedikleri de ortaya çıkıyordu. Belki onlara kolhoz hakkında dedikodular ulaşmıştır. Yani, kolhoz’da tüm insanların ay kıyafetleri giymek zorunda kaldığını, genel bir battaniye altında uyumak gerektiğini ve emirlerle yaşaması gerektiği konusunda.. Veya en azından zengin yasaydılar, o zaman herşey anlaşılır olurdu!  Ama oraya gidip gelen eğitmen vardı. Orada bariz yoksulluğu bulm ve yine de başarılı olamamıştı. Ve onun tüm çabalarına rağmen, tek bir yanıtı Allah Kerimdir olmuştur.

Allahın emrine ilçenin sekreteri pek güvenmiyor ve bu yüzden dersi kesmek zorunda kalmıştım.

Yol, Burabaydan Janbırşıya kadar kısa değildi. Yola, at üstünde değil, arabayla yani yumuşak saman üstünde çıkmaya karar verdım. Fakat burada bir pürüz vardı. Ben kendimi tutamadım ve rt yıllık orak gibi baş, kanca burunlu sıyah bir ata kondum. Eyer altında kolayca ve z bir şekilde gidiyordu. Ve yandan bakarsan, kelime olmadan iyi bir a sefil sıradanlıktan ayıran bir zariflik vardı. Uyuz olmasına rağmen beni durduramadı. Onu tedavi edeceğini düsünüyordum.

Gerçek bozkır atı; eyere alışkın, ama bir koşum takımı içine koyduğu zaman hemen geri yürümeye başlar ve sanki bir hastaymış gibi inanılmaz bir şekilde yerde dönmeye başarır. Gezisi süresince onu bu kötü alışkanlığından vazgeçirmeyi düşünüyordum. Tek başıma bu işi yapmak zor olabilir diye yanıma iki kolej öğrencisini davet ettim.

Biz, üçümüz genç adam olarak bir huysuz merinden3  daha akıllı ve güç çıktık. Çok uğraşmıştık. Çüneş  batımına doğru Janbırşı’ Köyünün arazileri görünmeye başladı. Bu köyün, en iyi topraklara sahip olma iddiasının boş laf olmadığına emin oldum.

Az yürünmüş yol hasır otuyla kaplıydı. Sıcak günün ardından yüze hoş nemli nefes geliyordu. Uzakta, ovayı kuru rüzgardan kuruyan yarım daire şeklinde koru mavileşıyordu. Yol boyu göllere rastlanıyordu. Arkaya esen rüzgar sazlık kamışlı duvarına karışıyor    ve sakinleşiyordu. Öyle görünüyordu ki, bu yer bizim bozkırın benzersiz güzelliği ve genişliğine mahsus yaratılmış.

İlerde ben bayağı tükenmiş bir huş koru ağacı gördüm. Uzaktan sanki orayı sayısız

yaprak biti orduları basmış gibi görünüyordu.    Ancak, yanına geldiğin zaman gerçekten ne olduğu görünmüştü. Yani, yağmurdan dökülmüş ve rüzgardan kabarmış çamur kulübeleriymiş.

Janbırşı Köyün kışlama yeri bizi tam bir sessizlikle karşıladı ve biz yolumuza devam ettik. Sonradan geniş bir vadi ıldı. Gür yeşillik içerisinde yaklaşık on beş tane çadır şıyahlaşıyorlardı. Yol boyu taşımasız yürüyen atlara  rastlanmaya başlan ve ikişer üçer inek otlatıyordu. çük sü halinde koyun ve keçiler de vardı. züme ilk çarpan şey, onlar ne kadar zayıftılar! Sanki deriyle kaplı iskeletler gibi.. Halbuki geçen kış çobanlar için iyi gelmti. Onların at, inek ve koyun sürüleri bahar mevsimine iyi çıkmışlardı.

çücük bir köye geldik ve şaşmaya başladık.  Çeşitli varsayımlar aklımıza geldi ki, neden yerel hayvanlaracımasız jut4 gelm görünüyor sanki.

Çadır duvarına yaslanmış olan zlar, gelişimizi tembelce izliyorlardı. Onlardan büyük olanı, uzun esnedi ve çıplak ayağıyla diğer ayağının bileğini ovuşturdu. Arabamızın arka tarana almaya isteyen ve onu kırbla tehdit edecek herhangi bir oğlan çocuğu da bulunmuyordu.

Köyün ortasındaki tepede sekiz ya da on hareketsiz erkek oturuyordu. Onlardan uzak olmayan bir yerde dizginleri çektim ve sabahtan beri başlayan yoğun mücadeleden yorulm olan merin uysal durdu. Gün gerçekten sıcaktı, ama tüm erkekler şapkalıylar. Şapkalardan yün döküntüleri görünüyordu.

Erkekler kafalarını bize doğru birazcık çevirmler ve çoktan başka araba olduğunu farketmlerdi. Ama yine de gurur ve bağımsız sessizliği saklıyorlardı.

Onların  kibrine  rağmen,  temasa  gmek  zorunda  kaldım.  Ben  yakınlaşarak  kenardaki birine elimi uzattım.

- Hayır, hayır, aynalayın5! diye itiraz etti o. Ve ellerini yırtık kaftanın koluna  derin soktu.

-‘Benimle değil..’ İlk önce bizim aksakala6  selam vermeliydiniz. -Ve o, sessizce batık ağızla hareket eden yaşlı adama başıyla işaret etti. Öyle görünüyordu ki, ihtiyarın zleri sanki onun yarı beyaz yarı sarışın sakalına sıkışmış kalıyorldu.

Yaşlı adam onurla bana doğru başını kaldırdı:

- Uagaleykum aşşalam!..

Ve bir kez daha sustu. Görünüyordu ki, ihtiyar farkına varamıyordu ve onun kibirli duruşu uygun olmuyordu. Onun güçsüz uagaleykum aşşalam’ ile delikli çadırlar ve biz köye girdiği zaman rastlanan zayıf sığır ile.

Selam vermeye devam etmeliydim ve sola döndüm. Fakat uzatmış elim havada kaldı.

 Hayır, sayın Ateke’nin sağından başlayarak selam ver, dedi. Sa sakallı adamın Ateke olduğunu anladım. Ve ben elimi bıyıksız adama değil sakallı adama uzattım. O adam, bana duaları okumaya alışkın mollalar gibi gür sesiyle yüksek sesle cevap verdi:

- Ua-ga-ley-kum as-sa-lam! Ben ay yönde devam etmek istedim ama yine yanlış oldu.

- Ora değil, orası, dedi yönetici zelterek. Şimdi yaşına göre, Atekenin solundakindeel uzatmalıydı.

Selam verme sırasına uyarak, ben daire şeklinde selamlaşmaya başlıyorum ve bunu yaparken o kadar zaman geçti ki, tüm köyün başka uzak bir yere taşınma kadar bayağı zaman almıştı.

Nihayet, tüm eller sıkıştıktan sonra Ateke mırıldanarak:

-     Koraş, biraz sıkış şuraya.. Ge misafir için bu yer en uygundur, dedi.

Koraş, hoşnutsuz alnı buruşturdu ama itaatsızlık yapmaya cesaret edemedi. Biraz ilerledi ve onun sunuşu yanındaki yere ancak sığabildim.


O, ce Allah! Buradaki, ık bahar gökyüzü altında ne kendilerine ne de başkalana serbestçe oturmaya yer vermeyen, kibirlice davranan adamlarını görmek komik ve üzücüydü. Eski geleneklerin gerçekleşmesini sadece hikayelerden biliyordum, ama hayatımda böyle bir şeyle hiç karşılaşmamıştım.

- Oğlum, arkadaşlarına ve sana iyi yolculuklar dilerim! dedi aksakal.

- Cümlenizden dedim. Ve elimi kalbime koyup başımı eğdim ve çekinerek başladım.

- Bizim ziyaretimizin sebebi.. Ama Ateke bitirmeme izin vermedi:

- Hoş geldiniz!, diye sa kesti. Geri kalanı zamanı geldiğinde söylersin, dedi aksakal.

Tekrar başımı eğmeye ve yine de elimi kalbime koymak zorunda kaldım.

Ateke iyice yerleşti ve genellikle bozkırda yer alan tanışma sorgulamasına başlamıştı.

- Söyle bakalım, hangi ru7, memleketin neresi?

- Kerey’im dedim.

- Hangi Kerey’lerden?

- zıljar Kerey’inden, Ateke.

- Sizde her şey yolunda mı?

- Biz giderken her şey iyiydi.

- Allaha hamd olsun, dedi bana.

- Peki, bugün nereden geliyorsun?

- Burabaydan.

- Ha, Burabay’dan. Nereye gidiyorsun?

- Buraya, sizin köyünüze Ateke dedi.

İhtiyar, gelenleri yavaşça herbirini kırmadan bir gözden girdi. İhtiyar, onların karşılıklı bakışlarından onaylarını görmüş gibi onlara nasıl yapacağını danışıyordu.

- Esengeldi! dedi o, ben bilmeyerek el uzatan ilk başvuran adama.

- Bu gençleri, şerefli konuklar için hazırlanan yük çadıra götür. Onların yeri orası.. Sağ tarafında oturan bıyıksız sakallı adam onu destekleyerek:

- Ateke doğru diyor.. Eğer onlar bize geldiyse, onların yeri büyük çadırdır. Ama dedikleri bu zlere, Esengeldi ayağa kalkmadı. Anlaşıl ki, daha birisi de bir şey söylemeliydi. Ben yanlış düşünmiyorum, bizim Ateke haklı. Gelen delikanlıları büyük çara götür. Onların yeri orası, diyerek ihtiyarın emrini kasvetli kalın kaşadam tekrarladı. Onun gözleri çok geniş yerleşmişti. Öyle görünüyordu ki, sanki insan şakaklarından bakıyor. Ve o bu zleri söyledi ve heykel gibi dikilip kaldı.

Büyük  ihtimaline  onun  sesi  çok  önemliydi.  Çünkü  Esengeldi  hemen  ayağa  kalktı  vciddiye aldı.

- Genç arkadaşlar! Hadi gidelim, ben sizleri onurlu misafirlerimiz ağırlayacak büyük çara götüreyim.

Üçümüz onu takip ettik. Eğlenceyi seven ge arkadaşlarım gülmekten ölmemek için kendilerini zorla tutuyorlardı. Bana onlardan da zor geliyordu kendimi tutmak. Eğer ben birazcık gülerek dudaklarımın köşelerini kıpırdatsaym, onlar yüksek sesle gülmeye başlar ve işimiz mahvolurdu.

Bunu önlemek için rehberiyle ciddi bir konuşma başladım.

- Eseke! Daha vakit erken. Janbırşı'ya gelen işimiz konusunda bugün görüşecektik. Sizgöre, ne zaman konuşabiliriz?

- Bizde bir zen var, diye yatladı o. Bu konuda Ateke inizle kendisi ilgilenir.  O soraranlatırsınız.

Şimdi  anladım  ki,  bu  köyde  eskiden  gelen  değişmez  kurallara  uyulur.  Büyüklerin söyledikleri ve yaptıkları düsturu kimse bozmaz ve değtiremez.

Bu tekrarlamalardan sonra Esengeldi’nin görünüşü ciddiydi. Sanki o herhangi bir sultanın elçisi gibi! Onun eski şapkasından rüzgarla eğlenen deve tüyü parçaları görünüyordu ve siyah çadır ise yıpranmış keçe kumaşla kaplıydı.

Önümüzdeki geniş kapıyı maya çalıştı. Ama ka tek bir üst menteşe ile alıp duruyordu ve Esengeldi gön almadan tuttuğu kapıyı açarak:

-     Hoş geldiniz! dedi Esengeldi. Biz eve girdik.

Samimiyeti görülmeyen yabancı bir memleketin iltifa budur herhalde. İçten güldük ve itaat ettik. Çadır  yırtık ve yamalarla doluydu.  En fakir çobanda bu kadar  yama olmazdı. Ve çobanın karısı bu yırtık ve yamala çoktan hallederdi.

Beş-altı uık,8 avuç kadar zamanında boyandığı belli oluyordu. Diğer uıkla ise, bazısı ince dallar gibi, bazısı kalın, birkaç tanesi düz ve bükme olmadan mızrak gibi şanırağa9 konulmuşlardı.

Girift bükülmüş sırtla ahşap yatağın üzerinde parçalardan dikilm yorgan bulunuyordu ve onun üstünde ise herhangi bir sefil paçavra bulunuyordu.

Esengeldi, bize yerleşmek için fahri yeri jestle işaret etti. Ortada kötü lenmiş bir ki, iki inek derileri bulunuyordu. Ve bir at derisi de mevcuttu, muhtemelen küçük tay derisi olacak.

-     Dinlenin, diyerek rehberimiz dışarı çık.

Üçümüz dayanamayıp şaşkın gözlerle zemine bakarak elle ağmızı kapattık. zlerimizdeyaş geldi artık, gülmekten karnımız ağırmaya başyor ve kendimizi bir türlü durduramıyorduk.

Bu olanlar biraz gince arkadaşlarım sakinleşmişler ve atla çözmeye çıkmışlardı. Ben ise kendime başka yalacak iş bulamadığım için çadırı gözlemlemeye devam ettim.

İlk izlenimim aldatıcı değildi; eski, sefil ve yoksulluğu hatırlatıyordu. Girişin sağ tarafında yüksek olmayan ahşabın üstünde demirle kaplı çok eski sandık duruyordu. Onun yanında bulaşık ve başka mutfak  eşyalarını  saklamaiçin  büyük  kutu,  ‘kebeje’ bulunuyordu.  Kebeje de  çok eskiydi ve bazen kemik süslü de izleri görünüyordu.

Dayanamadım ve içine baktım. Kutu boştu. Örgülü duvarda eyer asılıydı. Onun siyah cilayla kaplı ön tarafı, gümüş oymalı ördek kafasına benziyordu. Eskiden bu eyerin fiya çok yüksekti. Şimdi ise.. Eğer Allah korusun, birisi kemerini sıkıp ya da ayaklarını üzengiye sokmaya kalkışsa, çürümüş kemerler ufak dokunuştan bile sökülürdü.

Öğrenciler geri döndüler ve eşyalarımızı getirdiler. Kolej yurdundan alınan siyah battaniye altımıza döşendi.

-   İyi.. Burada yalnız kalacağız? Bu evin sahipleri nerede? diye seslendi öğrencilerdebirisi.

Diğer ona cevap verdi.

-     İşte geliyor.. Görüyor musun?

Tüylü ala pek, yeni uyanmış gibi arsızca burnu sıkışmış şekilde buraya gelmeye çalışıyor. Ket!10 diyerek onu kovdum.

zlerimiz daha neler görebilecek?! Çocuklarla kendi aramızda az konuşmamızı ve tepki göstermemek gerektiğin konusunda anlaşmıştık. Böylece, Janbırşı’ Köyü güzelce tanımış olacağız.

Dışarıdan Esengeldinin sesi geldi. O birine:

- Karaşaş! Ou, Kapaşaş! diye bağırıyordu. Bugün büyük çadırda misafirlerimiz var. Beni duyuyor musun? Ateke sizin onlara hizmet etmenizi istiyor, dedi.

- Hangi misafirler? Nereden geldiler? diye kabaca kadın sesi ona yanıt verdi.

Biz korkuyla birbirimize baktık. Acaba, nasıl bir kişiyle karşılaşacağız?.. Tek beklememiz,

başka bir şey kalmadı.

Çadıra yaklaşırken ka gıcırdayarak açıldı. Ama bu yine Esengeldiydi.

- Yolunuz köyümüze nasıl düşmüş? dedi ciddiyetle. Örf adete göre, misafirlerin atla ile uğraşmazlar. Bu işi sahipleri halleder.

- Teşekkür ederim, merak etmeyin! diyerek onların adetlerine uyum sağladım. rğünüz gibi, biz genciz, kendimiz ilgilenebiliriz atlarımızla.

Esengeldi itirazları kabul edilmeyecek gibi ses tonu ile tekrarladı.

-   Bu Janbırşı Köyü adetine göre, misafirler atla ile kendileri ilgilenirler, diye yine çıkıgitti.

Ve biz gülüverdik, ama yaşlı bir kadın bizi kesivermişti.

Çadıra girdiği an Esengeldi çadırdan ayrılmıştı.  Karaşaş, ziyarette bulunan ge insanları kendi çocukları gibi sıcak karşıladı.

- Allaha şükür, ben hayattan şikayetçi değilim, dedi o. Alışmışım herhalde, diyerek devam etti. Şikayet etsem deetmesem de benim için herhangi bir değiklik olmaz  ki. Ya, sizi bu

‘mezarlığa’ hangi rüzgar attı?

Karaşaş’ın bizden farkı, Janbırşı’ Köyü sakinlerinin yaşam tarzı ve davranışlarını gizlemediği  görünüyordu.  Anladım  ki,  köyün  tüm  ayrıntılı  bilgilerini  verecek  olan  tek,  bu kadındır. Ona, ima etmeye bile gerek kalmadı. O uzun süre sinirini topluyor   ve konuşmak istiyordu.

 Belki de duymuşsunuzdur, bilmiyorum? diyerek başladı o. Uzun zamandır Janbırşı’da Töre11 yaşıyorlardı.. Bu onların toprağıdır. Fakat, kılını bile kıpırdatmazlarmış. İnanıyorlardı ki, mutluluk, refah ve şans tümü onlara aittir. Eskiden burada onlarla beraber tölengitler12 yaşamışlar. Otuz aile kadarmışlar. Onlar her şeyi yaparlarmış. İktidar değince kısa bir re sonra, hepsi gitmler. Ay yaşamaya  başlamışlar.  Kolhoz  kurmuşlar..  Dün  gittim  ve  gördüm  ki,  onların alanla sürülmüş ekinleri biçilmişti. Onlara kötü oldu? Ya bizimkilere!.. O umutsuzca elini salladı. On erkekten hiçbiri de kendi atına eyer koyup da eğitemez! Kış için saman biçmeyi ve odun getirmeyi de bilmiyorlar. Tümü toplanıp da bir ki bile kesemezler.

Her şeyi ben yapıyorum. Ben, Tölengit zıyım. Şimdi ben bunlarla kaldım, yani bu yaşayan ölülerle beraber. Bunu anlatırken Karaşaş birkaç kez dışarı çıkıyor, semaveri hazırlıyor ve tekrar dönüyordu. Janbırşı Töreleri hakkında daha önce duymuştum ve şimdi onlar hakkında neler olduğunu hayal bile edemiyordum.

Çevresinde bulunan arazilerin çoğu onlara aitti. Eğer onlardan birisi nyaya gelm veyvefat etm olsa, bu mekanda Töre’ler bağrına basmış gelen-geçenleri. Böylece yasa idi. Ama topraklara kendi elleriyle bir tane kazık bile kakamadılar. Kibirliydi. Sanki soylular için çalışmak yakışmıyor da, tüm çabaları Tölengit’ler yapsın.. Tölengitler onların ğırlarını otlatıyor, samanlarını biçiyorlardı. Buğday ve yulafları ekiyor ve atlarını daeğitiyorlardı. İşleri halletmek, avcılık yapmak ve konuklara ziyafet etmek için de Tölengitleri kullanıyorlardı. Eskiden kalan bu

özellikten’ şimdi sadece ke kalıntıları kaldı. Ama gururu, asil kanlarında kalmış.

Karaşaş ateş püskürten semaveri getirdi. Bizim gözümüze bakmamaya çalışarak İşte kaynadı, dedi oturanlara. Yalnız, sizlere sadece kaynamış   suyla ikram etmek zorunda kaldım. Sütü bulabilirim. İnanıyor musunuz, tüm köyde hiç demlik çay kalmamış.

Demlik çay bizde vardı. Onu duyan Karaşaş sevinerek çaydanlık aramaya gitti.

Çaydanlıaltında  yırtık  ke bulunuyorduPorselen  üzerinde siyaçatlaklar vardı  veskiydi. Farklı renk ve boyutta on tane kase getirdi. Belli ki, tüm çadırlardan toplamıştı.

Karaşaş  yama masa  örtüsü serdi.  Biz  ise  üzerine  kendi  örtümüzü  serdik.  İyi  kiyamıza ekmek, tereyağı ve şeker almışız. Onları koyduk.

Ne öğle yemeği ne de akşam yemeği yemeye çalıştığımız an, çadır kapısı ıldı. Yaşına göre sırayla erkekler girmeye başladılar. Birinci,  Ateke idi. Ateke denilen ihtiyarın her zamanki sofra başı yerine oturmuşum. O, gururla yüksek tutulan başı ile önüme durdu ve onun yüzündeki ifadeden  anladım ki, ona yerini verdim.

O an, yeri değtirmek için kalkmıştım ama seyrek gri sakallı ihtiyar hareketleriyle beni durdurdu.

 O kadar uzagitmene gerek  yok..  Benim  yanımda onurlu misafirlerin  yeri olmalı. Yerimde kaldım. Ama tüm arkadaşlarım aktarmalar sonucunda benden uzak bir mesafede kalmışlardı. Ve en önemlisi, sofrada ekmek ve tereyağından da uzak kalmışlardı.

Ateke’nin  dişleri  eksik  olmasına  rağmen  yağ  ve ekmeği  hız bir  şeklide  çiğnemedeyutuyordu. Diğer tüm ihtiyarlar birbirini geçmek için önündekilerden hızlıca atıştırıyordu.

Üçümüz birer kase çay içtik. Sofrada ise zerre birşey kalmadı. Sanki inek diliyle yalamış ve kaybolmgibi. Biraz sonra, Ateke sessizliği bozarak:

- Söylemek istiyorum, yağ taze ve lezzetliymiş.. Onu yemek güzelmiş.

Hemen ardından yine kelimesi kelimesine aynı, sanki bunların hiçbirinde özel bir fikir yokmuş gibi herkes ihtiya Ne söyleyecek? diye bekliyordu. Onaylama zleri ile ‘Ateke doğru söylüyordur; yağ tazeymiş, yiyebilirsiniz diyerek karşı tarafımdaki bıyıksız ihtiyar tekrarladı.

Düşünüyorum ki, ben ve öğrencilerim bundan emin olamıyordur. Tekrar düşündüm ki, sonraki adım nasıl olacaktır, acaba? Ama bir türlü fark edemedim, parlamış şeker parçala masa sofra üzerinde çaresiz dagılıyordu.

 

Karnını doyururken evlat ve torunlarını unutanın üzerinde guna var, dedi Ateke.

Ufaklığımı şımartayım.. diyere Ateke siyah parmaklarıyla sofradan üç ya da dört adet şekeri aldı da cebine koydu.

-      Ateke her zamanki gibi haklı, diye bıyıksız adam da elini şekere uzattı.

Onların dediklerine hem Esengeldi, hem de Koraş katılarak uyum saglamışlardı.

Sofra boşalmıştı. Kaseleri parmakların  uçları ile tutarak, Töre kasedeki çayı yudumlamaybaşladılar. Misafirlerinin aç kaldığından rahatsız olan Karaşaş, kapının yanında oturuyordu.

Birkaç kez ata bakmak için kalkmak istedim, ama gelenekler uzmanı Esengeldi’nin dedikleri beni durduruyordu. Ve onların köyünde her zaman misafirlerin atlarına bamın, köy sahiplerine ait olmadığını tekrarlıyordu. Yerimde geri oturmak zorunda kaldım. Halbuki, siyah atım hala bağ ve biz gibi aç duruyordu. Köye gelen sebebimizi öğrenecek olan Ateke de sessizce oturuyor ve midesinden çıkan gürültüyü dinliyordu.

Karaşaş lambayı yaktı. Ca yoktu ve yanıyordu. Çadırın sayısız deliklerden giren meltem alevi yavaşlatıyor ve o an karanlık oluyordu. Alev tekrardan görülüyor ve kişilerin yüzlerine telaşlı yansımalar düşüyordu. Sanki, onlar bana cansız görünüyorlardı.

Hakikaten, onla ölüler yerine sayabilirsin. Çünkü çadırda ciddi bir sessizlik vardı. Kendimi rahatsız hissettim, sanki korkunç bir masaldaki gibi.

Şu anda Ateke başını kaldırdı ve öksürdü.

- Zaman geçiyor, dedi o. Bugün büyük çadırda, gelen misafirlerimiz için koyun kesmemiz lazım, diyerek devam etti.

- Her zamanki gibi,  Ateke zekidir ve her zaman bize atalarımızdan miras olarak kalan misafirperver  yasalarının en sadık koruyucusudur, diyerek  bıyıksız  ihtiyar  devam etti. Bugün büyük çadırda gelen misafirlerimiz için koyun kesmemiz gerekir, dedi.

Aynı bu fikri, gözleri alnında olan tekrarladı. Onun zleri eylem çağrısı gibi geliyordu. Fazla masraf etmeyin, diye itiraz etmeye çalıştım..  Ama kimse benim ürkek protestoma

dikkat etmeye zum görmedi. Ben ise, et yemenin fena olmadığını düşünerek sustum. Sabah, yolçıkarken kahvaltıyı apar topar yaptık.

Ama akşam yemeğine kadar Burabay uzaklığındaki uzun bir zaman vardı. Onların hepsi gurur duygusu içinde donmuşlardı. Onlarda gurur duygusu o kadar doludur ki, sanki iyice kuruyamamış, korjındaki13 et gibi kokmuştur.

Biz, misafirlere tahammülden başka seçeneğimiz yoktu. Karaşaş  o kadar zmıştı ki, son olarak patladı.

-  Şayet kesmeye karar aldınız, o zaman niye bekliyorsunuz ki? diyerek kimseye hitap etmeden söyledi. Kendileri söylediler, fakat yere dikilm gibi oturuyorlar. Ya Allah'ım! Ya Rahim! Görüyor musunuz?.. Onla bu lanetli alışkanlıklardan kurtarır mın? Nasıl olsa da sağ insanlar, ölü değil!

O ayağa kalktı ve çadırdan dışarıya çıktı. Çadır içinde birşeyler kapayım diye umutsuzca bulunan ala köpek, Karaşaş’ın peşinden dışarıya fırladı.

Ama kadının cüreti erkeklerin onurlu huzurunu bozamadı. Ateke, bir kararı vermeden önce bir müddet bekledi.

-    Karaşaş’ın kelimelerinden öfkeli anlamı görüyorum. Zaman giyor.. Eğer kesmek kararını aldıysak, demek kesmemiz lazım.

Dağlardaki yankı sesi gibi iki en saygın ihtiyar da onu tekrarlalar. Ama kimse planlanan şeyi yapmak için yerinden kalkmayı düşünmedi.

Karaşaş ne yapacağını biliyordu. O, ocağın yanına bir kucak dolusu kadar odun getirip bıraktı. İkinci kez kara kazan ortaya çıktı ve üçüncü ise üç ayaklı ocaktı. Bu işler arasında sahiplerini rahatsız etmeye devam ederek:

 Peki,  ne  zaman?...  Kimin  koyununu  keseceksiniz?  Onu  daha  getirmek  gerekiyor, diyerek dışarı çıktı ve oradan sızlamayla küfür sözleri duyuluyordu.

Ama kimin koyun keseceğini çözmek kolay değildi.

-   Esengeldi, dedi Ateke. Niye susuyorsun? Büyükannende bir gri koyun olma gerek..

Bence o gri koyunu kesmemiz gerekir.

Sol ve sağdakileri iki kez onun sözleri tekrarlıyordu ve Esengeldi sessizce oturduğu yerden kalktı ve acele etmeden çık. Çadırda tekrar sessizlik ve beklentiler sessizliği yer aldı. Dışarıdan zavallı siyah atımın çığlık sesi geliyordu. O, herhalde bir torba yulaf değil de bir avuç saman bilalmaya umudunu kesmtir.

Esengeldi geri döndü. O kendi yerine oturdu ve ancak sonra Atekeye:

- Ayşa gelin diyor ki; gri koyun kuzu doğurmak üzereymiş.. Kim olursa olsun, eğer şu abu koyunu kesersek günah olacaktır, diyor.

- Ayşa gelin bilir, geekten de günahtır dedi Ateke. Bugün değil de, o zaman yarın gri koyun doğabilir.

Taze et yemek için güzel rsa olacağı ve eski örf adetlerini koruyabilmek için tekracanlandırdı. Tabi ki, bu nedenle Ateke sessiz kalmayı istemeyerek:

-  Şöyle yapalım. Kanşı yenge evinden siyah kuzu getir. Bu kuzu ilk kuzulardandı, onu kesmek mümkündür.

Sabırsızlık, mühtemelen Esengeldi’ye etkilemişti. O, bıyıksızın ve alın gözlünün konuşmasını beklemeden kalktı. Ancak onların zleri Esengeldiye çadır eşiğini gtiği zaman duyuldu. Ve birazdan döndü.

Ama bu sefer de başarısızdı. Esengeldi devam ederek: Ayjan gelin beni karşıladı.. Diyor ki, cuma günü Kanşı Yenge’nin vefat olduğuna bir yıl dolacakmış. Hatır günü için Ayjan kuzunu koruyormuş.

- Evet, evet, Ayjan gelin doğru söylüyor, haklır, dedi telaşlı bir şekilde Ateke.. Yine düşündü, ama aç karın daha z ve net şekilde fikir üretmeye çalıştı. Ateke derhal farkına vardı ki, kim misafirlerine kurban edilebilir.

- B laf salata yeter artık!’ diyerek Ateke kesti. Böyle konuşmalarımızdan kazan dolu olmayacak ki?! Esengeldi, hemen Karekeye ait olan gri kiyi getir, dedi.

Zaman gece yarısını geçti ve dışarıdan kötü bir inatçı ki sesi geldi. Ama Esengeldi kararlıydı ve öyle görünüyor ki, akşam yemeğimiz rüyadan geeğe dönüşüyordu.

remediğim ki, ağır bir kokuyla rahatsız ediyordu bizleri. Demek, iğdiş değilmiş. Sıradan birisi boğabilirdi, neredeyse kendimi zor tuttum. Hanların torunla ise başka bir şeydi, sanırım onların burun delikleri farklı bir şekilde yaratılmıştır. Kokuya dikkat etmiyorlardı bile. Gözleri parlıyor ve tükürüklerini yutuyorlardı. Onların herbirine şimdi birer ki versen, sanki onu canlı olarak yutar ve kemikleri bile kalmazdı.

Yine bir engel ortaya çıktı. Kimsede oldukça keskin, güvenilir çak bulunmuyordu. Atekiyi hatırlıyordu, falan evde falan bıçak var diye. Fakat, gitmiş olan Esengeldi hiçbir şeysiz geri döndü.

Yoldaşlarımdan birisi dayanamayıp uzun bir sıkıcı oturuştan, lıktan ve kiden kaynaklanan pis koku tarafından bıkarak zla ayağa kalktı. Ve bıçağı çıkar ve Esengeldiye doğru uzat.

 İşte.. Alın, dedi kibarca.  Fakat onun gözlerinden gördüğüm; o kadar büyük bir zevkle tüm Töre’den kurtulacak kadar, kendisi de Janbırşı Köyünden hızla kaybolacak gibiydi.

Ancak sabaha doğru gri ki büyük tabak içinde haşlanmış şekilde önümüze geldi. Birasonra kadınlar içeriye girdi ve yaklaşık on kişiydiler.

Onların  herbiri  kız  çocuklarıyla  gelmlerdi.  Evet,  hemen  hemen  tüm  çocuklar  kızdı. Sadece  iki   oğlanı   görebildim.   Gec yarısında   uyanmış   çocuklar  esniyorlar   ve   gözlerini ovuşturuyor ve zayıf görünüyorlardı. Janbırşı’ Köyünde uyulma gereken eski adet, kendi akrabalık boy saflığını korumak öneriyordu. Bu nedenle, her zaman burada hemen hemen yakın akrabalaarasında nikahlar kıyılıyordu. Çocukların   acınaklı bir görünüşü vardı.

Kadınlar et kokuyorlardı. Bellidir ki, büyüklülük ısından ki boğadan önemli ölçüde küçüktür. Böyle bir kalabalık toplumu tek bir kiyle beslemek şüphelidir.

Kurala göre, Ateke başı aldı, kulağı kesti ve bana uzattı. Bütün olarak ki kafasını kendi önüne koydu. Benim için bıyıksız sakallı ihtiyar kalça kemiğinden çük bir parça et kesti ve tüm kemiği kendine bıraktı. Diğerleri ise, kendilerine hak ettiği konuma göre et parçaları alıyorlardı. Et  kalıntıları  tabak  üzerinde ufalanıyorlardı,  ama  tabak  dibine düşmeye  yetişmiyordı. Tabağa düşüş anında birisi tarafından yakalanıyor ve nüşsüz kayboluyordu.

Böylece bu atıştırmaşlar çok z gerçekleşiyordu ve fazla zamanı da almadı. Millet, ki eti ardından sorpa1 içtiler.  Kemik  kalıntılarını  çocuklara verdiler ve bize iyi  geceler dileyip evlerine dağıllar.

Çadırın içi boşaldı.

Karaşaş  ile  bir  konuşma  daha  yaptık.  Kadıncağız,  biz  yatağa  aç  giriyoruz  diyeendişeleniyordu.

Ama biz yatağa girmeyi hiç düşünmüyorduk. Ateke’nin bizimle konuşabileceği meseleyi artık beklemeyerek ve Janbırşı misafirleri kendi atlarıyla uğraşmazlar geleneğini bozarak, siyah ata koşum yapmaya gittik.

Sadece  oradan  çıkıp  gitmedik,  oradan  kaçıp  çıktık.  Yaşayan  mezarlığa dönüşen  bu insanların kibir ve aptallıkla dolu köy bozkırından  genişliğine kaçtık.

- Oybay! diye haykırdı öğrencilerden birisi. Ne kadar zaman gerekli, bu köyde mantıklı bir kelime çıkarmak?

- Bundan da ötesi.., dedi ikincisi. Ciddiyetle söylenen kelimenin gerçek bir işe dönüşmesi için ne kadar zaman alacak?

Ben sessizce onları dinledim. Tarihe adaletsizce öfkeleniyordum. Yüzyıllardır   yaşayare’ler, asırlarca hayatını böyle mi girmiş, düşüncesi aklıma geliyordu.

Ertesi gün, Raykom Sekreterine  gelip sunduğum raporum sadece şuydu.

Dedim ki, Janbırşı Köyü topraklarına kolay kolay yaklaşık on kolhoz ğabilir. FakaJanbırşı Köyünde kolektif çiftliğinde çalışabilecek sadece tek bir kişi varr. Bu da Tölengit zı, Karaşaş isimli bir kadın.

-   Geekten mi? Ya, diğer insanları ne yapacağız?

Ben, o zaman gençtim ve dedim ki;

-   Bilmiyorum. Ama diğerlerinin yeri oradeğil.

 

İlçe Komitesi Sekreteri ağır bir düşünceye daldı.



 

1 Raykom - komünist parti ilçe komitesi.
2Kolhoz  kollektif çiftlik

3Merin - iğd edilm at

4Jut - hayvanların açlıktan kütlevi ölümü

5Aynalayın şımartarak yavrum, canım anlamında

6Aksakal - beyaz sakallı. Saygın, hürmetli ihtiyar

7Ru - Kazak halkını olturan soylar, boy olarak da adlanır

8Uık - çadır kubbenin (şanırak) teşkil eden ve onu bir ör aap duvar (kerege) ile bağlan kuran kavisldirekleri
9Şanırak  çadırın kubbe şeklinde olan tavan kısmı
10Ket git
11 Töre - Moğol kökenli meşhur boy. Töre bozkırda imtiyaz durumda bulunuyorlar.
12 Tölengit - Töre ile beraber yamışlar, onlara hizmet veriyorlardı. (Fark boydan olabilirler)
13 Korjın  yünden örülmüş ev ü(çanta). At ve deve için yapılmış çeşitleri de vardır.
14 sorpa - çorba

Көп оқылғандар