Bir adım
I
Güneşin batmasından önce beş aullular Aleke’nin ağılında toplanmıştılar.
Sonbahardı, hava soğuktu. İliklere işleyen rüzgar tüm gün boyu esiyordu, ama akşama dindi, hafif ayaz insanın yüzünü çimdikliyordu.
Aulda acelecelik vardı, etraf gürültülüydü: insanlar koşuşturuyordular, рatlar kişniyor, inekler böğürüyor, koyunlar, maryalar meliyordular. Kadınlar inekleri sağıyor, erkekler otluktan dönen sürünün arasında kendi koyunlarını arıyorlar, genç kızlar kovalarını tangırdadarak su getirmeye gidiyorlar. Bazen birileri diğerlerini lanetliyor. «Senin milletin mahvolsun!» - birileri diğerlerine diliyor; «Boynun kırılsın!» - diğeri hemen karşılığı veriyor; başka yerlerden başkalarının lanet okumaları, bedduaları, çocukların ağlamayarak: «Nine, ek-meeek!» sesleri duyuluyor. Ama her zamanki akşam koşuşmaların içinde bu bağırtılar, küfürler, ağlaöalar iz bırakmadan kayboluyor...
Ağılda buluşan bu beş kişi sanki öylesine oraya gelmişler, kalplerine çok hoş olan manzarayı seyretmeye gelmişler sanki; böyle hayat onlar için Cennet kadar güzel görünüyor, bundan fazla hiç bir şeyi hayal etmiyorlar, şimdiki hayatın ebedi, değişmez, hep böyle kalsa onlar ömür boyu yaşamdan mutlu olurdular.
Beyaz göğüsüyle asaya dayanmış, kaşlarına kadar kulaklıklı şapkasını giymiş Aleke duruyordu. Yanında yağdan (fazla kilodan) yüzü parlayan, pembe renkli derili oğlu Jumagul duruyordu, elleri cebinde, tütün çiğniyordu, kendini beğenmişler gibi her tarafa tükürüyordu.
- E, ne diyordun, ne yaptılar o adama?
- Aleke sordu. Jumagul sakkızını ağzından atıp soruya cevap verdi:
- Sarsanbey iktidar sopasını kayettiğinde, Omar’ın oğlu Sızdık acil şehire gitti, orada hükümdar ile buluştu. Orada kurdegey oturuyor, geçmişte o da devlet işçilerinden biriydi. Akram’ı hapisten çıkartmıştı, hatırlıyor musun...Şimdi ise iyi vezifede çalışıyor. Sıddık onu daha hakim olduğu zamandan tanıyormuş. Eski arkadaşlık sayesinde onun için elinden geleni yaptı...
- Demek ki, onu işten mutlaka atacaklar mı?
- Evet, öyle konuşuluyor. İşleri galiba onun adayına verecekler. Ama yürütme komitesinin sekreteri kararlılıkla itiraz ediyor bu karara. Bay oğlu diyor, olmaz...
- Kimmiş bu sekreter?
- Beysen aulundan İbray’ın oğlu.
- A,evet, tanıyorum onu...Satek’te yaşayan o aptal adam, öğretmendi, uraza bayramını (Ramazan bayrami) kutlamayı yasak etmek isteyen adam. O zaten en başından işleti karıştırıcı ve kavgacı olarak tanındı. Geldiğinde insanları birbirine düşman etti. Ey merhametli Allah, bu ne ceza?! Bu pis insan yine işlere karışmaya başladı! İbray’ın aptalları millete yöneticilik yapmayı düşünüyorsa Allah sonumuzu hayır eylesin!..
Aleke derinden nefes aldı. Galiba eski hoş günlerini hatırladı. Kendisini tüm işleri çekip çevirdiği zamanı, hakim olduğu zamanı, Ahmet’in de onun yardımcısı olduğu zamanı hatırladı.
- Ah-ah, o güzel, o altın günlerimiz geçti bitti!..
Nurgali sakince babayla oğlun konuşmaını dinliyordu. O bu aulda öğretmenlik yapıyor. Kısa boylu, eğri burunlu, esmer yiğittir. Üzerinde eski, yıpranmış palto var. Kafasında - kasket. Kasketin altından uzun, kıvırcık saçları gözüküyordu.
Öküz besleme komitesinin sekreterinin ismi Amanbay’dır. Nurgali ile eskiden tanışıyorlar. Medresede bir zamanlar beraber okumuşlar, beraber büyüyp beraber eğitim görmüşler. Evveller arkadaşlardı, hatta hemfikirlerdi. Sonra ikisi de öğretmenliye başlamışlar, uzun zaman mektuplaşmışlar. Amanbay çocukluğundan sınıfın en akıllısı, en beceriklisiydi. Her şeyi her zaman her kesten önce öğreniyordu. Nurgali’ye bir şey anlatırken konu hakkında kendi düşüncesini de hep söylerdi. Nurgali’nin gözlerinde Aamnbay öğütücüydü, önde gidenlerdendi, akıl hocasıydı.
Ama şimdi Nurgali Amanbay’dan nefret ediyor. Amanbay’ın onların arkadaşlığına ihanet ettiğini, ilişkilerini ayakları altına aldığını düşünüyor.
Geçen sene Nurgali Uskenbey’in aulunda öğretmenlik yapıyordu – bu aul o çevredeki aullardan en neşeli auldu. Burada kalpleri neşelendirmek için kızlar, bedeni neşelendirmek için kımız vardı. Bu aulda Nurgali öylesine yaşamıyordu – safa sürüyordu.
Ama birisi gizlice öküz yürütme komitesine öğretmen hakkında şikayet yazmış göndermiş – öğretmenin çocuklara okuma yazmadan çok kızlarla takıldığını, rakı içtiğini, kumar oynadığını yazmışlar...Öküz yürütme komitesinin başkanı Nurgali’yi yanına çağırmış, sertçe azarlamış, ve başka yere geçirmiş. Nurgali’nin bu kadar çok sevdiği auldan ve auldaki çekici şeylerden ayrılması lazımdı. Yeni yerde onu ne beklediğini bir tek Allah biliyordu. Nurgali ne yapacağını bilemedi, hemen eski arkadaşı Amanbay’a koştu yardım istemek için: «Yardım et...Beni yerimden ayırmayın». Amanbay ise derdiyle ilgilenip acımasının yerine dedi: «Arkadaşlık arkadaşlıkla, ama bu iştir. Bu yaptıklarının bedeli başka yere geçirmek değil, okula yakın bırakmamalılar seni!». O günder beri Nurgali eski arkadaşından nefret ediyor. Yakında Amanbay’ın kırgınlığı da tüm komünistlere ya da onlara acıyan her kese karşı yayıldı. Partiye insanların ya para için ya da sıcak yer için katılmasını düşünmeye başlamıştı. Kendisini ise gerçek milli kahraman olduğunu sanıyordu. Onun gibi yüğütler olmasaydı kazak aulları çoktan ezeli, doğma büyüme biçilerini kaybedeclerininde emindi.
Aleke başını kaldırıp açık alayla soğuktan çok üşüyüp sıkıca paltosuna sarılan öğretmene baktı, öğretmen balık avlama mevsimi zaman ıslanan rus balıkçısına benziyordu.
- Bak molla, sen galiba İbray’ın ığlu ile beraber okumuşsun? Ilişkiniz nasıl onunla?
- Evet, biz tanışıyoruz... – Nurgali eveleyip geveledi.
- Öylesine tanışıp tanışmadığınızı sormuyorum. Lazım olduğunda onu etkileye bilip bilmediğin benim için önemli.
Aleke’nın sözlerinde de, alaylı gülümsemesinde de sitem vardı, sanki: «Sen neye kadirsin ki, zavallı!» düşünüyordu.
Nurgali boşuna sıyrılmanın anlamı olmadığını anlayıp, tüm gerçeği açıp söylemeye karar verdi.
- Hayır. Biz küsüz. O beni insan yerine koymuyor. Onların hepsi kommünüst ya – hepsi şefler ya. Bize mağrurane bakıyorlar...
- Belki biraz bozuşmuzsunuz, - konuşmaya Erbos’un karıştı, - ama komünüstler öğretmenlere karşı değiller. Bu aulda okulu kim yaptırdı? Juman komünüst! Her mektubunda: «Okulun işleri nasıl gidiyor? Öğretmenler iyiler mi?» diye yazıp soruyor. Eğer komünüstler öğretmenlerle bozuşurlarsa öyle yazmazdı, sormazdı...
Erbosın şimdiye kadar kenarda durup sakince sakalaını okşuyordu. Şimdiye kadar kendi düşünceleriyle meşgüldü. Öğretmenin şimdi onuruna dokunmak ne Aleke’nin, ne onun oğlunun, ne de Nurgali’nin hoşuna gitmedi. Üçü de gözünü ona dikti.
- Bu dünyada her kes Ereke’ni tanıyor, - alaylı bir edayla Jumagul dedi.
- Eee, o şimdi devletin başında duranların çok sevdiğidir. Gözde! O bilmiyorsa kim bilebilir ki?! – Aleke de acı diliyle soktu.
Bu alaylar Erbosın’ı kızdırdı.
- Benim orda gözde olmağım ya sevildiğim önemli değil. Ne biliyorsam onu konuşuyorum, bunda büyük bir suç olmadığını düşünüyorum. Bence komünüstler öğretmenin anlattığı gibi değiller. Mesela Juman - komünüstür, ama eve geldiğinde odunla giriyor, külle çıkıyor. Hiç bir tür işten kaçmıyor. Ama görevine bak bir de! Çoğu onun gibi yapamaz. Büyük bir şey, ama hiç kimsenin önünde övünmüyor...
- Belki sen daha görmemişsin? Bazen öyle kibirli oluyor ki, insanları hiç farketmiyor bile. Ne cevap vereceksin şimdi? – Jumagul baskın yapar gibi sordu.
- Bize göre o kibirli değil, bize karşı öyle olmadı. Ama eğer bazılarını farketmiyorsa demek ki, o insanların kendi suçları var, o yüzden. Bunun için ona hiç kimse kibirli olduğunu diyemez...
- Allah seni yok etsin! Söylediğin kelimeler taş olup boğazına takılıp boğsun seni! Bir şey oldu mu hemen birbirilerine saldırıyorlar! Böyle ne elde edeceksiniz ki? Görüyoruz sizing meclislerininzi, yoksula nasıl hayır ettiklerini de görüyoruz! Hayvan verdiler mi ona? Mala – tırmık verdiler mi? Beş altı hayvanı zorla elde edenleri vergiye bağladılar o kadar, bu da meclisin hayırları! Geçen sene aul toplantısında Juman o kadar acele ediyordu ki, sanki bir gün içinde Cennet kuracağını düşünüyrdu. Peki ne yaptı? Tamam, bir okul açtı. İşte bu kadar. O da benim evim olmasaydı mekan bulamayacaktı...
- Senin evinde! – Erbosın onun sözünü kesti. – Duyan da evi bedava verdin düşünür. Karşılığında insanları soyuyorsun sen!
Aleke öfkelendi:
- Bu köpek yavrusu, bok yiyen ne saçmalıyor?! Senin para olmadan ben yaşayam mı düşünüyorsun?! Göçmeden mi geride kalacağım?! Nankörler! Onlara yapılan iyilikleri hatırlamıyorlar! Ben onlara kendi aptallarını okutmaları için ev verdim, onlar ise...
Jumagul babasının sözünü kesti. Erbosın gibilerine niye boşuna zamanın harcıyorsun ki? O kadar şerefi hakediyor mu o? Kim ki bu Erbosın?! Fazlasından fazlası var onun gibilerinden. Eskşden onlara kapının eşiğine yaklaşmalarına da izin vermiyordular. Ama şimdi baksana baya karşı çıkmağa cesareti var?! Hem de eski bayına?! Ayıp, çok ayıp! Ayıp, a-yıp!..
Kısa süren bu konuşmayı dinleyeb Nurgali kendin için sonuç yaptı: Aleke hurmetli, iyi kalpli, saygı duyulan bir adam, Ersobın ise boş gezen, layik olmayan ve nankörün teki...
Güneşin batmasıyla beraber her kes kendi evine gitti. Bayın yengesi Kulbarşa samanın üstünde, borusundan alev alev ateş çıkan semaverin yanında duruyordu. Akşamın alacakaranlığı bu genç kadın Cennet hurisi kadar güzel görünüyordu. Ya da öğretmenin gözlerinde öyleydi. Nurgali istemeyerek hayran hayran ona baktı. O bu kadını her gün görüyordu, ama onun bu kadar güzel olduğunu sanmamıştı. «Hmm...Bunu aklımdan çıkartmamalıyım», - o düşündü...
II
Jumagul’un ve Nurgali’nin şehire girdikleri zaman pazarın tam kızgın zamanıydı. Gerçi burası şehir değildi, sadece olarak büyük bir kasabaydı. Ama bu kasabadaki pazara çok insan geliyordu özellikle de yakındaki köylerden ve küçük kasabalardan ruslar ve aullardan kazaklar. Ama kazaklar ruslardan daha çoktular, hem onlarrın ticareti de daha iiyi gidiyordu. Hayvan kesiyordular ve etini satıyordular; tütün ve kumaş ticareti de yapıyordular kazaklar; rusların ve tatarların sattıkları mal ise büyük şeylerdi.
İki arabada tulum gözüküyordu. Anlaşılan yakınlıkta bulunan aulların biri kumızla gelmiş. Kadınların gözleri yaşarıyor. Çok üşümüşler, koyun postuna sımsıkı bürünmüşler. Bmyle soğukta kim kumız içmek ister ki? İnsanlar yanından geçiyorlar. Fırlak gözli ihtiyar kadın geçen her kesi durdurup:
- Ey, arkadaş, kumız var – çok iyidir! Tatlı tadı var!..diyerek ikna etmeye çalışıyor.
Pazar kaynar su gibi fıkır fıkır kaynıyor. Her kes bir şeyler almaya, bir şeyler kazanmaya, bir şeyler bulmaya çalışıyor. Kasabalarda böyle pazarlar çok az bulunuyor. Özellikle kooperatifin kötü çalıitıkları yerlerde.
Pazarın en canlı yeri içecek olan taraftır. Bir iş yaptılar mı hemen kutlamaya koşarlar.
- Magarıç,hadi! – ruslar diyorlar.
- Myagarış haydi!- kazaklar tekrar ediyorlar.
Ruslar ve kazaklar bir kaç insan beraber kağnının yanında durup içki içiyorlar. Onlara ne soğuk, ne de parıldayan kar taneleri engel oluyor. Hepsine sıcak, neşeliler, yanakları kıpkırmızı, alev alev yanıyor.
Pazarın kenarında araba duruyor, arabanın yanında iki şişe vodka (rus rakısı). Yanında da ekmek ve soğan duruyor. Orada duran adamların arasında biri özenle kesilmiş sakkallı bir kazak, zaten küçük olan gözlerini kısıyor, gülümsüyor:
- Eh, İvan, içeceğiz. Hayatta bir kez yaşıyoruz.
Kızılsakkalı İvan bir nefeste bardağı boşalttı, epri yuttu, öksürdü, kafasını sallayıp:
- Evet, evet!..Öyle...dedi
İvan etrafına baktı, sevinçli sevinçli bağırdı:
- Ey, Jumagulka...gel buraya!
Aceleyle, ayağı sürçe sürçe Jumagul’a taraf koştu. Oradakiler de içiyordular: Jumagul, Nurgali ve eski arkadaşları demirci, şehirden gelmişti. Jumagul İvan’a bir bardak dolu doldurdu, ikinci bardağı Nurgali’ye verdi.
- Hadi, şerefe, içelim!
İçtiler. Bir kadeh daha içtiler. Bir şişe bitti. Sonra bir şişe daha. Vodka iyi içiliyor. Vodka güzel akıyor. Kaç tane içtiklerini unuttular. İnsanlar oraya buraya koşuşturuyorla. Yanlarından geçenler bu sarhoşlara bakıp gülüyorlar. İmreniyorlar mı, kınıyorlar mı, ayıplıyorlar mı, onlarla alay mı ediyorlar anlamak mümkün değil. Sakallı kazak sarhoş oldu, kendiini kontöl edemiyordu artık, sarhoş sarhoş Jumagulu’ya sataşmaya başladı:
- Sen – bay oğlusun...Mırza! Nesin ki sen? Ben mırza olsaydım...Doğru mu diyorum, İvan?..
Ben mırza olsaydım ben bütün fakirleri böyle sıkıştırırdım...Başkan olurdum...Doğru mu, İvan?..İvan’a misafir giderdim...İvan! İvan, sana misafir gelirsem, bana kalaç (asma kilit biçiminde pişirilmiş küçük ekmek) verir misin?.. Sen bana kalaç verirsin, ben ise sana vodka veririm... Nasıl? Olur mu?..
Jumagul önce uysalca, sözünü kesmeden kadeh arkadaşının sayıklamalarını dinliyordu, biraz sonra sabrı tükendi. Üstelik onun kendisi de sarhoştu.
- Benim neyim mırzadır, sen mi bana akıl vereceksin! – öfkeli öfkeli o cevap verdi.
- Evet, tam ben sana akıl vereceğim!
- Sen de kim oluyordun ki?!
- Hem de bir tek seni değil – hele senin babana da akıl vereceğim!
- Diline saplam ol, kappa çeneni!
- Kapamayacağım işte!
Tartışma burada bitti, yumruklaşma başladı.
Nurgali onları birbirinden zor ayırdı. Jumagul’u arabaya taraf çekti. Sarhoş Jumagul hiç bir ley dinlemek bile istemiyordu, daha da beter kızıyordu. Nurgali de kötüydü, gözleri bulutlanmıştı, etraftaki her şey dönüyordu, ama kavgacıları ayırmaya başladıklarında Nurgali biraz ayıldı, kendine geldi, ve hemen pazarda bu kadar kalabalığın içinde bu kadar sarhoş halde kavga etmeğin en son iş olduğunu anladı.allah korusun, öküz yürütme komitesinden hiç kimse görmesin. Görürlerse vay onun haline, okuldan hemen kovarlar.
Yanlarından iki genç delikanlı geçti, güldüler, Nurgali sarhoş haliyle kim olduklarını seçemedi.
- Ah, mırza ne kadar hüzel yatıyor!
Gerçekten Jumagul sanki resim çektiriyor gibi poz vermiş: kollarını bacaklarını açmış yatıyordu, arabaya serilerek yaslanmış. Geçenlerden biri öğretmeni tanıdığında gözleri fal taşı gibi açıldı.
- Aman, Allah’ım, bu adam aulun öğretmenidir!
Nurgali aceleyle yüzünü çevirdi. Yoksa bu konuşmalar çok uzun sürecek.
- Mırza yerlerde sürünüyor – bunu belki affederler. Ama öğretmen bu halde sarhoş sarhoş pazarda sallanarak yürüyor- bu bir rezale!- diğeri dedi.
«Acaba ben o kadar sarhoş muyum? – Nurgali kendi kendine düşündü.
- Acaba gerçekten sallana sallana mı yürüyorum?» araabadan sımsıkı tutan parmaklarını çeltiğinde zor tutundu...
Jumagul ayıldı, başını kaldırdı:
- Molla, rakı getir!
At aul tarafa gidiyordu. Hepsi ya cebinde, ya koynunda rakı şişesi saklamıştılar. Arabada içmeye de karar verdiler. Jumagul kendine gelmeye başlamıştı. Önce konuştukları hiç anlaşılmıyordu, sonra bir şeyler anlamak mümkün oldu:
- Ben mırzayım. Bay oğluyun ben. Hayvanım benim çoktur. Babaö yaşlıdır, yakında geberecek. İşte o zaman tüm sürü, her şey benim olacak...İki yüz tane at. Yirmi tane özel at. Ey molla, sen beniö yağız rahvan atımı gördün mü? Mühteşem at! Başkan olsaydın üç rahvan at sürürdüm. Zil de takardım! Benim at arabamı da gördün mü? Eşimin çehizi. Peki benim karım nasıl, güzel mi? Ha, molla?! Beni bir seviyor var ya!..Kendi canı gibi seviyor! Ey, molla, cevap ver bakalım: ben başkan olduğumda yazıcım olur musun benim?
Bardaklar yoktu, şişenin boğazından içiyordular artık. Her yudumdan sonra Jumagul boğulur gibi oluyordu, tıkanıyordu, kıpkırmızı olmuştu...Aniden at durdu.
Kısa boylu, yuvarlak yüzlü bir ihtiyar at arabasına yaklaştı:
- Saygılı Jumagul, benim seninle bir işim var...
Jumagul gözlerini ona dikti. Arabadan atlamaya çalıştı, ihtiyarın üstüne saldırmak istedi, ama Nurgali bırakmadı. Jumagul da ihtiyara fırlatıp şişeyi attı. Şişe kafasından o tarafa uçtu, at arabasına değdi, paramparça oldu.
- Ah, demek ki, sen böyleymişsin! – ihtiyar dedi, arabasına oturup, atlarına vurub gitti...
Jumagul sesli kahkaha ile güldü. O an öğretmen mırzaya nefret etti. Bu aptalca gülme mi onun asabını bozuyordu, yoksa ihtiyara şişeyi atması mı sinirine dokundu.
- Niye aptallaşıyorsun? İfrit mi kesilmiş? Sakinleş, kendine gel! – o dedi.
Jumagul kafasını salladı, gözleri fal taşı gibi açıldı, dudaklarını çiğnedi – veee naaa- sıııl yüzüne tükürdüyse. Pöf! Ama öğretmen karşılığında tğkğrmedi. Belki saygı duyduğundan ya da ki korkuyordu. Hatta ne kızdı, ne de darıldı Jumagul’un yaptığı bu saygısızlığa...Kafasını bir şeyler karıştırıyordu, kendinden geçiyor gibi oluyordu...
- Bu ne demek şimdi? İn bakalım oradan! – bir ses duyuldu.
Nurgali ayıldı, gözlerini açtı. Akşam olmuştu. At sığır ahrının yanında durmuştu. Yanında da Kulbarşa duruyordu, gülümsüyor muydu, kızıyor muydu belli olmuyordu. Nurgali tüm gücünü toparlayıp ona gülümsedi. Mırza baygın halde arabadan düştü.
- Rezalet! – öfkeli öfkeli Kulbarşa deyiniyordu.
Gençlerin yurtalarından semaver sesi duyuluyordu. Nurgali oturup baya çay içti. Ama kendisi ne kadar içtiğinin, ne konuştuğunun farkında değildi. Bir tek çok içtiğini, içtiğinden de çok konuştuğunu hatırlıyor. Bazen bayın gelinine göz atıyordu, kız da tuhaf tuhaf gülümsüyordu, o gülümsediğinde Nurgali’yi anlaşılmayan titreme bürüyordu, ve daha ateşli konuşuyordu...
Kulbarşa ona şeref yerinde yatak serdi. Nurgali soyunup yattı. Kulbarşa onun kapitpne yorganı ile üstünü örttü. Gitmek istediğinde Nurgali onu çağırdı.
- Gelsene buraya!..
- Ne oldu?- ona taraf eğilerek kadınmasum masum sordu. Nurgali onun elinden yapıştı, tutup kendine taraf çekti.
- Beyim...Ayıptır... – baygınmış gibi kendini çekti. – birileri görürse?
Çok sessiz söylediği için öğretmen onu duyamadı. Bayın gelinini çaldı...
Sonra o yine ayıldı. Yurta çok karanlıktı., mezardı sanki. Birileri sanki onun yanaklarını, boğazını yalıyordu.
«Köpeğin burada ne işi var?» - kendi kendine düşündü, aniden kucağına aldığı Kulbarşa’yı hatırladı. Kulbarşa daha sıkı onu kucakladı.
- Sen bana ne yaptınız?..Rezil ettiniz beni... - kadın ateşli ateşli fısıldadı.
Ama yine de öpüşmeler, yine ateşli kucaklaşmalar başladı...
III
- Hadi öğretmen, kaç koyuyorsun?
Kayış gibi, kibrit gibi zayıf, esmer yiğit kartları karıştırarak kurnaz, oynak gözlerini Nurgali’ye dikmişti.
- Beş ruble.
- Ama beş ruble zaten senin borcun...
- Tamam, o zaman on ruble olsun.
- Hadi, parayı ver!
- Sen kartı dağıt, paralar kaçmaz.
- Hayır, hayır. Öyle olmazç borç para vermiyorum... – Kayış gibi olan yiğit öğretmenden yüzünü çevirip, onun yanındakine dedi.
- Kaç?..
Az insan toplanmamıştı, kumar oynamak için aulun en iyi yiğitleri gelmişti. Jumagul da oynuyordu.
Parası olmadığı için kenarda kalıp oynamamak öğretmen için hakaretamiz, onur kırıcıydı. Bu cimri adamdan kudurmuş köpek gibi nefret etti. Nurgali yine şansını denedi ve dedi:
- Yirmi ruble ver.
- Boş ver, canım, olmaz artık. Sen daha o otuz rubleyi vermedin.
- Maaşımı aldığımda vereceğim.
- Senin maaşının tümü zaten otuz rubledir. Sonra ne yapacaksın, şimdi istediğini nerden alıp ödeyeceksin?!
Oradaki yiğitler konuşmayı dşnleyip gülüyordular. Onlardan biri şaka olsun diye oradaki yeniyetmelere dedi:
Çocuklar, arabacıyı çağırın. Öğretmenin parası bitmiş.
Kumar oynatan Nurgali’nin gözünün önünde iki kart açtı. Kartın biri káro beyiydi.
— Şansı çıkmadı öğretmenin...Parası olsaydı şimdi «yangın çıkmıştı»... – oyunculardan biri alayla gülerek dedi.
Nurgali kızdı, çıkmak istedi, ama oyundan ayrılamıyordu. Bankomet (kartları dağıtan kişi) sekiz kart açtı, sonraki - «dokuz». O yavaşça desteden kartı çekti, biraz karta baktı ve sevinçten masaya eliyle vurdu, toz bile kalktı. «İşte ynagın çıktı»!
- Eh, öğretmen, bugün şansın yok senin! İstidatsız birisin sen, - oyuncular gürültü etmeye başladılar.
Nurgali yerinden atladı, avluya çıktı.
Havasız, boğucu, küf kokan çamur harçlı evde kaldıktan sonra temiz hava onu hemen canlandırdı. Nurgali daha rahat nefes almak için paltosunun düğmelerini açtı, biraz düşündü. Geri dönmenin anlamı yoktu. Ona borç para hiç kim vermeyecek. En akıllı iş galiba geri oyun yerine dönüp, kızlara tatlı diller dökmek, gönül eğlendirmektir. Aklına bu fikir geldiğinde Nurgali hemen Dilda’yı hatırladı, Juman’ın kardeşi. Beyaz ciltli, olgun yetişkin bir kız. Onun gülüşü, tarzlari, yürüyüşü, davranışları – yaptığı her şey diğer kızlardan, yaşıtlarından faklıdır. Bu aulda yaşamaya başladığından Nurgali onu yakından bir kez görmüştü. все отличает ее от других сверстниц. Juman’ın annebabası çok güleryüzlü, konuksever, iyi kalpli insanlardır. Tahsilli, eğitim görmüş tüm insanları oğullarının yakın arkadaşı sayıyorlar, mutlaka evlerine misafir çağırıyorlar. Geçen Cuma günü Nurgali’yi de misafir çağıröıştılar. Eskiden Nurgali kıza hiç dikkat etmemişti, ama o gün kızı yakından gördü.
Küçük, dar yeraltı barınağı tıklım tıklım doluydu. Nurgali içeri girdiğinde yüzüne ağır hava esti. Asılı lamba iyi yanmıyordu.
Kapının eşiğinde çocuklar toplanmıştılar. Öğretmeni farkettiklerinde iki yana ayrıldılar, geçmesine yol verdiler. Sobanın sağında köşede hemen genç kızlar yerlerini tuttular. Kızların yanında delikanlılar yerleştiler.
- Öğretmen geldi, - biri dedi.
Her kes ona baktı. Nurgali biraz durdu, sonra Dilda’nın karşısında oturdu.
«Avucunu koy» oyununu oynayarak eğleniyordular. Oyunun sunucuları bir kız ve bir erkek – ellerinde büktükleri kemerş zaman zaman sallaya sallaya sıranın arasından geçiyordular. Sıra Dilda’ya geldi.
- Avucunu uzat, - erkeklerden biri kıza dedi ve kıza taraf yaklaştı.
- Acıyın bana, yavaş vurun...Derim ince, patlamasın... – gilimseyerk Dilda uzun kolundan yavaşca elinn dışarıya çıkardı.
- Kim?
- Karşıdaki adam. – Dilda Nurgali’yi gösterdi.
Öpretmen gülümseyerek elini uzattı.
Kızlardan biri erkeklerin avuçlarına vuruyordu. Kalın dudaklı, düz yüzlü, zevk alarak erkeklerin ellerine vuruyordu. Hatta bir defasında Nurgali acıdan yerinden hopladı.
- Allah! Böyle devam edersek siz bizi vura vura öldüreceksiniz, - o dedi.
Büyük dudaklı kız güldü:
- Cevap verin: kim?
- Karşımda oturan insan! – aynı cevaı Nurgali de verdi.
Bir kaç kez Nurgali ve Dilda sunucuları birbirilerine gönderdiler. Ikisinin de avuçları acıdan yanıyordu. Ilk Dilda konuştu, dayanamadı. Kurnaz bakışla Nurgali’ye bakıp dedi:
- Belki başkasını söylersiniz?..
O hemen başka isim verdi. Oyun devam ediyordu.
Gençler kendi aralarında sohbet ediyordular, fısıldaşıyordular, gülüyordular, sırlaşıyordular. Ama aniden genç kız ya da evli genç kadınlardan biri nazlı nazlı dedi :
- Nasıl da çevikmiş! Bir an önce aşklarını itiraf ettiler, ama bak şimdi ne istiyorlar...
Her kes sustu.
Dilda ve Nurgali birbirilerinin karşısında oturuyordular, bir süre konuşmadılar, sustular. Ilk kız konuşmaya karar verdi:
- Siz galiba kumarbazlardan geliyorsunuz?
Nurgali biraz sarsıldı. Gözlerinin önüne káro bey geldi.
«Eğer o adam bana yirmi ruble borç verseydi, bankadaki tüm parayı kazanırdım», - kendi kendine düşündü. Bu hatırlama onun canını öyle sıktı ki, kumarbazların, bankacıların hepsine lanet okudu.
Dilda sorusuna cevap almadığı için başka soru sordu:
- Siz komünist değil misiniz?
- Siz niye bu kadar ısrarla soruyorsunuz ki?
- Öylesine, aklıma geldş, ben de sordum...Benim bildiğim kadarıyla komünist kumar oynamamlı. Benim erkek kardeşim ne kumar oynuyor, ne de içki içiyor.
- Hayırlı biri mi olmamı istiyorsunuz?
- Bence kumar oynamak, kendini kontröl edemeyecek dereceye kadar içki içmek hiç kimseye yakışmaz ve hiç kimse o tür şeyleri yapmamalı...Son kuruşunu kayetmek…bunun neyi iyi olabıilir ki?
Dilda konuşmaya devam ediyordu. Zaten çok kızmış Nurgali sinirden patlamaya hazırdı, kıza aklına gelen kifirleri edip, kapıyı çarparak kapatıp gitmek istiyordu. Ama o nedense yerinden kıpırdamadı. Uysalca, hüzünlü halde, sanki büyülenmiş gibi sessizceoturuyordu. Galiba bu kız gülümsemesiyle, sadedil sözleriyle Nurgali’nin iradesini almıştı. Kusurunu itiraf etmesini istiyor ondan? Yola gelmesini istiyor yoksa?
Nurgali’nin yüzü gittikçe somurtuk bir ifade alıyordu.
- Siz benim kardeşimi gördünüz mü?- kız sordu.
- görmedim.
- Sizin tanışmanız lazım. Benim kardeşim iyi insandır! Aula geldiğinde her kes onun yanına geliyor. Onlara tavsiye vermelerini rica ediyorlar, o da sağolsun, her zaman dikkate değer bir tavsiye eder, her şeyi açıklar, anlatır.
Dilda uzun uzun kardeşi hakkında konuştu. Kardeşi Dilda’ya okuma yazma öğretmiş. Şimdi kız hatta rusca bile biraz okuma yazma biliyor. Kardeşi her geldiğinde kız kardeşine dergiler ve gazeteler getiriyor, kız onların hepsini okuyor.
- Siz okudunuz mu? В журнале « Kadınların hak eşitliği» dergide tahsilli bir yiğidn bir kıza sevgisini itiraf edip, sonra kızı aldattığı yazmıştılar...Görülüyor, erkeklerin yeminlerinin hiç değeri yokmuş, - aniden kız gülerek dedi.
- Siz erkekler iftira atıyorsunuz. Erkeklerin hepsi yalancı değildir.
- Elbette. Ben hepsinin öyle olduğunu demiyordum. Ama çoğu öyledir. Şimdiye kadar kadınlara eskisi gibi bakıyorlar. Ama aslında erkekler kadınlardan daha çok haindirler. Hainlik, kötülük – hepsi erkeklerden geliyor.
- Siz öyle konuşuyorsunuz ki, sanki ömür boyu erkeklerden kötülük, kırgınlık gördünüz!
- Diyelim ki, ben kendim görmedim, ama erkeklerin kötülüğünü gören, yaşayan çok kadın gördüm ve onların acılarını kendi acım gibi hissediyorum.
Nurgali tartışmaya kalkışmadı. Yapmayacağından korktu. Bu yüzden hemen razı oldu:
- Evet, evet...Tabi ki siz haklısınız...
Eşiğe yakın outran erkeklerden biri şarkı söylemeye başladı:
Kemerim kötü kemer olsun, önemlisi benimdir.
Israrla «Söyle!» diyorlarsa, ben söyleyeyim
Nasıl günlerim geçiyor, sevdiğim, biliyor musun?
Ah, kaç ay oldu, yüzünü göremiyorum senin!
Gün ağarmaya başladığında her kes yavaş yavaş dağılmaya başladı. Dilda veda ederken sordu:
- Yarın bize gelecek misiniz?
- Geşeceğim, - sevinerek Nurgali cevap verdi.
- Gelin. Benim çok interesan kitaplarım, dergilerim, gazetelerim var. Beraber okuruz...
IV
Akşam zamanıydı. Çamur harçlı evler yarı karanlıktı. Amanbay ayaklarını uzatıp oturmuştu. Yanında Nurgali oturmuştu. Kenarda ise Juman duruyordu.
- Ben sizi suçlamıyorum, - Juman konuşmaya devam ediyordu. – auldaki bazı insanlar sizi aldatmışlar, kafanızı karıştırmışlar. Siz onların elinde oyuncak olmuşsunuz. Onlar hiç bir zaman kendi karanlık işlerini itiraf etmezler. Kendi işlerini yapmaya, gerçekleştirmekle uğraşıyorlar onlar. İstediklerini gerçekleştirmek için ise ellerinden geleni yapıyorlar. Onlar için şu anlık önemli olan öğretmeni alay konusu yapmaktır, sonra ise öğürleştirecekler. İşte bu yüzden size yapışıyorlar.
- Eveeett... – Amanbay derinden nefes aldı, ama susuyordu.
Juman birkaç nefes çekti, dumanı bıraktı, yine konuşmaya başladı:
- Bir taraftan, aul öğretmenleri düşüncesizlikleri ve miyoplukları yüzünden bu tür tuzaklara düşüyorlar. Bizim okulumuz kimin için yapılmış? Tüm bilgiler, öğretmenlerin çabaları niçindir? Nasıl çalışması lazım, hedefleri ne olmalı öğretmenin? Bu soruların cevaplarını öğretmenin kesin bilmesi lazım. Eğer insan niçin ve kim için çalıştığını bilmiyorsa, onun yaptığı işte hayır olmaz, onun çabaları anlamsız olur. Amaçsız bir olacak. Halbu ki öğretmenden çok şey talep olunuyor. Aulun kültürünü gençlere öğredendir öğretmen. Bizler sosyalizm istiyorsak, sosyalist ekonomi kurmak istiyorsak, ilk önce insanlara yazma okuma öğretmemiz lazım. Bu hedefi de gerçekleştirmemiz için bir yol var - okul.
- Ama bizim okullarımızın çoğu onlardan talep olunanları yapamıyorlar. Geçen sene baya bir uğraşdıktan sonra aulumuzda okul açabildik. Altı kış ayı geçti ve bu sürenin içinde çocukların bir gün olsun bile normal dersleri olmamıştır. Yerleri yoktu. Okulumuz olsun diye bayın holunu aldık. Ama yazın bayın ailesi orada kalıyorlar, bu yüzden çocukları oradan kovdu. Böyle okumak, bir şey öğrenmek mümkün değil? Auldaki insanlar artık başka tür yaşamaya başlamışlar – bilinçleri, anlayışları çoğalmış. Şimdi her kes kimin kimin dostu, kimin düşmanı olduğunu anlıyorlar. Faydalı işten aulda hiç kimse vazgeçmez. Sadece olarak yönetmeyi bilmek lazımdır. Hepimiz istesek, hepimizin gücüyle okul yapmak zor mu ki? Bu aulda yirmi tane avlu var. Onların pn beşi fakirlerin ve orta seviyede yaşayanlarındır. Eğer bu on beşi isteseler toplanır okul yapabilirler. Insanların kendilerinin merkalı olmaları lazım, önemlisi isteyip başlamaktır. Bunları yapmak ta öğretmenin elinde. Öğretmen her iyi işin başlangıçı olmalı. Öğretmen her kesin merakını uyandırmalı. Eğer bunu yapamıyorsa demek ki, o öğretmenlik işini bilmiyor, öğretmenliğe uymuyor.
Juman zıvanalı sigarasını içip bitirmek üzereydi, göz ucuyla Nurgali’ye baktı. Sanki «Acaba anlattıklarımdan bir şey anlıyor mu yoksa boşuna mı konuşuyorum bu kadar?» diye düşünüyor. Nurgali mahcubiyetten terlemişti ve canı çok sıkılmasına rağmen Juman’u dinlemeye devam ediyordu.
Amanbay Juman’nın konuşmasını devam etti:
- Ne söylersen söyle, ama genelde suç öğretmenlerdedir. Tembelleşmişler. Çoğu yeni hiç bir şey öğrenmek için çaba göstermiyor, hatta gazete almak için bile abone olmuyorlar. Şimdi, yetkililerden birileri kontrol için geldiğinde öğretmenlerin bazılarının iki rublesi bile olmuyor. Ama devlet elinden geleni yapıyor – her sene yeni kurslar yapıyorlar, davet ediyorlar, ama giden yok, her kesin bir problemi çıkıyor. Ama auldaki asıl işleri içmektir, her gün ona buna misafir gitmektir. Öğleleri de var ki geçmişi özlüyorlar. Onları Sovyet iktidarı ve onun yaptığı tedbirleri onları sinir ediyor. Sebebini sorsan kendileri bile bilmiyorlar. Mesela Nurgali, siz onu tanımıyorsunuz, ama ben onu çok iyi tanıyorum. Biz onunla beraber okuduk. Arkadaştık. Sık sık hayal ediyoruk: «Öğretmen olduğumuzda insanlara tüm doğruyu anlatırız, gerçeği gösteririz». O zamanlar o hayallaerin gerçekleşmesi mümkün değildi, ama şiödi Sovyet iktidari zamanı mümkündür. Söylesene, öğle değil mi?
Amanbay sert sert Nurgali’ye baktı, Nurgali biraz korkmuş gibiydi, yine de soruya cevap verdi:
- Evet, öyle.
- O zaman şimdiki davranışlarını nasıl açıklaya bilitsin? Altı ay içinde sen çocuklara hiç bir ley öğretmemişsin. Düşündüğün ve yaptığın tek şey Jumagul’un ve Daulbay’ın atında oraya buraya gidiyorsun...Geçen sene kendini nasıl gösterdin? Elbette bana kızıyorsun, küsüyorsun. Ama ben haklı değil miyim, sebepsiz bu kadar suölamıyorum seni? Seni kınamam için sebebim az mıdır? Söylesene? Haksız mıyım?
- Sen ona karşı baya sertsin, - Juman güldü.
- Hayır, - Nurgali itiraz etti. – Bırak konuşsun. Söylediklerinde haklıdır. Ben gerçekten kabahatliyim. Yalnız kendim yanılmadım, gençleri de yanılttım, onlara örnek olamadım. İnanın: ben her şeyi anladım. Bugün değil, ben suçumu daha iki –üç ay önce anladım. Tüm suçlarımı direk yüzüme söyleyecek iyi kalpli bir melek vardı. Beni kendi kanatları altına aldı, beni doğru yola çıkarmaya çalıştı. Daha o zaman ben çok şeyi anladım, şimdi ise, sizin konuşmanızdan sonra kesinlikle her şeyi anladım, gözlerim açıldı...Sizlere bir şey desem, inanır mısınız acaba?
Nurgali sırayla bir Juman’a, bir Amanbay’a bakıyordu.
- Söyle... Belki de inandık.
- İnanıp inanmamak hakkınız, ama şunu bilin: bugünden itibaren eski Nurgali yoktur. Ben artık yeniyim, başka Nurgali’yim. Sanki yeniden doğdum. Yemin ederim ki, bundan sonra sizinleyim...Sizinle beraber çalışacağım!
Amanbay sevinçli sevinçli yerinden kalktı, arkadaşının sırtına vurdu.
- Aferin sana, Nurgali! Öyle...Sana karşı olan umudumu kaybetmemişti!
Kapı yavaşca açıldı. İçeri Dilda girdi.
- Niye bu boğucu odada oturuyorsunuz? Dışarıda hava çok güzel! Kafanızı dinleyin biraz.
Nurgali heyecanlıydı, üstünden ağır yük atmış gibi hissediyordu kendini. Dilda’yı gördükten sonra ise sevinci daha da arttı.
- Siz beni kurtaran meleği tanıyor musunuz? – heyecanlı heyecanlı sordu.
- Tanıyoruz! – Juman gülümsedi.
- Kimmiş, kimmiş? – meraklı Amanbay sordu.
- İşte budur! – Nurgali Dilda’yı gösterdi. – benim koruyucu meleğim bu insandır. Benim hatalarımı ilk bana o dedi. Sonra gazete, dergi, kitap okumaya mecbur etti beni. Önceleri her şeyi onun için yapıyordun, sonradan kendim için de yapmaya başladım. Juman’a yazmayı, onunla konuşmayı o bana tavsiye etti. Ben ona borçluyum!
V
Yeni, kısa bir zaman önce dikilen okul. Dört pencereli geniş odası var. Sıralar birbirinin arkasınca dizilmiş. Girişin karşısında çiçeklerle çerçivelenmiş Lenin’in portresi asılı.
Çok insan toplandı: ihtiyar kadınlar ve rekekler, genç bekar kızlar, genç evli kadınlar, çocuklar – tüm aul toplandı. Nurgali dirseklerini masay dayandırmıştı, öylece gelenlere bakıyordu, sonra konuştu:
- Bugün dörd ekimdir. Büyük bayramımızdır bizim – Sovyet Kazakistan’ın yedinci yıldönümüdür. Önümüzde büyük bir kutlama daha olacak – Büyük Ekim’in on yıllığı. Bugüne kadar aulun okulunu yapıp bitirmeyi çok istiyorduk. Gençlerin coşkunluğu ve tüm aul sakinlerinin sayesinde verdiğimiz sözü tutabildik – okulun inşaatını bitirdik. Devlet de durmadan bize yardım ediyordu. Gereken her şeyi verdiler, bedava inşaatmalzemeleri ayırdılar okul için, sıralar ve okula ait başka okul gereçleri de gönderdiler. Okul inşaatına katılan, bize yardımcı olan her kese, okul meclisinin adından teşekkir ediyorum!
Çocuklar olacak tören için sıraya dizildiler «Ura!» deyip bağırdılar, sonra el çırpmaya başladılar.
Her kes konuşmaya başladı. Bazılarına öğretmenin belagatı dokundu, diğerleri ona hayrandılar, alrı ay çalıştığı okulu bırakıp kışın soğuğunda inşaat işlerini yönetmeye geldiyine gurur duyuyordular.
- Asıl yiğitmiş! Tüm işleri sonuna kadar getirdi!
Erbosın kalktı:
- Size bir şey demek istiyorum. Geçen sene bizim bayımız, o şimdi buradakilerin arasında, bu arada, benimle alay ediyordu. Ben şimdi ona Aleke’yi göstermek istiyorum, bak şimdi gör beğenmediğin o Sovyet iktidari nasıl çocuklar büyütüyor?!
Aleke kendini çekti, asaya dayandı, bir şeyler mırıldadı:
- Ne bana takılıyorsun, beni diri diri yemek mi istiyorsun?
Sonra saygılı aksakal Kıstaubay kalktı:
- Saygılı arkadaşlar! Bir zamanlar vardı, gençlere yan gözle bakıyorduk. Kızıyorduk onlara, yakınıyorduk. Dünya daüılacak diyorduk, bu gençler beceriksizler diyorduk. Ge.en sene öğretmenin bizim aula geldiğinde ben pek gamlıydım. Alesey’e bir türlü gitmem lazımdı. Giderken yolda bu öğretmenle ve bay oğlu Jumagul ile rastlaştık. Ne çayım, ne şekerim vardı o zamanlar. Ben de Jumagul’dan istedin, biraz borç para ver dedim. Bir de gördüm içki şişesini bana attı, az kala ölecektim. O anda öğretmene .ok kızdım. Onun da adam olmasına inanmamıştım. Ne mutlu ki, yanılmışım. Zaman da değişiyor. Eğer öğretmen iyiyse, öğrenci de iyi olacak, demek ki nüfus da düzelebilir, kumar oynamayı, rakı içmeyi bıraktılar. Bugün biz yeni okulu açıyoruz. Bu okulu gençler kurdu, ama gençlerin başında öğretmen duruyordu. Ben de tüm kalbimden öğretmene teşekkür ederim diyorum. Allah’tan sana bol şanslar diliyorum! Hayal ettiğin her şey gerçekleşsin.
Gençler alkışlamaya baladılar. Sonra konser düzenlendi: öğrenciler şarkı söylediler şiir okudular.
Kadınların arasında Dilda da oturuyordu. Bir şeyler anlatıyordu, konuşuyordu ordakilerle. Meraklı bir genç evli kadın kısık sesle sordu:
- Erkeja, duyduğuma göre sen bu öğretmenle evlenmeyi düşünüyorsun. Bu gerçek mi?
- Ne oldu ki? – kurnaz kurnaz Dilda güldü.
- Hiç bir şey olmadı, öylesine sordum...Bundan iyi yiğit bulamazsın.
Kulbarşa onların konuştuklarını gizlice dinliyordu. Benzi attı, bakışıyla Dilda’yı sanki yandırmak istiyordu...
Ertesi gün dersler başladı, iş çoktu. Heyecanlı, sevinçli Nurgali çocukları karşıladı, yerlerine oturttu. Kapı çaldı, içeri Dilda girdi. Gülümsedi:
- Tebrik ederim!
- Teşekkür ederim! – Nurgali cevap verdi. – Gel beraber çalışalım, biz de seni tebrik edelim.
1927