Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
MAİLİN  Beyimbet, "Kurumbay'ın Maceraları"

25.11.2013 1437

MAİLİN  Beyimbet, "Kurumbay'ın Maceraları"

Негізгі тіл: ''Kurumbay'ın Maceraları''

Бастапқы авторы: MAİLİN Beyimbet

Аударма авторы: not specified

Дата: 25.11.2013

Kurumbay’ın Maceraları

 

I

 

Kapalı bir sonbahar günüydü.

Şiddetli rüzgâr akşama aniden dindi ve bütün dünya kulağı çınlatan tuhaf bir sessizliğe dalıp sanki durdu, dondu. Ufukta güneş batıyordu. Koyu kırmızı ışınları yelpaze gibi açılıyordu. Küçük tepeler ve bayırlar aşağıda yarı karanlık ile bürünerek kararıyordu, iç karartıcı bir biçimde kapanıyordu. Sık bir sis, ıssız uçsuz bucaksız bozkırı koyu bir örtü ile örtmeye tehdit ederek kaçınılmaz bir biçimde doğudan yaklaşıyordu.

Bozkır hüzünlüydü. Issızdı. Ot soldu, bozca kahverengi oldu. Yer yer hayvanların toynakları ile çiğnetilmiş sahalar kararıyordu. Bu kederli tablolardan hüzün o kadar çöküyordu ki ruh daralıyordu. Sanki bir mucizeyi bekliyordu. İşte orada, şimdi yolun yanındaki kirli su birikintisinin sönük parladığı yerde, iki üç ay önce hoş bir koku neşreden çayırlık vardı. Şimdi ise, burada kel başta seyrek saç gibi sadece çarpılmış küçük çalılar dikilip duruyorlar. Daha dün burada bele kadar otların dalgalandığına ve gölün dalgalarının çalkalandığına inanmak zordur. Güneş batımından önce, ayaklarını zorla sürükleyerek tamamen arıklaşmış atçık, daha doğrusu kızaksız at arabasına koşulmuş kurada lagar beygir Rısbay dağ geçidine tırmandı. At arabasında iki kişi oturuyordu. Ara sıra kamçılandığı zaman kurada lagar beygir kasların gerilimi ile ileriye koşuyordu, tırısa kalmaya çalışıyordu ama bir iki an sonra gene vazifeleşmiş yürüyüşe geçiyordu. Hatta bir kere yan yürüyordu araba okları taşıyordu ve hep kin beslediği kamçıya yan bakıyordu. Üzerinde kalkar kalkmaz kurada lagar beygir adımlarını açıyordu.

Binek arabasının önünde ablak yüzlü, çekik gözlü, ince bıyıkları ile kısa ama sağlam ve kalın yapılı kara adam oturuyordu. Alt dudağı yuvarlak bir şekilde öne çıktı. Adam zaman zaman nasıbayı emmiyordu. Her zaman gibi ara sıra dizginleri çekerek ve kamçı ile sallayarak dişlerinin arasından zaman zaman sağa sola tükürüyordu, susuyordu, uzaklara bakıyordu. Sanki bir şeyi düşünüyormuş gibi. O şimdiki aulnaydı yani 5. aul sovyetinin başkanı, kıvrak ve çevik Kebekbay.

Arkasında genç, sevimli, yanakları al, yıpranmış siyah bir kaput, kasket ve silah ile bir yiğit oturuyordu. Silah yani kılıç dizlerinin üstünde duruyordu, ayakları az kaldı yerlerde sürükleniyordu. O volost milisidir. Adı Kurumbay’dır. Ama Kain volostında adı olarak “Kureke” tercih edilir.

Yolcular dağ geçidinin zirvesine çıktığı zaman ışınlar gücü kalmayıp söndü, güneş ise ufkun arkasına daldı. Zifiri karanlık yavaş yavaş kanatlarını uzatıyordu. Dağ geçidinin arkasındaki vadide aul bulunuyor. Çamur harçlı evlerin üzerinde sicim sicim yükselen duman dalgalanıyordu, yüzüyordu; köpekler havlıyordu; inekler böğürüyordu. Auldan mı yoksa otlak tarafından birdenbire bir şarkı duyuldu:

Yulaftan doru atçığım kilo alıyor.

Dünyadan aşktan kim azap çekmez?

Görüşmeye gelmediğin zaman

Hüzünde içi kan ağlıyor.

Akşam şarkısı, âşık yiğidin tatlı kederi Kurumbay’ın canı sıkıyordu. Gizli hatıralar, coşturarak ve huzuru kaçırarak göğsünde sıkışıp duruyordu: “Hatırlıyor musun? Hatırlıyor musun?”

…Evet… O zaman Kurumbay gerçekten delikanlıydı. Üstelik sıradan, bir şeyle tanınmamış, alelade aul bir haylazıydı. Kimse onu ciddiye almıyormuş gibi görünüyordu. Gerçi, bu onu pek rahatsız etmiyordu. Ama Baykubek’in küçük karısının inat etmesi onu açıkça incitiyordu.

Şu üstü başı kirli karı ise ondan sadece yüzünü çevirdi değil şunun gibi bir şey de homurdandı bile: “Bak, ne istemiş! Dünkü çocuğun gözü flörtçü olmaktadır!” Şimdi onunla buluşmak vardı. Acaba nasıl konuşurdu? Herhalde hemen arkasını oynatırdı…

O zamandan beri işten boş her dakika durmadan kadınları düşünüyordu. Ayrıca bu dakikalarda böyle tatlı düşler ona geliyordu ki geceleri ta sabahlara kadar hiç uyumayıp yandan yana döndüğü da olurdu. Kurumbay’ın telakkisine göre dünyadan kadından daha değerli ve daha önemli bir şey yoktu. Kadının sahibi olan biri her şeyin sahibidir. Kurumbay böyle düşünüyordu. Aulundan Juman fakirliğinden ve ihtiyaçtan şikâyet ederek ağladığı zaman Kurumbay kendini düşünerek şaşıyordu ve gülüyordu: Evinde karısı var, yatılabilir onunla. Daha ne istiyor?”

Milis olunca Kurumbay isteklerini gerçekleşmeye gizlice ummuyordu. Bu zamana kadar onu fark etmeyen kadınlar şimdi muhakkak ona yüz verirler ve karşısına ilk çıkanı değil zevkine göre seçebilir. Milis üniformasını giyeli beş ay oldu. Bir hayli gezdi, yıprandı. Kain volostında ziyaret etmediği bir aul kalmadı. Şirin kız ya da sevimli genç evli bayan olduğu evlerde mahsus gece için kalıyordu bile. Fakat hiç talihi yoktu. Her zaman bir şey de engel oluyordu. Ya anne olsun, kızını uyanıklıkla koruyarak bütün gece gözlerini kapamıyordu ya da teyzesi yeğenini komşularına götürüyordu. Sözün kısası, Kurumbay’ın önünde her zaman engeller çıkıyordu…

Kurumbay kendi sürekli aşk şanssızlığının hakkında keder ile düşünüyordu ve aniden başını kaldırıp dönüp baktı.

-           Güneş batımına kadar ulaşacağımızı demiştin, - gerinerek ve esneyerek dedi. – Uzakmış demek ki…

Çuval gibi kaputu düzeltti, eteği dizin altına çemredi.

-           Aslında uzak değil, bak görüyor musun şu alçak nasıl yavaş gidiyor? – Kebekbay da üzüntüden kurada lagar beygiri vurarak arık butlarını acıttı. – Fakirlik tamamen yıprattı. Önceden böyle bir ata bakmazdım bile. Duru beş yıllık bir atım vardı. Ah, nasıl bir hayvandı! Gemi azıya alıyordu, dizginleri ellerden koparıyordu!

Aulnay nasıbayı dudağının altından işaret parmağı ile çıkarıyordu, boz bir sakızı fiske ile fırlatıp attı ve tükürüp dururken Kurumbay’a güldü.

-           Acele etmeyin. Ulaşacağız. Bugün şansımız yaver gidiyormuş gibi. Galiba kısmetimiz açılır…

 

II

 

-           Kulaş canım, doldur. O kadar susandım ki suya doyamıyorum.

Nurjan kâseyi kızına itti ve çapanının düğmelerini çözdü. Ağılda çalışarak yoruldu, soluk soluğa idi, şimdi sıcak, koyu çaydan ıslandı ve terin kekre kokusu odada yayıldı. Derisi buruşmuş alnı, uzun sivri burnu ter ile kaplandı. Sakalının ve şakaklarının üzerinden koyu ince şeritler aktı.

Çayı Kulaş koyuyordu. Sahibin karısı Meruert, kocası ile kızının arasında oturuyordu ve altından kumaş parçaları dışarıya sırıtmış, altına diktirmiş içiglerde ayakları uzatıp bakır kenarı ile alacalı kâseden çınlayarak yudumluyordu. Her halde kocasını nasıl düşündüğünü ve yorgunluğuna nasıl üzüldüğünü göstermek istiyordu. Çıkmış saçlarını jaulığının altına sokup konuşmaya başladı:

-           Ah, sen biçare, neden öyle didiniyorsun? Masraflardan korkmamalıydın. Adamları tutardın, onlar da sana yardım ederdi.

Nurjan’ın keyfi olmadığı zaman karısının sözleri sadece asabını bozuyordu. Şimdi de tam bu şekilde oldu. O bağırdı:

-           Hiçbir şey anlamıyorsun, bedbaht! Ne için adamları tutalım? Üç inek, bir at, iki üç koyun, işte servetimiz. Yaza yavruların hepsi ete gider. Kerpiç için zor yettiği kadar ekiyoruz ama. Borçlarımız da başından aşkın. Elli ruble bankadan aldık ancak onları geri vermeye zamanı geliyor. Siz de burada çıplak yalınayak oturuyorsunuz…

Meruert hemen sustu, içi karardı. Şimdi kötü ruh hali ve kocasının öfkesini daha çabuk dağıtmak istiyordu. Onaylıyormuş gibi konuşmaya başladı:

-           Ne yapalım canım? İşlerimizi bilmediğimi mi düşünüyorsun? Ben sadece üzülüyorum sana ondan öyle konuşuyorum. Yaşın elliden fazla oldu. Nasıl bir işçi olur senden? Esirgedi rabbi, bir oğlumuzu vermedi, bari bir gudubeti gönderseydi, o da… Diyordum ben bu ahlaksız kıza, git babana ahırı temizlemeye yardım et, o da sırıtıyor, yerden kıpırdamaz. İşte utanacak ne var ki? Evlenirsin de işsiz oturamazsın. Orada, canım, odunlar için de koşmak, külleri çıkarmak ta zorunda kalırsın…

O da sitemli sitemli kızına baktı. Kulaş yaramaz kız çocuğu olarak büyüyordu. Bir tanesiydi o, ana babası da onu ellerin üstünde taşıyordu, özenle bakıyordu, nazlı büyütüyordu, erkek üzerine gibi üzerine titriyordu. Böylece de kaytarıcı olarak ta büyüdü. Yetişkin olunca Kulaş babasına acıyordu, hatta içinde ev işlerinde ona yardım etmeye kalkışıyordu fakat karıların ve kızların dedikodusundan utanıyordu. Onuru, gururu erkek kaba işi ile uğraşmaya izin vermiyordu ona, şöyle demeye başlar diye korkuyordu:

“İşte Nurjan fakirinin kızı kirde eşiniyor”. Ne de olsa babasının kuvvetten kesildiğini görerek, körünü öldürerek, insanların söylentilerinden boşuna korktuğunda kendini ikna ediyordu ancak iyi niyetlerini gerçekleştiremiyordu. Bu onun güçlerini aşıyordu. Ama buna karşılık ana babasını teselli etmesini, somurtkanlığını ve gailesini kolayca dağıtmasını, onları güldürmesini ve neşelendirmesini biliyordu.

Annesi oyunlarına yüksek sesle kahkaha attığı ve memnun memnun şöyle dediği de olurdu: “Tamam, göz bebeğim, çalışma. Yeter ki sağ salim ol!”

Hücredeki Joldıayak uzak mesafede duyulacak bir şekilde havlamaya başladı. Kapının arkasında bir hışırtı duyuldu. Biri duvarı kazıdı. Evdekiler kulaklarını dikti. Bir an herkes çayı unuttu. Ihlayarak, oflayıp puflayarak çamur harçlı eve ite kaka kendine yol açtılar. Kurumbay uzun kılıcı ve tüfeği sürükleyerek aynı motal peyniri ile koyun gibidir, peşinde ise çotuk gibi kalın yapılı Kebekbay.

-           Akşam şerefleriniz hayırlı olsun!

Kılıcı ve tüfeği göründe sahipler açıkça tedirgin oldular. Özellikle Meruert korktu. Geçen Sılkım’ın kızını aynen bu şekilde alındığını ve milis ile götürüldüğünü duydu. Acaba böyle bir şey mi onları bekliyor?

Beş hat fitilli lamba loşlukta hafiften yanıp sönüyordu ve misafirleri dikkatle gözden geçirmek imkânsızdı. Onlardan biri aul sovyetinin başkanı olduğunu sadece hayal meyal tahmin edilebilirdi.

Misafirler azametli ve kibar bir tavırla gelin almaya gelmiş gibi onur yerlerine geçtiler, oturdular.

-           Aulnay mı ne? Sağ salim mi?

-           Allaha şükür.

-           Peki, şu yiğit kimdir?

-           Volosttan milistir.

-           Yolunuz açık olsun! Nerden geliyorsunuz?

-           Bereke aulundan. Volost yürütme komitesi gönderdi. Listelerdeki hayvanların sayısı eksik gösterilmiş. Milis ile bizi her şeyi kontrol etmeye gönderdi.

Eşiği geçer geçmez Kurumbay Kulaş’tan gözü alamıyordu. Önce gözü işlenmiş kırmızı takiyaya yani başındaki kırmızı başlığına düştü. Sonra düz beyaz bir şeridi yani saç ayırma çizgisini gördü. Katranlı saçları düz bir biçimde taranmıştı. Bundan sonra temiz geniş alnına, kara gözlerine, küçük burnuna, ağzına, çenesine hayran hayran bakıyordu. Ama en çok onu tam gözleri hayran bıraktı.

Onlar sanki gülüyordu. Kurumbay’ın böyle gözleri hayatta gördüğü olmadı. Belki gördü ama? Hatırda kaldığına göre Jupak’ta gece kaldığı zaman kızı çay servis ediyordu. Onu gözleri peki böyle değil miydi? Oh, hayır! Onun gözleri renksizdi, ölmüş balığın gözü gibi donmuştu. Şu dağ keçisinin gözleri ile kıyaslanması mümkün müydü ki?

Kurumbay’ın kızdan gözü almaya gücü yoktu. Önceleri Kulaş ta belli etmeden merakla ona göz atıyordu. Ama onun küstah hırslı bakışı ile karşılaşınca utandı hatta çayı servis etmeye devam ederken ve görmemezlikten gelirken yüzünü biraz çevirdi.

Yatağı yapmaya zamanı gelince Meruert misafirlerden özür diledi:

-           Sahibimiz yaşlıdır. Evde çalışacak kimse yok. Kuzuları, oğlakları yazın kestik. Sonbahar zamanında değerli konaklarımıza ikram edecek te bir şey yok…

-           He… Hepsi doğrudur… Anlaşıldı, - açıkça üzülmüş aul sovyetinin başkanı zor dudaklarını oynatıyordu.

 

III

 

-           Bırakın ya! Ne oldu size? – Kulaş’ın öfkelenmiş sesi duyuldu.

Çamur harçlı evinde karanlıktı. Hafif bir ışık belli belirsiz bir şekilde sızdığı bir pencere solgun bir leke gibi görünüyor. Herkes ağır derin uykuyu uyuyordu. Her zaman gibi pirelerden kendilerini savunarak ve yandan yana dönerek Nurjan ve Meruert horulduyorlar. Köşede ana babasının başucunda Kulaş yatıyor. Az kaldı o da uykuya dalıyordu ama hemen uyandı. Biri sıcak el ile göğsünün üzerinde gezdirmiş gibi geldi ona. Bozuldu, üstüne battaniyeyi çekti.

-           Bırakın ya! Rica ediyorum sizi…

Yanında Kurumbay çömelerek oturuyordu ve sıtma nöbetine tutulmuş gibi titriyordu. Sol eli ile yere dayanıyordu, sağ eli ile dikkatle sanki çizmeye korkarak kıza dokunuyordu.

Ama eli battaniyeye değer değmez Kulaş büzülüyordu ve kendinden itiyordu onu.

-           Yeter ama…

Kurumbay’ın canı ağzına geldi. Ürperiyordu…

İzbenin her yanı zifiri karanlıktır. Yıldızlar cama göz atıyordu. Onların oynak ışığı ile bir an için karanlıktan sanki soba ortaya çıktı. Tortop olup sobanın yanında mışıl mışıl uyuyan çil kedi uyandı baygın baygın mırlamaya başladı ve Kurumbay’a yürüdü. Şaşkın yiğidin yüzüne kazaen kuyruğu ile takılarak kedi kızın battaniyesinin altına sokuluvermeye çalışıyordu ama o onu da fırlatıp attı. Kedi yumuşak bir şekilde Kurumbay’ın ayaklarına pof diye düştü. Yiğit güldü: “Nerede o istediğin, zavallı? O beni bile kendine yaklaştırmıyor”. Fakat kedi, talihsiz Kurumbay’dan farklı olarak ısrarlı çıktı. O gene kızın yatağına atıldı ve çevik bir hareketle battaniyenin altına sokuldu gene de. Kurumbay kıskanç kıskanç düşündü: “Apırmay, kediden sahiden daha kötü müyüm? Acaba gerçekten beni bu yaratıktan daha alçak mı düşünüyor” Bu düşüncülerden Kurumbay fenalaştı.

Düşüncüler deniz gibidir. Kurumbay’ın en iyi hisleri incitildi. “Ne oluyor böyle? – kırgınlık ile düşündü o. – Ben milisim ya. Bütün volost bana saygı duyuyor. Kadınları bırak, erkekler bile bana karşı çıkmaya cesaret edemiyorlar. En itaatsiz, erki sınırsız olanlar onlar bile benden titrerler. İşte Kain volostından Bıkiriya kendi soyunda yedinci nesleye dek çar ve tanrıydı. Ama hırsızlıkta karışmış olarak çıktı, o zaman Kureke yani ben demek şahsen onu yakaladım ve pis tekeyi gibi süre süre getirdim. Dürüstlük ve açık sözlü olma, ödevcil olma ve tüm kurallara uyma için övülen ben değil miyim? Farklı aul kodamanlarının, köpoğlularının, baylarının ve fesatçılarının ricalarına ve yalvarışlarına uymuyor muydum? Şefler hizmetimden memnun değil mi? O zaman… O zaman neden şu kız bana zıt gidiyor. Huyunu mu gösteriyor?”

Kurumbay öfkesine hâkim olmamak istiyordu ama bir şey onu tutuyordu: “Hiddet ve öfke ile bir yere varamazsın, düşün, onu acındırmak, ikna etmek gerekiyor”.

Ürkek ürkek kenarına yattı, başı ile yastığına dokundu ve kızarıverdi, dondu, hatta eridiğini, güneşte buz gibi çözüldüğünü sandı… “Ya rabbim! – düşündü o. – Şu karanlık odada şu kırılgan güzel kızı sarılabilseydim, öpebilseydim, okşayabilseydim onu, göğsüme bastırabilseydim ne kadar mutlu olurdum…” Bu düşünceler bütün ruhunu kapladı, iradesini felce uğrattı.

Kalbinin çarpıntısını yatıştırmaya çalışarak, nefesini tutarak duyulur duyulmaz bir sesle fısıldadı:

-           Siz galiba karanlıkta beni tanıyamadınız? Ben…

-           Neden? Tanıdım!

-           Ama biz sizinle neredeyse yaşıtlarız ki. Biz…

-           Ne olmuş yaşıtlarız ise? Övünecek şey buldunuz.

-           Yok, övünmüyorum ben… Sadece diyorum ki madem biz yaşıtlarız demek ki eğlenmek te günah değildir, gençlere yakıştığı bir şekilde…

-           Ama ben istemiyorsam…

-           Yok, siz beni gene de anlamıyorsunuz. Siz beni sıradan aul bir cahili, haylazı mı sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Ben sorumluluk gerektiren bir hizmet ediyorum. Ben kadın hak eşitliğine hiç de karşı değilim. Aksine, tam onu için mücadele ediyorum… Tam şu eşitlik için. Ben demek istiyorum ki… Demek istiyorum… - Kurumbay duraksadı. Tam olarak ne demek istediğini bir türlü aklına getiremiyordu. Mamafih, ne konuştuğunu bile anlamıyordu.

-           Yerinize gidip uyuyun, - Kulaş dedi ve duvara döndü. – Sorumluluk gerektiren bir görevdesiniz. İyi bir uykunuzu almanız gerekiyordur.

Dalga mı geçiyor, ne? “Sorumluluk gerektiren bir görevdesiniz…” Tabii ki şaka yapıyor. Madem şaka yapıyor demek ki ürperecek bir şey yok demek hareket etmek gerekiyor… Hiçbir şey demeden bir yeis ile ona sarılmak istiyordu ama Kulaş niyeti anlayıp kolunu keskin bir şekilde kaldırıverdi. Kurumbay alıştırmamış at gibi kafasını çekti: darbe tam alnına isabet etti. O aniden soğudu, sanki buz bir suyu ona dökmüşler gibi, sonra oturdu ve tamamen titreyerek şaşkın küçük düşürülmüş geri süründü.

Aulnay uyumuyormuş.

-           E-e? – sordu o. – Her şey yolunda mı?

Kurumbay, kafasına battaniyeyi çekerek, düşük bir sesle cevap verdi:

-           Hayır… Olmadı.

 

IV

 

-           Söyleyin, Nureke, hayvanlarınız nasıldır? – aulnay ertesi sabah sert sert başladı.

Nurjan’ın dar çamur harçlı evinde on kişi toplandı. Onların arasında yerli bay Karim da eski hakim Daut ta bulunuyordu.

Nurjan cevabını geciktiriyordu. Kenarda konuşmasını dinlemeye çalışan Meruert dayanamayıp kocasına yardımına koştu.

-           Aulnay kayınbiraderim, neden sahibimizi korkutuyorsun? Kendin biliyorsun ki nelerimiz var olduğunu. Bir iki inek, bir iğdiş at… Neyi öğrenmeye çalışıyorsun?

-           Hiçbir şey öğrenmeye çalışmıyorum ve kimin nesi var olduğunu da bilmiyorum. Mandıralarda dolaşma niyetim da yok. Bana ne söylerlerse onu yazacağım. Aldatırsanız da kabahati kendinizde bulun. Kontrol olunca yalan çıkar ve gizlenmiş hayvanlar hazine çıkarına haczedilecektir.

-           Doğrudur tabii ki. Ama ben bir şey gizliyor muyum ki? Sahip olduğum bir çift baş hayvan sen zaten yazmışsın. Beni çekip duracağına daha iyisi Karim’i, Daut’u sarsaydın…

-           Bay-bay, Nurjan-ay, hep el altından sokuyorsun, - eski hakem kırıldı. – Başkalar senin nene lâzım? Sen kendi hayvanlarını söyle!

-           Hâşâ, kayınbiraderim! – gene Meruert işe karıştı. – Söylenecek bir şey yok ki!

-           Nasıl yok? Peki koyunlar? Yoksa sen onları anma yemeği için saklıyorsun? Nerden çıktın sen böyle, hazineden hayvanları gizleyecek?

-           Peki, sen nereden çıktın böyle? Yoksa koyunların yok?

-           Koyunlarımı kime söyleyeceğimi kendim biliyorum.

-           Ama biz de kendimiz biliyoruz!

-           Konuşmayı bitir! Yaz: Nurjan’ın iki koyunu ve bir keçesi var.

-           O zaman şunu da yaz: Daut bayın on beş koyunu var. Önce onu yaz! – Meruert sesini yükseltti.

Eski hâkimin gözleri öfke ile fal taşı gibi açıldı.

Aulnay listesine Nurjan’ın iki koyunu ve bir keçesini yazdı.

Daut’un on beş koyununu o sanki unuttu, aklından çıktı. Mamafih onları yazdı mı yazmadı mı ne Nurjan ne Meruert tam olarak bilemiyordu. Onlar bunu sormadı bile: Daut ters bir bakış ile onları burguluyordu. Başlarına bir şey geleceğinden korkuyordular…


V


Kurumbay işlerini bitirip dönüş yoluna çıkmaya niyetlendiği zaman çamur harçlı evin yanında Kulaş ile karşılaştı. O nedense gülüyordu. Kızgın ve gece başarısızlığından öfkeli olduğuna rağmen o da karşılığında güldü.

-           Her halde bana darıldınız, değil mi?

-           Hayır, darılmadım.

-           O zaman… Neden intikam alıyorsunuz?

-           Nasıl yani... İntikam alıyorum?

-           Yüz bay koyunu fark etmiyorsunuz bizim iki taneyi ise hemen fark ettiniz. Adilane mi bu şimdi? Yiğidin şerefi bu mu dur ki? Hizmet görevi de hiç saymıyorum…

Kurumbay mahcup oldu. Pancar kesildi. Nasıl bir gaf yaptığının ancak şimdi bilincine vardı.

Auldan çıkarak Kurumbay dönüp baktı. Kulaş iki kova ve omuz sırığı ile su getirmeye için gidiyordu.

-           Ay maşallah kız! Sadece yazık ki eğitimi yok, - arkasından bakarak belirtti Kurumbay.

 

***

 

Volosttan vergi listesi gelince orada eski hâkim Daut ta varmış. Soyadının karşısında birinin eli ile “on beş koyun” diye yazılmıştı. Nurjan memnun memnun güldü:

-           Zararı yok, herkes ile birlikte hesabını görürsün…

Çayı koyarak Kulaş’ın aklına Kurumbay geldi. Gitmeden önce aniden mahcup olduğu ve kulaklara kadar kıpkırmızı olup bir şey söyleyemediği gözünün önüne geldi. Kız düşüncelerine güldü ve alçak sesle fısıldadı:

-           Gene de yiğit çıkmış! Maşallah!

Көп оқылғандар