Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
MAİLİN  Beyimbet, "Molla Zakirjan"

25.11.2013 1455

MAİLİN  Beyimbet, "Molla Zakirjan"

Негізгі тіл: ''Molla Zakirjan''

Бастапқы авторы: MAİLİN Beyimbet

Аударма авторы: not specified

Дата: 25.11.2013

Molla Zakirjan

 

Molla Zakirjan, vefalı yoldaşı Kaldibay’ın refakatinde her zamanki haracı toplasın diye ''Tort-Tübe'' – ''Dört Tepe'' – adı taşıyan aullara gitti.

Şu aullar zengin. Kendi camileri bile var. Her yıl molla Zakirjan oraya yolculuk yapar. Bütün evleri dolaşır, hiçbirini kaçırmaz. Bir ay sonra önünden otuz kırk baş hayvan sürüp geri dönüyor.

Kaldibay, mollanın uşağı olur gibidir. Hem akraba, hem eski arkadaş, hem de suç ortağıdırlar. Gerçi, şunlar, baş başa kalarak birbirleriyle alay etmeye, bazen birbirlerine sövmeye bile engel olmuyor. Fakat aralarında ciddi bozuşmalar olmaz. Birbirlerine olan gücenikliği ve kini saklamazlar.

Fakat herkesin yanında bambaşka davranırlar. Mollanın tavırları dindar ve rahattır; başında çalma, sırtında bol, beyaz bir kapitone kaftan, gözleri de uysalca yere indirmiş. Masum düşüncelerine dalmış molla uyuklar gibi görünüyor. Kaldibay, boyun eğerek ruhani öğütçüsünün etrafında dönerek onun hiçbir hareketini kaçırmıyor.

''Efendim,'' diye yapmacık bir şefkatle söylüyor ''Namaz zamanı geldi. Abdest alsanız, zahmet olmaz mı?''

Ve becerikli Kaldibay güğümü mollaya verip seccadeyi yayıyor, tespihi ona uzatıyor. Zakirjan, yüzünde sert, mimiksiz bir ifadeyle diz çöküyor ve siyah kitabı açıp hımhımlamaya başlıyor. Zaman zaman da:

''İa-al-la!..'' diye telâffuz ediyor.

Zakirjan'ın bu haykırışından Kaldibay her defa saygılya sarsılsır…

''Tort-Tübe'' aullarındaki her insan Zakirjan'a ve Kaldibay'a saygı duyar.

''Genç, ama kendini büsbütün Tanrıya hizmete adanmış'' diye hayran oluyorlar.

Kaldibay hakkında da:

''Beyazı siyahtan ayıramaz, ama kendisine, doğru bir adam bulmuş'' diye söylüyorlar.

Molla Zakirjan geldiğinde etrafında aksakallılar ve nüfuzlu zenginler – ''Tort-Tübe'' aullarının şişman enselileri – toplanırlar. Ona aulları ve yurtaları gezerken refakat eder, ağzının içine bakar ve genel olarak uysal maiyet gibi davranırlar.

Zakirjan coşkuyla Kutsal yazılarından aullulara ahlâki meseller okur: cennetteki bütün dini insanları, cehennemdeki günahkârları, peygamberin havarilerinin işlerini, peygamber Muhammad'ın nasihatleri hakkında konuşur.

Kaldibay:

''O, benim tatlı dillim!'' diye hayranlıkla söyler.

Molla, Allah’ın gazabını ve kıyametin yaklaşmasını konuşmaya başladığı zamanlar ise duygulanmış aksakallıların gözleri yaşarmaya, çeneleri de titremeye başlar.

Kaldibay:

''Efendim, söyleyiniz lütfen, kurban sunmanın anlamı nedir?'' diye saygıyla soruyor.

Molla:

''Bu armağanlar Allah’ın öfkesini yumuşatır, cennet kapılarını açar, kıyamet saatinde de kurtarıcı olur '' diye cevap veriyor.

''Aman! Ne kadar merhametli ve herşeye kadirdir Allah’ımız!'' diye biri söyler.

Zengin ganimetle ''Tort-Tübe'' aullarından geri döndüklerinde de molla Zakirjan ve Kaldibay bütün yol ağız kavgası ederler.

''Al kısrağım benim!''  diye ''mürid'' ısrar ediyor.

''E! Saçmalama! Hayvanlar senin değil ki! Benim! Ben hayır duasını verdim ya!''

Mollanın uzun burnunun benzi atmaya ve sivrileşmeye başlıyor. Kaldibay'ın bıyıkları diken diken oluyor, gözleri de yuvarlanıyor.

''Bu tartışılmaz bile, ne de olsa benim! Bırak Zakirjan!'' diye ürkütücü bir şekilde kükrüyor.

''Neden ki?''

''Hayır duanla ağzımı mı kapıyorsun?! Kime gerek senin bu saçmalıkların? Dualarının faydası olsaydı, insanlar kendileri hayvanlarını senin evine kadar sürerlerdi. Onun yerine kendimiz koşuşup alnımızın teriyle elde ediyoruz. Demek ki payımız da eşit. Laf buna geldiyse, bilgin olsun ki benim faydalarım daha çok!''

Mollanın yüzü pence pence kızarıyor, dudakları titriyor, öfkeden bunalmaya başlıyor. Bu anlar Kaldibay'dan pis bir it kadar nefret ediyor. Esti ya aklına bununla temas kurup her yere peşinden sürüklemek!

''Ne kadar salaksın sen be! Meşe odunu! Bu al atı rahmetli Ulbolsin'in defininden sonra verdiğim anma töreni için aldım! Kur’an’ı ben okuyordum! İstirahati ruhi için duayı da ben okuyordum! Anma duasını da ben!..''

Kaldibay dinlemiyor. Molla Zakirjan’ın ne kastettiğini çok iyi biliyor. Kaldibay, topuklarıyla ata vurup düzensiz bir halde ağır ağır yürüyen hayvanları yoğun yılkının içine sürüyor. Bir süre ses çıkarmadan yürüyorlar. Birdenbire Kaldibay'ın yüzü bulutlardan çıkmış bir güneş gibi parlamaya başlıyor.

''Hey, Zakirjan, senin vicdanın hiç yok ya! Neden çabalarımı görmezden geliyorsun? Bir o geceyi hatırlasana, a! Bir o kaç para eder, diğerini hatırlatmıyorum bile!''

Kaldibay güzel hatıralardan gözlerini kısıyor.

Duygulanmış Zakirjan:

''Eh, budala! ''diye gülüyor.

İkisinin yüzü de aniden değişiyor, sürüyü hızlıca yolda sürüyorlar, birbirlerinden memnun bir şekilde kahkahalar atıyorlar.

Kaldibay:

''Evet, o defa sen fayda gösterdin! '' diye hayran oluyor.

Biraz önceki siyah bulutlar iz bırakmadan dağılıyorlar.

Minnettar molla:

''Sen de o zaman bana iyice yardımcı oldun!'' diye alicenaplık gösteriyor.

 

* * *

 

Arçala'nın yanında Alibay'ın kışlağı bulunuyor. İlkbaharda aul yaylaya göç ettikten sonra kışlak tenhalaşıyor, sorguç otu ve yabani otlar bürüyor. Konka diye bir fakir, kışlakta bekçilik yapıyor. Eskiden kalmış bir âdete göre sapa bir yerde, ıssız bir bozkır yoluna yakın yaşıyor.

Bozca kahverengi, kırılmış boynuzlu tek ineği sürekli siyah kulübenin yanında otluyor. Konkanın karısı Kalampir, eğri sırığı arkasından sürükleyerek ineğin başına dünyadaki en kötü küfürleriyle lânetleri döküp bozkıra sürdü.

''Bütün gün boyunca evin yakınlarında ne diye sürtüyorsun be! Pis yaratık! Danayı asla otlağa bırakamazsın. Bırakırsan da bütün sütü emer. Gebersin ya!''

Döşekte uzanmış Konka tembel tembel söylüyor:

''Ağzın kurusun, pis avrat! Geberirse ne yapacağız?..''

Konkanın kızı Kaniş, ipliği tembel tembel çekiştirerek gölgeli bir yerde sıkılıyor. Parmakları iplik üzerinden alışkın bir şeklide kayıyor, ama aklı uzaklarda. Komşularını, kız arkadaşlarını, aulunu, uzun, altı aylık kış esnasında kalabalık aulun gürültülü, neşeli hayatını özlüyor. Kara gözlü, kalın dudaklı Kaniş için bütün dünyayı buzdan avucunda sıkan karakış ne kadar değerlidir! Kışın yaşıt kızlarla eğleniyorsun. Delikanlıların oynadığı oyunlara katılıyorsun.    Yazın güzel kokulu, çeşitli yeşil otları, boğucu geceleri ise yalnız Kaniş'in neyine gerek? Eğer bütün bunlarla beraber kız arkadaşları ve yaşıtları da yanında olsaydılar ya! Kara gözlü, sabahtan akşama kadar gölgede oturuyor ve düşünüp duruyor!

Sahibi de yalnız, yoksul kulübesinden bıkmıştı artık. Yayla onu ısrarla kendine doğru çekiyor. Geceleri rüyasına ipek gibi pamuk kozalarıyla kaplı göller ve taslarda parıldayan buruk kımız geliyor. Ruhu azap çekiyor, bunalıyor ve çok geçmeden özleme dayanamayıp beyaz asâyı yakalıyor ve yayan istediği yaz kulübesinin yolunu tutuyor. Kalampir, tabii ki, homurdanıyor:

''Bir kendini düşünüyorsun! Ya benimle kızım burda ne yapalım? Mezarlıkta mı nöbet tutalım? Burda gebermemizi mi istiyorsun? Birinin bizi kesmesini mi istiyorsun?!''

Karısı homurdanıyor, mırıldanıyor, ama Konka, dağ geçidinin arkasında kayboluyor. Öyle sıcakta kırk verst yürümek şaka bir şey mi! Kadın susuzluk eziyet eder, yorgunluk halsiz düşürür diye düşünüyor.

 

* * *

 

Konka yaylaya gideli beş gün geçmişti. Telâşlı ve korkuya kapılmış Kaniş ve Kalampir bütün gece göz kırpamıyorlar. Dehşet verici kâbuslar, cinler ve masalardaki perileri görür gibi oluyorlar. Cinler, metruk kışlağın yanlarında kuduruyor, iğrenç bir şekilde kahkaha ile gülüyorlar ve yabani otlar çalılıklarında birbirlerine ateş demetleri atıyorlar. Kalampir, kızının duyamayacğı kadar alçak sesle kendi kendine aklında kalmış duaların kopuk parçalarını mırıdanıyor. Büsbütün titremekle beraber Kamiş’i korkutmamak için korkusunu saklıyor.

Kaniş de uyumuyor, fakat hiç de korku yüzünden değil. Hayatını, farklı basit maceraları, arzu ettiği arkadaşı, Satpay’ın evindeki akrabalarını düşünüyor. Akşam unutulmazdı. Bütün aulun kızları ve yiğitleri toplamışlardı. Adım atamayacak kadar kalabalıktı. Hava sıcak, boğucu oldu. Lâmba donuk donuk ışıldayıp her an sönebileceğini uyarıyordu. Ter alınlarından akıyordu, fakan gençler, havluyla yüzlerini silip oyunlara devam ediyorlardı.

''Hadi, ablacığım, avucunu uzat '' diye bir kol çengi Ahmetbek Kaniş'e yaklaştı. Elinde hasır kemer vardı. O, vurmak ister gibi elini yüksekçe kaldırdı, ama aynı zamanda yüzünde gülümseme dolaşıyordu.

Kaniş oynak bir şekilde kahkaha attı.

''Acıyın bana! Sakın güçlü vurma! ''

Sonra biri:

''Yeni bir oyuna başlayalım!'' diye teklif etti.

''Nasıl bir oyun?''

''Sırayla şarkı söyleme!''

Ve dombıra[1] elden ele geçmeye başladı. Sıra Ahmetbek'e geldi. Ahmetbek, enstrümanı daha rahat, daha zarif bir şekilde tutmaya çalışıyordu. Kulaklarını çevirdi, tellerini kök etti. Öksürüverip sesini denedi. Sesi kısık bir şekilde geldi. Gençler konuşuyor, şakalaşıyorlardı. Sadece kendileriyle uğraşıyorlardı. İlgisizlikleri Kaniş’i kırdı. Şunları dinledikçe kalbi hayranlıktan hop hop ediyordu:

Aullar, bozkır gölüne göç ettiler

Âşıklar gölün yanında âşkı hayal ederler.

Sevgilim, bana randevu verdiğin anda

Gitti gönlümden hüzün de, bulutlar da.

 

Ve şimdi de Ahmetbek’i düşündükçe hem onun sesi, hem bu şarkı net bir şekilde kulağında çınlıyordu. Kaniş’e, bu şarkının hele son iki satrı tek kendinle ilgilidir gibi geliyordu…

Uzun toprak sobadaki ateş söndü. Gök, siyah yorgana sarıldı. Sayısız yıldızlar bir söne bir parlaya yanmaya başladı. Yorgun gece uykuya daldı.

Biraz sonra yoldan at toynaklarının kesikli sesleri geldi. Joldiayak kesik kesik  havladı ve hemen sustu. Boğuk bir konuşma duyuldu. Kalampir ve Kaniş kulak kabarttılar:

''Yolcular mı acaba?''

Kaniş:

''Keşke bizde geceleseler'' diye korkuyla fısıldadı.

Joldiayak yine havlamaya başladı. Yolcular yaklaştılar. Parmaklık arasından iki atlının hayal meyal siluetleri göründü. Onlardan biri:

''Hey! Evde biri var mı?'' diye seslendi.

Kalampir:

''Biz evdeyiz!'' diye sevinçle cevap verdi.

Atlılar dizginleri eyerin ön kaşına bağladılar ve attan inip kulübeye girdiler. Selâmladılar. Kalampir sordu:

''Ya siz kimsiniz?''

Biri:

''Molla Zakirjan hakkında duymuşsunuzdur herhâlde! İşte benim!'' diye cevap verdi.

Kalampir’i tarifsiz bir sevinç kapladı. Ateş yaksın, akşam yemeği yapsın diye ocağa doğru atıldı, ama misafirler, çok yorgunuz ve sadece uyumak istiyoruz diye ikram teklifini kararlılıkla reddettiler.

Çırağı yaktılar. Sahibe, sönük ışığın altında şeref yerinde eski kilimi serdi, ama yastıklar ve yorganlar olmadığı için mahcup Kalampir misafirlerinin affını diledi.

Kaldibay:

''Lütfen, hanım, merak etmeyin! Varolan her şeyden çok memnunuz'' diye kıyafetlerini çıkarmadan kilime uzandı, böğrü de Kalampir’e doğru çevirdi.

Fakir Konka'nın kulübesinin dört kişi için dar olduğu besbelliydi.

Kaldibay yatağa girerken:

''Hanım, birbirimize çok yakın yatmışız. Uykuda kendime hakim olmazsam eleştirmeyin beni sonra'' diye şaka yaptı.

Uykusuz gecelerden halsiz anne ve kızı hemen uyudular. Kaldibay, Zakirjan’ı dirsekle itti:

''Hey! Uyuyor musun?''

''Hayır.''

''O zaman sürün! Dört ayak yürü!''

''O bağırmaya başlar. Annesini de uyandırır…''

''Korkma! Allah’ın yardımıyla annesiyle bir türlü baş edebilirim.''

Molla Zakirjan başını, dua ettiği zamanlar gibi eğdi ve dört ayak yürüdü.

Kaniş:

''Hey, kim bu, kim bu? An-ne!'' diye korkuyla bir çığlık kopardı.

Kalampir uyandı, ama ne olduğunun bilincine varamadan Kaldibay onun ellerinden tutup kulübeden dışarı çıkardı.

''Sus, hanım! Sakin! Benimle gel! Konuşma var…''

Güneş yeni doğmaya başladığında Zakirjan ve Kaldibay yollarına devam ettiler. Rezil olmuş ve ölümüne korkmuş Kalampir ile Kaniş yoldaki yalnız duran kulübede tesellisiz gözyaşları akıtıyorlardı.

 

* * *


Kaldibay ve Zakirjan kasabanın bira evinde oturuyorlar. Masa şişelerle dolu. Ahbaplar kıpkırmızı oldular. Görülüyor ki çoktandır içiyorlarmış.

Kaldibay:

''Hadi, ne dersin? Beyazdan bir kadeh atalım mı?'' diye göz kırptı.

Molla gülümsedi:

''Bilmiyorum! Aula gidiyoruz ya, beyaz çok sert…''

''Korkma! Yolda uyuruz, yorgunluğumuzu alırız. Taşkın geceden sonra uyursak iyi olur…''

Kaldibay kıkır kıkır gülüyor. Molla, kadehi çekip ona yaklaştırıyor.

''Eh, budalacık! Tamam! Şimdi senden memnunum. Hadi bir tane de koy bakalım!''

Alnındaki teri silmek için molla mendilini çıkarsın diye elini cebine sokuyor, ama mendil yerine ince bağırsak gibi uzun tespihini çıkarıyor ve votkayla dolu kadehe düşürüyor. ''Özür dilerim Allah’ım!'' diye mırıldanıp molla tespihini tekrar cebine sokuyor. Ahbaplar içip birbirleriyle dünkü gecenin maceralarının detayalarını paylaşıyorlar.

Güneş battıkça hayvanlar otlaktan dönüyor, domuzlar bağırarak ağır ağır yürüyorlar. Evin yakınlarında, kırmızı çatının altında, kasabanın ortasında koyunlar, keçiler ve inekler kulaklarını asıp kâh korkudan kâh iğrentiden bir yana ürküyor. Burada, birahaneden iki üç adımlık yolda saygın molla ve onun sadık ''müridi'' suratlarıyla tâ çamura yıkılmışlar. Domuzlar diğer hayvanların aksine toz içinde yatan ahbaplardan ürkmüyor. Sadece ciddi bir tavırla çirkin suratlarını duygusuz molla Zakirjan’a sokup iğrenerek buruşturuyor  ve yollarını tutuyorlar. Tek kızıl sarı, uyuz kısrak yaklaşıp mollanın kutsal bıyıklarını yaladı…


 

1928


Көп оқылғандар