Komünist Rauşan
I
İsise tutulmuş yamalanmış yurtaya dışarıdan bakılırsa, içinde bir şey yanıyormuş gibi gelir. Tüm aralıktan simsiyah duman buram buram çıkıyor.
Yurtanın tam ortasında koskocaman kazan kararmış duruyor, altında ise alev alev ateş yanıyor. Kazanda sabun fıkırdayarak ve köpürterek pişiriliyor. Başını baş örtüsüyle bağlayıp da terden ıslak olan alnını buruşturup Aynabayın karısı Zeynep uzun kürekle esnek vıcığı karıştırıyor.
Son bahar rüzgarı yurtaya sanki tahrip edecek şiddetli bir şekilde vuruyor. O uluyor, aralılara girip alevi dağıtıyor ve koyu yakıcı duman gözleri yemiş oluyor.
Beş bayan alevin çevresinde oturmuşlar: göz ayırtmadan kazana bakıyorlar. Sabun pişer pişmez onlardan hepsi geleneğe göre birer parça alıp yurtlarına dağılırlar. Sabun ise pişireleceğine benzemiyor ve baynların şu cehennem dumanında bunalıp oturmaktan başka hiç bir şey kalmıyor.
İhtiyar kadın Uljan yukrıdaki yuvarlak pencereye bakıp söyledi :
Ahir zamanı mı geldi yoksa? Gece gündüz rüzgar esiyor, açılacağına da benzemiyor.
Evet, şeşey, şimdi her şey eskisi gibi değil, - ihtiyar kadının lafını karşılamış Kulzipa.- Biz daha gençken bunun lafı bile edilmedi... Neşeli günleri yaşamış olduk. Günler şimdiki günlerden daha iyi, hava daha güneşliydi, yaşamamız da zaten farklıydı... Avulumuzun durdrduğu şu yemşeyil tepeyi hatırlıyorum. Günlerden birinde biz siyah Kuzelin gelinyle beraber Kos- Uter koruluğa cali çırpıyı toplamaya gittik...
E, hatırladığım gibi, bu olay o günlerde oldu ki...- Kulzipenin lafını kesmiş ihtiyar kadın,- şey, tam Meruretin şu ipsiz sapsız nişanısı gelidiğinde değil mi.
Evet, evet, tam üştüne düşmüşsün... Aman bay, vah, ne fevkalade güzel günlerdi! Şraylim1 ta serpilip gelişmenin zamanıydı... yiğitler ona hayran hayran bakıp, parmaklarını yiyorlardı. ... Sen de bizimle geldin değil mi şeşey? Güveyden karşılığı alıp, gece vaktinde ona Şirini göstermeye karar verdik...Vah, vah nasıl ağlamay başladı zavallı! Taş gibi oldu, donakaldı. Vrmayacağım ben ona, öldüren isterseniz, ama varmacam şu iğrenç olanına! Ne bizi ne de öz annesinin sözünü dinlemedi. Biy abi2 ta kendisi işin içine girmeye zorunda kaldı. Aman Yrabbim, ne kızmıştı o, vah! Titremeye başladı. «Sen varmamaya bir dene de ben sana olacağını göstermiş olurum!
Bağırıp çağırıyor. – Sen beni rezil etmeye bir dene, dedim sana! Ben seni öz elimle kesmiş olurum!» korktuk biz, yurtadan dışarıya atıldık... Sonra geldi Baybişe ve Şraylimi nişanlısına götürmeye emretti bize. Çıkardık biz onu, hali ise ne ölü ne de diriydi... elimize asıldı, ayaklarını zorla sürüklüyor...
Uljan ateşiki alev çıkarmadan yanan cali çırpıyı karıştırdı ve Kulzipenin hikayesini tamamlayıp hükmetti:
İyi mi bu ne? Kötü bir alamettir bu, genç kız annebabasının sözünü dinlemiyor da hayır duasını almamış oluyor, hiç de ıyi değil bu ama. Bunun için de Meruretin akıbeti çok hüzünlü oldu zaten. Evliyken hasta oldu, cılızlaştı ve öldü. Tbiki ki ataların ruhlarını rahatsız etmek mümkün mü hiç?.. O zamnlarda vardı daha Allah korkusu insanların içinde. O zamanlarda bedduaların değeri vardı. Şimdi ise ne var?..
1Evli bayanlar geleneğe dayanarak eşinin avulundan kızlarının ismini söylemiyorlardı, şefkatli lakaplar veriyorladı onlara ama. Bunun için Kulzipa Meruerete – Şraylim,- şirin olarak hiyap ediyor.
2Baynlar onlardan daha büyük olan erkeklerin isimlerini söylemiyorlardı, erkeklerin durumlarına göre lakap veriliyordu.
Bunlardan hiç bir şey kalmadı. Az kalsın her Allahın günü kaçıyorlar evden kızlar sevgili âşıklarına. Annebabalarının gözyaşlarını dikkate bile almıyorlar. Her hangi bir cezadan da korkmuyorlar. Bir de bolluk ve neşe içinde yaşayanlar da oluyor, çocukları doğuruyorlar...
Niçin böyle oldu, şeşey? Yoksa şimdi annebaba bedduasından hiç mi korkan kalmadı?
Kıyamet günün geldiğinde, yaşlılar diyorlar, Müslümanlar Allah hayırından eksik kalmış olacaklar. Göründüğü gibi bu gerçektir. Şimdi ne kadar lanetlesen de anlamı olmayacak.
Kulzipenin aklına yine bir şey gelmiş ve o bunu kız arkadaşlarına anlatmaktan kendini alıkoyamadı.
Ama doğru konuşuyorsun şeşey, - kömürü karıştırıp, başladı o coşkunca. -Hem de ne kadar doğru. Şimdi insanlara beddualar bulaşmıyor. Gençken biz erkeğin sözüne karşı çıkabilirdik mi hiç?! Kocanın izni almadan evden çıkmak, olabilecek mi bir şeydi bu, hiiiiç... En korkunç günah - sözünden çıkmaktı. Şimdi ise?.. Genç gelinler ise kendileri uygun görmeyenleri yurttan atabilirler... Buraya gelmeden önce Mırza abiye uğramışım, bir baksam: Rauşan gelin kibirli kibirli oturup damir ipi büküyor, kocası ise çizmeleri tamir ediyor... İşte başladı o bana şikayet etmeye: «Uslandırın gelininizi! Yaşayış yok ondan. Sözümü dinlemek istemiyor». Diyorum ona: «Niye gururlanıyorsun sen? Jakpar mahsus saf adamları seni bir yere seçmek ikna etti. Sen de inandın. Avulda sanki senden başka da seçenebilecek biri yok mu sanıyorsun? Herkesten daha akıllı mı kendini sanıyorsun?» İhtiyar az kalsın ağlayacakmış, diyorum geline: «Sen canım gelinim kocanın sözünü dinle...» O ise ne ayıp, ne ayıp bana şiddetle bir çatmış olmasın mı!
« Hiç birinize akıl danışmak niyetim yok benim! - bağrıyor. – Dedim size gideceğim ben!» Ben apışıp kaldım açıkçası. Söyleyebilecek bir tek şey buldum: «Amanbay, sakinleşsene! Şöyle bir kudurmuş biri benim evimde de var. İstediğin yere git, ne yaparsan yap. İstersen vaftiz ol, bana ne?! » Ve sokağa fırladım...
Vah, şeşey, - başladı Kulzipa, - her şeyi anlatmaya başlarsam, bu işin sonu olmaz. Dünya tamamen çıldırmış. Neyi neyi görmüş da duymuş olursun... Dün Daukara ve sizin kayınbiraderiniz başka yiğitlerle beraber evimizde toplandı. Ne biçim şarkıları söylüyorlardı, içim donakalıyor! Allah korusun! Diyorlar ki, komünistler kongres topluyorlar. Kongrese giden herkesi komünistlere yazdıracaklar. Komünist olan ise öbür dünyada Allahın yüzünü göremez ki.
Aziz Dırginbat halfe dedi ki: «Ölen komünistlere dua etmek bile günah oluyor. Onlrı yıkamak bile mümkün değil, onları sadece bir çukura yığmak mümkün». Aynen böyle söyledi. Onun gibi insanlar ise bu işin anlamını bilirler!
Uljan Kulzipeyi desteklemeye acele etti:
Sen gelin biliyor musun Kdırbaydan olan Karimi?
E, şey, deri ticareti yapanı mı? Dumuş oldum! Geçen sene ineğimizin derisini Karim denilen biri aldı...
İşte-işte, onu diyorum. Kızı onun Sarı kız soyunun nişanlısı sayılırdı. Büyüdü o, kız oldu, damadı ise ölüp gitti. Kayınbiraderin nişanlısı olmuş işte. Geçen sene ise şehirden gelen bir «tore»1yle tanışmış oldu. Tanışmış demek, birbirine yaklaşmışlar da evlenmeye karar vermişler. Anababasının bu işten sanki hiç haberi yoktu, abileri ise tahmin ediyrlardı galiba. Bir gün demek geldi «tore» kız için, hem de tek başına değil milisle gelmiş oldu!..
Vah, kafirler!.. Vah, dinsizler!.. Hadi, hadi, devam et. Annesi ne yapmış?
Annesi ne yapar ki? Bağrıyordu, çağrıyordu, kızına yapıştı. Kızı ise: «Bıraksana beni. Seni istemiyorum. Sevgilimle gidiyorum ben»,- cevap verdi. Ve kendisi milisin arabasına bindi. ..
Estağfruallah! Allah muhafaza etsin! Ne dehşet, ne utanç bu!..
Şimdi anlatıyorlar ki, şu dinsiz avula gelmiş oldu. Oradaki herkes şaşırdığından düşmemek için avlu kapılarına yanaşmış.
Bütün eski elbiselerini attı. Alçak gibi süslü püslü giyindi. Her taraftan tenine sım sıkı yapışan elbiseyi giydi. Aman, aman – saçlarını kestirmiş bir kısrak, ve başka hiç bir şey değil. Elbiseler komünistlerindir herhalde. Söylüyorlardı ki, sanki hacı da takmıştı...
1Devlet memuru. Burada Sovyet işçisi.
- Ne diyorsun sen şeşey? Sahi mi? Niçin kovmadılar ki, şu edepsiz ve utanmaz olanı?
- Tabi ki! Kovarsın onu yahu! Bir dokun ona komünistine bildirir! O ise bir an içinde hapise atar seni... İşte fırlak gözlü Biy abi bir şeyler karşı söylemeye kalktı da onu çalyaka edip hapse attılar. Hapiste şimdi işte...
- Aman aman! Doğru diyorsun şeşey. Karışık günleri yaşıyoruz. Her şey bozuldu... Bizim dönemizde Biy abiye bakmak bile herkes cesaret edemiyordu, hapise atmaktan bahsetmiyorum bile... Evinin eşiğini bile aşmış değildik. Gözlerine görünmekten utanıyorduk. Öyle çekiniyorduk ki, yurtunda yazın hiç bir kere kımız bile içmedik. Nasıl yapabilirdik ki biz bunu, mümkün mü hiç?! Vah, ne güzel günlerdi!..
- Diyorlar ki, o hırsızlıkta yakalanmış oldu, - ihtiyatlı söyledi kapının girişinde çömelmiş oturan genç bayan.
Ateşin çevresinde çömelmiş oturan yaşlı bayanlar, hep beraber ona başlarını çevirdiler. Zeynep ise ondan gözünü ayırtmadan,sert bir tavırla söyledi:
- Sen ise namussuz, niye çömelmişsin? Bir bak nasıl bakıyor! Ne biçimden sen dilenci biri cesaretlendin?
- Bügünkü gençler dedikoduları çok severmiş, - pis pis güldü Kulzipa.
- Allaha çok şükürler olsun Ruslar bunu daha sezmediler. Yoksa, bunun gibiler,- Zeynep gence bir daha öfkeli bir bakış attı ve kazandaki vıcığı kudurmuşçasına karıştırmaya başladı, - bir an içinde onların tarafına geçmiş olacaklar.
Raş kızarıverdi, öfkesinden boğulacakmış gibi oldu, gözlerinde de yaşlar peyda oldu.
- E-e, ne olur ki? Evet, giderdim! Ruslara gidenler benden daha kötüler mi yoksa?!
Ayaklarına fırladı ve yurtadan dışarıya atıldı.
Yaşlılar istihfafla dilini damağında cıklatmaya başladılar. Zeynep daha da çok azgınlıkla kazanın dibini kürekle karıştırmaya başladı.
Vah, seni pis olanı! Kocam bir gelsin de, öğretirim ben ona derinden şeridi yapmayı. Adım Zeynep olmayacak öğretmezsem!
Estağfruallah! Bu ne cüret!
Evet ya... Galiba kıyamey günü gerçekten de yaklaşıyormuş... Yaşlı bayanlar başlarını çok üzgün salladılar...
İkindi namazının saati girdi. Yaşlı bayanlar eteklerine ılık sabun parçalarını sarıp evlerine dağılmışlar.
II
Arabada siyah kervan yolundan yukarı kesim tarafına doğru yolcu gidiyordu. Yolcunun adı Bekendi. Yanında başında beyaz baş örtüsüyle onun karısı Rauşan oturuyordu.
Dün avul hükümdarına gelen «tore» Bakene karısını yürütme kuruluna, orada düzenlenecek bayan toplantısına, getirmeye emretti. Ama erkeğin avratıyla böyle kolayca arabada beraber gezmeyi avul daha hiç görmemiş! Baken böyle sanıyordu. Cenaze yada eşin anababasını ziyarete gitmesi olursa bu başka bir şey, ama böyle, kendi iradesinden, yada başkasının keyifi için, öylesine evden çıkmak – hiç olmyacak bir şeydi! Tmakbayın hasta karısı mesela iki senedir yataktan kalkmadan yatıyor. Tkambay bir haylazdır. Herhangi bir geleneğe bağlı kalmıyordu. Şehirdeki hekimler karısınınn gibi hastalıkları tedavi edebildiklerni duyunca her gün onu şehire götürmeye başladı. Avulun herkesi ona hakaret ediyordu: «Bir bakın,- diyorlar onlar, - avrtına ne de bağlanmış! Korkuyormuş ondan! Sözünden çıkmak cesaret edemiyor!»
Tkambaya seve seve alay edenlerin arasında Baken de vardı. Defalarca diyordu ona:
Zavallı! Karısı ölürse başka avratı mı kendine bulamayacağından korkuyor? Adamlardan utanılır azıcık yahu, bak sen ona, herkesin gözünün önünde oraya buraya götürüyormuş onu..
Şimdi ise kendisi karısını bütün avulun önünde götürmüş oluyor. Hem de öylesine bir yere değil doğru yürütme kuruluna gidiyorlar. Ve tabi ki, kim insanların ona da alay etmediklerini garanti edebilir: «Şu zavallı ne şölene mi hazaırlandı yoksa? Utanmıyor mu böylece avratla baş başa geziler yapmaktan? Bir bakın siz nasıl avratı da ayklarını biçimsiz bir tarzda açıp oturuyormuş!»
İstediklerini uydurabilirler. Avuldan daha çıkar çıkmaz dedikodular ise kulağına girmeye başladı. Kulzipa bütün avula davul çalmış oldu: «Amma da dürttü şeytan Mırza abiyi! Avratın hırgür çıkaracağından korkmuş! Şehire götürecekmiş onu...» Atı arabaya koşarken ise Kairbayın karısı geldi ve başladı: «Karının elde ettiğinden bie de az bir şey düşsün, amin!» Amma da akrep biri! Şehire mal için gittiğini sanıyor mu o yoksa. O zamanlar çoktan geçmişe karıştı. İnsanlara sırf dedikodu yapmak var...
Onurlu barut gibi Baken dargınlık ve öfkeden kuduruyordu. Dun Aulnaya gelen zavallı «tore» hakkında da hınçla düşündü. Aldırmay kafasını mı yemişmi ne? Niye avratları hedeflerden şaşırtıyor? Toplar o onları da ne söyler?
Baken için huzur içinde yaşamaktan daha değerli bir şey yok. Sabah kalkarsın hayvanlara kuru ot verirsin, işlerine bakarsın; sonra azıcık yorulursun, eve girip karının bacağına dayanıp tamamen terleyene kadar acele etmeden çay içersin, alaca karanlıkta ise uymaya yatarsın, candan yürekten tatlı talı uykuyu alırsın... Bu dünyada bundan daha iyi talihi istemezdi Baken.
Baken hep evde oturmasını seven biriydi. Onun gibi olanlara Kazklar evcil köpek diyorlardı. Başka erkekler gibi o avulu dolaşmazdı, hiç bir zaman hiç bir şeyi tartışmazdı ve herhangi bir avul haberleri onun ilgisini çekmiyordu. Toplantılara, seçimlere, meclise de varmazdı. Soruya ise: «Sen niye hep evde oturuyorsun?» - başını sallıyordu sadece. «E, e görmediğim ne var ki orada?.. Kimse bize söz almaya vermez ki yine de, ne yapacam ben orada o zaman...» Tarım ürünlerine vergi listeyi hazırdıkları zaman bile avukuruluna gitmedi Baken. Şimdi bir düşünün, kolay mı böyle gibi insana avlu içinden daha uzak yere gitmeyen birine, hemen uzak bir yola gitmek, bir de tek başına değil, kendi rezaletine ve iyi kalpli insanların hakaret etmelerine beyaz baş örtüsü olan avratla beraber?
Yol boyunca üzüntü ve acıyla hep bunu düşünürdü Baken. Düşünceleri karışıyordu. Alnı ter basmaya başladı. Sanki utanılacak da iğrenç bir işe bulaşmış gibi hissediyordu kendini. Ve karşısına çıkan tanıdık olmayanlardan bile başını çöküyordu...
Son bahar gökyüzünün üzerinde rengarenk kıvırcık bulutçuklar vardı. Oynak güneş renkli battaniyenin altında gizlenen güzel gibi onların arkasına bir gizlenir bir yeni çıkardı. Bakene takılıp kızdırıyordu sanki. Artık güçsüz ve soluk, o ortalığı o kadar kavuruyordu ki, sırtı pek olan Baken ıyice terlemiş oldu. Mamafih güneşten mi o terledi ya da mahcubiyetten mi, ya da ağır bir tek kışın giyinmeye layık olan nasırlaşmış koyun postundan mı kim bilir .
Batır kurgandan gidip o atı dırdurdu ve arabadan inmiş. Avuldan beri o suratı asık, sanki karısıyla kavga etmiş gibi somurtkan gidiyordu. Ve bir sefer bile arkaya bakıp karısına göz atmadı. Şimidi ise ansızın onun gözleri karısının gözlerine rastlamış oldu. Rauşan gülümsüyordu.
Böyle gezmek ne güzelmiş ama!
dedi o. – Ne kadar çok şeyi görmüş oldum! Ne kadar yolcuya rastladık! Kasabadan geçerken gözlerimi ayırtamıyordum. Canım! O bizimkimize hiç benzemiyor ki, bizimkimiz gübre altında kaldı, burası ise temiz ve derli toplu yapılmıştır. Evler de bembeyaz uzamışlar... kazlar gibi. Ne güzelmiş!- Rauşan nefes aldı. – Eve-e-t... Dünyada bayandan daha zavallı olan yok herhalde. Hep ev gailesiyle uğraşır. Hayatının tümünü üçayak da islemiş kazanın yanında oturur, ve böyle de hiç iyi ve hoş bir şey görmeyecekmiş. Erkeklere ise kaderlerine yalvarmak gerekmez. İstedikleri gezer ve görür...
O kuştüyü başörtüsünü çıkardı ve başını rüzgara karşı çevirdi. Onun yumuşak gülümsemesi Bakenin bozuk olan keyfini dağıttı.
Rauşan yine nefes aldı. Kadının kaderi hakkındaki hüzünlü düşünceler aklından bir türlü çıkmıyordu. Niçin baynlar erkeklerle eşit değller? Niçin baynlara erkeklerin gittiği yerlere gitmek mümkün değil? Kim bu adaletsizliği giderebilir? Rauşana arabada kocasıyla beraber başında beyaz başörüsüyle gitmek hiç de utanç verici değildi. Ve kocasının mahcubiyeti ona dokunmuş oluyordu.
Baken atın yanında durup avucuyla yelesini tarayıp sağrıyı okşuyordu ve arada bir karısına göz atıyordu. Onun gül yüzü, gülümseyen gözleri, makul konuşması Bakene anlaşılır ve hoş geliyordu. Önce de ne kadar öfkelense yeter ki karısı gülümser, gözlerinin içine bir bakar bütün problemler çözülmüş oluyor, o kendisi de gülmeye başlar.
Bu sefer de aynısı oldu. Yol boyunca eski gelenekler, avuldaki peyda olan ve şimdiden onları hayat boyunca takip edecek dedikodular hakkındaki düşünceler onu rahat bırakmıyorlardı, ama karısının ona şefkati bakışı hemen bütün hoşnutsuzluğu ve gücenikliği silmiş oluyordu ve o karısının bütün kaprisini yerşne getirmeye hazırdı. Şimdi de arabada karısının yanında oturup ve dünyayı beraber öğrenmek ona hiç de acayip ve kütü bir şey olarak gelmiyordu.
- Hanım! – neşeli söyledi Baken. – Belki de başkaları için sen harın ve kötüsün, benim için sen her şeyden daha kıymetlisin ve senden başka sevgilim yok benim. İstedikleri kadar çekiştirsinler, biz ise onlara karşı güleceğiz... Bir de sadece sen gitmiyorsun ki. Başka avullardan da diyorlar bayanları topluyorlar. Yani üzülecek bir şey yok ortada. Yanlış olan yerlere ise sen gitmeyeceksin. Değil mi? Aklı başında olan birisin sen canım.
Kurgandan itibaren artık neşeli neşeli gidiyorlardı. Baken şimdi eşinin yanında oturuyordu, o ise gülümsüyordu...
III
Yürütme kurulu mavi çatı altındaki ahşap evinde bulunuyordu. Evin yanında dört yada beş araba duruyordu. Çevresinde tüylü şallarına sarılıp ihtiyar bayanlar oturuyordu.
Aynı bu yerde bir kaç erkek de duruyordu. Genellikle olduğu gibi herkes gözlerini yeni gelenlere, Baken ve Rauşana dikti ve Baken onların gözlerinde tam olarak bilenmez ya acımayı ya da öfkeyi okudu, sanki: «Ha, demek sen de zavallı birisin buraya avartını götürmeye zorunda kaldın».
Dişsiz çökük dudaklı ihtiyar kadın arabadan inen Rauşana hor görerek göz attı sonra yüzünü buruşturdu ve yanında oturan soluk ve çopur yüzlü kadının kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı. Neyi konuşabilirlerdi onlar? Belki: «biz yaşlı bayanız, yaşabidiğimizi yaşadık artık, bizim için farkeden bir şey yok. Ama bu genç niye geziler yapoyor?», diyorlar diye, Baken yine utanmaya başladı, Rauşanın ise dikkatini kadınlar çekmediler bile.
Tosun gibi sağlam, teke sakallı, fırlak gözlü adam Bakene sordu:
- Hangi avuldasın sen?
- Tasıbay avulundayım.
- E, eşini toplantıya mı getirdin diyorsun? Eve-e- t Sovyet hükumeti bayanların eline çok hak eşitliği vermiş oldu. Kesinlikle bir şeyler çevirecekler onlar... Hadi gidi günler.
O alaylı bir edayla kara kurbağaya benzeyen çopur yüzlü kocakarısına baktı.
- Aman bay, nerede, - kendini aklıyormuş gibi keskin çığlıklar attı ihtiyar kadın. – Ben kendi isteğimden mi geldim buraya yoksa? Ben sevgili kızımız Dametken için geldim buraya ya... Onu yazdırdılar ki! Ama nasıl o gencecik kız toplantıya gelir? O yabancı eşiği daha hiç aşmadı ki! İşte ben de...
- Ağzını kapat, köpoğlu köpek! - lafını kesti kocası. – Ben sana nasıl öğrettim? Dametken hastalandı da onun için yerine sen gelmişsin söylemelisin. Anladın mı?!
İhtiyar kadın suçlu suçlu gözlerini kıpıştırmya başladı. Ağzından kaçırdığını anlamış oldu.
Bizimkilerimizden ama... söylemezdir kimseye,- belli belirsiz söyledi o. – Kurumun başı sorarsa, öğrettiğin gibi söylerim...
Fırlak gözlü siyah adamın ismi Yermaktı. Bir zaman o avul başındaydı ve hakemlik yapıyordu. Fazla servet kazanmadı ama değeri vardı ve avulun bütün işlerini yürütüyordu. Bütün bunlar geçmişe karıştı. Şimdi o çekingen ve ürkekti. Yeni iktidar hiç de hoşuna gitmiyordu. Bunun için yeni düzenine gizlice alay etmekten fırsat kaçırmıyor.
Avulun yeni yöneticelirinin ona göre ayıplanacak iş ve davranışı konuşurken hakim tabiki geçmişte kalan muhteşem zamanları da hatırlamış oldu.
Allahım Yarabbim, ne muhteşem zamandı, bir daha gelmeyecek zamandı!.. Olurdu ki ben, Bokbasar, - konuşurdu o, - ve Kordabay tören havası içinde yola çıkıyorduk. Birinci gün muhakkak saygın Japekede yatıyorduk Nasıl ki?! Büyük adamın ziyaretine gitmek boyun borcudur! Bikasap – baybişe, Japekenin karısı amma da hamarat bir bayandı, neler neler ikram ediyordu bize!.. Hatırlıyorum ki, seçim olduğu sene başgedikli bizim gelmemizi istedi. İşte biz Bokbasarla gittik. Son bahardaydı bu. Japekenin avulu daha sel yarığında yerleşiyordu. Alaca karanlıkta geldik. Aman ne kadar sevindi bize! Baybişe Evde olan bütün eti kazana koymuş... Ve koydu önümüze inanır mısınız koskocaman servis tabağı daha buharlayan yağlı etle. İnanır mısınız etli dopdlu bir tabak!.. Konuşuyoruz da yiyoruz. Yiyoruz da konuşuyoruz. Tepsiyi almaya geldiler, oarada ise bir iki parça et kalmış sadece... Hepsini yedik! Nasıl ama?
Yermak geçmişi hatırlaken gevşedi yüzü gülüyordu, bügünkü zamana dönünce ise hemen somurttu, ağız burun büküp surat etti:
Şimdi ise ne yaşıyorlar mı yoksa? Istırap çekiyorlar! Tüm çabalan güme gitti! Ne zamandan beri arabalara sanki bağlanmış gibi oturuyoruz biz burada kimse çaya bile davet etmedi. Ne feci insanlar bunlar! Apırmay, avratları toplantıya getirmekten başka işi yok mu onların yoksa!? Getirdik biz onları buraya, tamam, devamı ne olacak peki, anlamsız bir iş bu. Avrat toplanıların düzenlenmesi olabilecek mi bir şey bu? Gerçekten de kıyamet günü yaklaşıyor...
Yermak hemen gamlandı, ağır ağır nefes aldı ve keçe sakalını çekip durmaya başladı.
Çopur yüzlü ihtiyar kadın başını uysalca sallıyordu.
En üzücü ise toplantıya kızımızı getirmeye emrettiler. Aynen böyle söylediler: «Getir!» Bunun emrini tabiki aulnay verdi, Allah kahretsin onu! Bunu bize nispet yaptı, kızımızı yazdırdı!..
Yermak tehditkâr bir bakış attı karısına, sanki söylüyormuş gibi: «Tıkansaydın sen en iyisi»
Sırtı hafifçe kamburlaşmış, cılız beyaz yüzlü bir genç çıktı- yürütme kurulunun sekreteriydi, ve herkesi kalem odasına davet etti.
Yermak karısını bir yana çekti.
Bana bak, - söyledi o tehditle, - başgedikli sorarsa, söyle: «Dametken hafif bir rahatsızlık duyuyor, hiddetinizi üstümüze çekmemek için ben kendim ihtiyarla geldim. Unutma!»
Yürütme kurulunun ferah odasında keçe yayılmıştı. Kadınlar ürkek ürkek yarım daireyle oturdular. Rauşan ve Baken eşiğin yanına oturdular. En son Yermak karısıyla girmiş, hala onu onur bir yere oturmaya davet edecekler diye ümit ederek azıcık durdu ama kimsenin kıbırdamadığını bile görünce kapı yanına oturdu.
Otuzdan fazla bayan ve on erkek gelmiş. Herkesin yüzünde bir tek şey yazılıydı: iyi mi kötü mü hayatımızı yaşadık, bize artık hiç bir şey değmez. En genç olan Rauşandı. Burada ferah odanın köşesinde uzun masa da duruyordu. Masa başında yürütme kurulunun başkanı, sekreter ve kentli giyimli esmer tenli güzel kazak kızı oturuyordu.
O başkanın yanında oturuyordu ve kağıtları gözden geçiriyordu. Rauşan göz ayırtmadan bir tek onu takip ediyordu. Bütün her şey onun yaptıklarından hem duruşu ve sakin bakışı, hem okuma tarzı, hem nazik parmaklarında kalemin ustaca tutması ve yazması hoşuna gidiyordu ve hayretler içine bırakıyordu Rauşanı.
Kurulunun başı uzun boylu kızıl saçlı genç, masa başından kalkıp kapıya çıktı nasıbay- çiğneme tütünü tükürdü, sonra esmer tenli genç kızla fısıldaştı ve herkese hitap ederek söyledi :
Bostandık bölge kadınlarının bölge konferansını açık olduğunu belirtmiş oluyorum. Toplantımızın yönetimi için prezidyum seçmemiz gerekiyor.
Bayanlar birbirinin yüzüne baktılar. Hiç kimse hiç bir şey anlamadı. Bazıları ise kendi aralarında konuşmalarla meşgül oldukları için kurul başının söylediğini duymamışlar bile. Sol taraftan öfkeli bir ses ansızın duyuldu:
Allah korusun da benim birinden en ufacık nit parçasını bile almayı! Bu kara şeşey iftira atıyor bana.
Bayan dudaklarını kabartıp daha bir şey söyleyecekti de yürütme kurulunun başı sözünü kesti:
Yabancı konuşmaları bırakmayı rica ederim!
Bayanlar seslerini hemen kestiler ve sert gence kuşkuyla yan baktılar.
İşte bayan efendiler tolantının yönetimi için iki kişiyi seçin.
Esmer tenli güzel kız bütün gelenlerden göz gezdirdi. Bakışı Rauşan üzerinde kaldı.
Bu bayanın ismi ne?
«Allahım! Yoksa yinede onu bir yere seçecekler ya!? – kuşkuyla düşündü Baken ve donakalıp kurtlanmaya başlayıp gözlerini çabuk çabuk kıpıştırmaya başladı. Hanım acısana bize. Biz fakir insanız. Bıraya gelmek için arabamız bile yoktu, Tkambaya zorla atı dilenerek elde ettik...- apar topar konuşmaya başladı o.
Hem genç kız hem de yürütme kurulun başkanı şaşkın Bakene bakarak gülmeye başladılar.
Biz kimseyi zorlamıyoruz ki. Bize toplantıyı yönetecek iki kişi lazım. Anlatabildim mi? Siz ise aranızdan kendiniz bu iki kişiyi seçin, - bir daha izah etti genç kız.
Yermak nedense alayla gülüp Rauşana gösterdi.
Bu gelin uygun düşer bence. Onu seçmeye teklif deiyorum...
Yaşlı kurnazın bu hain hareketi (o genç kızını evde bıraktı onun yerine ise tirit gibi ihtiyar karısını getirdi) Baken ve Rauşanı öfkelendirdi.
Rauşan teklifi az kalsın reddetmeye kalkacaktı da cesaret edemedi. Esmer tenli kız ilk bakışta onun hoşuna gitmiş oldu.
İsminiz ne? – şefkatle sordu esmer tenli kız.
Rauşan.
Rauşanı prezidyume seçilmesinden itiraz olan var mı? – sordu gelenlere yönetme kurulunun başkanı.
Söz konusu ne olduğunu kim anlamış kim de anlamamış olsa da herkes başlarını itaatle sallamaya başladı.
Rauşan oturduğu yerde kalmaya çalıştı da ama onu masa başına geçmek ısrar ettiler ve esmer tenli kızın yanında oturturdular. Rauşan heyecanlıktan titriyordu, ayakları uyuştu, alnında ter taneleri peyda oldu...
Kentli giyimli genç kızın ismi Maryamdı. O bir bölgenin kadın bölümünün yöneticiydi ve buraya mahsus ilçe bayan konferansın düzenlenmesi için geldi.
Prezidyume başka kimseyi daha çıkartmaya başaramadılar ve yönetim kurulunun başkanı konferansın sekreteri oldu, başkanlık etmeye ise Meryem başladı.
O gündemi ilan etti ve raporuna geçti. Maryam devrimden önce avuldaki Kazak bayanın kapkara hayatını canlı canlı anlatmaya başladı, sanki o bir köle gibi parmağında oynatırlardı onu dedi, hayvana gibi davranılırdı, sevmediği kişiyle zorla evlendirildi, ama Sovyet hükümeti, -dedi o devam ederek,- bayanların haklardan yoksunluğuna son getirdi, kadınlara erkeklerle eşit haklar sağladı, özel bir kararnameyle başlık parasını, polijiniyi, zorlayıcı evlendirmeyi yasakladı. Önceden baynlar Maryamın konuştuğundan sanki hiç bir şey anlamıyorlarmış gibi görünüyordu, ama gidgide konuşmacının heyecanlı nutuğu kafalarına girmeye başladı. Bazıları bile hayırhahlıkla ve duygulandıran içtenlikli dilini şapırdatıyorlardı.
Ama eşitlik öylesine gelemez,- devam ediyordu Maryam. - Baskı altında tutulanlar özgürlükleri için mücadele etmeliler. Sovyet hükümeti olanca gücüyle eşitliği tasdik etmeye çalışıyor. Ama sadece hükümetin gayreti azdır. Baynlar gerçekten de erkeklerle eşit haklara sahip olmalarını bilfiil, onlardan ne zihin açıklığında ne de iş içinde daha aşağı olmalarını ıspatlamalılar. Bütün avullarda Sovyet hükümetin iktidar organları var. Ama var mı o organlarda bayanlar? Çok ama çok az. Raslayabilirsin tabi ki okuma-yazma bilen yazlnıza, çoğu ise maalesef eskisi gibi aile ocakğına bağlılar. Çoğu yurtanın eşiğini bile aşmıyor, toplantılara gitmiyor, toplumsal yaşama katılmıyor. Utanıyorlar, çekiniyorlar... Hem kocalar hem de anababaların kabahatli var bu işin içinde. Onlar karılarına ve kızlarına mani oluyorlar, rahat tek başına bırakmıyorlar, evde kapalı ve bağlı olmalarını istiyorlar. Bu adaletsizlik ve kötülükle bitirme zamanı geldi! Eğer baynlar erkeklerle eşitler onların da toplumsal hayatındaki işlere iştirak etme hakları var!
Raporu bitirince Maryam sorular var mı diye sordu, ama baynlardan hiç kimse ağzını açmadı.O zaman Yermak sesini çıkardı:
Söyler misiniz, biz toplantıdan sonra kocakarılarımızı eve mi ya da daha başka bir yere mi götüreceğiz? Nasıl emredersiniz?
Maryam gülmeye başladı:
Korkmayın... evinize döneceksiniz.
Bayanlardan hiç kimsenin sözü almak istememesi gözle görülür biçimde Maryamın içini karartıyordu. İhtiyar kadınlarla iş yapılamayacağı açığa açık oldu. Onlara yün ipliğiyle uğraşabilecek da iplik eğirecek ve zamanı girince namazlarını kılacak yere, evlerine çarçabuk dönmek özgürlükten başka herhangi bir özgürlük lazım değildi görüldüğü gibi.
Üzüntülü ve mahcup Maryam Rauşana baktı ve gülümsedi:
Belki siz bir şey söylemek isterseniz?
Rauşan donakldı. O mahcubiyetinden kendine yeni gelmeye başladı ve ansızın ona herkesin önünde söz etmeye veriyorlar. Çekingenlik masaya gittigi seferinden bile hareketlerini daha fazla donakalmış yapıyordu. Ama artık bir şey söylemesi lazım olduğunu iyice anlıyordu. Şu an mahkum olma bir düşünceyle şunu düşünürdü o, eğer masa başına oturtmuş oldular onu demek nutuk da söylemesi muhakkaktı. Demek ki böyle gerekir. Tir tir titreyerek, şaşkın kalktı o yerinden. Dudakları sarsılıyordu. Boğazı kurumuştu. Baken de karısının söz aldığını anlayınca donakaldı. Aman Allahım, rezil olmasaydı da...
Ne söyleyebilirim ki ben?- sözüne başladı Rauşan.- İstiyorlarsa bari, belki de bir şeyler söylemiş olurum... Bayanın büsbütün konuştuğu gerçektir... Yakında avulumuzda paytak biy abinin gencecik kızını evlendirdiler. Damadı altmış yaşındaydı. Ağlıyordu, yalvarıyordu evlenmek istemiyordu kız. Onu zorla arabaya bindirip götürdüler... Bütün bunlar avulnayın gözün önündeydi. Benimkisi de düğüne gidecekti de, ama ben onu bunu yapmaktan alıkoydum, kızın gözyaşlarından kork dedim... Yerejanin ise sevgili yiğidi vardı. Herkes bunu çok iyi biliyordu. Ama o yiğit fakirdi biy abi ise kızını fakir birine vermek istemedi. Hayvana tamah etti. Bayana ama hayvan değil ki, koca lazım. Sevgilisi lazım. İşte oturuyor benimkisi beceriksiz, gösterişsiz biri ama beğeniyoruz biz birbirimizi ve dirlik düzenlik içinde olup güle oynaya yaşıyoruz...
Odadki herkes gülmeye başladı. Maryam da gülümsedi ama gürültü yapmamaya rica etti.
Daha bir şey söyleyecektim de... Unutmuşum,- mahcup oldu Rauşan.- Ha, şunu söyleyecektim: bayan hayatı boyunca evden hiç çıkmıyor. Ve avuldan başka hiç bir şey görmüyor ve bilmiyor. Ben ise buraya gelirken bir çok şey görmüş oldum. Hiç bir şey hakkında bilmediğim kendi kasabamı bile yolda gördüm. Daha önce kurulunun başkanı bana sema yıldızı gibi erişilmez görünüyordu, bügün ise onunla beraber bir masanın başında oturuyorum. Demek eğer bayan da gezerse, dolaşırsa dünyayı azıcık da görürse o da gerçek insan gibi olur. Olmaz mı? Niye? Meğer onların da akılları erkeklerinden daha zayıf değil. Atalarımız eskiden öylesine demiyorlardı ki: «İyi karı kötü erkekten de adam yapar!» Demek oluyor ki böyle söylemelerin sebebi de vardı. Bir de ... şunu söylemek istiyorum. Buraya gelince, şu adam, - Rauşan Yermaka gösterdi,- at arabasının yanında oturup kadın toplantısına seçilen kızı evde bırakıpı onun yerine ise kocakarısını getirmiş olduğuna övünüyordu..
Aman bay , canım, sen ne diyorsun!? Dametken canımızın vahim bir hastalığı var, - oy birliğiyle çığlıklar atmaya başladı Yermak ve karısı.
Vay, alçak biri, vay! Genç olsada gevezelik etmenin ustasıdır! - homurdanmaya başladı ihtiyar kadınlar.- Niye başkalarının işlerine burnunu sokuyor, ona ne onlardan!?
Sonra sözü yine Maryam aldı. Rauşanın konuşması çok hoşuna gitti ve o onu övdü.
Avullarada Rauşan gibi bayanların sayısı az değil, söyledi Rauşan. – Onlar her yerde erkeklerle eşit olarak çalışabilirler. Onların Sovyet işlerine katılmasını sağlamak lazım, işe öğretmek gerekir. O zaman onlar hiç kimseden hiç bir iş içinde aşağı kalmazlar. Rauşan avul haklardan yoksun olan avul kadınların reisi olabilir. Onun konuşmasını ben alkışlamış oluyorum!
Maryam el çırparak alkışlamaya başladı. Onunla bereber kurulunun başkanı ve bir kaç erkek daha alkışlamaya başladı. Baken karısını nasıl övüyorlar da alkışlıyorlar ona görüp sanki göklere kadar büyümüş gibi hissediyordu kendini.
Rauşanı bölge konferansın delegesi olarak seçtiler, daha bir bayanın seçilmesi lazımdı, ama burada sadece ihtiyar kadınlar vardı, bunun için yürütme kurulunun başkanı Yermaknın kızını seçmeye önerdi. İhtiyar bozuldu, gürültü etmeye başladı. Toplantıyı kızın yerine onu göndermeye ikna etmeye başladı, ama söylediklerine kimse kulak bile asmadı. Böylece Yermakın kızı-Dametken Rauşanla beraber şehire konferansa gitmeliydi.
IV
Şehir var. İki üç katlı evler var. Dar ve düz sokaklardan acele ederek halk bir aşağı bir yukarı dolaşıyor. Şehire yeni girince Rauşan kendini başka bir dünyada görür gibi oldu. İki at arabasında gidiyorlardı: ileridekinde Maryam, arkasındakinde ise Baken, Rauşan ve Dametken vardı.
Dametken ve Rauşan bir birine yakın oturuyorlardı. Onlar şaşkınlıkla etrafa bakıyorlardı ve konuşuyorlardı, izlenimlerle paylaşıyorlardı:
Bak, Dametken, baksana! Aman bay, ne umacı ama! Saçlarını kestirdi mi yoksa!?
Elbisesine bir bak...
Amma da maskara! Amma da rezalet!
Ayakları açık da, ayakları açık bak nasıl tıpış tıpış yürüyor!.. Gülmekten öleceksin ya!..
Tuh! Şeytan görsün yüzünü!
Yanında bir şey çatırdamaya, gümbürtü yapmaya başladı. Baken Rauşanı dirseğiyle dürttü:
İşte,işte, bak! Atsız araba!
Aman Allahım... Bu bir büyüdür herhalde...
Sokağın ortasından birbiri ardından beş deve yürüyordu. Onların yanından vınlayıp otomobil hızla geçti. Develer korku içinde sağa sola kaçıştılar. Rauşan ve Dametken de silkindiler. Otomobil o kadar hızla geçti ki, Rauşan içinde insanları bile seçmedi. Boyalı dudaklı bayanı br tek seçebildi...
Atları durdurdulr.
İşte dairem burada. Buyurun gelin, - gülümseyrek dedi Maryam.
Uzun süre oturmaktan Rauşanın ayakları uyuştu, zorla yürüyebiliyordu.
Yanlarından erkeğin iki koluna giren bayan hayret içinde tuhaf yolculara bakıp geçti. Rauşan da şaşırdı. Bayan turna gibi uzun boylu, kambur burunlu, tuz gibi beyaz gözlü ve kayış gibiydi. Yüzü sanki unla serpelmiş bembeyazdı dudaklrı ise rujla boyamış kıp kırmızıydı. Rauşan dayanamdı, gülmeye başlaı.
Amma da boyattı Tanrı çehresini, zavallıcık!..
Maryam uzun tuğla binanın ucundaki odalardan birinde oturuyordu. Bütün tezyinatı köşede duran demir yataktan, masa ve bir kaç sandalyeden ibaretti. Masa üstünde bir deste kitap, yanında da fotoğraf albümü vardı.
Maryam koşuşmaya, misafirleri özenle bakma işlerle uğraşmaya başladı. Misafirlerin yoldan sonra el yüz yıkamaları için bir kova su getirdi. Çayı çabuk demledi, sofaryı kurdu üzerine şeker ve diğer tatlılarla tepsileri koydu.
Aynı zamanda odaya kocaman koyun gözlü, siyah, çöpür yüzlü avrat girdi, ve Maryama selam verir vermez konuşmaya başladı. Konuşması hızlı, cankı v duraklamaksızındı. Ağzından anlaşılmaz, daha önce hiç duyulmamış «gazete», «temsil», «akşam» gibi sözler çıkıyordu. Болтливость черной женщины очень удивила Раушан. Siyah kadının boşboğazlığı Rauşanı şaşırttı.
Demek, bügün temsil verilecek? – bir daha sordu Maryam.
- Verilmez mi? Tabiki verilecek! Temsilden sonra konser de verilecek! Ben de ona iştirak ediyorum. Batsai ise «Hür kadın» şiiri okuyacak.
Ve yine sonu gelmez şehir haberlerden söz etmeye başladı. Birdenbire siyah kadın esrarengiz gülümsedi ve dedi:
- Sen dumuş muydun- o geldi ki...
- Kim o ?
- Abil! Seni de soruyordu bu arada. Yakınlarda geleceksin dedim... Temsile gelirsen mutlaka onu görüceksin.
Maryam kızardı, mahcup oldu ve sustu, çay içmeye sükünet içinde devam ettiler.
Akşam yemeğinden sonra yorulmuş ve gevşemiş Rauşan ve Dametken yatağa gireceklerdi ama Maryam azimli bir şekilde bunun protestosini etti :
- Ne yapıyorsunuz siz!? Şehire geldiyseniz temsile mutlaka gitmeniz gerekiyor.
Baken soyundu ve yataktaydı artık. Rauşan giderse kocasını inceteceğini biliyordu ama ateşli Dametkenin yalvarmasına dayanamadı. Maryam Bakeni de tiyatraoya davet etti, o ise sadece homuradandı:
- Daha neler ya... Yoruldum ben...
Fenerler yıldızlar gibi ışık veriyordu. Nehir taşmışken buz parçası gibi kalabalık içinde insanlar yürüyordu. Merak içinde etraflarına bakarak Rauşan ve Dametken sokağı yürürken hep yoldan geçenlere çarpıyorlardı. Bir kere Rauşanın ayağı sürçtü ve o düştü bile.
Mağaza parlak vitrinlerin önünde ise durup gözünü ayırtamıyordu:
- Aman aman, niçin böyle kumaşları avula getirmiyorlar?
Dametken de vitrine yaklaştı ve şaşkına çevirmiş bakmaya başladı:
- Bak... aynen Nauşbayın gelinin elbisesindeki gibi kırmızı saten var.
- Bayın gelini ya. Mahsus getirtmişlerdi her halde.
Pelüş nasıl ama vah vah!
Evet, pahalı eşyalardır...
Aman sen buraya bak, potinlerin topluklarına bir bak sen. Amma da yüksek! Nasıl giyiyorlar onları ya!?
Dametken telaşla etrafına baktı.
Vah Rauşan, ne yapacağız ki? Maryam nerede? Biz onu kaybettik.
Ne diyorsun se, amanbay?
Mağazaları da mağazadaki eşyaları da unutup Maryamı aramaya atıldılar, ve büsbütün kayboldular.
Dametken, canım, sen en azından nereden geldik biz bu tarafa hatırlıyor musun?
İşte o tarafatan,- işaret etti kız.
Hayır, ne diyorsun sen!? Buradan geldik ki biz...
Bayanlar yerinde saydılar, oraya buraya bakıverdiler ve umutsuzcasına kaybolmuş olduğunu anladılar.
Caddenin köşe başındandan büyük bir hızla kentli giyimli delikanlı çıktı. Rauşan umutla ona baktı. O ise sadece şöyle bir göz atıp yanlarından hızla geçti.
Dametken o Kazak galba ya. Belki ona yol soralım?
Delikanlı başını çevirdi:
Nereye gitmeniz gerekiyor?
Delikanlının Kazak olanına ikna olup baynlar ona hızla yaklaştılar. Onun küçük «yapıştırma ben» gibi bıyğı, kalın dudakları vardı. Yüzü soluk, sırtı hafifçe kamburlaşmıştı.
Rauşan zorla nefes alıp, söyledi:
Biz buraya avuldan yeni geldik. Bizi Maryam kadın toplantısna getirdi... Biz temsile gidiyorduk, mağazadaki eşyalara bakakalıp Maryamı kaybettik. Şimdi ne yapacağımızı bilmiyoruz...
Yiğit hoşgörü ile gülümsedi. Cebinden zıvanalı sigara paketini gösterişle çıkarıp baynlara uzattı: - Bir sigara yakın... korkmayın, buyursanıza. Maryam ise lazımsa size, bir an içinde bulurum onu ben size merak etmeyin.
Bu sözlerden Rauşan o kadar rahatladı ki, nezaketli yiğidi kırmamak için paketten sigarayı alıp dişlerinin arasına beceriksizce sıkıştırdı onu. İkincisini Dametkene uzattı. Genç kız başını sallamaya başladı, geri çekiliverdi bile, ama Rauşan sigarayı eline sıkıştırdı.
Kabul etmemek,- dedi o,- özellikle sana bir şey akranın ikram ediyorsa hiç de yakışmaz... Yabancı açlldı, gülümsedi konuşması serbest ve laubalice oldu.
Ah, ne doğru diyorsunuz yenge! Tam üstüne düşmüşsünüz! Biri ikram ediyor ikincisi de alıyor- bu gençliliğin çekiciliğidir. Öyle değl mi yenge?
Rauşana daha da yaklaşmış oldu,o mahcup içinde çekildi, ama onsuz Maryamı bulamayacaklarını anlayınca tevekkülle boyun eğdi. Delikanlı bir şeyler canlı canlı anlatıyordu, gülüyordu, şaka yapıyordu, kendisi ise belli etmeden Rauşana sıkıca sokuluyordu, en nihayet koluna girmiş oldu. Rauşan silkindi, elini aldı, ve çekildi.
Siz ne yapıyorsunuz!? Niye bana elinizi... uzatıyorsunuz!?
Yiğit gülmeye başladı:
Neden korktun yenge? Bizde böyle ele girerek yürüyorlar. Yoksa rezalet!
Kazakça neden yürüyemiyoruz ki?
Diyorum ya rezil olacağız! Anlasana yenge insanlar gülüyecekler bize! «Aptal gibi ayaklarını sürükleyerek yürüyorlar», diyecekler.
Rauşan ne söyleyeceğini bilmeyerek şaşkınlıkla Dametkene baktı. Şimdi onlar zayıf bir ışıkla aydın olan sokaktan yürüyorlardı, kızların yüzlerini sezmek mümkün değildi. Rauşan evli olmayan Dametkene yiğitin eli altında gitmesi daha doğru olacağına içinden karar verdi.
Öyleyse bu kızı el altına alın,- dedi o...
Caddenin köşe başında iki katlı beyaz ev duruyordu. Etrafta ışıklar içinde fenerler vardı. Kapının önü kalabalıktı. Biri çıkar, diğeri girerdi. Dametken, yabancı ve Ruşan kapı önüne yaklaştılar.
İşte bu evde Maryamınızı bulmuş oluruz,- dedi yiğit ve birinci olarak kalabalık içine girdi. Peşinden Rauşan ve Dametken zorla sokuşabildiler.
Kalabalık içinde olan geniş bir salona girdiler. Herkes sanki gürültülü «Han Kubelek» oyunda gibi, ikişer üçeşer el altında halka çizerek yürüyorlardı. Daha önce görtüğü her şey bununla kıyaslanmazdı bile. Bir çok Kazak da vardı burada.
Maryam çıktı dönecek, bi ise bu arada büfeye gidelim,- teklif etti yabancı ve Dametkeni ısrarla el altına aldı. Kız dik başlı devecik gibi ayak diriyordu, ama soluk yüzlünün davranışı Rauşana artık tuhaf gelmiyordu, salonda herkes ele girerek yürüyodu, demek gerçekten de şehirde böyle yürümesi şartdır...
Göz önlerine kocaman kare şekilde bir oda peyda oldu. Pencereler adam boyundaydı, aynalar ise tavana kadardı. Ortada saksı ve üstü açık fıçılarda çiçekler vardı. Girerken, Rauşan şaşkınlıkla bir olaya raslamış oldu: bir yiğit tıkız yanaklı, çok esmer tenli Kazak kızı sürükleyerek peşinden götürüyordu, arkasından da buruşuk elbiseli başında tuhaf bağlanan baş örtüsüyle ağzını açıp acayip bir avrat ayaklarını sürükleyerek yürüyordu. «E, demek bu avratlar da temsile geldiler», - içinden düşündü Rauşan ve aynaya yaklaşıp hayalini görünce gayriihtiyari olarak gülmeye başladı.
Yiğit onları masa başına oturttu ve yanlarına uzun bıyıklı, çevik, beyaz önlükte olan bir Rus koşarak geldi. Soluk yüzlü ona bir şeyler mırıladı ve Rus en kısa zamanda altı siyah dar boğazlı şişe ve üç kesme bardağı getirdi.
Rauşan ve Dametken hayret içinde bir birine baktılar.
Yiğit onun iki tarafından da genç bayanların oturmasından besbelli çok memnundu. O Başını kaldırıverdi, şişeyi aldı ve gülümseyerek bardaklara altın renkli, köpürmüş bir şey komaya başladı.
Bu da ne canım?- sordu Rauşan.
Merak etmeyin,yenge. Bu... şehir kımızı. Hadi içelim...
Yiğit güldü, bardağıyla bayanların bardaklarına vurdu ve tümünü bir yudumla içti.
Rauşan çoktan susamıştı, ‘kımız’ kelimesini duyunca ise susuzluğunu daha da çok anlamış oldu. Bardağa dudaklarıyla hafifce dokundu ve acı, bilinmeyen tadını hissetmiş oldu.
Aman bay! Ben bu pisliği içmeyeceğim!..
Ama delikankı bayanları ısrarla kandırmaya başladı ve az kalsın zorla ikişer bardak bira içirdi onlara. Kendisi bir hamlede üç şişe boşalttı, kıpkırmızı oldu, keyiflendi ve durmadan her şeyden bir anda konuşmaya başladı. O gayet iyi klapli, şirin biri olarak gözüküyordu ve iki bayan kanağan bir şekilde ağızlarını açıp onu dinliyorlardı.
Ansızın o birdenbire hatırlayıp aniden söyledi:
Siz kim olduğumu bilmiyorsunuz ki! Evet.. İşte bilin: ben bölge finans bölümün öğretmeniyim. Aylığım yüz elli rubledir. Adım ise Abdiş...
Rauşana göre yüz elli ruble çok fazla paradı. «Demek, büyük bir müdürdür o», - içinden karar verdi Rauşan. Ama şöyle büyük bir müdürün o kadar zaman onlarla uğraşması ve avul avratlarla kadar konuşmasına gönül indirmesi Rauşanı şaşırtıyordu.
Bu dişi güvercinin ise,- gösterdi o Dametkene,- nişanlısı var mı acaba ya da daha yok mu?
Var, - cevap verdi Rauşan.
Ve tabiki sevgili biri değil nişanlısı?..
Rauşan Dametkenin nişanlosını bilmiyordu. Kızın da zaten nişanlısından hiç bir haberi yoktu. O kızardı ve hiç bir şey söylemedi.
Abdiş cevabı beklemeden devam etti:
Şimdi ise bayan erkekle hak eşitliği var! Böyle bir zaman geldi. Gerekmez artık bayanlara kapnmaya da çekinmeye. Kim hoşuna giderse onunla eğlen de keyifini çıkar. Geçti o sevmediği kişye zorla evlendirmek lanet zamanı. Bundan böyle kadınlara özgürlüktür!
Dametkene daha yakın oturup eğildi ona. Sonra avucunu kızın avucuna koyarak parmaklarına sıkı sıkı dizilmiş olan yüzüklere bakmaya ve çekmeye başladı onları.
Aman bay, acıyor, - mahcupla söyledi kız ve elini çekivermeye çalıştı.
Ne diyorsunuz siz çiçeğim, acıyacak hiç bir şey daha yapmadım ben size.. - alayla güldü Abdiş ve güçle kızın elini sıkmış oldu.
Ha, siz burdasınız demek! – arkada Maryamın sesi duyuldu.
Rauşan ayaklarına fırladı. Abdiş aceleyle Dametkenden çekildi.
Sizi aramadığım yer kalmadı herhalde! – dedi Maryam.- Eve bile uğradım. Hadi kayboldular mı yoksa misafirlerim düşünmeye başladım...
Ben olmasaydım, - dedi Abdiş, ve Maryamın misafirlerini nasıl kurtardığını uzun uzun anlatmaya başladı.
Hep beraber tiyatro salonuna girdiler. Müzik çalıyordu. Sırayla birbirine sıkışık insanlar oturuyordu.
Rauşan, Dametken, Maryam ve Abdiş ortada oturdular. Rauşan neşelendi ve hep gülümsüyordu. Şimdi Maryamın yanında oturup o kendini güvenle hissdiyordu.
Müzik kesildi Işıklar kapandı. Perde açıldı. Seyircilerin göz önünde kesif orman peyda oldu. Ufukta serap içinde dağlar vardı. Uzakta mavi göl görünüyordu. Etrafta hayvan sürüleri otluyordu... Rauşan her şeyi unutup büyü içinde sahneye bakıyordu...
V
Bölge kadın konferansı Rauşan ve Dametkenin geldiği günlerden üçünü gününde başladı. Tiyatronun salonu doluydu. Toplanlardan çoğu orta yaşlı baynalardı. Genç kızların sayısı azdı. Ara sıra tirit gibi ihtiyarlara da raslamak mümkündü.
Prezidyum seçilireken yine Rauşanın ismi söylendi. Daha önce yaptuğı gibi konferansın yöneticilerle uzun masa başına oturması gerekirdi. Ama oradaki toplantıyla yanında burada az değil yenilikler vardı: kadınların sayısı daha fazlaydı, prezidyumda ise hiç erkek yoktu.
İlk olarak Rus bayan söz aldı. Ondan sonra kürsüye koltuğu altına deri çantasını alıp genç Kazak çıktı. Rauşanın kulağı kesildi. Yiğitin nutuğu çok ilgisini çekiyordu, ama onun konuştuğundan hiç bir şey anlamadı, bir de bütün konuşması sanki bir tek «demek» kelimesinden oluşuyormuş gibi geldi Rauşana.
Sıralardan bir deste kağıtla bayan geçti ve salonda bulunanlara onları dağıtmaya başladı. a Kocaman dörde katlamış büyük basılı harflerle kağıt Rauşanın eline de geçti. Ne yapmak lazım onunla? Komşu oturanlara göz ucuyla baktı. Prezidyumdaki bayanlar kağıtı açıp bakıyorlardı. Rauşan da kağıdı açıp hemen ortasında bir resim gördü. Tanrım kimmiş bu? Dişsiz bir ihtiyar kadın mı yoksa?.. Aman Yarabbim, ilk bakışta kendimi tanıyamadım ya.
Dün kadın bölümünde gazete görevlisi karşıladı onu ve ismini ve soyadını yazdrdıdı. İsmini söyledi soyadını ise söylemeye cesaret edemedi. O zaman yardımına Baken geldi. Karısının soyadı Şokparbayeva dedi.
Aynı zamanda uzun saçlı Rus onu sandalyeye oturttu uzun zamadır yanında koşuşarak faotoğraf çektiğini söyledi. Ve gerçekten de foğrafı bügünkü gazeteye bastırıldı.
Daha bir bayan Kazakça rapor okudu. Çok basit ve anlayışlı konuşuyordu, onun sözleri «pazarda hayvan gibi satılan Kazak bayanı özgürlüğüne kavuşmalı» peygamber buyruğu gibi aklına kaydedildi. Salonda çoğu konuşanı Rauşan gibi heyecanla dinliyorlardı. Memnun olmaynlar da vardı ama. Onlar fısıldaşıyorlardı, etrafa bakıyorlardı ya da duygulanıp kendilerini yanklarından alışılmış çimdikliyorlardı.
Rauşan prezidyumda oturarak salonda olup geçtiğini her şeyi çok iyi görüyordu. Bakışı sade ama derli toplu giymli genç bayna takıldı. Rauşana onun yuvarlak şirin al yüzü hoşuna gitti. Genç bayanın başında ipek şali vardı. O dinleyerek arada br defterini bir şeyler yazıyordu..
Rauşan göz ayırtmadan onu takip ediyordu.
Raporlardan sonra toplantının başkanı delegelerin soruları var mı diye sordu, daha önce olduğu gibi herkes susuyordu. Bir tek ipek şalli olan genç kalkıp deftere yaptığı notlara bakarak soru ardından soru soruyordu...
Akşamleyin, toplantıdan sonra Maryamın dairesinde oturup çay içiyorlardı. Sonra ev sahibi kendi işleriyele uğraşmaya gitti Baken ise atı yedirmek ve içirmek çıktı.
Rauşan ve Dametkenin tek başına odada oturmaktan canları sıkıldı onlar dışarıya çıkıp avlu kapısının yanındaki peykeye oturdular. Geçen üç günün yaşadıklarını ve gördüklerini hatırlamaya başladılar.
Daha önce biz karanlık içinde yaşadık, demek. Dünydan hiç haberemiz yoktu ki. Yaşamanın ne kadar güzel, zevkli ve interasan olduğunu ben yeni anlamış oldum, - derin nefiş alıp dedi Rauşan.
Sokaktan iki adam yürüyordu. Peyekenin yanıdan geçip birdenbire dönüverip Rauşan ve Dametkenin yanlarına yaklaştılar.
Selamun aleykum, yenge!
Abdişti. Yanında tanımadık geniş omuzlu yiğit vardı.
Çiceğim şirin elinizi verir misiz, - Dametkenin yanına oturup dedi Abdiş.
Baynlar onunla eski tanıdıkla gibi konuşmaya başladılar.
Bu arada işlerini halletip avlu kapısına Baken de çıktı. Rauşan kocasına seslendi, Abdişin ilk gün bilinmeyen şehirde kayboldukları zaman onlara yardım ettiğini anlattı.
Hadi, niye öylesine oturuyoruz ki?- sordu Abdiş. – Gezinirsek daha iyi olmaz mı? Belki siz de efendi,- Bakene başıyla işaret ettti, - bizimle gelirsiniz?..
İtiraz etmediler. Şehirde o kadar çekici şey varken.
Abdiş Dametkenin koluna girip ileride gittiler. Geniş omuzlu yiğit arkada yürümeye başladı da ama çok geçmeden yanlarına varıp Dametkenin ikinci koluna girdi.
O zaman Rauşan da Bakenin koluna gireverdi. Baken ayak diremeye başladı, çekildi, ama Rauşan şehirde böyle gezinmek şarttır, yapılacak biy şey yok diye söyledi. Yol boyunca Rauşan Abdişi öve öve bitiremiyordu: hem hoş ve genç hem de parayı da kendisi yapıyor diyordu..
İki katlı evinin kösesinde Abdiş durdu.
Bu tarafa çevirsek de birer baradak bira içersek ne dersiniz saygıdiğer,- teklif etti o
Bakenin gururunu okşamış oldu Abdiş, hem «parayı yapmayı biri», hem de büyük bir müdür herhlde, hemde Bakene saygıyla hitap etti buna ilaveten bira da içmeye davet etti. İlk defa o bira tadmanın mutluluğuna Muraşın toyunda onu bölge başakanı olarak seçtikleri zaman erdi, işte o zamandan beri bir tek «bira» kelimesinden canı mutluluğuyla doluyordu.
İkinci kata çıkıp uzun köşeli odaya girdiler. Odadaki ampul zayıf bir ışık veriyordu. Onun kırmızı akiste oda loş görünüyordu.
Yuvarlak masa başında yerleştiler. Abdiş çağırdı ve yanlarına karıştırmış kırmızı saçlı beyaz önlükte kız koşarak geldi.
Altı tane bira! – attı Abdiş.
Lanet olsun şu bira!- yüzünü buruşturdu Rauşan,- İçmeyeceğiz biz onu.
Geniş omuzlu Abdişi dürttü.
Baynlara tatalı bir şey sipariş edelim o zaman.
- İşte tatlı bir şey olabilir, - gülümsedi Rauşan.
Yengeciğim benim! Sizin için yer altından bile tatlıyı bulabilirim ben, yeter ki isteyin!- ve Abdiş yaradana sığınıp şapkasını masaya atttı.
Az sonra masada sırayla altı şişe bira ve iki şişe porto dizilmiş. Bayanlara şarap koydular erkekler ise biraya koyuldular. Bardakdakilerine koyulanı iki üç defa içip bitiirdikten sonra, herkes canlandı konuşma ise neşeliden neşeli olmaya başladı. Rauşan erkeklerin sözünü yüksek sesle kesiyordu arada bir, Baken o kadar saçmalamaya başladı ki suskun ve ciddi Dametken bile ansızın keyiflendi ve bulutlardan görünen güneş gibi gülümsemeye başladı. Abdiş sanki istemeyerek ona daha da yakın oturup elini avucuna alıyordu, bir kere kucaklamaya denedi bile.
Geniş omuzlu Rauşana yakın oturdu. Bardağına daha ve daha şarap koyarak ona şefkatle «yenge» - tizecik hitap ederek, eline sanki kazaen dokunuyordu. Uzun kandırmalardan sonra son bardak şarap da içilmiş olduğundan, geniş omuzlu masa altında Rauşanın elini tutup sıktı. O da şarpatan canlanmış olup erkeğe göz atıp gülümseyerek elini sıkmış oldu.
Saygıdiğerim beyaz olanı içsek mi yoksa, ne dersiniz? – sordu geniş omuzlu Bakene.
E, efendim nasıl isterseniz,- gülerek cevap verdi Baken,- dizgin bügün sizin elinizdedir...
Baken açığa açık sarhoşlanmış, ama yine de cesaretle art arda üç kadeh votka içmiş. İşte bundan sonra kendine sahip çıkamıyordu, dışarıya çıkmk istedi, zorla kalkabildi, sarsıldı, ayakta kalmaya çalıştı, ama duvara vurulup yıkıldı. Yerde yatarak ise bütün odaya kahkaha ile gülmeye başladı. O daha bir şey mırıldamaya çalıştı, bir şeyler izah edecekti ama dili hiç dönmüyordu artık...
Rauşan kendini gayet iyi hissediyordu, ama ansızın midesi bulanmaya başladı, gözleri karardı, başı döndü...
Bu sarhoş dalgınlığın süreci ne kadar uzundu hatırlamıyordu. Kendine gelince ise Abdişin Dametkeni kucaklayıp öptüğünü gördü.
Ne yapıyorsun sen edepsizin biri? – bapırmaya başladı o. – Dokunma başkasının kızına! Senin nişanlın değil o! Bırak onu, dedim sana!
Kalkmak istedi kızın yardımına atılacaktı derken biri onu arkasından sımsıkı kucakladı.
Bırak onları yenge!- azgın sesle kulağına fısıldamaya başladı geniş omuzlu. – Eğlensinler onlar! Biz de eğlenelim!
Ona yapışıp ağır ağır solunarak ıslak dudaklarıyla dudaklarına yapışmak istedi. Rauşan iğrendikten silkindi. Sarhoş hali bir an içinde yok oldu ve o omuzundan şiddetle itti onu. Bunu hiç beklemeyen erkek sarsıldı ve masaya yıkıldı. Şişeler ve bardaklar şangırtıyla yere düştü.
Nedir bu kepazelik?! Neler oluyor burada? – arkadan ciddi bir ses geldi.
Rauşan başını çevirdi ve Kazak milisi gördü.
Geniş omuzlu kalkıp sarhoş gözleriyle bakarak yine Rauşanı kucaklamak istedi. Milis durdurdu onu.
Rauşan tamamen kendine gelmiş. Milisin yakasına yapışıp ağlamaya başladı.
Koru bizi canım! Koru bu... soysuzlaşmışlardan!..
VI
Rauşan uyanıp başını kaldırdı. Bir süre şaşkınlıkla, olup geçtiğini anlamaya gücü olmayan şekilde etrafına bakınıp gözlerini okşadı ve yine de etrafına baktı. Yanında yatakta eğilip üstlüğünde Baken uyuyordu. Evet, evet her zaman olduğu gibi onun alışıtığı kocası Baken vardı. Gözü altındaki yara izi de, burnundaki siyah beni katı kıllı ama pek seyrek hep diken diken kabartmış bıyıkları da herşey ona çok tanıdık geliyordu.
Başka tarafa döndü ve Dametkeni görmüş oldu. Kız da üstülüğünde, perişan, mışıl mışıl uyuyordu. Altında yorgan, başı altında yastık vardı...
Odanın sol köşesinde Maryamın yatağı vardı. Duvarda Maryamın yatak üzerinde onun fotoğrafıyla beraber daha bir fotoğraf vardı, fotoğraftaki zarif giyimli kısa kesilimiş bıyklı bey Maryama şefkatle bakıyordu. Bu fotoğrafları Rauşan geldikleri ilk gün farketti. Ama o zaman onlara göz attı sadece. Şimdi ise gözlerini ayırtamıyordu, bakınca da düşünceleri daha net ve açık oluyordu, kafasında olan bulanıklık dağılmaya başladı, geçen gecenin olaylarını daha belirgin bir şekilde hatırlamaya başladı. Rauşanın yüzü değişiti. Neler olup geçti ya?.. Bulanık anılar göz önünden geçmeye başladı: işte onlar bir birini el altına alıp yürüyorlar, işte birahaneye yaklaştılar, şişelerle dolu masa var, Abdiş uzun saçlarını arkaya atıp ypmacık gülüyor, kadeh tokuşturuyor, daha bir bardak içmeye teklif ediyor... Ne kadar çok hatırlarsa Rauşan daha fazlasıyla kızmaya başlıyordu. Birdenbire Rauşan kendisi de bilmeyen neden, ayaklarına fırlayıp duvarda asılan fotoğrafa atıldı.
Titreyen ellerini fotoğrafa az kalsın uzatacaktı da bakışı yanında asılan neşeli gülümseyen Maryamın fotoğrafına düştü. Rauşan kendine geldi. Daha bir an ve Rauşan yırtıp paramparça edecekti tanımadığı yiğitin fotoğrafını! «Edepsiz! Abdiş gibi bir hilebazdır. O da temiz, masum kızın cazibesine kapılmak istiyordur! İnsafları onların şu tahsilli olanların yok!» - öfkeyle düşünürdü Rauşan. Ona şu zatın fotoğrafını yırtarsa hem Maryamı kurtarmış olur hem de şu zatı cezalandırmış olacak gibi geliyordu. Ama az sonra kafasına başka bir düşünce girmiş oldu: Maryam farklı, müstesna br insan ki, şu iki züppe onlara yaptıklarını Maryama hiç bir zaman hiç kimse yapmaya cüret edemez. Demek fotoğrafı da yırtmaya gerekek kalmıyor. Hem de fotoğraftaki insan Maryamın yakın akrabasından biri, amcası ya da abisi bile olabilir. Maryama yaptığını nasıl açıklayabilir sonra o?
Ve başını eğip Rauşan yatağına döndü. O bütün vucudunda alışılmamış bir ağırlık hissediyordu, başı ağrıyordu, beyni zonkluyordu. Eli ayağı ezici bir hastalıktan sonra gibi titriyordu. O kocasının yanında yatıp düşünmeye başladı. Geçmişteki olaylardan farklı farklı vakalar göz önünden geçmeye başladı.
İşte o gencecik bir kız, ona şakalşarak ve gülerek yenge teyzesi koşarak geliyor ve hayırlı bir haber için bir bahşiş istiyor. Meğer, nişanlısı gelmiş. Sevinmesi gerekiyor. Kızı istemeye geldikleri zaman kızın sevinmesi gerekiyormuş. Ve o kendine neşeli ve itiatli görünmeyi zorluyor, gürültücü teyzelerin bütün nasihatlarını yerine getiriyor... Nişanlısı Bakendi. İlk buluşmada onu çok sevdiğini söylüyor ve ölene dek ona özenle bakacığına ve gönlünü hiç kırmayacağını vadediyor. Aradan beş yıl geçti. Ve Baken gerçekten de bu süre içinde hiç bir sözünden dönmedi. Seviyordu ve hiç bir zaman hiç bir şeyde ona karşı çıkmıyordu. Bir tek dertleri vardı onların, Allah çocuk vermiyordu onlara.
Bir şaman kısırlık ilacın reçetesini bildiğini öğrenince Rauşan ona başvurmaya kalktı, ve kocasıyla bu konuyu ihtiyatla konuşmaya başladığında o fuzuli konuşmadan Alimbayadan karşılığına sonbaharda tek danayı verececeğini vadedip parayı borç aldı ve karısını şu mucezevi doktora götürdü. Geçmişi niye konuşacağız ki... Bügünkü günleri alsak bile, daha hangi bir erkek kendielleriyle genç karısını şehire toplanıya götürecekti ki? Kolaydı mı ona bunu yapmayı ama? Rauşanı ilçe toplantıya seçtikleri zaman neler neler konuşuyorlardı avulda. Bazıları şu komünistler sizi ayırtacaklar diye fısıldıyorlardı kulağına. Ve Baken ciddiyetl telaşlanıp toplantı hakkında hiç bir şey dumak bile istemiyordu. Karısının düşüncesini değiştirmeye istedigine karşı çıkmaya çalışıyordu. «Gerekiyor mu yoksa bu bize canım? - çekingen bir sesle derdi o. – Evde otursaydık daha iyi olmaz mıydı yoksa?» Ama Rauşan gitmeye hükmetti, Baken de karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Karısı için her şeye hazırdı o. Anlaşılmaz biz şey ama bu, niye o onu o kadar çok seviyor ki? Onun başkalarda olmayan nesi var ki?
Önceden şehir hakkında Rauşanın sadece başkakardan duyduğu vardı. Ve nihayet her şeyi kendi gözleriyle görmüş oldu. Avula dönünce anlatacak ve bahsedecek şeyler bir seneye sığmaz bile! Her şey ona burada acayip ve güzel görünüyordu. Görünüyordu... Dünkü gece bütün gördüğü iyiliği sanki bir an içinde silmiş oldu. Acaba şöyle şehir gibi mucizeyi yapan insan kendi pisliği ve iğrençliği unutamadı mı yoksa? Niçin şehirde şu lanet olsun Abdiş gibi pis herifler yaşıyorlar?.. Tamam ... okuma yazmayı bilen, büyük bir müdür olsun, parayı da kendisi yapan biri olsun düşünsek bile, onun şehiri zenginleştirmesi, ona özen göstermesi gerekir değil mi, o ise alçak herif gibi davranıyor, olur mu böyle bir şey? Yoksa bütün okuma yazmayı bilenler böyleler mi acaba?
Rauşan çelişkiler içinde bocalayıp duruyordu, tahsil ve kötülük bir arada var olup nasıl yaşadığını bir türlü anlayamıyordu. Bütün her şey çok bulanık ve kararsızdı, ve şimdilik o yaşadıklarından sonra kendisi için bir tek sonuç çıkarabildi- «tahsili erkeklerden herkes alçağadamdır.»
Ama niçin böyle, ve yaptığı sonuç gerçekten doğru mu, anlamaya güçü yoktu onun. Düşüncelerin başını ve sonucınu tamamen kaybedip, saçlarını avucuyla düzeltip Bakene döndü. Baken uyuyordu. Yüzüne uzun uzun bakıp ona sım sıkı sokuldu ve iki yanağından da sıcaklıkla öptü.
VII
Rauşan ve Dametken konferansa geldikleri zaman ta öğle tatiliydi ve bütün misafirler holda yığışıp duruyordu. Bayanların çoğu Rauşan gibi avuldan gelmiş. Bir genç bayanın peşinden aynen Baken gibi uzun boylu, hantal erkek ayaklarını kederli kederli sürükleyerek yürüyordu. İki yaşlı avrat birini telaşla arayıp herkese çarpıyordu. Onlaradan biri Rauşanın yanından geçip göz kesilerek baktı ona.
E, geldi, demek!
Biri Rauşanı dirseğinden kavradı. O korkmuş at gibi silkindi ve geri çekiliverdi, ama Maryamı görünce utancından kızarıp gözlerini yere indirdi. Ama Maryam renk bile vermeden son haberlerden hemen bahsetmeye başladı. Meğer, bir Kazak kavga yapmaya başlamıştı, konferansın sonunu beklemeden karısını geri götürmek iştemişti. Mursaliyeva biri çok iyi konuştu – konu aynıydı; avullarda kadınların zor durumları.
Sen ondan daha iyi konuşabilrdin – dedi Maryam. – Belki ilçe toplantıda konuştuğun gibi burada da bir sunum yaprsın? Konuştuğunu Abile de anlattım. O çok sevindi ve Kazak baynlardan senin gibi çok bayan var dedi, onları bir araya toplayıp doğru bir eğitim vermek ve iş içine sokmak laziım ama söyledi. Ha, bu arada, sen Abili daha tanımıyorsun galiba, değil mi? Onun buralarda bir yerde olması lazım. Gidelim tanıştırayım sizleri.
Ve Rauşanı dirsek altına alıp bir yere götürdü. Kapalı kapıların önünde durup Rauşan elini Maryamın elinden çekti.
Maryam!
Maryam şaşkınlıkla başını çevirdi.
Bir şey söylemek mi istiyorsun?
-Evet.
Hadi, söylesene!
Rauşan bozuldu.
Söyle, söyle utanma. Benden hiç bir şey gizlememen gerekiyor. Biz arkadaşız ya...
«Söyleyim ya da söylemeyim mi?- düşündü Rauşan. Ya Maryam kırılırasa bana? O da tahsilli biridir. Söylenildiği gibi bütün şapaklalı olanların şerefi de aynı. Ama bütün mü tahsilli olanlar şu iki herif gibi? Bilgili adamlardan insan olmazsa kim insan olur ki o zaman? Cahil Rasıpay mı yoksa? Avulda iki karısı var da, kadın kölelere gibi bakıyor onlara? ‘İnsanlık ’ ne demek aslında? Rasıpay gibi vicdansızlar insanca biri olurlarsa, hayattan bekelnecek iyi daha ne oalbilir ki?
Bir türlü bunu anlayamıyor. Tek başına bunu çözümez. Demek Maryama soraması gerekiyor, onun temiz ve dürüst canı var. O her şeyi anlar ve yalan söylemeyecek.
Söylemekten bile utanıyorum açıkçası, - mahcup mahcup söyledi Rauşan.
Maryam ona baktı yüzünde mahcubiyet ve korku ifadesini görüp tasvip makamında gülümsedi:
Utanılacak bir şey yok. Söyle!..
Sen darılmayacaksın değil mi, değil? O zaman... işte: şu yiğitle... tanışamak istemiyorum ben...
Neden?!
Korkuyorum... Tahsilli erkeklerden korkuyorum ben... Onların ne utancı ne de insafı var. İnanmıyorum ben onlara...
Şimdi ise Maryam düşünceye daldı.
Tamam... Böylece düşünmenin hakkın var senin. Belki de bütün tahsilli erkeler sana şimdi aynen düşündüğün gibi geliyorlar. Ama böyle değil. İyi bir arkadaşı, sadık bir dostu, sevebilecek bir kalbi tam tahsilli olanlaradan bulabilirsin. Dünkü olay çok dokundu sana, biliyorum. Kırılacaksın diye korkuyordum, bunun için bu olayı konuşmadım seninle. Gerçiyse ben bu olaya senden daha çok öfkeliyim. Ben seni buraya Abdiş gibi bir herif gönlünü kırsın diye getirmedim ki. Ben sana kültür merkezi – şehri göstermek istiyordum, dünyaya bakışın değişsin daha geniş olsun diye. Bütün gördüklerini sen avula dönüp oradaki bayanlara anlatacksın ki, onların da hayat tarzıları değişsin... Abdişe bakıp bütün tahsilli erkeklere hüküm vermek, doğru değil ama. Onların ikisi de aşağılık heriftir. Onlar bayanların özgürlüğünden faydalanmak istiyorlardı. Gerçekte ise onlar hak eşitliğin en büyük düşmanlarıdır. Eşitlik düşüncesi bile onlara acayip ve saçma bir şey gibi geliyor. Şu bay döküntüsü sadece bayanları değil bütün yoksul ve zayıf olanları baskı altında tutmak ve şu biçarelerin teri ve kanından serveti kazanmaya alıştılar. Çevremizde Abdiş gibi olanların sayısı az değil maalesef. Onlar Sovyet kurumlara girmişler, sovyet ekmeği yiyorlar ve gizlice kötülük yapıyorlar. Ama Sovyet iktidarı da uyanık, sürekli onlar gibi heriflerin postunu çıkararak açığa vurup sakin yaşamayı vermiyor onlara. Basit halkın gözleri açılırken, baynlar erkeklerle eşit olarak toplumsal yaşam katılırken şu dolandırıcılara tamamen son vermiş oluruz...
Maryam uzun ve ateşli ateşli söz ediyordu, Rauşan ise onun konuştuğu her kelimeyi kafasına yazıyordu. Konuşmayı bitirince Maryam gülümsedi ve söyledi:
Açıkçası ben de sana kızıyordum, sonra ise suçu kendime attım, niye yalnız bıraktım ki sizi? Ama sen gayet iyi bir ders almış oldun. Bir dahaki sefer daha ihtiyatlı olacaksın. Neyse Abile gidelim.
Ve o Rauşanı elinden kararlıkla çekti.
Abil kısa boylu, kızıl saçlı, çekik gözlü ve çok genç bir erkekti. Maryam onları tanıştırdı ve Abil güleryüzle selam verip elini uzattı. Rauşan saygıyla selam verdi.
Demek, bu anlattığın bayandır.... – Abil Maryama baktı.- Hangi avuldan geldiniz?
Sabın –Kul avulundn.
Sabın- Kul mu diyorsunuz? – tekrar sordu Abil. – Ta bu avula ben seçimin yenilenmesine gidiyorum ki. Ha, ne güzel!.. Ondan avul meclisin başkanını yaparsak ne dersin?
Olur. Niye olmaz ki. Pekâlâ mümkün! - Abilin önerisini hemen destekledi Maryam.
Rauşan protesto etmeye başladı:
Ne diyordunuz siz? Benim ne haddime?
Abil ve Maryam gülüp razı etmeye başladılara onu. Koridiorda Bakene rastladılar. Maryam onu Abille tanıştırdı ve sevine sevine haber verdi:
Büyük bir ihtimalle sizin Rauşanınız avul meclisinin başakanı olacaktır!
Bakenin ağzı şaşırdığından bir karış açık kaldı.
VIII
Temiz hafif ilk kar taneleri toprağa o kadar ince tabakayla yatmışlar ki deri ayakkabın burunlarına bile dokunmuyordu. Kar etraftaki her şeyi kaplayıp lapa lapa yağıyordu.
Bakenin avlu kapısına tüm avula gıcırdarak araba geldi. At güzel ve doruydu. Arabacı yerinden iri yarı adam indi, tilki astarlı kulaklıklı kalpağı çıkarıp karı silkti. Sonra siyah katı bıyıklarını sıvızlayıp burdu. Onun küçük kısık gözleri gülüyor mu öfkeli mi anlamak mümkün değildi. Baken ona doğru aceleyle çıktı
Selamun aleykum! - selam verdi misafirine Baken.
Bu komşu avuldan Demesindi. Rauşan avul meclisin başkanı oluğundan beri onun onlara gelmesi sıklaştı. Bir gün misafirliğe bile davet etti. Avulda çoğu avul başkanı olarak kadının seçilmesine olumsuz bakıyordu, Demesin ise Rauşan için dostça duygular beslediğini elden geldiğince vurguluyordu.
Gelin kimsenin ekmeğini yemedi ki. Kötülük de kimseye yapmadı, - daha seçimde onun tarafını tuttu Demesin. – Amiri ondan iktidar yapıyor. Zaman böyle şimdi ne yapsın. İktidar nasıl istiyorsa öyle olacak demek...
Demesin çömelemiş, sırtını avul kapısına yasladı, dudağı arkasına tütün koydu. Bakene işlerini, malını mülkünü, sağlığını ayrıntılı olarak soruşturdu.
Ben zaten gelecektim de size, bu arada bir iş de ele geçti... – sanki öylesine gibi söyledi o.
Ne işmiş o?
Eh, Baken, şimdiki insan çok değişti. Birbirine kötülük yapmadan rahat duramaıyorlar... Kızım, bilindiği gibi İtemgenin oğlusuna varmak istemedi. Elimizde değil ki... beşikteki bebeğin bile kadınların özgürlüğünden haberi var. İtemgenin akrabası karanlık, tahsilsiz insanlar ama, Kazakların eski adetlerine bağlılar, iktidarın yeni kanunlarından haberleri bile yok. Kızımı sanki hayvan karlşılığına sattığıma dilekçe verdiler. İşte ben de gelinden kızımı başlık parasını almadan onun kendi isteğiyle verdim diye bir kağıt alacaktım da...
Bunun apaçık yalan olduğunu Baken çok iyi biliyordu. Bu endamlı doru atını bile Demesin dünüründen ‘süt hakkı’ karşılığına aldı. Çevredeki herkes Demesinin kızın karşılığına attan başka daha kırk yedi hayvan aldığını da çok iyi biliyordu. Bunu yapmadığı bir rapor desteğiyle sağlasabilseydi, bütün bu konuşmalar boş bir dedikodu gibi sayılacaktı. Buna ise Rauşanın mühürlüdüğü bir kağıt verimesi lazımdı sadece bu kadar.
Neyse, karısının mühürü bu iyi insanın işine yararsa Baken ona yardım etmeye hazır. Bütün avullarda Demesinden başka yakın ve daha değerli insan yoktu ona. Başkaları vır vır edip dursunlar ona, olsun, yine de onlar Demesin ayakkabılarını attığı köşede durmaya bile layık değiller!
İşiniz bu ise, karıma söylerim mühür bassın. Size yardım etmezek, daha kime edeceğizki!
Demesin memnun memnun gülümsedi ve bir kere daha özenle bakılmış bıyıklarını sıvızladı.
Eve girelim, - teklifte bulundu Baken.- Et pişirmeye emrederim.
Haydi canım sen de! Gelin şimdi amirdir. Gün boyunca büro işleriyle uğraşıyordur. Vakti yok onun... Ben ise size ilk defa gelen biri değilim. Biz azar azar sogum1 tedarik etmeye başladık. Yengen selamını söylüyor: ‘Kayınbiraderim de gelinle paylarından tadına baksınlar’, - diyor, demek kendiniz misafirmize gelin...
Bakenin gururu okşamış oldu, gülümsemeye vakvak bile etmeye başladı haz duymaktan. Onun ne kadar mühim bir zat olduğunu bilincine sanki yeni varmaya başlamış gibiydi. Saygın adamlar bile ona ikramda bulunuyorlar.
Kova şangırtısı duyuldu. Rauşan suya çıktı. Demesini görünce durdu
İyimisiniz gelin? Sağlığınız nasıl? - gülümsemeye başladı Demesin.
İyiyim, çok şükür... – soğukça cevap verdi Rauşan. Ve başörtüsünü düzeltip kocasına selendi: - Suya çıktım, danalara su vermek lazım. Toreyi çağırabilir misin? Bazı kağıtları imzalamak lazım...
Tore- Jaksılaka diyordu Rauşan. O daha çocuktu, ama seçimlerde o Rauşanın sekreteri olarak tayin edildi. Çalışkan, kabiliyetli işlerini de gayet iyi yapan biriydi Jaksılak. Baken ama onu ilk bakışta sevmedi nedense.
1 Kışlık tedarik edilen et.
O gelirken, kağıtları incelmeye ve Rauşanla konuşmaya başlarken, Baken konuşulanlara şüpheci kulak kabartırıyor ve yanlarından bir dakika bile ayrılmıyor... Kuruluna ait olan tüm sakinlerin sayımını yapmak için avulları gezmesi gerekirken, o Jaksılakla onu tek başına bırakamadı, ve gezdiği bütün yerlerde karısının yanındaydı...
Amma da bıktım ben şu senin köpek eniğinden! – homurdandı Baken. – Çağırmadan kendisi gelemiyor mu o yoksa?!
Rauşan cevap vermeden gitti.
Hey, hanım,beklesene!- O durdu. – Misafirimizin sana bir ricası var. Yardım et ona.
Ne istiyorsunuz abi?- sordu Rauşan.
Demesin bıyıklarını sıvazlayarak, işin tümünü ayrıntılı anlattı.
Aynı zamanda durmadan dalkavukça gülümsüyordu ve Rauşana saygılı saygılı göz atıyordu. --- - İnadına yapıyorlar her şeyi... İnadına... – içini çekti o.
Omuzunda omuz sırığı tutarak, diğer eliyle kovaları hafifçe sallayarak Rauşan düşünceye daldı. Yazın Kos-Tomarayanındaki yaylada yaşarken, Demesin kızını Kereye vereceğini bildirdi, az sonra bir sürü hayvan getirdi... Gölün yanında yerleşen tüm avulun göz önündeydi bu... Hatırladığı gibi aynı zamanda Rauşan su için gitti, ve kuyun yanında durup, Demesin hayvanları nasıl kovduğunu kendi gözleriyle görmüş oldu. O zaman kadınlar da kendi aralarında dedikodu yapıyorlardı:
Doğru diyorlar ki: «Zenginin horozu da yumurtlar». Bir bakın ona bir vuruşla serveti kazanabildi!
Gerçiyse, o zaman Rauşan avul meclisin başkanı değildi daha, ama derler ki, gözleri gördükleri için suçlamak yanlıştır. Ama gerçekten de gördü, kendi gözleriyle gördü. Bundan sonra, bunun lafı bile edilmedi, Demesin hayvanları almadı diye kağıdı nasıl yazabilirdi ki o? Hem de Maryam sert bir biçimde şu fikrini telkin ediyordu ki ona: «Bak, hata yapma, yanlış kağıtları mühürlersen mahvolacaksın »
Seçimlere gelen Abil de baş başa kalarak uzun uzun bunu konuşuyordu onunla. Dedikodu yapmayı seven avratlar bunu aralarında çekiştiriyorlardı daha, Ruşan yabanacı bir erkekle baş başa kalıyor diye... «Dikkatle ol! - uyarıyordu Abil. – Dolandırıcıların ellerine düşme. Şüpheli işlere karışma.» Bu iş ise şüpheli bile değil apacık bir yalandır. O kendi gözleriyle alacalı ineği gödü. İnsanlar diyorlar ki, bu doru atı da başlık parasınnın karşılığına aldı o. Hayır, bir türlü mühürleyemez o kağıdı.
Rauşan derin derin nefes aldı kovayı şiddetle salladı ve sordu:
İtiraf etsenize abi, kızınız için başlık parasını almışsınız ama? Değil mi?
Sana ne?- öfkelendi Baken.
Görüldüğü gibi, anlamadın sen beni gelin,- alayla gülümsedi Demesin.
Niye anlamdım ki abi? Benim için her şey gayet açık.
Ne soruyorsun o zaman? – yine karıştı öfkelenen Baken.- Kağıdı mühürle gitsin..
Rauşan somurttu, beti benzi attı. Mühürlemezse Baken ölesiye kırılır. O içine kapanık, evhamlı bir adamdır. Uzun zaman surat edecek ve öfkelenecek. Avul meclisin başkanı seçildiğinden beri Baken zaten çok değişti: çok asabi ve şüpheci oldu. Kocasıyla kavga yapmak hiç de istemiyordu o şimdi, ama onun huzuru için ödev duygusundan dönemiyordu. Bügün sözünden döner, sahte kağıdı mühürler, yarın ise yalan ortaya çıkar, insanların gözlerine nasıl bakacak o bundan sonra? Ona o kadar inanan ve güvenen Maryam ve Abile ne söyleyecek o sonra? Rauşan bunu düşünmekten bile korkuyor. Ve omuz sırığındaki kovaları düzeltip, Rauşan kesin olarak cevabı dikti:
- Kusura bakmayın abi, ama kağıdı mühürleyemem!
Bakenin ve Demesini gözleri şaşırdıklarından fal taşı gibi açıldı. Neyi neyi, ama böyle bir cevabı hiç beklemiyorlardı onlar.
Rauşan başını çevirdi ve kovalarla arada bir sallayarak kuyuya doğru gitti. Aynabayın kızı evin girişindeki karı kürekle topluyordu. Yanından geçerken, Rauşan seslendi ona:
Yerkejan hadi suya beraber gidelim!
Kız küreği bırakıp Rauşanla sevinçle gidecekti de, ama annesi bağırmaya başladı:
Niye sen ahlaksız biriyle konuşuyorsun?!- çığlıklar atıyordu o. – Yaklaşma bile ona! Duydun mu?!
Akşamleyin lambayı yakarken sekreter Jaksılak geldi. Sofra hazırdı, semaver gürültüyle kaynıyordu. Baken yuvarlanıp ve başını tulupla örtüp köşede yatıyordu. Rauşan soba üzerindeki kazanın yanında oturup ateşe tezek atıyordu. Jaksılak soba arkasındaki köşeden çekmeceyi alışaknlığyla çıkardı, kağıtlarını çıkarıp işine koyuldu. Baken tulup altından başını çıkardı, delikanlıya nefretle dolu gözleriyle baktı ve ansızın söyledi:
Sana bir şey yazmak gerekirse, gündüz gel. Geceleyin sürderek insanları rahatsız etmenin ne lüzumu var. Hadi topla kağıtlarını!
Jaksılak Bakene hayretle baktı. Rauşan yerinden kalktı.
Aldırma! Yaz!.. – dedi o.
Hiç bir şey yazmayacak o! – Baken yerinden yarım kalktı. – Ben dedim.
Yazacak! Bir sürü iş birikti. Beni ise kağıtları çekmecede kilitli tutmak için seçmediler!
Hişt, kes sesini dedim sana, duyuyor musun sen beni!?
Hayır, ne yapacaksın peki? Dövecek misin? Sen bir dene! Bir anda zabıt tutarım ve gerektiği yere gönderirim!
Baken sıtmaya tutulmuş gibi titremeye başladı. Ayağa fırladı. Karısına hiç bir zaman bu şekilde daha kızmıyordu. Haytları boyunca ona tek bir kere elini kaldırdı, ama vurmadı başındaki başörtüsünü aşağı attı sadece.
Şimdi ise yüzü öfkeden değişti. Rauşan Jaksılıkın sırtına saklandı... Baken sarsıldı, çizmelerini giydi ve dışarıya arkasından gocuğunu sürüp fırladı.
Küçük lambanın ışığı loştu. Fitilden ince şeritle sicim sicim duman yükseliyordu. Etrafta yarı karanlık vardı. Dışarıda kar fırtınası uluyordu. Rüzgar pencereye kar fırlatıyordu, kapıyı çalıyordu, kürtünleri yığıyordu.
Jaksılık karnına yatıp yazmaya başladı. Yanında çömelip Rauşan oturdu. Yanaklarından gözyaşları nasıl akıyordu, farkında bile değildi...
IX
Üç gün Baken evine burnunu göstermiyordu. Bütün bu gün Yermakın evindeydi. Kulzipa ise evden eve dolaşıp dedikodu yapıyordu
Diyordum ya size, komünistlere yazıldı o! İşte söylediğim doğrudur! Kocasını, mırza abiyi, evden kovdu... Hem de hapse atmaya gözdağı verdi... Aman, aman duyulacak mı bir şey bu?!
Kocası da aptal, becereksiz biri zaten, bu hakareti haketti, - cevap veriyorlardı ona.- Bütün kaprislerini hoş görüyordu. Diyorlardı ya ona yardım etmek isteyen insanlar, karıyı baştan sıkıştırmak, avucunun içinde tutmak lazım, daha sert davranmak gerekiyor, o ise onu şehire götürüyordu, aptal.
Ne yapabilirdi ki zavallı? Zorladı ki onu, zorladı! Utanma arlanma yok ki onun! İstediğini yapmasaydı, evden gidecek ve bu kadar. Onun gibi birini durduramazsın!..
Avratlardan biri güvenle sordu:
Şeşey sen her şeyi biliyorsun ki. Söylesene, Rauşan... ve o delikanlı arasında gerçekten.... mi bir şey var?
Ah, gerçek, sahi bir gerçektir! – anide kabul etti Kulzipa.- Gelin ahlaksız biri ki. Ondan her şey beklenir.
Baken ise eve hep gelmiyordu, ve Rauşan günden güne daha çok iç karartıcı ve hüzünlü duygularla doluyordu. Sobayı bile yakmıyordu, lokması boğazına duruyordu. İnsanların dillerine düşmekten korkarak sekreteri eve yakın bile yaklaştırmıyordu. Her gece ta sabahlara kadar gözleri kapanmıyordu. Canını bastıran uyku gözlerini kapatırsa bile, Rauşan korkudan ürperiyordu: Bakeni öfkeden titreyerek yumruklarını sıkıp ona doğru yaklaştığını görür gibi oluyordu. Bu anlarda Bakenin onu daha önce ne kadar çok sevdiğini inanılmazdı bile. Elinden gelseydi sanki öldüreck gibiydi onu...
Sabahleyin halsiz uyanıp mandırayı temizledi, hayvanlara yem verip avlu kapısından çıktı. Açık ayazlı hava vardı. Yerde yoğun katı tabkayla kar yatıyordu. Yanından kızak geçti. Kuyudan elinde kovalarla iki bayan geliyordu. Rauşanın yanına varınca ikisi de başını çevirdi.
Âşığını bekliyordur herhalde! – duydu Rauşan ve sararıp soldu.
Sen ne saçmalıyorsun şeşey!?- koşar adımla yanına gederek sordu Rauşan.
Avrat başını meydan okurcasına kaldırdı.
Bıraksana şunu! Onun gibi edepsizle temasa geçmek bile değmez... – homurdandı biri, diğeri de başını çevirip gitti.
Rauşan öfkeye kapıldı. Ölüm meleği Azrailden daha fazla şimdi şu dedikoduculardan nefret ediyordu. Şunu da düşünmüş oldu hemen: sadece bu ikisi değil, avulun bütün kadınları da ona karşıydı şimdi. Kimse onunla eskiden gibi candan yürekten konuşmuyordu, sırını, dertlerini paylaşmıyordu. Rastgelince ise, kimi susarak, kimi ise sanki o onlara dayanılmaz bir düşman gibi homurdanarak başlarını çeviriyorlardı. Diğerleri ise konuşuren açıkça aly ediyor, gülüyor, pis şeyler söylüyorlar. Bütün konuştuklarını çarpıtıyorlar. Bir de Baken sanki ateşin üstüne benzin dökerek evden gitti. Avulun her etrafında şimdi bunu fıs fıs konuşuyorlardı. Hangi günahlarda suçlanmadı o, aman aman!
Tüm dedikoduculara iş bulundu... Rauşan anlıyordu ki, bu durum böyle süregidemez artık. Bakenle barışmak lazım onun eve dönmesi gerekiyor.
Ve Rauşan kocası için gitti. Kairbayın evinin yanında bir kaç erkek duruyordu. Onlar bir şeyi konuşuyorlardı, ama Rauşanı görünce sustular ve merek içinde ona baktılar. Kairbay alayla, meydan okurcasına, mahsus yüksek sesle dedi
Hey, gelin, neler neler olup geçiyor dünyada ya!
Ele avuca sığmaz biri etti onu Baken aman aman, eh! – sözünü tuttu diğeri- Başka biri avratının böylece serbest sallanmasına izin verir miydı hiç! Asla vermezdi, iyice dayak yedirirdi ona!..
Gevrek, kızıl saçlı, telaşlı yiğit Bakene arka çıkarak gibi söyledi:
Niye takılıyorsunuz ki siz ona? Protokol ve hapisle tehdit edilen her hangi biri korkardı ki ...
Kairbay öfkelendi:
Şu protokoldan daha kimse ölmedi. Sibiryaya yollarlarsa bile, benim avratım olsaydı iyice kamçılardım onu ve bu kadar! Kocası iradesiz biri, işte karsısı da kuduruyor. Rauşan yanlarından geçerken bu sözleri dumuş oldu. Kızıl saçlı Kairbayı dirsekledi, sus diye, duyar! O ise daha yüksek sesle konuşmaya başladı:
Duysun! Ne olur ki! Avrattan mı korkacağım ben? İstediğimi konuşuyorum!
Rauşan öfke ve kırgınlıktan titreyerek, dişlerini kenetleyip Yermakın evine girmiş. Baken yalnızdı. Yuvarlanıp mantosuna yüzünü gömüp yatıyordu. Pencereleri don tutmuş ve güneş ışınları odayı zorla aydınlatabiliyordu. Odada alaca karanlık vardı.
Rauşanın yüreği kocasını yabancı evin köşesinde öksüz gibi yuvarlanıp yattığını görünce sızlamaya başladı.
Gözleri doldu. O sessizce yaklştı ona ve diz çöktü.
Hey, kalk. Eve gidelim.
Sesi titriyordu. Mantoyu yarım kaldırdı, eğildi ona,kocasının yüzüne yapıştı. Gözyaşları yanağına akmaya başladı.
Canım!.. Yeter artık! Sen beni incitmemeyi söz verdin ki. Yapamıyorum ben sensiz... Gözlerimi yerden kaldırmaya bile cüret edemiyorum. Kalksana hadi... yürsene evimize...
Rauşan kocasına sokuluyordu, ateşli ateşli öpüyordu onu, yalvarıyordu. O kadar büyük bir umutsuzluğa düştü ki, bundan sonra kocasının sözünden hiç çıkmamaya yemin etti. Ama Baken aman zaman bilmezdi. Kıpırdamadı bile. Kendine acıdığından dolayı gözleri sulu, yüzü sönük, asıktı, dişlerini kenetledi ve anlaşılmaz bir yere bakıyordu. Taş eriyecekti Baken ise sessizdi.
Kapı açıldı ve ayaz bulut içinde Kulzipa evin içine fırladı. Deri ayakkabın uçları kalkmış. Sobaya bir sıçrayışta varıp yaslandı. Rauşan başını kaldırdı, oturdu. Kulzipa alaylı bir edayla söyledi:
Zavallıyı burada da rahat bırakamıyor musun!? Çok mu özledin yoksa?
Rauşanın tüyleri ürperdi bile.
Sana ne! – bağırdı o.- Benim kocamdır!
Ko-o – can mı diyorsun!? Ne kadar çok kocan varmış senin peki...- sarakalı dedi o..
Kes sesini dedim sana, karga! Dilin tutulsun senin! İnsana boşu boşuna iftira nasıl atabiliyorsun ki sen!? Saçmaladığının farkında mısın sen!? İftira atanlara ne olacak biliyor musun!?
Senin dilin tutulsun! – tamamen kudurmuş Kulzipa. – Sen kim olmuşsun da öz evimde bana ağız açıyorsun?! Defol git evine, orada bağır, ahlaksız biri! Burada ise sesini kes! Vah, senin pis gözlerine! Vah, aşağılık herif...
Öfkesinden Rauşanın ağlaması tutturdu bile. Ne büyük bir zevkle saç saça baş başa gelecekti o şimdi Kulzipeyle!
Ama avul meclisin başkanına yakışacak mı bir davranış olacaktı bu? Öfkesini yenip kocasını çekip durmaya devam etti:
Kalk, gidelim eve... Ev benim değil, senin. Kızıyorsan beni kov... Sen ise kal...
Baken istemeyerek yavaş yavaş yarım kalktı.
Gidelim, diyorum...
Kapatsana çeneni ya! Hiç bir yere gitmeyeceğim ben!
Ben ise benimle gelmeyeceğine dek buradan gitmeyeceğim...
Beni rahat bırak!..
Bırakmazsam peki- dövecek misin?.. Döv! Senin karıyım ya, dayanırım, karşı koymayacağım... İstersen öldür, ama eve git!..
Defol gitsene sen ya! – Baken ansızın şiddetle onu göğsünden itti. Rauşan yana sıçrayarak sırtına düştü. Kulzipa kinci kinci gülümsüyordu. Rauşan göğsünde her şey alev alev yandığını hissederek yerden kalktı.
Tamam... sen bilirsin. Döv! Ama eve git, - yine kocasına atıldı Rauşan, ama Baken yine de onu o kadar büyük bir şiddetle tekmeledi ki, Rauşan yere yıkıldı. Başörtüsü yere düştü. Düşerken kafası eşiğe vuruldu, başı hemen uğuldamaya başladı, sinirsel gerilimden acıyı neredeyse hissetmedi bile. Darmadağın saçlarını düzeltip, başörtüsünü bağlayıp kocasına son bir defa seslendi:
Geliyor musun? Gelmiyor musun?
Bakenin yüzü kağıt gibi oldu, susuyordu..
Rauşan çıktı. Dışarıda olduğuna farkına bile varmadı. Kairbay arkadaşlarıyla konuşup hala daha evin yanında duruyordu. Rauşan doğruldu ve öfke tutkusunda onlara doğru baktı.
Nasıl, gidiyor mu hoşuna avul hükümdarı olmak, ha Rauşan? - iğneli ifadeyle sordu kızıl saçlı.
Rauşan nefertinden boğulur gibi oldu. Kalbi sanki boğazına kadar gelmiş oldu, dudakları uyuştu. Kairbaya bakıp boğuk bie sesle dedi:
Kain abi, bütün avul çoktan vergiyi ödemiş oldu. Varlıksız Baka –ata o bile verginin tümünü ödedi. Utanmıyor musunuz siz, bir sürü hayvanınız var da vergiyi zamanında ödeyemiyorsunuz?!
Kairbayın yüzü değişti:
Sen beni utandırma gelin. Sen değil,ben utanacağım ki!
Utancı hatırlamış... insafsız! – homurdandı erkeklerden biri.
Niye ki? Ben de utanacağım. Zenginlerin niyetini maskeliyor, aklamaya çalışıyorum diye düşünübilirler... Birde, Kain abi, siz malınızın sayı hakkında yanlış bilgileri vermişsiniz galiba. Sizde yüz elli baş inek var, listede ise sadece elli tane gözüküyor nedense. Demek yüz baş hayvan örtbas ettiniz. Sizin yüzünüzden fakirler ödemek zorunda kalıyorlar... Bunun için bügünden tezi yok, ödeyin vergiyi. Yoksa yürütme kuruluna bildiririm gelip malınızı haczetsinler!
Kairbay hissedilir ölçüde korktu. Kalanları da birbirine baktılar.
Gördüğüm gibi, gelinin kefi bozuk. Kabahatli ise şu budala Bakendir. Gidip söyleyim de şu köpeğe eve gitsin bari! - diliyle soktu Kairbay.
Hayır, Kain abi aracılığı yapmak sizi hiç kimse davet etmiyor, - soğuk bir şekilde cevap verdi Rauşan. – Barışmak istersek - kendi başımıza bunu yaparız. Sizsiz bunu yaparız bir şekilde, zahmet etmeyin. Siz en iyisi kendi işlerinize bakın - vergi ödemeyi yarına bırakmayın. Yoksa, kabahati kendiniz bulursun! - söyledi ve evine doğru yürüdü.
Aman aman ne kadar sert biriymiş!.. O yavuz başgedikli Beysenbeyden daha öfkeliymiş!.. Bu gidişle yakında o iki ayağımızı da bir çizmeye girdirir! - gürültü etmeye, başlarını sallamaya başladı erkekler...
Evde, sobanın yanında oturup Rauşan düşünceye daldı. Daha önce öyle ılık ve rahat yarı karanlık alçak zeminlik şimdi soğuk ve yabancıydı. Kirli, dökülmüş soba da, kırılmış kilitle siyah sandık da, toprak tabanda yatan eski, tümüyle yamalanmış keçe de, çentikli büyük tas da; eşiğin yanında tahta altlıktaki bütün kaplar da alımsız geliyordu ona şimdi.
Bütün her şeye o surat asarak antipatiyle bakıyordu. Daha dün buradaki her şey ona öz ve alışılmıştı, bügün ise her şeyden bıkıp usandı, canı hiç bir şey istemiyordu. «Hadi ya, benim suçum ne? Açlığı da kıtlığı da her şeyi paylaşıyordum onunla. Onunla beraber çalışıyordum. Beni bayan olarak küçültebilir belki, çalışmamı ise hiç... Şimdi ise beni avul meclisin başkanı olarak seçtier. Belki insanlara gerçekten de bayanın böyle yüksek bir göreve seçilmesi tuhaf geliyor. Ama ben bu görevi aramıyordum ki, kendileri seçtiler. Maryam ilk defa bu konuşmayı açarken Baken de yanındaydı. Dilini kimse tutmuyordu ki, isteseydi, hanımın avul meclisin başkanı olmasına razı değilim diye, söylebilirdi. Seçimde de Taskara da, Biyaga ve diğerleri de elinden gelene kadar bağırıyorlardı: «Sunulan teklifi destekliyoruz. Daha önce avul başında hep erkek vardı, ama hiç bir hayır gelmiyordu onlardan. Bayanı seçmeye deneyelim. Bizim gelenimiz Rauşana memnuniyetle oy vereceğiz». Ve yine de Baken ağzını açmadı, aksine ışıl ışıl parlıyordu. Şimdi ise ne istiyor ki? Niye surat ediyor? Demesin için mi kızıyor? Her hangi bir ahmaklık, utanmazlık yaptım mı hiç, rezil ettim mi onu hiç? Niçin Kulzipe gibi dedikoducu birinin alaylara ve gareze vesile oldum?» - güceniklikle düşünüyordu Rauşan.
İçeri bir bayan girmiş. Saçları baş örtüsünden tutam tutam fırlamış, hali acınacak ve perişandı,bütün vucudu soğuktan titriyordu. Sağ gözü şişmiş, yüzü çürük içindeydi. Yere oturdu, sırtını sobaya dayandı ve ağır hıçkırıkla sarsıldı.
Gelin, canım... Diyorlar ki sen komünistlere yazıldın, haç taktın ve... Tanrım, neler neler demiyorlar hakkında! Ben de şu dedikoducuların tarafını tuttum, senden kaöınıyordum... Şimdi ise geldim mecburen.
Baybişe hayatımı dayanılmaz etti. Kocayı bana karşı kışkırtıyor, dövmemi söylüyor. Gün aşırı dayak atıyor bana boşu boşuna. Bügün de öylesine dövdü beni... Dayanamıyorum artık!.. Komünistler kim olduğunu bilmiyorum, ama bayanlara arka çıktıklarını duydum. Bu gerçekse, bana arka çıksınlar. Korusunlar beni şu zalimden, ve ben her şeye razı olurum, vaftiz ettirirlerse bile.
Bayan elbise eteğini yarım kaldırdı ve akan gözyaşlarını sildi .
Dayanılacak gücüm kalmadı benim artık... Döve döve öldürecek o beni... Yardım et bana gelin, canım, koru beni, yapabiliyorsan...
Rauşan susuyordu. Başkalara yardım etmek değil de kendisi yardım isteyecek halde bulunuyordu o şimdi. Kalbi kırgınlıktan ve rezalletten yanıyordu. Baken hayatta ona el kaldırmadı, kötü bir şey söylemedi ki. Bügün ise tekmeledi. Göğsüne de tekme attı! Bundan sonra hangi sevgiden, hangi ilişkilerin sıkı oluşundan söz edilebilir ki?! Kim bilir, düşünüyor muydu bunu Baken, Rauşan ise bunu hemen düşünmüş oldu. Kulzipe evinin eşiğini geçerken şunu: «Bitti! Bundan sonra yüzünü bile görmek istemiyorum!» - söylemekten ancak tutabildi kendini...
Karıyı dövmek hiç kimsenin hakı yok, şeşey,- cevap verdi o. – Maryam sürekli diyordu bana, bayan dövmeleri ve çok eşlilik için erkekleri hesaba çekiyorlar.. Sekreterim gelir, ona mahkemeye bir kağıt yazmayı söylerim
Nasıl istersen gözbebeğim benim, gerekeni yap. Ama yalvarıyom sana, koru beni bu bu felaketten...
- Öğleden sonra yürütme kuruludan bir sürü kağıt destesiyele ulak geldi. Rahat rahat oturdu, ellerini beline dayadı ve Rauşanı övmeye başladı:
Bizim başkanımız bir tek Rauşanı konuşuyor. Rauşan çok seyrek raslanan biri, diyor. Ona herhangi bir iş verebilirsin, her şeyi gerektiği gibi yapar.
İşte ben de şaka olsun diye müdürümüzü kışkırtıyorum: «Gelin ta kendisi hoşunuza gitti de ondan hep övüyorsunuz onu», - diyorum. O ise ciddi cevap veriyor: «Hayır, Uali. Onun gibi bayanlar Kazak içinde seyrek bir olaydır. İnan bana, az erkek onun yaptıklarını becerebilirdi». İşte!
Konuşkan ulak hikayeden hikayeye atlıyordu. Yoldayken atın tamamen bitkin olduğunu, komşu avulda ise onun yerine başkasını vermek istemediklerini, ansızın anlatmaya kalktı.
Amma da yaygara koparmaya başladım. «Hey! – dedim ben. – Gözlerini aç! Kiminle konuştuğunu anlamıyor musun? Ben iktidarım! Ben yürütme kurulunun başakanıyım. Müdüre şikayet ederim de bütün malını dağıtır!» Korktu zavallı, kıpırdamaya başladı, lahzada atı yedekledi. İşte ben de yeni ata binip Saygela avuluna geldim. Yermakın ise toyu var, kızını evlendiriyor...
Rauşan silkindi.
Evlendiriyor? Hangi kızını?
Büyük kızını. Kongreye sizinle geldiği kız vardı ya, aynen o. Güveye bir baktım ve aklımdan: «Sen bok böceği elli yaşından büyüksündür...» geçti. Sakalını kestirdi, şakakları ağardı... Toya düştüğüm için on rublelik cebime koydu. Parayı aldım ve yoluma devam ettim...
Bu haber Rauşanı endişe etti. Şehirden dönerken Dametken ansızın konuşkan oldu ve derdini bölüştü onunla. «Biçareyim ben! – acı acı ağlıyordu kız. – Babam ikinci karı olarak ihtiyara vermek istiyor beni». Rauşan hafif payladı onu: «Niye susuyordun ki? Niçin şehirdeyken bunu söylemedin?» O zaman bir birine yardım etmek anlaştılar, eğer Dametkeni zorla evlendireceklerse o bu haberi Rauşana hemen ulaştırmaya çalışır, Rauşan ise Maryama yardımı için derhal başvurur... Ve şimdi onu zavallıyı, ihtiyara veriyorlar. Hem de ikinci karı olacak. Ve tabi ki kendi isteğiyle değil. Ama rızasını da almak kimse düşünmüyor zaten.
Uzun konuşmanın sonunda ulak daha bir haber bildirdi:
Bir de, yarın yüretim kuruluna gelmeniz lazım olacak.
Ne diye bu?
Toplantı olcak. Avul meclisin bütün başkanları toplanıyor.
Rauşan sevindi nedense. Misafiri uğurlayıp, kağıt desteyi çekmeceye koyup, kopkayı, omuz sırığı aldı ve suya acele etti. Kıpkırmızı güneş batmaktaydı. Soğuk çimdikliyordu, gıcırdıyordu. Bacalardan gelen duman avul üzerinde asılıydı. İnsanlar kurumuş hayvanları suvata acele ederek sürüyordu. Biri kül çıkarıyordu, biri tezek giridiriyordu. Rauşanın karşısına kendini beğenmiş edası ile montonun uzun kollarını sallayarak badi badi Kairbay yürüyordu. Yanına varınca ona göz ucuyla baktı ve göğüsle asâya dayanarak durdu:
Kim gelip gitmişti sana gelin, canım?
Yürütme kurulundan ulaktı.
Ne istiyordu acaba?
Rauşan parladı:
Tüm vergileri hemen toplaması emirnameyi getirdi. Ödemeyenlerin ise listesini yapıp yürütme kuruluna göndermek gerekecek. İşte yarın kurula listeyle gideceğim.
Rauşan nehire doğru yürüdü. Kairbay peşinden iki adım attı.
Gelin! Hey, gelin!.. – Ve dudaklarını arada bir hafifçe ısırarak üzüntüden homurdandı – Oh, amma da aptallıklar yapmışsın sen!..
Buzda açılmış delik yapanların arasında Baken de vardı. Karısını görünce ona arkasını döndü ve keskin bir adımla avula doğru yürüdü.
Hey, Hey! – seslendi ona Rauşan. Ama Baken başını çevirmedi. Nehirdeki insanlar kendi işlerini unutup karı kocaya merak içinde bakıyordu. Rauşan öfkeye kapılarak omuz sırığını attı ve kovalar buz üzerinde gümbürdererek yuvarlandılar...
XI
Müthiş bir öfke hiç beklenmedik bir sırada kapladı Bakeni. Daha önce Rauşan kocasıyla akıl danışmadan hiç bir şey yapmıyordu. Yürütme kuruluna delege seçildiğinde de, şehire gittiğinde de, avul meclisin başkanı olmaya razı olduğunda da bütün bunlar Bakenin haberi varken ve rızasına alarak yapılıyordu.
Şeçimlerden sonra arkadaşlarından birileri gıpta ediyordu Bakene:
Seninki şimdi amir oldu, - diyorlardı onlar.- O şimdi sana istediğini yapabilir.
Diğerleri şüphe ediyorlardı:
Hadi ya, ilkin belki söylediğin gibi olur, sonra ise iktidar tadını tadınca, Baken yanına bile varamaz...
Arkadaşların konuşmaları Bakeni fazla ilgilendirmiyordu, kadınların dedikoduları ise ta yüreğine batmış oluyordu. Herkesten daha çok Kulzipa dedikodu yapıp Rauşana çamur atıyordu.
Birilerin kulağına şu cadı fısıldıyordu:
Şehirde büyük bir toreyle ilişkiye girmiş de diyorlar. Bunu için de amire seçildi...
Diğerlere ise ima ediyordu:
Demek biliyorlar tore kimin yatağında yatacaklar avula gelirken...
Tabi ki ne Rauşana ne de Bakene kimse açık açık bunu söylemiyordu, ancak adı çıkmıştır artık ne yapsın.
İlk önce Baken çekiyordu, dayanamıyordu dedikodulara, sonra ise ansızın yada avratların boş saçma laklakıyatlarına alıştığından mı, ya da evlerine sık sık saygın nüfuzlu insanların geldiklerinin ve kendi işleriyle karısına değil tam ona başvurduklarının mı tadını tadınca kim bilir ama Baken keyiflendi, kendini neşeli ve güvenle hissetmeye başladı. Güven çok geçmeden kendine fazla güven halini aldı sonra da kibire dönüştü. Önceden karısıyla akıl danışır gibiydi, başkaların şikayetlerini ve ricalarını ihtiyatla iletiyordu ona, ama sonra işin anlamanı bile anlamadan, itirazı da kabul etmeden emretmeye başladı.
Daha çok istihfafla atıyordu karısına:
Bütün istediğini yap!
Rauşan telâşlanıyordu, kocasına içerliyordu:
Anlasana herifçeğiz, benim bir başım var ki, iki değil. Neiye ben başımı başkalarının kirli işlerine feda edeceğim?
Ne anlıyorsun ki sen vazifede? Baynların aklı kısadır,- kesiyordu Baken.- Söylediğimi yap!
Bu değişiklik hemen ve ani olarak değildi. Rauşanı avul meclisin başkanı olarak seçtikten sonra, soyun elebaşı Tasıbek Kaırbayın evinde toplandılar ve maryanın yağlı etini yiyerek bu olayı ayrıntılı olarak tartışmaya başladılar. Bakeni de davet ettiler. Aksakal Ajibek geçmişe karışmış güzel zamanlarada yapan işlerini hatırlayıp, Bakene ansızın başvurdu ve topuğa bile çömeldi:
Değerli Baken... Baban, rahmetli Şokparbay, ne kadar bir fakir olsa da avuldaşların sayesinde açlıktan ölmedi, göcebelik zamanında de başkaların arkasından kalmıyordu. Bügüne dek, biz bir atanın torunları, gerçek müslümanlar gibi, dostluk ve birlikte yaşıyorduk... Şimdiki zaman çok değişti. Her şey karmakarışık oldu. Söylenildiği gibi, baş ayak, ayak ise baş oldu, her şey baş aşağı durdu. Olsun! Bizim yeni kanunlara karşı kötü niyetimiz yok. Ama bu güne kadar avulların kendi kaderlerini belirleme hakkı vardı. İleride ise bizi ne bekliyor bir tek Allah bilir...
Burada ise ihtiyar durakladı ve ağır ağır nefes aldı. Herkes hemen seslendi:
Doğru söyldi!
Aksakal doğrusunu söylüyor!
Bir kaç kere içini çekip ve başını sallayıp ihtiyar devam etti:
Dinle beni değerli Baken. Eskiden diyorlardı: «Karı kocasına- kocası ise ayak dibine bakar».
Ve daha: «Baynla yönetilen halk karanlıkta kalır». Geldi şu fesatçılar ve başladılar halkı kışkırtmaya, yüzyıllar süren âdetleri mahvetmeye. İlan ettiler: «Avul meclisin başkanı olarak fakiri seçmek lazım». Tamam, kimse münakaşa etmiyor. Onlara başkan gerekirse, niye seni seçmediler ki, sen başkan olamaz mısın yoksa?! Seni geçtikleri zaman ve gelinin ismini söyleyince bu onurumuza çok dokundu. Yiğitlerden bazıları şehire hemen gidip gerçeği bulup hakını iade edeceklerdi. Ama ben ikna ettim onları, dırdurdum. Dedim: «Telaşa kapınmayın, biz ilk önce Bakenle görüşelim. Bütün bunlar onun haberi ve rızasından yapılırsa yok yere gürültü patırtı çıkartmayalım. Gelinimiz bizleden ki. Kocasına da karşı çıkamaz. Halkı yönetmek basit br iş değil ki. Bu işte halkla danışamak, konuşmak lazım, bütün her şey halkın muvafakatiyle olsun diye. Eğer Baken işin tüm tasayı ve sorumluluğu, iktidarı ele alırsa, gelinin ise avul başkanı olarak bir tek adı olursa, bize başka ne gerekecek ki?» İşte senin abilerin, saygın adamlar bügün burada toplanıp senden bir cevap bekliyorlar: haymana beygiri gibi dolaşmaya ve eveleyip gevelemeye devam edecek misin, yoksa nihayet bir yiğit olup avratına sahip mı çıkacaksın? Eğer halk yönetim dizginleri gevşettiyse, tabiki avartına değil, senin eline verdi iktidarı. Anladın mı?! Hadi ne dersin buna?
İtiraz kabul etmem şekilde ihtiyar muzaffer bir edayla sanki sorayarak başını çevirdi: «Ne güzel ben onu sıkıştırdım, değil mi?!»
Salonda bulunanlar tasvip makamında gülümseyerek uğuldamaya başladılar:
Bilge bir ihtiyar!
Halkı yöneten bilge insanlar böyle konuşur!
Ah,ne güzel ve şanlı adamlar vardı eskide!
Bu gibi toplantılara Baken binde bir defa gelirdi. Bir de herkesin dikkatini kendi üzerine çekeceğini tahmin ediyor muydu o hiç?! Saygın Ajibek sözlerinden sanki hamamda gibi ter attı ve sürekli çapanın eteğiyle yüzünü siliyordu.
Oysa ki Bakeni her tarftan çekip duruyorlardı:
Hey, eziyet çektirmesene insanlara, söylesene bir şey!
Ve Baken ne söyleyeceğini bilmeyerek çekingen bir sesle cevap verdi:
Sizin işlerinizi ben tam olarak bilmiyorum. Ama evimin ve avratımın sahibiyim - ben.
E-e! Bir bakın siz ona, o yiğitmiş!
Aferin sana! Hemen bunu söyleseydin! – çığrışmaya başladı herkes.
Demesin özenle bakılmış bıyıklarını bükerek ve tilki gözleriyle her tarafa bakarak, söyledi:
Sen, Baken, daha açık konuş! Ve hadi, bırak şu iradesizliğini, adam ol artık! Bırak artık şu gevşekliğini. Avratının sahibi sensin, biz bunu zaten biliyoruz. Ama bu yetmez! Ona verildiği mühüre de sahip ol! Gelin sensiz bir kağıdı bile mühürlemesin ki! Vadet bunu aksakallarımıza da hayır duasını versinler sana!
Baken şaşırdığından erkek sözünü verdi, ve ihtiyar Ajibek hayır duasını verdi ona...
O günden beri Baken bambaşka bir kişi oldu. Karısına karşı davranışı sert oldu. Avul meclisin başkanı sanki o olmuş gibi davranmaya başladı
Bakeni tanımak mümkün değildi. O, hayatı boyunca her hangi bir işe karışmayan biri, karısını avul meclisin başkanı olarak seçtiklerinden sonra hiç beklenmedik bir kıvraklık ve etkinliği gösterdi ve avulun bütün hırıltılar ve dalaşlara karışmaya başladı. Ve yakında Baken – çevrenin kaderlerini belirleme hakkı var düşünceye alışmış oldu.
Rauşanın ise Damesinin kağıdını müherlemek feragat etmesi bıcak vuruşu gibi etkiledi onu. Mühürü Rauşanın elinden alıp kendi eliyle kağıda bastıracaktı. Bundan önce bir iki defa bunu yaprdı zaten. Ama son günleri Rauşan birdenbire çok değişti, daha sık söylerdi: «İşlerime karışma! Yapacağıma kendim karar veririm... »
Sen kim olmuşsun da, böyle konuşuyorsun? – bir defa öfkelendi bile Baken.
Ben – Rauşanım. Sekizinci avul meclisin başkanıyım. Burada ben iktidarın temsilciliğini yapıyorum! – gururla cevap verdi Rauşan.
Benim karım değil misim sen yoksa?
Karıyım. Ve ne yapacağım ben şimdi? Karın olsam, bütün işlerime de hakim çıkacak mısın yoksa?! Bu iş bana verildi, sana değil.
Of, ne kudurmuştu o zaman Baken! Suskun, ürkek insanların öfkesi başına sıçrarsa, onlardan korkulur Vallah! Madem böyledir, o gider! Gider ve geri dönmeyecek! Daha önce de gitmek isteği vardı onun, ama hep müşfik ve özenli Rauşan kırgınlığını dağıtırdı, dindirirdi, ikna ederdi.
Bu sefer ise her şey başka türlü oldu. Evden çıkarken Baken Rauşanın peşinden koşacağına, boynuna atılacağına, öpmeye başlayacağına, ileride itirazsız onun bütün emirlerini ve söylediklerini yapacağına ağlayarak söyleceğine umardı.
Rauşan ise bunlardan hiç birini yapmadı. Bundan daha üstelik, Jaksılakın sırtına saklandı. Baken büsbütün kudurmuştu. Destek arayacak kişyi bulmuş! Kim olmuştu da ona şu Jaksılak?!
Öfkeden ne yaptığını tam olarak anlamayıp koştu o Yermakın evine. Yermak ise ne gibi bir insan olduğunu herkes çok iyi bilir: gün boyunca sobanın yanında oturur da dedikoduları çekiştirir biri. Karısı da ona layık biri. Şu kışkırtıcı Kulzipa olduğu yerde muhakkak bir kavga dalaş patlıyor. Ve şimdi onların dedikidularla ve iftiralarla dolanmış ve canından bezdirilmiş Baken ellerine düşünce, umutsuzluğundan ve öfkesinden kuduruyordu. Bir kez bile ayaklarına fırlayıp bağırmaya başladı: «Böyle rezalete dayanmaktansa bastırıp boğarım onu!» Ama onun gibi ürkek ve korkak birine ne haddine! Ne kadar çok Rauşana karşı kışkırtırlarsa da onu Yermakla Kulzipe, bu gibi işe Baken hayatta cesaret edemez.
Rauşanın ise geldiğinde ve eve dönmek yalvardığında Baken aynen bu coşkun öfke krizindeydi.
Öfkesini sanki daha fazla kamçılıyor gibiydi «Bir daha karı asla demeyeceğim ona, yüzüne bile bakmayacağım!» Öfke gözlerini kör etti Rauşanın yalvarışına ses bile çıkarmadı. Hayatta hiç yapmadığını yaptı bile, karısını tekmeledi.
Ama zayıf ve ürkeklik karater kendini belli ediyor. Dayak yemiş karısı yese düşüp gözü sulu kapıya giderken, o eridi, kalbi yumuşadı, karısına karşı o kadar büyük bir acı hisseti ki, az kalsın ayaklarına fırlayıp peşinden koşacaktı: «Eşim! Dur! Gitme!» Belki aynen bunu yapacaktı da, ama sobanın yanında duran Kulzipenin dikkatli ve alaylı bakışı yerine sanki mıhlamıştı onu...
Karısının yalvarışına öyle de yüz vermedi. Dönmedi evine. Neden peki? Rauşandan gerçekten mi ayrılmak istiyor yoksa? Allah korusun! Dünayda! Öfke içindeyken de, barışmay gelen karısını suçsuz sebepsiz tekmelediği zaman da ayrılmak düşüncesi aklından bile geçmiyordu. Şu alçakça davranışına hayıflanıyordu artık, işkenceler ediyordu. Araları kimin yüzünden açıldı peki? Demesinin yüzünden! Kimmiş o Demesin? Bir baydır! Avulun kodamanıdır! Eski zamanlarda hakim olan ve göğüsünde çar alameti taşıyan biridir! Niye konuşacağız ki bunu, Bakeni adam yerine koyuyor muydu o hiç? Nerede? Adam yerine mi diyorsunuz? Dayak yediriyordu Bakene, bu da bütün davranışıydı işte! Evet, on yıldan az değil rençperlik ediyordu ona Baken. Başından kuzu kürkünden şapkasını çıkarırsa yediği dayağın izi hala daha görünmektedir... Öyleyse, öyleyse... niye o kadar kudurmuştu ki o? Ne diye onun için şefaatte bulundu? Of, aptal!.. Of, budala!..
Baken git gidince kendine daha fazla kızıyordu. Nasıl o kadar acımasız bir şekilde kırabildi o Rauşanı? Hem de şu pis Kulzipenin gözünün önünde?
«Ben kabahatliyim, canım, - içinden diyordu o karısına.
Kızma bana, yarın bile değil, bügün eve dönerim. Sakinleştiririm seni, teselli ederim...
Eve gitmeye hazırlandı artık da saçları karışmış bir sürü haberle Kulzipe eve şıppadak girmiş:
Maskara! Ayıp! Dehşet ! Karını yönetim kurulun başkanı şehire çağırmış... Sanki özlemişti onu diyorlar... Konuşmamız gerekir gibi dedi... Baş başa kalarak dedi... Daha diyorlar ki...
Kulzipenin şu ‘diyorların’ sonu yoktu, her ‘diyorlar’ içinde ise insanların çoğunu artık öğüreceği gelecek sırf dedikodu ve şayialar vardı.
«Yönetim kuruluna çağırabilirler tabi, gayet normal bir şey bu. Ama bana haber vermeden gidemez ki o... Demek daha bir defa gelir. İşte o zaman barışırız», - umut besleyici düşündü Baken. Bu düşünce hoşuna gitti, ve o kapıdan gözünü ayırtmadan sabırsızlıkla karısını bekliyordu.
Akşam oldu. Lambayı yaktılar. Evden eve çapkın ve haylazlar sürtmeye başladılar. Biri gelir, diğeri giderdi... Rauşan ise hep gelmiyordu...
Ertesi gün, sabahleyin, Baken yermakın ahırının damına çıktı ve sanki birini arıyormuş gibi etrafına bakınıyordu, köyden çıkan, Jaksılak arabacı olan doru iğdiş ata koşulan kızağı görmüş oldu, kızağın içinde kuştüyü şala sarınıp Rauşan oturuyordu. Bakenin kalbi donakaldı.
Eh, seni... - gayriihtiyari olarak ve üzüntüyle bile söyledi Baken.
Koskocaman br umutsuzluk içinde Baken evine ağır ağır yürüdü.
XII
Yönetim kurulu çok uzak bir yerde değil ki. Bügün gitti, yarın dönecek. Mesele bu değil. Bakeni öz evi ona yabancı ve tanımadık gelmesi üzüyor ve endişelendiriyordu. Bütün ev eşyası toplanılmış ve bağlanılmıştı. Sanki göc etmekten önce bir hazırlanma yapıldı.
Ne demek bu? Niçin gidereken hiç bir şey söylemedi ona? Yoksa?..
Gün boyunca şaşkın gibi dolaşırdı Baken evin etrafını. Kimseyle konuşmuyor, görüşmüyordu. Avuldaşlar yanından geçiyorlardı, bir şey konuşup gülüyorlardı, Bakene ise ona herkes gülüyor diye geliyordu. «Göreceksiniz günlerinizi, göstereceğim ben size! – tehdit ediyordu Baken bilinmiyor birine.- Karım bir gelsin de...»
Gün boyunca bakıyordu yola. Uzakta bir yolcuyu görünce kalbi durur gibi oluyordu. Nihayet karanlık basmadan uzakta doru iğdiş at göründü. Evine sevinerek yürüdü ve donakaldı. Kızakta bir tek Jaksılak vardı.
Hey, krım nerede?
Orenburge gitti... okumaya gitti...
Bakenin gözü karardı. Kızağa sallayarak yaklaştı. Sonra Jaksılaka yaklaştı. Sekreter bir şey mırıldıyordu, anlatıyordu ama Baken şimdi hiç bir şey duymuyordu. O sanki sağırlaşmıştı... Jaksılak korkarak yana çekilevirdi, uzaklaşmaya çalıştı, Bekenin ise öfkesi topuklarına çıktı Jaksılaka atılıp dövmeye başladı, dövüyordu, dövüyordu. Nereye vuruyor, niçin vuruyor, kimi dövüyor – hayvanı mı, insanı mı, köpeği mi bunun bile farkında değildi, hiç bir şey anlamıyordu. Biri koluna yapışyordu. Biri kemerinden geri çekiyordu. Ses, seda, gürültü, kavga – her şey karıştı aklında...
Şafak sökerken kendine geldi. Soba tarafından araştırdı: yanında kimse yoktu. Yalnızdı! Şimdi dünkü olayları hatırlamaya başladı. «Orenburg», «Öğrenim yapma», «Selam» - bir tek bu üç sözü net olarak hatırlayabildi. Ama ne olduğunu anlamak için bu üç kelime de yeterliydi. Baken çocuk gibi ağladı...
Onu ziyaret etmek ve acımak için ilk gelen tabi ki Kulzipaydı. Hasta başucundaki molla gibi oturup, Rauşanın ahlakı bozukluğundan, kötü bir zamanın geldiğinden ve bütün bunlara rağmen ahlak, şeref ve namus denilen anlayışlar avullarda varlığını daha koruyabildiğinden can sıkıcı bir biçimde tekrar edip durmaya başladı.
Üzülme. Sen daha ihtiyar değilsin. Karın gibi saçı dağınık birini istediğin her yerde bulabilirsin,- teselli ediyordu onu Kulzipa.- Bilakis, Allaha şükürler et her şeyin böyle olmasına... İyiki kendisi gitti. Yoksa biz ikna ederdik seni ondan boşanmayı...
Sonra ihtiyar kadınlar, genç kızlar, yeniyetmeler, çocuklar kalabalık bir şekilde gelmeye başladı ona. Ve herkes Bakene acıma ve sempatiyle bakıyordu. Kadınlardan biri ev temizliyordu, süpürüyordu, değeri sobayı yakıyordu, su taşıyordu, çay demliyordu, ücüncüsü çamaşırla uğraşıyordu. Herkes acıma ve iyi niyetli oluşunu gayretle gösteriyordu. Hiç bir zaman Baken avulda daha bu kadar acıma ve hayırhahlığı hissetmiyordu. Bakıyordu da şaşırıyordu olup geçtiğine.
Sonra avulun saygın adamları’ da - Ajibek, Demesin, Kairbay bütün yardakçılarıyla geldiler. Herkesin ağzında bir tek şu var: «Gençler ne kadar ahlakı bozuldular! Ne biçim dehşet verici zamanı yaşıyoruz biz şimdi!»
Bunlar kesinlikle öylesine gelmediler, yahu. Onlar kendi işlerine bakıyorlardı.
Rauşanın okumaya gittiğini öğrenince ‘saygın’ adamlar avulun yeni başkanı hakkında düşünmeye başladılar. Rauşanın yardımcısı olarak rençper Sadu alındı. Hayatı boyunca yazın da kışın da Rus kulaklara rençperlik ediyordu o. Seçimlerde onun tarafını Abil ısrarla tutuyordu ve Rauşana da sürekli tavsiye ediyordu: «Bak, eski avul başkanları gibi tek başına çalışma. Hatırla ki, o senin yardımcındır. Birlikte çalışın, ona da işi öğret». Rauşan bu tavsiyeyi çok iyi hatırladı ve defalarca onun da bu işe katılmasını sağlamaya çalışıyordu, ama Baken kesin olarak itiraz ediyordu! «Şu vaftiz edilmiş biri evime yaklaşmasın bile!» Böylece de Sadu işlerden uzak kaldı. Şimdi ise avul meclisinin kanunlarına göre mühürün onun eline geçmesi gerekiyordu. Ak ve siyah sakallılar telaşa düştüler: «Mümkün mü Sadın eline mühürü vermek hiç? Bütün her şeyi iyice düşünmek lazım, yoksa halkımızın başını belaya sokabiliriz».
Ama tabiki bu sadece baheneydi, çünkü ‘saygın adamlar’ çoktan Rauşanın yerine Bakeni koymaya karar verdiler. Niye olmaz ki, o da meclisin bir üyesi değil mi yoksa?
Evin hayırla doldu. Karın kafasızlığından bunun değerini anlamadı. Ama onun yüzünden biz bu hayırlı işi senin elinden almak istemiyoruz. Bu makam senin olsun. Biz burada seni avul meclisin başkanı olarak seçmeye ve bu hayırlı işin uğuruna hayır duasını vermek için toplandık, - bildirdiler ihiyarlar.
Baken ne üzüldü, ne de sevindi. Hiç bir şey onu ilgilendirmiyordu. Ajibek hayır duasını söyledi. Kalanlar heyecanla ‘amin’ diyerek elini yüzlerinde gezdirdiler. Ajibeki ‘saygınlar’ güvenilir insan değil diye kararlaştılar ve onun yerine avul meclisin sekreteri olarak molla Eskenderi seçtiler. Aynı zamanda sekizinci avul sakinlerin adından bir zabıt tutular ve en sebatlılara Demesin ve Jusupe tutanağı yönetim kuruluna onaylaması için götürmelere görevlendirdiler.
Böylece Baken avul meclisinin başkanı oldu. Molla Eskender kurşunkalemin ucunu yalayarak işine başladı. Avulun tüm işleri açıkgöz ve dolandırıcının eline geçti. Rauşan zamanında bir düzene getirilen kağıtlar ve listeler tabiki hemen yeniden incelemeye uğradılar. Listelerde hayvanların sayısı olduğundan sanki daha fazla yazılmıştı diye, kağıtların sanki yanlış oluşu ortaya tabiki hemen çıkartıldı. Avulun açıkgöz ve zenginlerin gönlünü almak için yeni listeleri oluşturup avul meclisin başkanı imzalı yazıyı yönetim kuruluna gönderdiler... Her şey ‘saygın adamların’ ‘tüm halkın yararını’ düşünen insanların emriyle yapılıyordu. Kağıtların çoğundan Bakenin haberi bile yoktu. O imza atmayı bile bilmiyordu ki. Tüm kağıtları çevik molla Eskender imzalıyordu. Mühür torbaçıktaydı, torbaçık da Eskenderdeydi...
Üç aydır Baken avul meclisin başkanıydı. Bu süre içinde Demesin gibi biriler rahat rahat yaşıyorlardı yine de «koyunlarda toygarlar yuva yapıyorlardı» onlar için.
Ama Bakene bu ‘rahatlık’ ansızın büyük bir belaya dönüştü. Görevi kötüye kullanması çok vardı ve Bakeni hesaba çektiler, dosyası adalete verildi ve üç sene hapis cezasına çarptırdılar onu...
XIII
Vilayet gazetesinin idarehaneye yüzü kararmış, zayıf, siyah gür sakallı bir adam girmiş. Bir süre durdu, yerinde sayarak etrafına bakındı, sonra kenarda oturan delikanlının yanına varıp sordu:
Bu idarehane mi?
Evet.
O zaman ... Ben gazeteye bir yazı verecektim de... Nasıl yapabilirim ki ben bunu?
Bunun yapılması gayet kolaydır. Oturun ve yazın.
El yazım pek de iyi değil de. Bir de çabuk yazamıyorum. Ben canım.. hapisten çıktım. Yazmayı da orada yeni öğrenmiş oldum ki...
Delikanlı- idarehanenin görevlisi- merak içinde ve dikkatle acayip ziyaretçiye bakarak sandalyeyi yaklaştı.
Oturun ve anlatın. Ben kaydederim...
Sakallı adam alnındaki kocaman ter tenelerini sildi.
Demek, böyle... Benim suçum yok. Şu hilekâr Kairbay, Demesin, Jusup cahilliğimden faydalanıp ateşe attılar beni. Ben sağı solu anlamayan biriydim, doğru yola yönetebilecek dürüst bir kişi de yoktu yanımda. Karım vardı benim, Rauşan adıydı, ama şu zalimler ayrıldılar bizi. Gitti o... Her şeyi sırayla yazın, her şeyi anlatırım, onların bütün pis oyunlarını ortaya çıkarırım.
Redaktör masanın başında kağıtlara başını eğip bayan oturuyordu. O konuşulanlara kulak veriyordu, kuşkulandı ve başını birdenbire kaldıraverdi.
Saygın, bakar mısınız, lütfen. – Sakallı adam başını çevirdi.- Adınız ne?
İsmim Baken, canım. Ben Şokparbayın oğluyum. Babam hayatı boyunca baylarada çobanlık yapıyordu...
Nasıl değişti ki Baken bu yıllar sürecinde! Eski Baken bayağı suskun biriydi, surat edip de kaşlarını çatarak diyordu sanki: «Akıl et, ne geçiyor şimdi aklımdan!» Bu Baken ise görüp geçirmişi olan bir Bakendi, konuşması da çabuk ve kolaydı. «Sınıf mücadelesi, sınıf düşmanı», «proletarya sınıfı» deyimleri kullanıyordu, demek öğrenmiş bir şey, başka bir insan oldu.
Bayan Bakenin yüzüne uzun süre dikkatle bakıyordu, sonra sordu:
Tanımıyor musunuz beni?
Baken daha dikkatlice baktı, bir şey hatırlıyordu sanki.
Ben Maryam. – Ve gülümsedi. – Unuttunuz mu yoksa?
Baken yerinden fırladı, ne yapacağını şaşırarak Maryama yaklaşıp elini ürkek ürkek uzattı:
Kusura bakmayın, affet canım, - suşlu suçlu söyledi o.
Ne için affını diliyorsunuz ki saygın!?
Affet... Sen affedersen, belki Rauşan da affeder. Çok kırdım ben Rauşancığımı. Arkadaş olamadım ona. Ona karşı mahcubum, canım yanıyor... Çok büyük bir kabahatim var benim, çok.
Sesi titremeye başladı.
Oturun, lütfen.
Maryam oturttu onu, dinledi, bazı şeyler sordu, bir kaç not yaptı. Sustuğunda ise sordu ona:
Rauşan nerede olduğundan habereniz var mı?
Okumaya gittiğini biliyorum. Bir de evlendiğini duymuşum.... Rusla evlendi. Olsun... ben suçlamıyorum onu. Benim suçum var. Çok kırdım ben onu...
Demek, her şeyi tam olarak bilmiyorsunuz siz. Tam bügün Rauşan şehiremize geliyor.
Baken şaşkına döndü, az kalsın sandalyesinden düşecekti. Gözleri doldu.
" Nasıl?! Maryam, güneşim benim, sana son ricam olsun. Daha bir kerecik onu görmeye yardım et bana...
Tren akşamleyin geldi, ışıklar yakıldı. Peron karşılayanlarla kalabalıktı. Onların arasında Baken ve Maryam vardı. Baken trenin gelene kadar ve trenden yolcular inmeye başlamayıncaya kadar rahat duramıyordu... Ve nihayet pencerede esmer, genç, kentsel giyimli bayanın yüzü bir an için görünüp kayboldu, elinde kırmızı maroken valizi vardı.
İşte! Rauşan! –bağırdı Baken ve ağlamamak için kendini zor tutarak peronda dört dönmeye başladı.
Maryam ve Rauşan kucaklaşıp öpüştüler.
Bu insanla da selamlaşsana, - dedi Maryam.
Rauşan başını çevirdi, Bakeni gördü, yüzü soluklaştı hüzünle doldu. Elini uzatıp, yavaşça dedi:
Selamun aleykum...
O ise elini sıkarak, ıkıl ıkıl nefes alarak tekrar edip duruyordu:
Canım... Rauşanım... Affet beni...
Maryam onları evine götürdü. Baken yol boyunca göz ayırtmadan Rauşana bakıyordu.
Rauşan! O mu?.. Üç sene önce o alelade, sıradan bir avul avratıydı. Birçoğundan biriydi. Şimdi ise... O günlerdeki Rauşandan bügünkü Rauşanın aralarında karlı dağlar var. Bu Rauşan bir çok şey öğrendi, marksist, lenin öğretileri benimsedi, gerçek bir komünist oldu.
Rauşan hiç bir şeyden sorup soruşturmuyordu Bakeni: yada kırkınlığını unutmadığından dolayı mı ya da başka bir sebebi vardı. Bir tek arada bir şöyle bir göz atıyordu ona.
Bakenin yatağını ayrı bir odada yaptılar. O uzun zamandır yalnız oturup düşünüyordu, bütün bunlar gerçek yada rüya mı anlamaya çalışyordu sanki.
Sonra kapı ansızın gıcırdadı ve Rauşan girdi. Baken şaşkın şaşkın, ayaklarına fırladı, ama Rauşan omuzuna elini koyup oturturdu onu.
Çok zayıflamışsın sen... – dedi o, ve boynundan kucakladı onu, yanak yanağa verdi.- Şimdi öğrenmişsin sen kim sana dost kim ise sana düşman, değil mi?.. Anladın değil mi?
Anladım bir tanem... Biliyorum... Gerçeği da öğrenmiş oldum. İktidarımıza karşı da suçumun kefaretini öderim ben... Ve ne yapmak gerktiğini de biliyorum artık...- mırıldadı mutlu Baken.
1929