Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы

09.02.2016 5334

Mukagali MAKATAYEV'in Şiirleri

Негізгі тіл: Өлеңдері

Бастапқы авторы: Мұқағали Мақатаев / Mukagali MAKATAYEV

Аударма авторы: Zafer KİBAR / Зафер Кибар

Дата: 09.02.2016


Çeviren: Zafer KİBAR




Bizim yakanın gurubu


Epey önce gizlendi, gün battı,

Gece köy üstünü merak-endişe kapladı.

Uzaktaki ekim alanında kolhozun*,

Kızışan emek daha hala huzur bulmadı.


Işık saçıyor karanlığa ait köyün odları, 

İnsan sesleri, pıskırıp duran atları. 

Kızıl ışık, bir göründü, bir söndü, 

Arabalar belden aştı, uzaklaştı... 


Gümbürdetti gecemizin her anın, 

Sesleri makinelerin, arabaların... 

Titrer odu da, koyunlu köyün 

Yakasında taşıp kalan kanalın... 


… Hatta her günküne nispeten ağırdı 

Kır altından aheste-aheste ay çıktı. 

Yatağına geç kalmış bir grup ördek, 

Daha yeni yaylımdan dönüp yattı. 


Gözümün önünde onun siması, gizemi, rengi, 

Kibarca açık ve nur saçarak gülümsemesi, 

Öte tarafında gözü kararan kır atın, 

Dans ettiren benim dostum seyisti. 


Fitneci yel fiskos eder uzaktan, 

Sırrını çalıp gençlerin de buluşan. 

Ben de, hala bakar dururum bir eve, 

- İşinden döndü mü(?) diye tanış can... 


*Колхоз (Kolhoz): Kolektif çiftlik.




Ömrüme


Kısa şiir gibi kısa olur 

Diye düşünürdüm, 

Uzun oldun, ömrüm. 


Vurdum-dövdüm oğlum olur 

Diye düşünürdüm, 

Verilecek kızım oldun, ömrüm. 


Kara gökte şark ederek sönecek 

Bir şimşek miyim(?), diyici idim. 

Kara gözde parlayarak düşecek 

Bir katre yaş mıyım(?), diyici idim. 


Karakarga ömrüyle niye ölçtün beni? 

Ne eden canım ki, tükenmez kavruluşu ile hissesi? 

Ey, ömrüm, 

Anlamıyorum, 

Anlamıyorum ben seni!




Sık girer


Sık girer düşüme, eski köy bir haylidir; 

Kulun-tay oynar zıplar, kırlarda gezinir. 

Sütten bulak akıtan sığırlı köy bizimdir 

Buruna aynı kaynamış süt kokusu gelir. 


Yakasında yeşillikler oynayıp-titremeden, 

Bıkmışçasına zor akan bulaklar görürüm. 

Bir akşamüstü mal yaylımdan dönerken, 

Meleşen kuzular ile oğlakları görürüm... 


Kırık tütün çıkar kırık damdan-bacadan, 

Kırk serçe uçar çubuklardan, dallardan. 

Kırk nine gözetler, gözlerini ayırmadan, 

Kırk oğlun oturduğu yeri, soğuyup kalan... 


Kır başında, kırk ihtiyar adam toplanır, 

Birbirine armağanı, yüz yüze bakışıdır. 

Birbirini teskin eder, sözü hayıflanıştır 

“Ne edersin” der, Tanrı’nın imtihanıdır. 


Dağlarım da ayağa kalkar kalkan olur, 

Onu görünce sırtıma, bir ağrı vurulur. 

Böylece uyandığım, ölüm uykusudur, 

Uyanırım, gönlüm kavut gibi kavrulur.




İlkim

(İlk yayınlanan şiirim için)


…Eyvah! Ne olacak idi! 

Kız mı, ya da erkek mi? 

Gönül huzur görmedi, 

Doğuncaya kadar ilki... 


Vahlayarak uzun vakit sancılandım, 

Ne edeyim, doğmadı, sıkıntılandım. 

Canımla uğraşa-uğraşa yattım. 

Yüreğimi güldürüp, avutamadım. 


Pır etti ansızın ilkim, 

Açtı dünya eşiğini. 

Öttü yıl kuşum, bebeğim, 

Ingalayarak aradı nasibini. 


Ergin ol, ilkim, kanatlan, 

Ömre yeni değer getir! 

Çırp kanadı, arzulan! 

Ne olsa da azmettir!




Halka mektup


Ey halkım!

Hatamı bağışla benim.

Senin arkan – korkmadan, esirgediğim. 

Eğer şiirin değil, uğrun olsam, 

El üstünde tutarsın, nesine beni 

Yok! 

Benim yürek değil döşümdeki 

O bir od senin büyük göçündeki 

Yakıp söndürdüğün seninki 

Şimdilik atmış değil aklım beni, 

Evet yurdum! 

Bağışla beni! 

Bağışla beni! 


Zerre kadar kabahatin yok güvenmediğim, 

İğne deliğindeyim, canımla görebilseydim. 

Kendimdeki fenalığı bir yenebilseydim, 

Gizlemeden hepsini söyleyebilseydim. 


Kötülük görmezsin güvensen, benim 

Senin kalıbınla ölçülmüş bedenim, 

Yalnız sana emanet, ölsem tenim. 

Yalnız sana emanet, sırrım-şiirim, 


Yolsuzla sefere çıkarım demiştim, 

Yol ortasında 

Yıkıldı oğlun, yeterine yetişemedim, 

O benim 

Yalpaladı atkım! 

Yetiştiriver bugün, dalgalansın sancağım! 


Bin selam, hem görmediğim o kırlarına, 

Hem göllerine, hem çöller ile dağlarına. 

Çöldeki çobanın avam evindeydim, 

Pek çok saraydan, onu kem görmez idim. 


Yetim kalmış kuzuya yem vermiş idim… 

Yetişip, hem sizlerle sevinmiş idim, 

Bağışla, iyileşmeyen canımı benim! 


Meltem sırrını yetiştirir, bulak sözün, 

Olsam demiştim, senin kulak-gözün. 

Başka yana gitti nurum-sezgim, 

Nurum-sezgim – zıplayan oğlak dönemim. 

Benim, senin gibi olmadı evim-metanetim. 


Niçin böyle? 

…Bilirsin fakat kendin. 

Neyini bildim ömrün, neyini gördüm? 

Gözden kaçırmayayım diye göçüne yürüdüm. 


Ey halkım, bağışla beni, gözyaşı için 

Dünkü yetimler ile dul biçarelerin 

Arasında sönmekle büyüyenlerin 

Sopasını aldım nice aksilerin, 

Ey halkım, bağışla beni bunun için! 


Kötülerin de olsa yadsınmadım, 

Ben sevdim yine de, beni yadsınanın. 

Ben sezerim kötünün, iyinin tamamın, 

Hepsi için, aynı şekilde, aksın kanım. 

Aklımdakilerin hepsini anlatmadım. 

Hepsini yalnız sana emanet kıldım. 

Tenimde, huzurla uyuyup yatsın canım. 


Ey halkım! 

Hatamı bağışlayıver! 

Bağışlayıver! 

Geç bırakma nasibi ver. 

Şairi esirgeyiver, 

Hayata şair gönderiver! 

Görkemli olsun dersen göçün eğer, beni alıver… 

Bağışlayıver! 

Bağışlayıver!




Dayan dayan


Dayan, dayan! 

Dayanıver, daha dayan! 

Bu ömür, dayanıklıyı beğenir inan. 

Ümidin şafağı alacalı tanı, 

Deyiver bir atardı, bir atardı… 

Üzülme, öfkelenme, bugününe, 

Ömür, ömür de! 

Değmez üzülmeye, 

İlelebet yazmamış seni sürünmeye, 

Yeniden kalkıp, hakkın var yürümeye... 


Anlıyorum canındaki ağrıların, 

Dayandın ya, dayanıver, molaların. 

Ayıların üslubunu onayladığın, 

Başkasına baş eğip, tapınmaların… 

Dayan, dayan! 

Dayanıver, daha dayan! 

Dağ yıkan taşkının akışına, 

Kir bulaştırmadan, tertemiz namusuna, 

Karışmak da olur, vuruşmak ta...




Yıllarım benim, yıllarım


Yıllarım benim, yıllarım, 

Yazılmadan kalan yırlarım. 

Anlatılmadan dolaşan sırlarım, 

Aktarmadan taşıdığım acılarım, 

Yıllarım, hey gidi yıllarım... 


Sıvışıp geçen yıllarım, 

Yok eden ömür derdim. 

Gizli acımı söyleyemedim 

Derdiyle yaşar gezerim. 


Gördüğüm hep üveylik, 

Doyuran ne var sevinmelik, 

Yıl geçtikçe hep fakirlik, 

Yıl geldikçe sefillik. 


Fakirin gönlünü kırar, 

Kedere atar bu böyle, 

Talihimi değiştirir, 

Huzura katar can nerde? 


Yıllarım, benim yıllarım, 

Anlatılır mıymış sırlarım? 

Açılır mıymış acılarım, 

Yazılır mıymış yırlarım.




İmza


Görür idin, 

Ham mıyım, ateş miyim? 

Bilir idin, 

Şair miyim, değil miyim? 

Kinlendiren Han Jangir* de yok burada, 

Kinlenecek Mahambet de yok burada... 


Anlar idin, 

İradesiz miyim, yoksa er miyim? 

Bakar idin, 

Fazla mıyım, eksik miyim? 

Ben Spartaküs olamadım, buna ne çare, 

Sen Sezar olup gördün mü, onu söyle? 


Sırrım da bu, 

Şiirim de bu, 

Önünde… 

Baksana bir, 

Tutuştum mu, yandım mı ha? 

(Mahanlar** olmasa da, 

Mahanlar’dan kaldım ya) 

Mukağali Makataev var burada!

----------------------------------------------------------------------------------------------

*Хан Жәңгір: Jangir Han (…-1652) Esim Han’ın oğlu.

**Kazakçada isimler kısaltılarak ve ekine saygı ve büyüklük ifadeleri eklenerek söylenebilmektedir. Ma- hecesinin, Mağjan Jumabayev gibi Kazak edebiyatının kıyıma uğramış değerli isimlerini, -han ekinin ise Han, Padişah gibi büyük ünvanları ifade ettiği düşünülmektedir. “Mahanlar” derken “Mağjan Hanlar” gibi anlaşılması uygun olur.




Aşığım


Aşığım! 

Hakikaten aşığım o adama! 

Ben olmasam, olmayayım. O iyi olsun da! 

Oy, Tanrım! Ne biçim can, dönmez ardına! 

Yüreği etten mi, bronzdan mı yoksa? 


Aşığım, 

Bunu nasıl gizleyeyim, 

Onun her tel saçı, bir altındır benim için. 

Özleyeyim, tükenircesine özleyeyim, 

Âşık adam, yaratılmış özlemek için... 


Yükselerek, elim uzanamaz gökte, 

Ak kanatlı kuşum, gittin mi güneşe? 

Bir vuruşta bütün âlemi dönersin de, 

Sonsuzluk, seni ararken gittim ben de! 


Yolunu gözleyen hasreti basıp olabildiğince, 

Bütün ümidi, bütün güveni saç saçabildiğince, 

Giderim elbette, bu ömürden ben de, 

Ebede kalırım belki de, âşık olabildiğimce...




Çiçekler yok oluyor


Yerin nemini, günün nurunu görür açılır, 

Bal arısına bütün şerbetini verir salınır, 

Günden güne derde yenilen hastadır, 

Sararıp, solan çiçek, yok olmaktadır. 


Güzelliği gitmiş zambak ile kırmızı gülün, 

Yaprağını, dalını kırağı çalmış bir görün. 

İşgüzar hırsız gibi soğuk yeli götürün, 

Üzülen çiçeklere isyanı düşündürün. 


Güzelliğiyle vedalaşıp, endişesiyle, 

Çiçekler yok oluyor, dalı gövdesiyle. 

Süsü gitmiş, zara mı dönüşmüş öyle, 

Gözyaşını emen bozkır, hem sadece? 


Künde görsen kalkar künde alevlenerek, 

Çiçekler söner ömrünü vererek, 

Çiçeklerin söndüğü, 

Çiçeklerin tükenip öldüğü... 


Sararmış bozkır burada, 

Çiçeksiz görkemi azıcık kalanında! 

Dalından koparılan kırmızı gül var ya 

Yazı beraberinde götürür, gün ışığında...




Hanımefendi, güz, turnalar


Çok eski 

Çok eski zamanlarda suya varan, 

Yabani ördekler uçardı ırmaklardan. 

Acılı güz nağmesini işitirdik onlardan 

Sıcak yerlere kanat açan turnalardan... 


Bakar idik kanatlı kervana, 

Karasu’da yaşayıp gezinirken. 

…Öğretmenin bakışı toprak yolda, 

Irak giden yolcu görülür diyerekten... 


Yalnız kendi geçmeden yar başından, 

Göz ucunda göz almadan arabacıdan, 

Kurban olayım, durup beklerdi candan 

Yabancı kişi geçinceye kadar yanından... 


Vaktini boşu boşuna harcardı, 

Yabancı kişi gitmeden ayrılmazdı. 

Bir çalı kuşu kuru otlardan kalkardı, 

Hanımefendinin gözü önünde şakırdı. 


Çalı kuşunun şakıması da biter idi, 

Yar başında yalnız can yaşar idi. 

Kervandan geri kalan yalnız turna: 

- Döneceğiz, dayanıver, dayan(!) derdi.




Yine dönüp gidiyorsunuz, turnalar


Yine dönüp gidiyorsunuz, turnalar, 

Safları uzatıyorsunuz, kır endişe duyar. 

Sırık boyunlu, uzun bacaklı baylar 

Arkanızdan ağlıyor dereler-ırmaklar. 


Dizilerek gidiyorsunuz, ne tarafa, 

Sizsiz güzellik yok, bu ülkede, taşrada. 

Ağlayarak gelen yıl kuşları buluştular da, 

Sıvışıp kaçmak var mı, çiftleştikten sonra. 


Sizler, dün sağanak gibi geldiğinizde, 

Bu ülke, kutlama yaptı geldiniz diye. 

Tilki bugün avlanmaya çıkıyor işte, 

Sizin yaşadığınız tepeler ile bellerde. 


Nereye gidiyorsunuz, hangi tarafa, 

Askerler gibi saf dizilen meydana? 

Özgür kuşlar yaratılmış sefasına, 

Serbestsiniz, şakıyın, şakısanıza! 


Yolun açık olsun, açık olsun kervan, 

Yeriyle de, göğüyle de özgür göçen! 

Yalnız bizde kanat yok ya, yok kanat, 

Birlikte göçüp gider idik, seninle ben.




Bu dünya


Bu dünya adaletten yaratılmış, 

Yer, gün, dağ, orman… Öz yerini almış. 

Birbirinden kuvvet almış, gıdalanmış, 

Bu dünya adaletten yaratılmış... 


Güneş döner adaleti sırtlayarak, 

Adalet dağıtır dünyaya dört bucak. 

Bizim adalet diye anlattığımız sıfat; 

Bütün kâinata, âleme ortak saltanat... 


Bu ömür, adaletin meskeni, 

Bu dünya, adaletle tesis edildi. 

Peki ya insan? 

İnsan niye ağlar ki? 

Birilerinden biri niye bıkar ki? 

Birilerinin yarması niye çatlar ki?




Kadirli dost!


Kadirli dost! 

Ne edersin, üzülme, 

Bırak söyleme, 

Bilirim, bilirim halini! 

Bulamadan yaşarsın, sırlaşacak dengini, 

Neşelendirecek can ararsın, güler yüzlü birini. 

Anlatmasan da bilirim, bilirim halini... 


Bütün canları canına dost sayarsın, 

Dost sayarsın… 

Kalmadı başka yöntemin. 

Peki ya yüreğin? 

Vurup duruyor yüreğin, 

Yıkamadan taş hisarını gövdenin. 


Hepsini de önümde baş eğdirecek benim, 

Bir kudret elime geçer miydi, beklerim, 

Yeni doğan sabi gibi yüreğini bilirim, 

Açılır yerinden çıkarıp, sever miydim?


...

Көп оқылғандар