Yoldaki konuşma
Sonbahardı, bulutlar gökyüzünü tutmuştu, sanki toprağa yaklaşmayı düşünüyordular. Şiddetli kuzey rüzgarı insanların zaten yamalı elbiselerini yırtıyor, kemiklerine kadar donduruyor.
Dün Tokan’da geceledik. Üç – dört evin arsında bu en iyissiydi. Sahibi diğerlerin farklı olarak zengin sayılıyordu: ne de olsa iki sağmal ineği vardı – bu yerlerde iki sağmal ineği olan zenginlikti. Ama admın yurtası (evi) yamalarla tamir edilmişti, içeri siyah dumanla dolmuştu. Ateş için tezek kullanıyordular, onun da kokusu berbattı., dün ev sahibi dedi:
- Terslikten misafirler için evde et de yok.
Bu yüzden sabah sabah oradan ayrılmağa karar verdik. Bize kır güdük kuyruklu at ve kağşatan ve gevşek tekerli at arabası verdşler. Bu sırada pütür pütür haline gelmiş kürk giymiş Aydarbek geldi.
- Nereye gidiyorsun?
- Misafirleri Saken baylara götürmek istiyorum.
- Hay Allah, ben de kağnıyı almak istedim, pazar gidip et satmayı düşünmüştüm.
Bu aulda (köyde) tek kağnıyı aldığımız için bizim galiba özür dilememiz lazımdı. Aydarbek’i sakinleştirmek için onunla konuşmaya çalıştık.
- Et satmanın geliri az değildir galiba.
- Ah, canlarım benim, hangi gelşrden bahsediyorsunuz siz?! Şimdi kim zenginliği düşünüyor ki! Önemlisi açlıktan ölmemek.
Tokan’ın eşi uzun boylu, zayıf, siyah derili kadın. Anlaşılan biz gelmeden önce eşler kendi aralarında tartışmışlar. Kadın hırsını üç yaşlı, üstü başı kirli oğlundan çıkarıyordu, çocuğu dövüyordu, Tokan ise hiç bir şey söylemeden ağlayan çocuğa teselli olmaya çalışıyordu, çocuğu kürkünün eteğinde saklayarak sanki koruyordu. Aydarbek’in geldiğinde Tokan’ın eşi de dışarıdaydı, fırsatı kaybetmeden insanlar içinde de eşini iğnelemek istedi.
- Başkalarının eşleri iş düşünüyor, kendi karlarını düşünüyor, - kadın dedi.- benimkinin ise ağzı havada, rütbeleri düşünüyor. Keçileri ve kır kurada lagar beygirini kaybettiğinde ne yapacağına bakacağım.
Tokan başkalarının yanında onun yoksulluğuyla ilgili konuşmaları beğenemiyordu. Bu konuyu kapatması için eşine sinirli sinirli yan baktı.
Az sonra biz oradan ayrıldık. Arkamızca uzun kıllı köpek koşuyordu. Öğle zamanına daha çok vardı. Yoğun bulutların arasından bazen korkarak güneş gözüküyordu. Yolumuz ırmağın kenarındaki auldan geçiyordu. Bazı yurtalardan duman çıkıyordu. Kısa saçlı, yalınayaklı, soğuk rüzgarda üşüyen ve yordun insanlar topraktan kulübeler yapıyordular.
Bir tarafta taşlar, diğer tarafta tahtadan duvarlar duruyordu. Hemen mezarlık olduğu anlaşılıyordu. Tokan atını seyrek seyrek kamçılamaya başladı, mezarlığa yaklaştığımz da hiç kamçılamadı, atı durdurdu.
Kağnıdan indi, bize bakıp dedi:
- Siz namaz kılmayacak mısınız?
- Çok üşüdük, - cevap verdik,- gidelim!
O şaşırdı.
- Biraz duralım.
- O diz çöktü, dur okumaya başladı «auzu billah». Sesi kısık ve nezneliydi. Kurani Kerim’den bir sure okuyup, kağnıya bindi, yerinden kurtlanmaya başladı, iki dakika bir bize bakıyordu, galiba bir şey demek istiyordu.
- Sizin aulun mu mezarlığı?
- Evet, bizim.
- Bu yeni mezar kimin?
- A! Bu mezarda saygı gösterilen biri yatıyor! Muammalı muammalı Tokan dedi, bize döndü. Bu ırmağın kenarındaki aulun ismi Alşan’dır. Bizim aulumuz ismi ise – Kospak’tır. Alşan ve Kospak öz erkek kardeştiler, bir babanın çocuklarıydılar. Onların annesi Kunetay anlatıyordu: «Alşan’a hamileyken aniden güzelleşmiştim, çiçek gibi açılmıştım, iyi kalbli, uyuşkan olmuştum, eşimin tavsiyelerini dinliyordum. Galiba bu yüzden oğlum bilge bir hükumdar oldu, her kes tarafından sayılıyordu, zenginliği çok kuşaklara yeterdi». Alşan büyüdü, hiç bir konuda onun eşi yoktu. Her kesten ondan tavsiye isterdi. Benim babam bir hikaye anlatmıştı. Şimdi geçtiğimiz aulda babamın soyundan yakın olanları on iki aile yaşıyordu. Diğerleri – uzak akrabalarıydı, Alşan’ın soyu o zamanlara kadar şanlı ve saygı duyulan bir soydu. Hepsi çevik, becerikli yiğittiler. Arkadaşlarına karşı hayırlılar, cömertler. Onların arasından özellikle Uali seçiliyordu. Yaklaşık bir buçuk ay önce öldü Bu yeni mezar işte onun. Altı sene başkan oldu...Sonra karışıklık başladı, ama o şereyini kaybetmemişti. Ölene kadar hükümdarlık elindeydi...
Gecen sene seçimlerden önce beni yanına çağırıp dedi « hepimizin atalarımız aynı kişilerdi. Eğer bizler iyi geçinen, birleşik olursak hiç bir düşman bizi yenemez. Seçimler yine yaklaştı. Yeni iktidar için biz pek te hoş değiliz. Şimdi fakirler için hayır işler yapmak istiyorlar. Sende onlardan birisin. Yabancı birini seçmektense seni seçsek daha iyidir. Seninle konuşmak ta, danışmak ta daha rahat olacak. Ben seni destekleyeceğim». Saygılı bir insana itiraz etmek olmazdı, ben de onun sözlerine karşı hiç bir şey dememdim. Şimdi o öldü. Akrabaların arasında milletin yönetimini güvenebileceğimiz biri yok. Güvendiğin biri olmadıktan sonra rütbelik falanın ne önemi var ki? Tüm çabalarım boşuna...
Tokan acılı acılı derinden nefes aldı. Anlaşılan eski seneleri hatırladı, velinimeti Uali ile geçirdiği seneleri hatırladı. Tokan elli yaşlarındaydı, ama kalbinin daha genç olduğu, gerçekleşmeyen hayalleri hissediliyordu. Kendisini soyunun korucusu gibi görüyordur galiba, genç kuşağın güvenilir desteği gibi, iyi kalpli hükümdar gibi görüyor. Ben şimdi onun niye özene özene kendisini zengin gibi göstermek istediğini, büyükler gibi öksürdüğü, önemli insanmış gibi konuşmaları anlaşıldı.
Tobol ırmağının sahillerinden geçtik, Saken bayın aulna vardık. Tahtadan, yüksek çatılı evleri gördüğünde Tokan dedi:
- İşte iskeleti sarsmayan aullardan biri burasıdır. Büyüyorlar, çoğalıyorlar, hem insanlar, hem hayvanlar...
1924