Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы

23.11.2013 1369

AUEZOV  Muhtar, "Boz Yavuz"

Негізгі тіл: ''Boz Yavuz''

Бастапқы авторы: AUEZOV Muhtar

Аударма авторы: not specified

Дата: 23.11.2013

                        Boz Yavuz 


   Kara Tepe yakınındaki Büyük Dere ıssız, ama çevresindeki köylerin çobanlara iyi bilinen. Bu dereden sık-sık felaket geliyor. 
   Kara Tepe, alçak çalılar sarı akasya ve erkeç sakalı  ile kaplı, tıpkı kürk şapka gibi.
Sarı akasyanın üstleri soluk ve latif yeşilleniyorlar - onlarda tomurcuklar açıldı. Dere tamamen yabani gülle yetişmiş. Onun dikenli gur halı altında kurtların yuvaları gizlenmişti. 
   Genç otların ve yabani soğanın kokuları uzakta dağıtmakta olan serin mayıslı rüzgar, dereden cereyan ediyor. Çalılar sallanıyorlar ve somurtkan, kuru hışırtı çıkarıyorlar, sanki  fısıldaşıyorlar. 
   İlkbaharın sonunda, dereye, eski yuvalara bir kurt çifti geldi. Eski delikleri, su bastığı zaman, sarktılar ve bir adam kolayca sığabilecek kadar haline geldiler. Kurtlar yakında yeni, daha dar in kazmışlar, ve onu eski yuvalarla dar, karanlık geçitler ile bağlamışlar. 
   Kurtların pençeleri tezden yeni kazılan toprağı ezmişler. Kurt  dişinin kürkü henüz  tüy değiştirmedi, ancak yuvada dumanlı-gri kurt yavruları peyda oldular. 
   Sakin sabahleyin , kurt dişi güneşlenmekteydi, yüksek at kuzukulağı uçları altında yatıyordu. Burası tenha, yelsiz, sıcak idi, o bayıldı. O pinekleniyordu, bazen bulanık gözü biraz açarak. Onun yanları dökülmüş, memeleri sütle şişmiş. Sırtındaki deri endişeyle titriyordu, memeler durmadan seğiriyordu. 
Çalılıktan hafif bir çatırtı geldi. Kurt dişi, yerden uçan beyaz yün parçaları kaldırıp, ayağa fırladı ve boğuk hırlayarak , dişleri gösterdi. Yavruları onun ayakları yanında kımıldıyorlardı. 
   Ve, o an , dallı çalı duvarı üzerine uçarak, kurt dişi önünde bir kuzu cesedi düştü. Ardından, çok düşük eğilmiş kuyrukla ,sessizce, iri ağır erkek kurt  atladı. Ağzından açık kırmızı köpüğü bırakarak, o kurt dişi kokladı, dişi ise, onun kanlı çeneni iştahla yaladı. 
   Kuzu hala hayattaydı. Erkek kurt ve dişi kurt ona saldırdılar ve bir dakika içinde parçalara yırttılar. İki aç,  beyaz dişli ağızlar, hafif ve nefis eti büyük lokmayla yutuyorlardı.Yeşil gözleri öfkeyle parlıyordu.

           Bir izi bırakmadan, kuzu yedikten sonra, kurtlar çifti sulu kokulu otlarda yuvarlandılar ve orada tüm boyu uzandılar. Daha sonra yutulan eti sırayla kusturmaya başladılar. 
   Yavrular, birbiri peşinden ete doğru sürüklendiler ve itekleyip, uğultu yaparak , onu parçalamaya başladılar.
Sadece iki, son doğanlar, hala kör idiler. Kurt ana onları sürükledi ve meme etrafında koydu. 
   Ertesi gün, güneş zirvede olduğu zaman , kurt dişi uzaktan koyu sert  at kokusu hissetti . Yavrularını hızla yuvaya götürüp, o çalıların arasında saklandı. 
   İnsan sesleri ve at ayak patırtısı işitildi. 
   Adamlar tam yuva olduğu yere geldiler ve atlardan indiler. Uzun çoban sopalar yere takırdamaya başladılar. 
   Kurt dişi, öfkeli çeneden dili çıkarak, derenin dik yamaçta, yabani gül çalılıkta duruyordu. O her şey gördü. 
   Kurt yavruların başlarına, omuzlarına sağlam kemerleri  takarak , iki ayaklı onları karanlık delikten teker -teker çıkarıyorlardı. 
Beşi hemen öldürdüler. Birisine arka ayakları kırdılar ve kemirilmiş kuzu başı yanına attılar. Yavrusu sürünecek, haykıracak ve kurtlar onu götürecekler ve uzun bir süre bu yeri terk edecekler. Bu yavrulardan en ufağını adamlar yanına aldılar. 
    Derede at  ayak patırtısı sakinleşti.  Büyük siyah kamburlu erkek kurt ve beyaz dişi kurt sırtüstü yatan yavrunun etrafını aldılar ve öfkeli, önce ona sonra da birbirine kükrediler. Dişi kurt yavrusu yakaladı ve derede sokuluverdi. Erkek kurt  yüksek uçan sıçrayışlarla onun peşinden koştu. 
   İn boşandı. 
   Köyde Kurmaş adlı çocuk yaşamış. Kör yavrusu ona nasıp oldu. Büyükler, eğer gri kurt insanlara kör olarak düştü, belki de köye alışır,-demişler. 
   Kurmaş onunla ayrılmadı: ona bir temiz kase ve yumuşak deri tasma hazırladı. 
   İki gün sonra yavru gözlerini açtı, ama çadırdan çıkmadı – dışarıdan köpeğin havlaması duyabiliyordu ve köpeğin iğrenç kokusu geliyordu. Geceleri Kurmaş kurt yavrusu kendine yorgan altında alıyordu. Onun için çocuk artık, dünyadaki tüm insanlardan daha fazla sevilen, yaşlı büyükannesinden ayrı yatıyordu. Tek o, çocuğun bu zayıf, şeffaf-gri, tıpkı dikinler gibi dişlerle hayvana bağlılık olduğunu kabul etmedi.  
   -O, daha  büyümedi, ama dişleri yetişti,-büyükanne söyledi. –Ayaklarına kalkar-kalkmaz, kulakları enseye sıkıştıracak. 
   Çocuk ona kızıyordu. 
   Yazın ortasına kurt yavrusu büyüdü, güçlendi  ve başka aynı yaştaki köy köpek yavrularından farklı değildi.   Eğer biraz  daha tüylü olsaydı, küçük kurtköpeğine benzerdi.  Ama köyde yaşam ona esaret  idi. Çoban köpekleri, aynı yaşlı büyükanne gibi, onunla uzlaşmak istemiyorlardı. O çadırın dışına görünmesini cesaret ettiği zaman, kükreyen, geniş açılan ağızlar onu karşılıyorlardı.  
   Kurmaş onu koruyordu ve sadık bekçi köpekleri  darılıp,  hırlama yaparak, çocuktan uzaklaşıyorlardı. Çadırda ise, kurt yavrusuna sıkışık, havasız ve can sıkıcı idi. O bozkıra, yüksek çok renkli otlara, bilinmeyen açıklığa, istiyordu. Bir gün,  Büyük çadırdan uzun boylu siyah-alaca köpek, çocuk etrafında yok eken, kurt yavrusunu onun çadırdan kovdu, yıktırdı ve uzun zaman ağır dişlerle onu  ezmişti. Diğer de köpekler yetiştiler ve heyecan dolu havlamayla gri yavrusunu böğürdan ve bacaklardan ısırmaya başladılar. Çocuklar ve yetişkinler koşup geldiler ve  kurt yavrusunu  zorla geri aldılar. Saçları  karıştırmış, ısırılmış, o çadıra sürüklendi, ona sırtla yaslanıp  oturdu ve beyaz dişli ağzı gösterdi.  
   -Baksana, ne kadar dilsiz emiş... Onurlu!- erkekler şaşırdılar. – Köpek yavrusu şimdi kendi çığlıklarla toprağı delinmişti. 
   
Kadınlar ise demişler: 
   -Hırsız! Bu yüzünden dilsiz... 
    Ve bu doğruydu.  Hatta Kurmaş’ı, kurt  yavrusunun  oburluğu  hayret ediyordu ve rahatsız bırakıyordu.  Çocuk onu şımarıyordu,  reddetmeden besleniyordu, köpeklerden daha iyi karnını doyuruyordu. Kurt yavrusu, görünüyordu ki,  hiç bir vakit asla tok olamaz. 
   Köy köpekleri  zayıf yürüyorlardı,  titiz değildiler. Kurt yavrusunun göğüs ve yanları şişmanlamıştı, önemli ölçüde yağ ense büyüdü. O daima aç bulunuyordu ve ıslak siyah burnuyla araştırıp, çadır içinde dolaşıyordu. 
   Adamlar iken, yemeğe dokunmuyordu, somak çeviriyordu.  Ancak insan uzaklaştığı zaman, tüm koyduğu yemeği aniden yutuyordu ve sanki bir şey yemediği gibi, boş kaseye hüzünlü bakıyordu.  Adamlar bir şeye oyalamadığı an, o,   her şeyi kendi yerinde olmadığını ve onun dişine doğru geldiğini, hırsla çalıyordu . Sahiplerin haşlanmış eti çalıyordu,  kazandan yoğurdu lap lap içiyordu, sanki o ona koyuldu, çadır duvarına kurutmak için asılan taze derileri kemirdi. 

Sık-sık o yakalanıyordu ve onu acımasız dövüyorlardı. O, hem de, oklava ile  vuruşlar görüyordu, sonra başında uğulduyordu, hem de, ince ıslık yapan kamçıdan acı ve yakıcı ağrı hissediyordu.  Çevik kaçırıp, o sessiz beyaz dişleri gösteriyordu.  Hiç bir zaman o, dövülmüş olup, ses çıkarmıyordu.  
   Halbuki, köyde söylüyorlar ki, o gecelerde, köpeklere görülmez gibi, ahıra sokuluyormuş, kuzuların kuyruklarını kokuyormuş, ve koyunlar ondan korkarlarmış. Biri görmüşmüş, sanki o gizlice  bozkıra kaçmıştı. 
   Kurmaş köydeki dedikodu dinlemedi. Oğlan ne kadar çaba gösterse bile, ne kadar da kendi gri yetiştirme öğretse bile, o bir türlü, çalınan yemeğinden sahipler verdiği yemeği kötü olmadığını, anlamıyordu.  
   Kurmaş’dan o korkmuyordu, o iken yemeği alıyordu. Çocuk eti uzattığı  zaman, kurt yavrusu almak değil , parçayı elinden kapıyordu. Ama Kurmaş hiç bir zaman, diğer köpeklerini kovulduğu, sopayı ona kaldırmadı. Oğlan ona hayran oluyordu, onun loş bağımsız yan bakışından, onun hafif kararmış olan korkunç enseden,  onun günden güne çoklaşan inat gücünden.  
   Kendi gözde Kurmaş, Kokserek adını koydu, yani, Boz Yavuz demektir . 
   Yazın sonuna Boz Yavuz, artık, köy köpeklerine az benziyordu.  Dana gibi baldırlı, boğa gibi kamburlu, o her kesten fazla yetişmiş. Kuyruğu, köpekler gibi kaldırmıyordu, o yüzünden daha iri görünüyordu, onun ense ve sırt çekilen yaya benziyordu.  
   O, artık, siyah-alaca köpekten kaçmıyordu, ve başka köpekler de ona dokunmuyorlardı.  O, onlara geniş alınlı, taşlı-gri renkli, yüzü çevirir-çevirmez, üst dudağı buruşur-buruşmaz, köpekler, çil yavrusu gibi dağılıyorlardı. Genellikle,  köpekler onu görünce, bir sürü olarak bulunuyorlardı.    O ve onlar her zaman tetikte oluyorlardı. 
   Kimse, onu,  köyde zıplayıp eğlenmediğini görmedi. Kurmaşla bile oynamıyordu. Lakabı iyi bilirdi, ve Kurmaş yada yaşlı büyükanne çağırdığı zaman, koşuyordu, lakin yavaş koşuyordu, tembelce, kuyruğu sallanmıyarak.  
   Köpeklere dokunmuyordu, onların havlamaya önem vermiyordu, kaçakların peşinden düşmüyordu. Sıkça o, sivri kulakları diklenip ve yeşil gözleri hüzün  kısıp, çadırın gölgesinde yatıyordu.  
   Kurmaş, suskun yeşilgözlu canavardan gururlanıyordu ve,  komşu kopekler korkudan cıyak cıyak bağırarak ondan kaçtığı zaman, gülüyordu. Gerçekten,  çocuk bazen Boz Yavuz'dan korkardı, fakat hiç bir vakit yaşlı  sevgili büyükanneye bile bunu asla açıklamazdı.  
    Siyah-alaca köpeğin sahibi övünme yapıyordu: 
   -  Sizin gri, sarkmış kuyrukluğunun nesi var ki! Benim siyah-alaca, fırsat ver,  onu aniden bitirir! Eğer kovmasaydınız,  onu çoktan bastırıp boğardı.  
   Bir kez geçerken,  prova için, o siyah-alacanı kışkırtıyordu. Köpek, tereddüt etmeden,  coşkun havlamayla kurda  saldırdı, dişlerle onun omuzuna vurdu.  Boynuna isabet ediyordu, ama tutturamadı. Son anda kurt sıyrıldı ve sessiz fırladı, ve köpek geri çekilmezden önce onu, atlayış sırasında, boyundan yakaladı ve yere  attı.  Köpek, tıpkı çaresiz şişman koyun gibi, alçak tepeden yuvarlandı. Kurt de tutturamadı, yoksa köpekten boğazı koparıp alırdı.  
   Kurmaş koştu ve Boz Yavuz’ı çağırdı, siyah-alacanı ise  kendi sahibi çekti.  
   Akşam, geç vaktinde, iki kurt, köy yakınlarında otlanan koyunlara saldırdılar. 
   Çoban şiddetli yaygarayı kopardı.  Atlı yeniyetme ve büyükler koşarak geldiler. Sağır edici havlama yaparak, dostane  sürü ile yardıma tüm köy köpekleri  geldiler, Boz Yavuz de onlarla beraber.  
   Kurtlar bozkıra kaçtılar. Onların peşinden düştüler, ama yakalamadılar.  
Yakın tepelerde atlılar ve köpekler durdular.  Uzakta, Kara Tepe yüksek sırtında, loş, bulanık ışıkta gri gölgeler dalıverdiler.

         -Simdi  onlar erken peyda oldular,- çoban dedi. Tek Kurmaş, kurtlarının izlerine, burnu toprağına biraz dokunarak sessizce Boz Yavuz gittiğini, fark etti.  
   Çocuk insanlardan geri kaldı ve korkmayıp karanlığa, Kara Tepe’ye, yaya gitti. Uzun okşayıcı çağırdı: 
-Kokserek! Kok-se-rek... 
   Boz Yavuz, nasıl olsa, çağrına gelmedi.  
   Kurt  köye gecede çıkageldi. Kendi çadırın önünde durup, o acelesiz, demir tırnakla, tozu buram buram çıkarak,  kuru,  iyi ezilmiş toprağı tırnakladı. Kafayı, yıldızlı semaya kaldırıp, Kara Tepe’den gelen  hafif esintiyi hırsla koklayarak , sonbaharınkı soğuk havayla nefes aldı.  
   Gün devamında Boz Yavuz’u köyde gördüler, gecede yine bozkıra gitti.  
   Uç günü yoktu.  Zayıf döndü, çok aç, ama her zamanki gibi kasvetliydi ve şimdi boyun bağı olmadan. Kurmaş çağırdığı zaman, o yanaştı, ve tehdit edici , aşağı başı eğdi. Çocuk sevindi, onu kısa ve kaslı boynundan kucakladı. Kurt geri çekildi, kulaklar enseye kısıp, hatta büyükanne onu azarlamadı ve yemeği hazırlamaya uğraştı. 
        Yemeği o korkunç  alıyordu, ve Kurmaş ondan uzağa çekildi. 
-Eyvah! Cinsi belli oluyor,-Kurmaş’a babası dedi.-Canavarın gözleri yem-yeşil, günde parlıyor. Artık, oğlum, ondan deri soymak zamanı geldi. 
   Ve çocuk korkarak titredi,   bu kez onu bırakmazlar, onun kurdu yok  ederler. 
   Ama Boz Yavuz, onun hakkında söylüyorlar, diye , anladı gibi. Adamlar başları çevirir çevirmez, o yerinden kayboldu. Kimse görmedi, o köyü ne zaman terk etti. 
   Çok günler sonra , Kumaş onu boşuna tüy-çim çalılıkta arıyordu ,-özlemle, tehditle.  Nafile! Rüzgarlı sonbahar geçti, bozkırı sert kış beyaz keçe ile örttü. Boz Yavuz dönmüyordu. 


   Geç sonbaharine dek , o kendi  ‘‘memleketinten’’  uzak yerlerde , tavşandan besleniyordu, ve hatta, farelerden iğrenmiyordu.  Tarla sincabılar yağlı idiler, o tıpkı tilki gibi , onlardan bayılıyordu. Kar yüzünden açlık onu insanlarının kışlık yerlerine , koyun mandıraya, götürdü. 

    Şimdi ise o, yabanci gibi gizli sürüklenip geldi. Adamları görünce tüyleri dim-dik oluyordu.     

            Gecelerde, o,  karda topuk ve tırnağın hafif izleri bırakarak , karla kaplı tepelerde dolaşıyordu. Onun biraz buruşuk gri somakta buhar uçuyordu. O, rüzgar gelen tarafından dururdu, onun burnuna ambarın ve sığırların doyurucu koku vuruyordu, kulaklarına ise-köpeklerin telaşlı havlaması geliyordu. Kurt öfkeli dişleri  birbirine vuruyordu. Şimdi köpekler o kadar hassaslar ki, ne kadar o aç. 
        Karanlık, fırtınalı vakit o kışlığa yakınlaşmaya teşebbüs etti. Lakin, uyku bilmeyen köpekler,  sanki ,o nereden gelecek ,biliyorlardı. Onu, siyah-alaca başlığında tüm köpek sürüsü karşıladı, ve kovaladı. 
        Rüzgar kesildi, soğuk vurdu. Kurt, arka ayaklarına oturarak, oyuna düştü. Katı, kar tabakası onun topukları yakıyordu, ağzın siyah köşeler üşüyordu, aç ağrısı karnını sıktı. Küçük yorga yürüyerek kurt tepeye çıktı. Kar, güçlü mehtap altında parlıyordu. Boz Yavuz gök yüzüne başı kaldırdı ve,  daha önce hiç yaşamamış kramp içinde katıp, uzun efkarlı uludu. 
        Şuan köyde şiddetli köpek havlaması patladı. 

        Boz Yavuz başını eğmedi. Birden, uzaktan, Kara Tepe’den, net olmayan, kederli yankı geldi. Kurt titreyerek gövde doğruladı. Biri ona tekrarlıyordu, çağırıyordu. O dinledi, burnu çevirdi, ve çağrı yöne doğru koştu. 
        Büyük dere tepesinde o tetikte, ağır  titreme nöbetinden irkilenerek,  durdu . Kara Tepe’sinden ona kar gibi beyaz dişi kurt iniyordu. 
        Boz Yavuz onu  yakınlaştırmadı. Dişi hep geliyordu, Boz Yavuz dişleri göstererek , kulakları sıkarak , geri çekiliyordu. Ama o gidemedi. Ve dişi onun izleri üzerinde gittikten sonra , onu koklayarak, ve sonra döndü açılı çığlık yaparak, ılık burnuyla onun kasığa dürttü, o yerinden kıpırdamadı. Dişi kurt yavaş geriye koştu. Boz Yavuz, ona yetişti ve çeneden yaladı. 
   Omuz omuza onlar derenin üstüne gittiler, aniden onu geçtiler ve insanların mekanına döndüler. Tepelerin sırtlarında onlar yarım saat içinde durmadan, yorulmadan, kocaman yarım daire şeklinde çift seyrek izi bıraktılar, ve sadece kar tabakası onların pençe altında yüksek sesle çıtırdatıyordu. Daha sonra, onlar , sanki anlaştılar, aynı beraber, köye doğru, aşağı koştular. 
        Ay battı. Gece bitmek üzerindeydi. Boz Yavuz ve beyaz kurt tıpkı kasırga , köyü geçtiler, büyük dere geçtiği gibi , ve beraber gördüler ki,  ahırın yanında bulunan sarımsı kürtünden onların peşinden,  tüm ekibi sürükleyerek, uzun saçlı tüylü kopek fırladı. Tabii ki, bu siyah –alaca idi. 
        Kurtlar tüm hızıyla köyden ilerliyorlardı. Siyah-alaca, şiddetli ve gergin havlayarak, geride kalmıyordu. Arkadaki sürü uzatıldı ve seyrekleşti. Boz Yavuz, havlamayı öfkeli dinleyerek, koşumu sakinleştirdi, köpek ise kızgınlıktan, gazaptan patlayacaktı. 
   Vadi yanında sürü durdu, siyah-alaca köpek da durdu ve sürüye doğru , geri koştu. Dişi kurt  birinci onu takip etti. 
   Issız bozkırda köpeğe kurttan kaçmak zor. Ama , siyah-alaca, tek olmasına rağmen, korkmadı. O kurt ile savaşmak için yaşamış ve tereddüt etmeden beyaz kurtla çarpıştı, şu anda Boz Yavuz onun üstüne atladı ve tamamiyle bastırdı. Dişi kurt tiz kükreme ile köpeğin boğazına yapıştı. 
   Tezden büyük siyah-alaca köpeğinden sadece kuyruk, kemiren kafa ve nadir yün parçaları , kaldı. Hatta kanlı karı kurtlar yuttular. 
   Karnını doyurup , onlar Kara Tepe’ye gittiler , ve derede, temiz kar üstüne uzandılar. 
   O geceden beri onlar ayrılmadılar.Ve çevresinde bir gri belası dolaşmaya başladı. 
   Kâh orada, kâh burada, Kara Tepe’nin yakın ve uzak yerlerinde, kurtlar koyunlarını soymuşlar,  inekleri ve atları kesmişler,  develerini yok etmişler, en iyi çoban köpekleri öldürmüşler ve cezasız kaçmışlar. 
   Köyden köye bir kötü söylenti dolaşmaya başladı. 
    -Onların tam bir sürü, gri şeytanlar, tümü  tıpkı kurtadamı, insandan korkmuyorlar. Asla korkmuyorlar-işte! Onların lideri iri , buzağı boyunda, o kadar sert,  o kadar dehşetli...Adam ona kement kadar mesafede yaklaştığı zaman ,kaçmıyor bile! Onun yanına gitmek korkutucu bir şey. Sürü bir yandan saldırıyor, çobanlar oraya yetişiyorlar, kopekler onlarını kovuyorlar, ve bu arada , diğer taraftan önder koyunu sırtından götürüyor.. 
 Kurtlar bir yerde uzun zaman kalmıyorlardı. Bugün onları Kara Tepe’de gördüler , yarın on, yirmi ,otuz verst* mesafede, güneyde, doğuda. Belli ki: kurtları ayaklar besliyor. 

     Bu bölgede bozkır - tepeli , dereli, çalılar ile kaplı. Kara Tepe’sinden bakmak ne zevk: tıpkı deniz fırtınada, o yüksek surları ile kamburlaşır, tüylü sırtla kaynar. Bu tür yerlerde kurt için rahattır, çoban için zahmettir. Bir sürüye yada ağıla , görünmez şeklinde yakınlaşmak kolaydır, pusuya yatmak ve geride kalan sığırı yakalamak kolaydır. Ve gri izlemek zor , o nereden sessiz dumanlı gölge ile çıkabilir , tahmin etmek mümkün değildir. Karlı kışta görsen bile yakalamasın! Kürtünler derindir. Kurt bütüniyle gider. Kar tabakası kurdu tutar , atlı tutamaz: at, kar içine giriyor , dörthal gidemiyor, karı sürüyor. 
        Kurt delikleri defalarca bulunduğu,  büyük derede,  zehirlenmiş eti attılar ve pişman oldular. Kurtadamlar zehri kabul ederler mı, acaba? Derede, genç köy aptal-köpekler eti aldılar ve orada ebediyen kaldılar. Kurtlar donmuş köpek leşleri dokunmadılar bile. 
       Bu kış kurtlar için beşleyici oldu. Boz Yavuz , taş ağırlığıyla dolayarak , hep büyüdü ve büyüdü, ama yine de kendi et ve kan için müthiş hırsı gidermek değildi. 
        Sadece bahar aylarına onun açlığı biraz azaldı gibi ,ve onun damarlarında, kısa bir süre  için , başka bir arzu yaktı.

   Kar bozkırda eriyordu,kararıyordu. Tepelerde parçalı , kar erimiş yerler , lekeler oluşturdu, kırmızı yumuşak yapışkan toprak güründü. Boz Yavuz aşırı oynak olmuştu. Koşarken telaşlı oluyordu, anlamsız dönüyordu, yavru gibi , dişi kurt etrafında fırlatıyordu. Dişi kurt dinlenmeye yatıyordu, o ise pırıl-pırıl kar fırtınaları kaldırıp , onun yanında oynuyordu,  onun üzerine aptalca atlıyordu, onu göğüsle , pençeleriyle , burnuyla itiyordu. Dişi öfkeyle tersledi, o ise boynundan  yakalanıyordu, ve biraz tutarak, bırakıyordu.  Bazen, Boz Yavuz ona kaçmaya fırsat vermeyip, uzun zaman onu boynundan çekiyordu. O hoşnutsuz çığlık atıyordu ,ısırıyordu. 
        O, sonra o merhametleştı, ve sık-sık onu koklamaya ve yalamaya başladı. 
        Siyah Tepe’nin kuzeyinde geniş sığ tuz gölleri yatıyorlardu. Onların kıyıları tüy-çim ve sazlık ile yoğun kaplı idi. Vahşi yerlerdir –nafile değilmiş, çalılık üzerinde devamlı kuş kütlesi asılıp duruyor. Buraya, baharda, göllerin kıyılar yoğun yeşillendiği zaman , beyaz kurt Boz Yavuz'u getirdi. 
        Şimdi o ana toprağından uzak yerlerde avlanıyordu. Dişi kurt inden asla ayrılmadı, ve sazlıkta bulunduğu kuş yumurtadan besleniyordu.

       Bir keresinde Boz Yavuz ona kuzu kuyruğu getirdi , lakin dişi , her zamanki gibi, delik yanında karşılamadı. O sinirli pençelerle  toprağı tırnakladı ve dişi ,yavaş ayaklarını sürükleyerek,  gevşeklenmiş  olup,  yuvadan dışarıya  çıktı. 
        Delikten güçlü yabancı koku geliyordu . Boz Yavuz dehşetle kabardı, yuvaya öfkeli somağı itti ve dişlerle zayıf , çirkin kurt yavrusu çıkardı. 
        Dişi kurt güçsüz havlayarak , ona doğru ilerledi,  fakat ona engellemedi.  Boz Yavuz küçük kör yavrusu , şekilsiz  gri top haline gelinceye kadar, yere vuruyordu, sonra nefretle  kendi üzerinden fırlattı. 
        O, dişi kurtta döndüğü zaman, dişi, Boz Yavuz ve delik arasında yatıyordu ve ona diğer yavruları sürüldüler ve memeye dürttüler. 

        Boz Yavuz , kederli yalamayarak, bir kenara yattı. 
        Kurt dişi onunla avcılığa çıkmaya başladı , ama hala külfetli ve beceriksiz idi ve ara-sıra kendi yavrularına koşuyordu. Çoğu kez onlar sağınağa ,bayağı uğraşıp , boş dönüyorlardı , ve Boz Yavuz açgöz ile yavrulara bakıyordu, dişi ise onu yuvadan kovalayarak , ısırıyordu. 
       Erken Nisan sabahleyin , kurt yavruların gözleri artık açıldığı zaman , Boz Yavuz ve beyaz kurt göl boyunca kendi yattığı yere koşuyorlardı,  dişi ilerde, kendi geride bırakmaya  izin vermeyerek, Boz Yavuz ise bitişik , onun kuyruğunun ardından ve birden insan kokusu hissetmişler . Kuşlar, bulut gibi kendi yuvalar üzerine uçuyorlardı, atlar ayak patırtısı yapıyorlardı, çoban sopalar yere vuruyorlardı.....Etrafı sakinleşinceye dek , kurtlar sazlıkta saklandılar. Sağınağa yaklaştığı zaman , orada sadece kırık bacaklar ile bir kurt yavrusu buldular. 
        Bir kaç gün dişi kurt  ısrarla köy etrafında dolaştı, buraya insanlar, onun diğer yavrularını getirdiler. Boşuna Boz Yavuz onu geri çağırıyordu. O, onunla gitmedi ve adamlar onları gördüler. 
        Toprak kurudu ve çiçeklendi. Atlar, bahar sulu otlardan kuvvet alıyorlardı. Bir ılık mavi günde kurtlar kendi üzerinde gürültülü bir kovalamaca duydular . Hızlı atlar üzerinde uç atlı Kara Tepe’nın yanındaki büyük dereden kurtlarını kovdular. 
        Boz Yavuz ok gibi uçuyordu. Ta derede dişi kurt ondan gerisinde kaldı. Memeler henüz  sertleşmediği dolayı ,ona koşmak zordu . İlk önce Boz Yavuz ona döndü , kalçaları ısırarak , kovalarak, arkadan koştu. Dişi ona hırladı. O atlıya baktı ve sessizce , hızla ileri gitti. 
        Derenin çıkışında ,o kesin döndü, ve tıpkı keçi gibi, esnek sıçrayışla, derenin dikenli yabanı gülle kaplı, yamacına yukarıya atladı. 
    Boz Yavuz çalılıkta saklandı,  beyaz kurt ise açık alanda düz koşuyordu , ve atlılar bağırarak ,çığlıklayarak onu takip ediyorlardı. 
     Gece Boz Yavuz homurdanarak avın izlerinden yavaşça gitti. Uzak vadisinde , çiyden nemli olan çimde kurumuş kan lekesi buldu. Onu kokladı , yaladı . Burada beyaz kurt yatıyordu, onun koku burada kesildi. 
    Boz Yavuz ,kıpırdamadan , dışbükey göğüsü diklenip ,kahverengi ense kamburlaşarak , ay doğana kadar , hep otururdu ve otururdu. Ay doğan sonra, boğuk ve kederli uludu. 
        Taşlanmış gibi, Boz Yavuz vadide sabaha kadar oturuyordu. Şafak aydınlanmadan önce , kramp ile esneyerek, kalktı . Açlık onun karın soğutulmuş. 
        Bütün yaz ,o sürüleri ve köyleri korku içinde tutarak, yalnız bozkırda dolaşırdı. Gece soygunluklar sonu bilmiyorlardı, çobanlar kendi kaderini lanet ediyorlardı. Sanki, tuzlu göller yakında, Kara Tepe’nin eteğinde , ve hatta tüm çevresinde,  kahverengi kamburla, bir gri  dolaşır , ve yaz aylarında en az beş üz kuzu ve buzağı öldürdü. Onun karın dipsizmiş. 
        İki kez , atik atlarla ve çabuk köpeklerle onun peşine düştüler ,  iki kez de o kaçmaya başardı. Öyle ağır karınla , haydut hızlı ve yorulmazdı. Kurt köydeki delikanlılarını rezalet edip , kaçmak değil –uçuyordu. 
        Gün boyunca o, aşırı bataklık haline gelmiş, göllerde, karanlık yoğun sazlıkta uyuyordu, gece ise onu hiç bir şey durduramazdı-ne insanın bağırtısı, ne köpeklerin havlaması, ne de tüfek atışın gürültüsü ve ateşi. Boşuna çobanlar , gri gölgeye isabet ederek,  fişekler israf ediyorlardı,  sürüler üzerinde  kurşunlar  faydasız ıslık  çıkarıyorlardı - kurt sağ salim geri dönüyordu , ancak gece karanlığında yankı sakınleştiği zaman . 
    Yaz aylar boyunca Boz Yavuz şişmanlamış . Sıkı sert yün, kirpi dikenleri gibi onun üzerinde duruyordu, ama karın yukarıya sıkışmıştı ve dinlenme vakit bilmiyordu. 
        O atlar sürüler peşinden yürümeye alıştı. Taya süzülüyordu, onu kısa kuyruğundan kapıyordu ve böylece tutuyordu ki,  tay kıpırdamayacak haline geliyordu. Tay tüm gücüyle mücadele ediyordu:  kurt aniden onu serbest bırakıyordu ve o yere tepetaklak yuvarlanıyordu . Kurt saldırıyordu ve dişleri kurbanın boğaz üzerinde kapanıyordu. 
        Sonbahar kısa ve yağışlı geçti ve tekrar çok günlü , çok karlı fırtınalar ulumaya ve süpürmeye başladılar. 

    Soğuk açık gecesinde tepenin çıplak sırtında Boz Yavuz apansızdan büyük bir kurt sürüsü ile karşı karşıya oldu. Sürü, dikenli kar kasırga kaldırarak ona yakınlaştı ve onun etrafını aldı. Boz Yavuz sürü lideri ile burun burun oldu: ayazda buharlaşan açık çeneli iri kocaman canavar ile . 
    Ama sürü , kurbanı değil,  bu toprağın sahibi ile karşılaştığını hemen fark etti. Kalın kuyruğu sıkışıp, çömelmeyerek , Boz Yavuz öfkeyle demir dişleri birbirine vuruyordu. O, önderden  iki kez gençti, ama ondan ne büyüme ne de ağırlığından boyun eğmedi;  sürüde hiç kimsede böyle bir dik düzgün  böğrü yoktu.  
   Dişi kurtlar ilk yaklaştılar ve Boz Yavuz’u koklamaya başladılar. Dikkatlice diğer genç kurtlar yakınlaştılar.

    Sadece lidere kendi koklamaya izin vermedi,  ve öncü  de onu yakınlaştırmadı. Yabancılar katı kar kümesinin üstünde yuvarlandılar, dondurulmuş kar topaklar yuttular. Aynı böyle Boz Yavuz yaptı. Ve o öndere yakın, sürü ile gitti. 
   Sabaha doğru tipi başladı. Boz Yavuz kurt sürüsü at sürüsüne götürdü. İki yıllık kısrağı derin bir kürtüne kovaladılar ve  onu, Boz Yavuz, daha önce siyah-alacanın gibi,  kar üstüne yıktırdı.  Kurtlar her taraftan at üstüne yığılmışlar. Boz Yavuz alışkanlığına göre,  kürek kemiğinden kaptı ve omuza boğuk bir vuruştan kenara  zıpladı. Onun yanında  çeneni sırıtarak öncü duruyordu: Boz Yavuz, onun  ‘’ganimetinin’’,  ana kısmına dokundu.  
   Ancak, o  anda kavga etmeye,  hiçbir zamanı yoktu - at gövdesi  buharlaşıp yok oluyordu. Genç kurtlar karın içine kulakları kadar girdiler. Dişi kurtlar itme ve hırıltı yaparak ceseti parçalıyorlardı.  Boz Yavuz ve lider sıkı bir daire içine döndüler.  
   Son  arka ayağın üzerinde sadece onlar iki kaldılar. Diğerleri ise, saygı gösterici bir mesafeden, kafaları pençeleri üstüne koyarak, onlar nasıl eti yırtıyorlar, kütürtü ile at kemikleri kırıyorlar , izliyorlardı. Her iki, zor nefes alarak, birbirine düşmanca bakarak, tamamiyle, göze kadar kanla bulaşmış,  bir anda geri çektiler. 
   Sürünün ortasında ayrı ayrı yattılar. Dişi kurtlar Boz Yavuz’un çevresinde dolaşıyorlardı. O ise, eski önderden yeşil gözleri çekmiyordu. 
   Daha birkaç gece onlar birlikte, kafa kafaya, sürü götürdüler, ve eğer biri ileri yarım adım çıksaydı, başkası onu hemen böğür veya bacaktan kapardı.  
   Geceler açık, rüzgarsız ve aç çıktılar. Boz Yavuz’un sessiz boğazında öfke kabarıyordu.  
    Kurtlar uçurumun boyunca gittiği zaman, ayakları altından bir tavşan çıktı. Tavşan, yakalamadan önce,   en az bir versta*  kadar  kurtlarının burunları önünde koşabildi. Boz Yavuz ve eski önder bir anda onu tuttular ve ikiye yırttılar. Sürü arkalarında uzak geri kaldı. 
   Her iki hevesle parçaları yuttular ve aniden birbirine saldırdılar.Yelpaze gibi, yün parçaları ve kar topları uçuştular.  Dişlerin tıkırtılı şangırtı sessizlik içinde yankıladı.  

     İki iri kurt, arka ayakları üzerinde durup, ön ayaklarıyla birbirini tutarak, altındaki kürtünü kazarak, boğuşuyorlardı. Bir saniye için ayrıldılar. Lider hırladı, ve bu durumda durduracaktı. Ama Boz Yavuz yolunu buldu ve önderi kulağın hemen altından yakaladı – bu köpeğin usulü, böylece kurtköpekler alırlar. Büktü, ve onun üstüne girdi ve derhal yüksek ve güçlü boynunu kemirdi. Pense gibi dişlerini sıktı ve kurt boynunu kırdı. 
   Eski önder, güçsüz ağzı açarak, yandan kar üstünde yatıyordu. Sürü koşarak geldi ve aniden onu, kemiklere kadar, dağıttı. Kurt yatanı acımaz – ne yabancı, ne de kendisini. 
    Gece ve gündüz çobanlar atlarından inmediklerine rağmen, kendi sürülerini muhafaza olamazdı. Böyle korku, böyle soygunculuk Kara Tepe yakındaki sakinler henüz yaşamamışlar. Çobanların göz önünde kurtlar tüm canlıları kıydılar.

   Boz Yavuz kendi sürünü bir kışlıktan başka kışlığa, batımından şafağa kadar götürürdü. Kurtlar hızla şışmanlamışlar, ağırlanmışlar, ancak önder onları uyku için uzun zaman vermedi.  O, hatta dişi kurtları  dövüyordu ve ısırıyordu,  dişi kurtlar ise genç kurtlarını öfkeyle kovalıyorlardı. Sürü, dinlenme yerinden kalkıp, bozkır üzerinden,  sanki çiğ gibi, müthiş bir hızla gidiyordu.  
   Böyle olay vardı ki, gri çete bir adama bile saldırdı. Yalnız yolcu atlı kızakla düz ve geniş yoluyla giderdi. Böyle bir yola yaklaşmaya ve geçmeye  kurt  nadiren cesaret ederdi, özellikle, onun üzerinde bir  insan gittiği zaman. Boz Yavuz fazla tereddüt etmedi, kulakları enseye kısıp, kızak peşine düştü. 
    At dörthala koştu.  Sürü onu yakaladı ve yoldan bir kürtüne saptırdı. Kızak saplandı, at göğsüne kadar kara girdi ve gri sürü ona saldırdı.  
    Gezgin, korkudan çıldırıp, kızaktan kaydı ve derin kar üstüne kaçmaya başladı. Boz Yavuz, kızak üzerinden atladı ve kısa hafif atlayışla kaçağın ardından koştu. İki, tam yetişkin dişi kurt , hemen liderle beraber gittiler.

   Boz Yavuz, sanki oynayarak, kendini deneme yaparak, geniş bir çember attı ve adamın önünde durdu.  Dişi kurtlar bekleyerek, mahkum, çaresiz, ama henüz dokunulmaz iki ayaklı arkasından durdular. Gri ataman* ona dokunur mu? Dört ayak üzerinde adamı yıktırır mı? 
   İnsanlar  onu kurtardılar. Yakındaki tepeden uğultu ve ayak patırtısı geldi. Yolda, tiz ıslık yaparak, aşağı, vadiye doğru, dörtnal iki atlı koştu.  
   Boz Yavuz üst dudağı buruştu ve etrafına bakarak, hızlı, ve daha hızlı, karlı bakir alanı üzerinde  gitti. Sürü parçalanmış attan çekildi ve, kasırgalı  alacakaranlıklı bozkırda kayboldu. 
    Ve bir kez daha Boz Yavuz adamla açık çarpışmaya çalıştı.  
    Olay öğle vaktinde oldu.  Pek şiddetli soğuk bozkırı kavradı. Beyazımsı-mavi gökyüzü  köpüklü pus kapladı, onun içinden somurtkan güneşin kırmızı, kanlı gözü bakıyordu. Karlar çinlama sesi çıkarıyorlardı.  
   Kurtlar, kamburlaşıp, çömelmiş ve soğukta buharlanmış gibi, köye çok yakın mesafeye geldiler. Ve aniden, kenardaki kışlığından hörgüçlü deve çıktı ve sallanarak sürüye doğru gitti. Onun hörgüç arasında adam oturuyordu, tek bir adam ve başı beyazla  sarılmış – bu kadın baş örtüsü. Boz Yavuz uyanık oldu.  
Deve – at değil, ve üstündeki binici – ne koyun çobanı, ne de at çobanı. Köpekler, köyden çıkmayarak, havlıyorlardı. Sürü, kolay bir av beklentisiyle, yerden kıpırdamadı.  Ancak deve, dudaklı başını kaldırdı ve düzgün sallanan yorga ile sürüye doğru koştu. Kurtlar, birbirinin üstüne girerek, şaşırdılar ve ondan bozkıra koştular.  
   Garip bir deve! Nereye koşuyor? Neden korkmuyor? Ve binici de garip – bağırmıyor, ıslık yapmıyor, elleriyle sallanmıyor. 

     Kurtlar arkasına bakmadan kaçtılar. Boz Yavuz da koştu. Deve, yüksek sesle nefes vererek, durdu.  Yakıcı Ocak  rüzgar onun böğürdeki kirli-kahverengi uzun kıllarını karışıyordu. Kadın hareket etmeden onun hörgüç arasında oturuyordu, sadece, rüzgar ,başındaki  örtüsü  beyaz top haline savurdu.  
   Boz Yavuz’da tüm yün diklendi. O mıhlanmış gibi dururdu,ve  koklayarak, geniş alınlı sivri kulaklı somağı uzattı.  
   Özel bir şey değil... İki ayaklı onu korkutmuyor, o köydeyken, yetişir-yetişmez,  kendi ikiayakli korkutuyordu. Ve burada, açık bozkırda, o, gri,  her kesten korkunçlu.  
   Sürü dağıldı, kurtlar uzak tepelerde, parlayan soğuk sis içinde, görünüyorlardı. Boz Yavuz tek başına kaldı. Deve tekrar başını kaldırdı ve ona doğru gitti, o ise, kuyruğu düşük tutarak, sanki kar üstünde sürükleyerek, biniciyi,  köyden uzak, sürüye yakın yere çekerek,  yavaş yavaş tepelere yürüdü.  
    Deve duruyordu – kurt hemen kuyruğuna oturuyordu. Deve tırıs koştuğu zaman – kurt da ilerde tırıs koşuyordu. Aralarındaki mesafe yavaş yavaş azalmaktaydı. Boz Yavuz sabırla soğuk deneme yapıyordu.  
    Nihayet köy bir kar tepenin arkasında saklandı, sürü ise çok yakın.  
    Boz Yavuz düzeldi ve bir gün önce olduğu gibi yalnız yolcu ile, aynı şeyi yaptı: oynayarak, sıçrayışla, o köye dönüş yolu kestirerek, deve etrafında koştu. Deve,  yerinde saymaya başladı, tiz kükredi ve Boz Yavuz , bu  kükremeye, birden cesaret olan, sürü tepeden aşağı koştuğunu,  gördü.  

    Lakin başkasına dikkat etmedi: hiç ortada yokken,  deve hörgüç arasında, güneşte bir pırıltısı yapıp, ucunda yuvarlak kırpmayan göz ile, aniden, düz siyah sopa çıktı.  
   Ve bulutsuz kış gökten gök gürültüsü vurdu. Gürleyen yankı çevreleyen tepeler üzerinde sıçradı. Görünmez kurşunlu  yaban arısı kurdun kalçaya sokuldu ve tümüyle yaktı.  Boz Yavuz hayatında ilk kez ses çıkardı. Öfkeyle çığlık atarak, o kendini kalçadan ısırdı ve, hayatında daha hiç bir kez yaşamadığı gibi, takla atarak başından yuvarlandı.  
    Yerden kalkıp, üç ayak üzerinde Boz Yavuz kükreyen deveden çılgınca uzaklaştı. Donmuş insan elleri silahı yeniden doldurma yetişmedi – kurt  vadide kayboldu. Parlak-kırmızı damlaların yıpı üç pençeli izi boyunca uzandı. 
   Boz Yavuz, Kara Tepe yanındaki büyük dereye,  düşe kalka,  ulaştı ve kar üstüne düştü. Mermiyle    delen uyluk yanıyordu, sanki ateşten çıkan öksü ile dokundu. Kurt,  her bir dakika sarsılarak ve ürkü  ile kulakları diklenerek, dışarıdan ve kasık tarafından yaranı yalamaya başladı.  
   Sürü gitti ve bu yerlere, artık, gelmeyecek. İyi ki, onlar uzak oldular,  genç kurtlar onun taze kanı koklamadılar ve onu kırmızı kar üstüne yatmış halinde  görmediler, aksi takdirde, intikam alırlardı!
   Takip edenlerin de  sesi de yoktu. Tuhaf bir deve, iz peşinden gitmedi, ama Boz Yavuz diğeri korkuyordu.  O, köpeklerin havlaması ve atların ayak patırtısı bekliyordu. 
   Adamlar geciktiler, hemen koşuntu toplamadılar.  Köpekler köyden çıkmaya istemediler, onlar buzlu kar fırtınasının yaklaşımı hissettiler.  
    Ayaz azaltmadan devam etti, rüzgar arttı. Bozkır inledi. Step açıklığında, yeryüzünden gökyüzüne kadar karlı kuyruklar asıldılar.  
   Boz Yavuz yavaş yavaş kalktı. Etrafına bakarak, böğürdan, üç ayak üzerinde, bazen  kasınçla dördüncü  kıpırdatarak, o tuz göllerine, kamış çalılığa atladı.

    Üç gün durmadan çok sesli bozkır kar fırtınası uğultu yaptı, ve gün geceden farklı değildi. Üç gün Boz Yavuz karla kaplı sazlıktan çıkmadı. Kar içine gömüldü, burnu kuyruğuna dürttü ve kan onun damarlarında soğumadı, çadırı ısıtan ocaktan, kan onu daha iyi ısıttı.

    Gri zayıfladı, bir deri bir kemik haline geldi,  ama kasıktaki  yırtık eğik yara kapandı, katılaştı.                   Dördüncü gecesi o kardan çıktı ve kötü topallamaya, bozkıra gitti. Giderken o ısındı, aksama        eksildi, fakat ağrı dinlenmedi. 
   Bir hafta kadar o aç idi. Bir leş arıyordu – bulamadı.  Ancak hafta sonunda kısmet açıldı: sürüden gerisinde kalan tayla kısrağı rastladı, tayı öldürdü, yanında uzandı ve durmadan tüm gece boyunca, tıkındı. Soğukta uyuşmuş yaralı bacağı, şişmiş karın altına çekerek, hep kusuyordu ve yiyordu,  kusuyordu ve yiyordu.  
    Bir hafta daha geçti. Kurdun kalçası iyileşti ve daha az sızlandı. O hızlı koşmaya başladı ve cüretleşti.  O Kara Tepe’ye gitmeye istedi.
   Akşama doğru o büyüdüğü köye yakınlaştı ve, kulaklarından kuyruğuna kadar diklenmiş  kıllarla, tepenin sırtında durdu. Köyde deve görünmüyordu.  Ve köpekler işitilmiyor – onlar sürülerle bozkırda.  Boz Yavuz, rüzgara karşı ıslak burnu koyarak,  tanıdık yerleri ve yolları araştırmaya çıktı.

   Uzaktan hafif ve tatlı koyunların kokusu geliyordu.  Boz Yavuz dudağı buruştu. Ufukta, şafak sarımsı ışığında, atlının yüksek endamı göründü. Koyun küçük bir sürü at ayaklarında sıkışmış duruyorlardı. Çoban onları ağıla götürüyordu.  
   Kurt, höyük ve tepecikler arkasında saklanarak,  yolunu kestirmeye koştu. Her zaman olduğu gibi, gizli ve ansızın çıktı, ama çoban hemen onu gördü ve aniden bir ince, çocuksu, umutsuz, ama amirane sesiyle bağırdı. 
   Boz Yavuz birdenbire,  kuyruğa oturarak ve pençelerle karı tırnaklayarak, durdu. At üzerinde , eline göre değil,  uzun çoban sopayla,  çocuk, yeniyetme oturuyordu .  
   Oğlan! .. Kurt ondan korkmuyordu. 
   Öfkeyle dişleri göstererek, kurt , küçük çobanı  yandan geçmek için, kenara atladı ve acıklı meleme yapan ve birbirinin üstüne giren,  koyunlara yakınlaştı. Bu meleme, izdiham kurdu kızdırıyorlardı. Önünde kolay ve yağlı bir av vardı, yumuşak kemikler, bol kan. Ama çocuk  atının yanları tüm var olan gücüyle vurmaya başladı,  baş üzerinde ağır, isyankar sopayı kaldırdı ve korkusuzca  kurda doğru koştu.  
    Boz Yavuz yine istemsizce sürünün başka tarafa cevirdi. Çocuk sürekli bağırıyordu. Çocuğun bağırıştan garip bir şey kurdu eziyordu ve korkutuyordu. Kurt kaçıyordu, çocuk, koyunlara yakınlaştırmaya izin vermeyerek, onun peşinde   koşuyordu. Üzengi üstüne kalkıp, sopayla sallanarak, boğula boğula yüksek sesle bağırıyordu: 
...ok...erek!...ok...erek! 
   Kurt dişlerle tıklattı ve koşumu hızlandırdı.  
   Oğlan bir usta biniciydi ve  itaatkar atını durmadan dürtüklüyordu, sopayla dövüyordu, ama geride kaldığını görüyordu. Boz Yavuz uzaklaşıyordu, ve çocuk elini kaldırarak, tıpkı mızrak gibi, ona sopa attı. 
   Sopa, kurdun yaralı bacağına yuvarlak ucu ile dokundu ve buzlu zeminde, zıplayarak ve çınlayarak, yuvarlandı. Boz Yavuz şiddetle onu dişleri ile yakaladı ve anında ikiye böldü. Sonra döndü ve, kulakları kıstırıp, dudakları buruşup, sanki kurt sert tebessümle gülümseyip, sessizce çocuğa  doğru koştu.  Atladı ve onun kısa gocuk eteğinden çekti.  At, korkmuş bir kişnemesiyle  kenara çekildi ve çocuk, eyerden dışarı uçtu ve yere, tüylü karla kaplı buzlara, sırt ve kafa tarafından  vuruldu.  Öyle vuruldu ki, şapka başından uçup düştü ve beyaz yamaçtan yuvarlandı.     Son olarak,  çocuk,  gri köyde yaşayan günlerde, köpeklerle kavga ederek, şakak yanında yırtılmış olan, tanıdık bir kurt kulağı gördü.  
   Oğlan zaten ölmüştü, kurt, kasırga gibi, onun üzerinde geçtiği ve, uçuş zamanda, kavisli dişiyle onu yanağından söktüğü zaman.  
   Geceleyin, çocuğun cesedi aldılar, köye taşıdılar ve ocağın yanına koydular. 

    Eski büyükannesi ayaklarının dibinde oturdu.  
- Taycığım benim, -büyükanne söylerdi,- taycığım benim!.. 
   Onun, zayıf görüşlü,  kuru gözleri istenen gözyaşı dökülüp olamazdı. 
 
   En sonunda, o diyarlarda meşhur olan Hasen avcının ve onun kırmızı-beyaz tazının sırası geldi.                        Kendi köpeğini Hasen, Semipalatinsk şehrinde, ata takas yaptı. Köpeğin alnında dört ışınları ile küçücük bir beyaz dazlak görünüyordu, ve bu yüzünden sahibi ona Akkaska, derdi, - Beyaz yıldızlı, yani.  
    Akkaska hakkında geniş rivayet dolaşırdı ve herkes onu biliyordu, ve diğerleri,  o, şarkılarda kutlanan, kanjıgalı soyundan  batır* Bogembay’a ait olan, efsanevi köpeğinden, geldiğini inanıyorlar.  
    Köpek , safkan, gururlu ve ateş huylu idi. Beslenirken eti bir hırlamayla alıyordu. Kamplarda, Hasen onu zincire bağlıyordu, köpek tek sahibi yakınlaştırıyordu. Kökensiz köy köpekleri  Akkaska’dan  kaçınıyorlardı ve ona uzaktan havlanıyorlardı.  Akkaska, onlara önem vermiyordu, tembelce esneyerek, o uzun somağı uzun bacaklara koyarak, saatlerce,  pestil gibi serilmiş, karın üstüne yatıyordu.  Ve sadece avda canlandırıyordu, herhangi bir atı geride kolayca bırakıyordu, korkunçluk ve  güm diye ürüyordu. Gözleri, bir kurt gözü gibi parlıyordu, ama yeşil değil, kırmızımsı alevlerle, tıpkı sıcak kömürler.  
   Birkaç gün Hasen çobanları ile yaşadı, Boz Yavuz’un alışkanlıkları öğrenerek, onun hakkında araştırarak.  Erkekler alacıklarda gece geçirdiler. Ve geceleri boyunca, ocaklar yanında, Kurmaş’ı öldüren bir yalnız kurt hakkında sıcak tartışmalar bitmiyorlardı. Ama Hasen, kendisi için yeni , olağanüstü, bir şey duymamıştı.  
   Kurdun kuduz olduğunu demişler. Asıl da, kurt değil, sırtlan olduğunu söylemişler. O,  düşünülemez kadar açgözlü olduğunu, boşuna değil.  Hasen bu masallara inanmıyordu.  
   -Bu, bir kurt,-dedi o.-Kurdun karnını samanla doyuramazsın! 
   Çobanlar azarladılar, tehdit ettiler: 
   -Ah,eğer bizim ellerimize düşseydi!... 
   Hasen gülümsüyordu: 
   -Ne yaparsınız? Deri söküp alırsınız? 
   Tek Kurmaş babasının acı sözleri Hasena dokundu.  Oğlunun mezarında o avcıya söyledi: 
   -Sen, oğlan,  çoğu görmüş geçirmişsin...cesur, inatçı.. Gerçek, kurtadamı  tutmak kolay değildir. Ama, eğer sen onu öldürmezsen, bil – sen bana akraba değilsin, delikanlı da değilsin, kimse senden ihtiyacı olmaz, ve senin köpeğin değeri yoktur.  O zaman, bize yakınlaşma. 
   Hasen, sürek avı için çobanları toplamaya karar verdi – aksi takdirde, baş edemezdi.  Onları ikna etmeye gerek yoktu... 
   Şafakta, sürek avı öncesinde, Hasen köpeğe et vermedi; somak önünde bir kase ince ufalanmış kuru beyaz peynir çorbası  koydu. Akkaska hızla yedi ve sahibinden gözleri ayrılmadı. Zeki köpek anlıyordu:  bir büyük, önemli avlanma olacak, tehlikeli takiplerle hırpalama.  

    Hadi, Akkaska, -köpeği kulağından hafifçe çekerek, Hasen dedi, -Ya da sen onu öldüreceksin, ya da o seni, başka seçeneği yoktur. Rahmetli oğlu Kurmaş üçüncü olarak bizimle gidecek... 
   Akkaska, sabırsızlıkla  kızıl saçlı kuyruğu sallayarak, sahibin gözlerine dikkatle bakıyordu.  
   Bozkıra çıktılar, ve Hasen , köpeğe  ayakları kızdırmak ve göğüsü ısıtmak için, onun kemerleri çözdü.  Akkaska büyük atlayışla, sabah alacakaranlıkta mavimsi olan, kar üstüne koştu.  
   Hasen,  insanları bir kaç gruplara böldü ve farklı yönlere gönderdi; kendi ise,  Akkaska ile beraber, tüm rüzgara açık olan, müstakil duran,  bir tepenin zirvesine çıktı. Avcılar köy köpekleri aldılar ve yola çıktılar. Hasen, keskin taşlar arasında kalın keçe yaydı, Akkaska’nı onun üstüne koydu ve, köpeği  tasmadan tutarak, yanında, kar üstüne uzandı. 
   Akkaska sahibinin el altında sakin yatıyordu, sadece kulaklar, rüzgar gülü gibi, sürekli yan yana dönüyorlardı.  Her yerden, rüzgar tarafından dağılmış, keskin sesler ve karışık köpek havlaması, boğuk geliyorlardı. 
    Aniden Akkaska, Hasen’in eline itaat etmeden, kuşku dolu bakışla sakin vadiye bakarak, ön ayakları üzerine kalktı. Şimdi köpek, kayadan avı gözlemleyen, bir kartal gibiydi. Ama vadide hala uzun süre boş ve çıplak idi, ve köpeklerinin  havlaması ve insanlarının çığlıkları daha uzak görünüyordu.  Çırpıcılar kurdu gördüler – şüpheli, onların uzun mesafeli halkada gri görünmez yürüdü.  Akkaska  alışmamazlıkla kamburlaştı, kafayı indirdi. Tavşan yuvası dikkatını çekti, acaba?  Tazı tavşan avlamaya sever. 
    Hayır. Akkaska karıştırmadı. Köpek kurdu beklediği yerde – sakin, ıssız, karla kaplı vadide, o,  aniden sessizce ortaya çıktı. İşte o, kurnaz!  Burada kürtünler kayrak, dayanıksız – bakir alan. Taze izi boyunca at gidemez, karnına kadar kara girecek.  
Kurt yavaş yavaş, dikkatle, tırıs koştu ve Hasen, bir dakikalık  şüpheyle,köpeğe bakarak,  dudağını birazcık ısırdı. Boz Yavuz tam gücüyle idi ve uzaktan, kurt  kafası ile, taya benziyordu. Tam bir kurtadam gibi! 
   Rüzgar, kurt tarafından avcı tarafına esiyordu, ve kurt avcı ve tazı hissetmedi.  Ama Hasen, canavar atış için uygun mesafeye yakınlaşacağını umut beslemiyordu ve köpeği serbest bıraktı: ‘’ Hadi... Yakala!’’-diyerek, kendi  ise, kaya ardında bağlı duran ata koştu. 
    Boz Yavuz hemen, ilk bakıştan, kırmızı-beyaz tazının endamı ve gücünü  değerlendirdi. Ondan kaçamazsın.  Köpek, boğuk, güm diye kükremeyle, ona tepeden uçuyordu;  o, siyah-alaca köpeğinden iki kez büyük ve kayış gibiydi. Arkasında, iki taşlar arasında, tıpkı deve hörgüç arasında, bir siyah kaygın sopayla adam göründü. Bu bir sürek avı. Hadi! 
   Köpek ve kurt karlı bir yamaçta çarpıştılar ve köpek kurdu ayaktan düşürdü, ama kendisi de ayakta kalmayıp, yuvarlandı. Her ikisi de kalktılar, dişleriyle boğuştular ve kanlı ağızlarıyla, boğuk sesle nefes alarak, ayrıldılar.İş inadına bindi.     
    Birkaç kez Boz Yavuz köpeğe saldırdı ve ağır, amaçlı,  dişler darbesi karşılaşırdı. Nasıl olsa, kurt kıvrılmış, yamaçta,  köpek üzerine yükselmeye başardı ve onu, kış başında sürü lideri gibi,  kulağın altından yakaladı, ama Akkaska kurdu güçlü salladı ve kurtuldu, onun dişlerinde kırmızı yünü ve deri parçaları bırakarak. Boz Yavuz, bu tutuşum kısa sürede bitmez diye, anladı. Tepeden, zaten, dörthala atlı koşuyordu, heyecanla bağırarak:  
-Tut, dayan, canım! A-akkaska-a! 
Boz Yavuz kısa havladı ve tekrar saldırdı.  

   Köpek ve kurt tekrar dişlerle çarpıştılar, eğer karanlık olsaydı, kıvılcım görünürdü. Akkaska kendini  acımayarak ve adamın sözleri hatırlayarak, burnu kurt ağzına soktu ve canavarın alt çeneden sıkıca kaptı.  

   Şimdi onları ayırmak çare yoktu: köpek kurdun çene ısırıyordu, o ise – onun, ve kimse rakibi yıktıramazdı.
   Hasen yakınlaştı.  At arka ayakları üzerinde durup, onun altında dans ediyordu. Hasenin elleri de dans ediyorlardı. O, tüfeği attı, eyer dışarı fırladı ve, aynı zamanda, kendisi hakkında düşünmeyip,  kaya gibi sağlam kurt sırtına tüm bedeniyle yığıldı. Kürek kemiği altında ona geniş bıçağı soktu. 
Akkaska çılgınca titreyin kurt ağzından yırtık burnu kurtuldu ve uzaklaştı. Durdu-durdu ve göğsüne düştü. Onun karşısında böğür üstünde Boz Yavuz yatıyordu.  
   Avcılar yakınlaşmaya başladılar, ve bunların biri ,  kırbaçla kurdun dişleri dürtüp,  siyah-kırmızı ağzı açtı ve herkes, o ne kadar büyük olduğuna, hayret kaldı. 
-Şeytan!..-biri, uzaklaşarak, dedi. 
-Kokserek!- Hasen, Akkaska’nın yaraları inceleyerek, dedi. 
   Kurdun cesedi köye getirdiler ve Kurmaş’ın çadır yanında bıraktılar, ve burada yaşlı büyükanne, aynı Kurmaş gibi, Boz Yavuz’u, yırtık kulağından tespit etti. 
-Kokserek! – yaşlı büyükanne, elleri kaldırarak, haykırdı. – Üç kez lanetli...Senin vicdanı nerede? Kan emici, katil! 
Ve zayıf ayakla kurdun açık ağzına tekmeledi.  

                                                                                                                                                                                                   1929

 

*versta - 1067 metre

*ataman-çetebaşı

*batır - savaşçı

Көп оқылғандар