Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
ALTINSARİN  Ibıray, "Hikayeler"

23.11.2013 2294

ALTINSARİN  Ibıray, "Hikayeler"

Негізгі тіл: ''Hikayeler''

Бастапқы авторы: ALTINSARİN Ibıray

Аударма авторы: not specified

Дата: 23.11.2013

HİKAYELER

 

SEYTKUL KIPŞAĞI

Barımta ve kıpşak[1]  görenekleri olduğu zaman Seytkul fakirlerin otuz kulübesinde yaşatmıştı. Onların iyi yaşaması ve zengin olması için iyi düşünüp taşınmıştı. Ticarette meşgul olmak için para yokmuş, başkasının hayvanlarının çalöasını ve barımta götürülerse şahane bir günde düşmanları soymuş ellerindekilerini almışlar, çünkü aksakallılar demişler: barımtacının başı sonunda yolda kalmalıdır.

Seytkul öncelikle yerleştirmesi için uygun bir yer bulmaya karar vermişti. Hepsi bunun için iyi düşünüp tartışmıştı. Nihayet Turgay bozkırlarındaki Kabırge nehri vadisinde oturmaya düşünüp tartışmıştı. Buradan Urgenç ve Kokand uzak bulunduğuna karar vermişti, yanı sıra burası başkırlardan ve kalmuklardan başka tarafta bulunur ve eğer felaket olursa onlar kipşak soyuna kadar yakın olacakmış. Bunun için burası Seytkul'un hoşuna gitmişti.

 Bir kışın eski yerde düşündükten sonra sıcak bir yazın Kabırge nehrine kadar tüm kötü giyinmiş fakirleri geçirmiş. Seytkul'un çok hırsızlık, barımta ve serserilik yapan ağabeyi olmuştu. Kardeşi ona ne kadar çok tavsiye vermiş ve konuşmuştu, Türkistanda'ki eski yerde üş-dört barakanın sahipleri ile kalmıştı.

Kabırge nehrine gelince Seytkul eline çapa alıp otuz fakire vermişti. Onlar ekinleri için yeri düzeltmeye başlamıştı. Türkistan'da gördükleri gibi nehirden hendekler içine su koyup getirmiş ve ekinleri sulamaya başlamıştı. Ekinler olurken onlar rekoltesi biçmiş ve toplamışlardı. Ekinlerin fazlası ile yakın yerleştirilmiş göçebelerle hayvancılığa değiş tokuş etmişlerdi.

 Yeni yere yerleştiği zaman Seytkul nihayet yıldan yıla ekinleri büyütmüştü. Hendek yanında çığırlarını koymuş ve ekinleri çığırlar yardımıyla sulamıştı.(o zamanda sadece buğday, arpa ve darı ekmişlerdir). Ekinlerinin fazlası ile hayvancılığa değiş tokuş etmeye devam ederek zengin olmuşlardır.

Bunu görünce farklı soylardan göçmüş fakirler Seytkul'un yanına gelmişlerdi. Yaklaşık beş- altı yıl boyunca Seytkul'un köyü dört yüz çiftliğe ulaşmıştı.

Sonunda hem Seytkul'un hem de onun etrafında toplanan insanların çiftliklerinde çok sığır varmış. Seytkul insanların arasında en saygını olmuştu. Sonra emek ve ter yardımıyla çıkarılan insanların zenginlinin düşmanlardan, hırsızlardan ve kır kurtlarından kaybetmesi hakkında düşünmeye başlamıştı. Bu amaçla Seytkul adamlarını toplamış ve onlara danışıp ya uygun bir yerde nehrin kıyısında kızılcıklı yüksek bir duvar kurmuş ya da sığırların saklanması için çobanları ve silahları korumlara koymuştu.

Onların sığırlarına göz koyan göçebeler birleştiren ve bir insanın sesini duyan bir soy olduklarını bilerek onlara saldırmak cesaret edememişlerdi.

Bu taraftan insanları koruyup ve sakın olup Seytkul satın almak için Buhara’ya ve Kokand’a sığırları sürümeğe ve orlardan kazaklar için iyi bir mal almaya tavsiye etmişti. Her yıl hasat toplanması zamanında çitle çevrili bir yerde fuara benzer bir şey gibi o pazarı düzenlemişti. Göçebe nüfus bu zamanında yün ve deri eşyaları getirmek için buna alışmışlar, ya da yetiştiricileri ekmek ve ürünleri paylaşmak için ihraç etmişlerdi. Böylece, bir yandan ticaretten, diğer taraftan tarımdan, Seytkul köyü zengin olmuştu.

Seytkul’un hırsızlıktan ve başka bir hayvan soygundan zengin olmak bekleyen ağabeyi Konrat etrafında bilinmeyen bir kişi tarafından yakalanmış ve öldürülmüştü. Türkistan Emiri hırsıza ait olan sığırları ele geçirilmiş ve ailesi soymuştu. Seytkul ağabeyin ailesini bir kaç yıl boyunca aramış, onların bulduğunu ve köyüne getirdiğini demişlerdi.

Seytkul saygın Sultan Tiley Seydalin’a göre 1830 yılında ölmüştü.

Tarım için soydaşları alıştıran bu olağanüstü adamın tavsiyesi üzerine şimdiye kadar bir çok kişi Kabırgi nehri akışını üzerine otururlar.

Fakirleşmiş ve Turgay bozkırında iş bulamamış insanlar ekmek ekincileri haline gelmişlerdi, ve iş yaparak tembel değilse birkaç yıl içinde diğer insanlar gibi eşit refah olmuştu.

 

ÇADIR VE HANE

1876 yılında bir yargıç olarak görev yaparken benim yanıma birbirleriyle kavga edenler iki arkadaş şikayet ile gelmişlerdi. Birisi mişarmış, diğeri de kazakmış. İkisi de çok iyi ustamışlardı. Kazaklar için kulübe ve ahşap haneler kurmuşlardı. İyi kazanmışlardı.

Aşağıdaki olarak kavga nedeni olmuş:. Mişar bir gün söylemiş 

       Bize bir hane korumak için gerekiyor, çünkü kışın soğuk olacağız.

Kazak buna itiraz etmiş

               Hayır küçük bir çadır yapmak gerekiyor. Hem kışın hem de yazın uygun olur. Eğer bir kişi bizi çalışmaya davet ederse ya biz kabul edersek, kışın ve yazın çadır bizimle çok kolay taşıyabiliriz.

               Ah senin çadırın lanet olsun! Ne gündüz ne gece o sıcak tutmaz, biz üşüteceğiz: - şiddetle mişar itiraz etmiş.

               Taşınamaz ahşap hanen, lanet olsun, - memnuniyetsizlik ifade ederek kazak demiş.

Böylece biri bir çadır ve diğeri ahşap haneyi överek birbirleriyle kavga etmişlerdi. Nihayet kim haklı karar vermesi için yargıça gitmişlerdi.. Bunun üzerine ve bana gelmişlerdi.

Her ikisi de saf, çalışkan ve iyi huylu olarak tanıyordum. Ne olduğunu öğrendikten sonra, diye sordum.

-           Ne kadar bir ay içinde kazanırsınız?  

             Kırk-elli ruble ikimiz kazanırız. – onlar cevap vermişler.

             Bir hane ve yurt hepsi toplam ne kadar?

             İkimiz için küçük bir yeraltı sığınağı ve küçük bir çadır yeterlidir, Onların fiyatı aşarı yukarı otuz ruble olacak. Onları kendimiz yapacağız – cevap vermişler.

             Bundan önce nerede yaşadınız?

             İnsanlar yaylaya gittiği zaman, biz yazın on-on beş ruble için bir çadır kiraladık. Ya kışın bir kimsede yaşadık. Eğer ayrı bir daire sahip olmak istersek biz bunun için de para verdik. O zaman ben onlara söyledim:

       İkiniz de haklısınız. Çadır geçişleri için uygundur. Yazın insanlar yaylaya giderken, ya siz kışlamalarda kaldığınız veya yerden bir yere geçtiğiniz zaman, geçişleriniz için küçük bir çadır uygundur. Yazın çadır içinde siz üşümezsiniz, hem de hava ahşap bir evden daha iyidir. Bunun için kazak kendine küçük bir çadır yap. Kışın kazaklar hanelerin inşaati için ısmarlamalar yapmazlar. Şu anda hanede çeşitli küçük işlerin uygulanması yaparsınız ve çok zaman dışarda bulursunuz. Açık havada tüm gün çalışanlar adamlar ertesi gün işlere hazır olmak için gece sıcak bir yerde bulunmak gerekir, bunun için sen mişar kendine bir sığınak yap. Böylece siz ikiniz yazın küçük bir çadırta ve kışın bir sığınakta yaşarsınız. Aynı zamanda insanlara her yıl kira ödemezsiniz ve kaydedilmiş para ile kendinize bir yurt ve bir sığınak yapacaksınız. Bence böyle çok faydalıdır.

Onların her biri kendi lehine kararı yapıldığını ve haklı olduğunu kanimiş.

Benim yanımdan gittikleri zaman birisi bir çadır satın alacağını ve diğeri kendine bir sığınak yapacağını demişlerdi.

      Siz beraber yoksa kendi kendine mi bir sığınağı yapacaksınız?

Buna kazak cevap vermiş:

        Mişar kendine bir hane yapsın, ben ise bir çadır bulayım.

O zaman daha önce söylenenlere ben eklendim.

        Sen mişar, yaz gelirken bu kazakın çadırında yaşa, bunun için çadırın yarı fiyatını ona öde. Ya sen kazak, kış geldiği zaman mişarın sıcak bir sığınağın içinde yaşa, bunun için sığınak onunla beraber yap.

Her ikisi de her haklı olduğunu inanarak, bana bir kez daha teşekkür ederek gitmişlerdir.

 

HAYVANLARIN TARTIŞMASI

Deve, at, inek, koyun, köpek, horoz, tavuk, fare ve başka hayvanlar bir gün tartışmaya başlamışlardı. Hangi adından insanlar yıl sayması[2] başlamalıdır.

                Bir kişi bana oturup giderse, o zaman uzak mesafe yakındır.at demiş. İnsanlar gücümü kullanırlar, süt içerler, hatta saçımdan kementler yaparlar. İnsanlar için benden daha bir yararlı hayvan yoktur. Yıl sayması benim adım ile başlamalıdır.

                İnsanlara iş yaparsan, bunun için yulaf, arpa ve saman yersin, ve yemek için onun kölesi oldun. – deve demiş. Ya ben ise senin kaldıramadığın ağırlık taşıyabilirim, birkaç ay yolunda bulabilirim. Ben aç olduğum zaman yulaf ve arpa ihtiyacım yoktur, yoluma gelen her şeyi yerim, tüy çim varsa bunu yerim, adaçayı varsa onu yerim. Su varsa bunu içerim, su yoksa uzum zaman susuzluk dayanabilirim. Bunun için yıl sayması benim adım ile başlamalıdır.

— Ben adama toprak sürerim, o benim sütüm içer, sütten kurt[3] yapar tepeyağı çalkalar, - inek demiş.

                Benim olmasaydı, kazak yurtu ne ile kaplayacaktı. Benim tüyümden adam keçe halıları yapar, kementler örür, iplik bükür, jabagiden[4] kendine kiyafetler dikir, - koyun demiş.

                Benim olmasaydı, sizlerden birçok hırsızlar çalacak veya kurtlar parçalayacaktı. Hepinizi ben korurum, eğer düşman çıkarsa yüksek sesle havlamaya başlayıp sahibi birdiririm, - köpek söylemiş.

                Bizim olmasaydı, adam işe sabah erken kalkmazdı, - tavuk demiş.  Horoz erken kalkınca ötmeğe başlayıp tan attığını bildirir. Gece zamanında yatağa gitmek için vakit olduğunu birdirerek ötmeye başlar, başka şekilde adam uyuyabilir ve işe geç kalabilir. Akşam dinlenmek için vakit geldiğini bildirerek horoz yine ötmeye başlar.

Fare ne diyeceğini bilmeden uzun zaman sessiz kalmış, herkesi aldatmak istemişti. Sonra toplayanlara demiş:

        İşbu tartışmasında hiç bir yarar yok. Hadi yıl başını bekleyelim, ve kim onu ilk önce görüp ilk yıl sayması başlasın.

Deve büyümesine dayanarak yıl başını ilk önce onun göreceğine emin olmuş. Bunun için farenin sözlerini onaylamıştı. İşte hepsi toplam yıl başını beklemeye başlamışlardı.

Bu arada fare sessizce deve üzerine, sonra onun kamburunun üstüne tırmanmış ve beklemeye başlamış. Sonuçta yıl başını fare ilk görmüş ve başka hayvanları bildirilmiş. Bunun için onun adı ile ilk yıl sayması başlamıştı.

Bu yüzden, demişler, bir atasözü varmış. ‘Deve büyümesine dayanarak hiç bir şey kalmıştı’.

 

BAYIN OĞLU VE FAKİR ADAMIN OĞLU

Asan bayın oğlumuş, Usen fakir bir adamın oğlumuştu. Her ikisi de aynı yaşındaymış. Bir gün köy göçebe yerinden çıkarılmış, ve bir tepenin arkasında oynayan çocuklar hakkında unutmuşlar, ve ikisi de eski göçebe yerinde kalmışlardı.  Bir süre sonra çocuklar köy yerine gitmeye karar vermişler. Bakmışlar köy yokmuş, sadece menzil yeri görünmüşler. Asan çok sesli ağlamak başlamış, ya Usen biraz düşünüp söylemiş:

                Eğer sen ağlarsan hiç bir şey olmayacak.. Keşke bizim köyümüzü arayacağız.

                Nerede köyümüzü arayacağız, hangi tarafa gittiğini görmedik? - Asan cevap vermiş.

Usen hiç bir şey söylememiş ve Asanı götürüp köy yerine gelmiş. Köyün yerinde kırık delik ile eski iğne bulmuş ve bunu almış. Kırık bir bıçak ve at kılları da bulmuş ve bunları da almış. Sonra bütün köyün yerini çabuk gözden geçirmiş, izlerini bulup onların üzerine gitmişlerdi.

 Usen Asan ile biraz geri çekilince izleri birbirinden uzaklaştırmışlardır. Bunu görüp Asan yine ağlamaya başlamış ve söylemiş: ‘Bunlardan hangi gideceğiz?’

                 Usen ikisi de izleyip, Asan’a açıklayarak bunlardan biri seçmiş ve gitmiş.

        Bak, burda köy olmuş, çünkü bu yönde taze hayvan dışkısı kalmışlardı.

Onlar biraz daha geldiği zaman Asan yemek istediğini diyerek yine ağlamaya başlamış. Usen ancak sessizce yürümeye devam etmiş. Aniden önlerinde bir ördek ortaya çıkmış, yakın uçup gidip oturmuş. Usen onun uçtuğu yeri tarayıp altı yumurta bulmuş. Sevinmiş Asan yumurta almak istemiş, ama Usen ona yasaklamış.

İzleri kaybedip uzun zaman yolu şaşırıp dolaşarsak, bizim için gıda gerekecek. Bunun için ördek de yakalamak lazım, - Usen demiş.

                Ya nasıl onu yakalacağız? – Asan sormuş.

                Babamın ördek yakalandığını gördüm, - Usen cevap vermiş. Daha önce eski köyün yeri üzerinde bulduğunu at kıllardan ilmikli kapanları örmeye başlamış, ondan sonra işbu ilmikli kapanlar yuvada atmış. Ondan sonra Asan’ı yanına çağırmış ve kalın çim içinde bir tepe arkasında saklanmışlardı. Bir zaman geçmiş. Ördek geri dönmüş ve insanın bulunduğunu fark etmeden yuvada oturmuş.

                Kısa bir süre sonra Usen yuva yanına koşmuş.

Ördek uçememiş ve sadece kanatlar çırpmış. Usen bakmış ki ördek ilmikli kapanlarda çırpınmış ve çapraşmış.

Asan Usen’e demiş

        Canlı taşıyalım ve yolda onunla oynayalım.

        Hayır, baba demiş ki ördekler ve kazlar – temiz kuşlardır. İhtiyacı varsa insanlar onları yakalayabilir ve yeyebilir. Ama ıstırap vermek ve bir tasma üzerinde tutmak günahtır. Ördek ıstırap vermeyelim, hadi onu keselim – Usen demiş ve köyün yeri üzerinde bulduğunu bıçak ile ördeği kesmiş ve onunla almış.

Bundan sonra yollarını devam etmişlerdi. Güneş başucu noktası geçtiği zaman Asan ve Usen bir nehir yanına ulaşmışlardı. Burada su içip onların susuzluğunu gidermişlerdi.

Şimdi yemek pişirmek gerekiyor, - Usen demiş.

                Ateş yok ki, nasıl yemek pişireceğiz? – Asan sormuş.

                 Usen hiç bir şey söylemeden sahil boyunca yürümüş ve katı taşın bir parçası bulmuş. Sonra kaftanın küçük bir deliğinden az pamuk çıkarmış, taş üzerine koymuş, parmak ile sıkıca basarak bıçağın kör tarafı ile taş üzerine güçle vurmaya başlamış. Kıvılcımlar çıkmışlar ve pamuk yanmış. Sonra pamuk etrafında biraz tezekleri koymuş ve ateş tutuşmak için üflemeye başlamış ve Asan’ı odunlar toplamak için göndermiş. Odunlar getirildikten sonra ateş yakmışlardı. Önce yumurta haşlanmışlardı. Sonra ördeğin tüylerini yolmuşlar, onun içini çıkarmışlar, ve sopa sonuna şişleyip kızartmaya başlamışlardı. Ördek kızardığı zaman çok doymuşlardı.

                Asan çok yeyince kederi hakkında unutmuş, nehrin kıyısında koşup aniden bağırmış:

                            Usen! Usen! Bak, sığ yerinde balık var.

Usen, Asan’nın seslenmesine başını çevirmeden ateşe köyün yeri üzerinde bulduğunu iğne koymuş. Bir süre sonra iğne kızınca kırmızı olmuş, o zaman Usen ateşten onu çıkarmış, hafifçe eğmeye başlamış ve bir olta iğnesi yapmış. Sonra Asan’ı çağırıp ona demiş:

        Sen çekirgeleri yakala.

Kendi at kıllardan oltanın ipliği örmüş ve bir olta yapmış. Olta hazır olunca Usen Asan’ın yakalandığı bir çekirge olta iğnesine koymuş ve suya olta atmış. Su ayna gibi tertemiz olmuş, bu yüzden yüzmüş ve oynamış balıkları iyice görünmüş. Önce küçük bir kızılkanat balığı gelmişler. Önce biri, sonra diğeri balık yemi koklayıp uzakta yüzmüş sonra yine geri dönmüşler. Aniden kızılkanat balıkları her yöne dağılmışlar. Bu turna balığı yaklaşmış. Turna balığı yeme bakmadan kuyruğu kımıldatınca yavaş yavaş yanından yüzmüş. Turna balığı gittikten sonra kızılkanat balıkları yine çabuk toplamaya ve oynamaya başlamışlar ve birbirlerini kovalayınca yemi dokunmuş ve etrafında dönmüşler. Aniden kızılkanat balıkları bir daha her yöne dağılmışlar ve ortadan kalkmışlar. Bu levrek sürüsü ortaya çıkmış. İlk önce yemi fark etmiş onlardan biri bunun yanına gelmiş ve hemen yutmuş.. Usen oltayı çekmiş ve kıyısına levrek atmış. Bu şekilde Usen çok levrek tutmuş. Çocuklar balık avına merak sarıp akşam olduğunu fark etmemişlerdi. Usen güneşe bakarak demiş:

— Vay, güneşin batması yakındır.. Karanlık bastırmadan önce ırmak geçidi bulmak ve onu geçmek lazımdır.

Bu söyledikten sonra, yakalandığı balıkları toplanmış ve bir kaftan içinde sarmış. Olta, çakmaktaşı ve bıçak onunla almış, hiç bir şey kalmamış. Ondan sonra çocuklar ırmak geçidi aramaya başlamışlardı.

Usen su yanına gelen izlerine yönelmiş. Bu yerde çocuklar diğer kıyısına geçmişlerdi.

Bazı mesafe geldiği zaman güneş batmış ve karanlık bastırmış, bunun için izleri hiç görünmüştü.. Akşam gelince iki erkek korku hissetmeye başlamışlardı. Usen, izlerini kaybetmek için burada gece geçirmek gerektiğini demiş. O durmuş ve tezekleri toplayıp bir ateş yakmıştı. Bir gün için şaşkın ve yorgun Asan bir süre sonra uyumuş.. Usen babamın kelimeleri hatırlamış: ‘Nereye insan varsa orada hırsız var, nereye bozkır varsa orda kurt var.’ Bunun için uyumamak karar vermiş ve gün yakalandığı balık ateşte pişirmeye başlamış. Yani iş yaparken uyanık kalmak daha kolay olmuş. O zaman korkak bir saigalar sürüsünün koştuğunu görmüş ve sonra aniden onlar ortadan kalkmışlar. Bir süre sonra yabani eşekler bir sürüsü taylarıyla gelmiş. Sürünün ileride başı ve kuyruğu kaldırıp bir tay gitmiş, ve kalan taylar merakla ona bakmışlardı. Aniden hepsi yönünde kaçmışlar. Ondan sonra bir kurt ulumuş, ve uzak bir yerde balaban çığlığı atmış.

Usen korku ile sessizce oturmaya devam etmiş, endişeyle etrafına bakarak sıkıca elinde oltayı tutmuştu. Bu yüzden, çok hayvanı, ateşe uçuşan böcekleri, kelebekleri görmüştü ve düşünmüştü : eğer ateş içinde ölüm bulursa neden sinekler ve kelebekler oraya uçarlar? Böyle düşünerek o sabaha kadar uyuyamamıştı. Doğuda kırmızı renkten açık renge kadar gökyüzünde dağıtılarak tan attığı zaman Usen Asan’ı kaldırmaya başlamıştı.

—Gitmek zamanı,– onu rahatsız etmişti.

Asan, açık alanda olduğunu unutup evde olduğunu gibi yatmaya devam etmiş, ve uzun zaman uyanmadan uykusunda bir şey mırıldamıştı. Usen Asan’nın kaldırdığına kadar onu bırakmamıştı, ondan sonra yolculuklarını devam etmişlerdi..

Güneş öğleye yakın olurken sert ve taşlık topraklarında görünmez olan izler yok olmuşlardı. Çocuklar kararsızlıkta etraflara bakarak nereye gideceklerini bilmeden durmuşlardı.

Aniden yüksek bir tepe üzerinde onlar büyük bir mezarı görmüşlerdi. Ve Usen babasının kelimlerini hatırlamıştı: ‘Eğer borkırda kaybolursan, unutma - nerede mezarlar varsa orda su olmalıdır, ya nerede su varsa orda insanlar yaşarlar’.

Babasının kelimlerine dayanarak Usen Asan’ı götürüp mezar tarafına yönelmişti. Onlar mezara yakın gelince kazların gıdaklamasını duymuşlardı. Usen yakında bir gölün bulunduğunu bilmiş, çünkü su olmadığı yerde kaz yaşamazlar. İkisi de mezarın bulunduğu tepe üzerine tırmanmışlar ve tepe altında büyük bir göl görmüşler. Göl içinde ve etrafında çok sığır varmış. Yeşil bir çayır üzerinde gölün kıyısında at ve koyun sürüleri otlamışlardı. Birkaç at göl içine girip körpe yeşil bir hasır otu koparmışlar ve gölün diğer tarafında yarı-kurak alanında develer yatmışlar. Bunu görünce çocuklar eğim üzerine aşağı koşmuşlar ve aşağıya ulaşıp köyündaki sığırların otladığını görmüşler. Çobanlar Asan’ı ve Usen’i görünce çok sevinmişler ve bazıları suyunşi[5] almak ve anababaları sevindirmek için dört nala gitmişlerdi. Ve diğerleri at üzerine çocukları yerleştirerek köye onları götürmüşlerdi. Çobanlar yolda eski köyün yerinde kaldıklarını haber aldığı zaman hemen aramak gittiğini çocuklara söylemişlerdi. 

Güneş ancak öğleye yakın geldiği zaman çocuklar güvenli bir şekilde eve dönmüşler ve anababalarını görmüşler.

 

CEHALET

A

Safdil bir soyundaki çocukları cahil bir molla öğretmiş. Molla okuma yazma bilmeyen olmuş, hatta özbekçe okuyamamış. Her çocuğa çizik ile bir kağıt vermiş. Böyle gibi ders vermiş::

        Düğün için bir at verilir.

        Bebek doğması – müjde için pahalı bir eşya verilir

                Ad vermesi için şişman bir at verilir

                Sünnet için üç deve verilir.

                Günahlarının bağışlanması için beş deve verilir

Bir gün bu köye okuma ve yazma bilen bir molla gelmiş. O medreseye gelince, cahil molla ders verdiği gibi hemen bir çocuğa kelimleri söylemiş:

        Çok söylemek gerekmez, fazla laf ne için lazım. Benim on beş devem ve bir atım var. Onlardan bir parçası benim, diğer senin olacaktır.

 

B

Bir Tatar gece yarısı evinden şapkasız çıkmış, onu bakarak evi bırakıp korku ile eşi ve çocukları koşmuşlar. O ise önünleri geçip komşunun evine girerek saklanmaya başlamıştı

— Ne oldu? – komşu ona sormuş. Biraz nefeslenip tatar ona cevap vermiş:

. — Uzun zaman benim evimde şeytanlar ve cinler bulunmuşlardı. Her gece biz yatağa girince şeytanlar çatımda toplayıp oynamaya ve çalmaya başlamışlardı. Onları kovmak üzere ben bir kaç defa mollaları duaların okuması için çağırdım, buna çok para geçirdim.

Bu gece şeytanlar yine koşmaya ve çalmaya başlamışlardı, ben ise gözlerim kapamadan yattım. Aniden bir şeytan çatıyı çıtır çıtır kırmış ve benim yanına atlamıştı.. Ben ise bir yana çekilip ve etrafını dolaşıp koşarak dışarı çıkmışım.. Ben korkuyla koşarak dışarı çıkarken onun boynuzlarını elimle dokunmuştum. Apıray*, şeytanların boynuzları da var ya.

Komşu çok akıllı bir adammış ve demiş:

        Hadi biz ona fenerle bakalım. 

Ve başka bir üç veya dört kişi aldıktan sonra tatarın evine girmişlerdi. Örmüş sazdan yapılan bir çatı görmüşlerdi, ve onun ortasında bir delik varmış. Etraflarda gözden geçirerek bir keçi görmüşlerdi. O yatmış ve geviş getirmişti.

Biraz ayakta durup onlar çatısında keçi yavrularının bir çığlıkları duymuşlardı. Çığlıkları üzerine keçi kalkmış ve melemeye başlamıştı. Bundan sonra keçi yavruları çatının deliğinden aşağı inmişler ve annesine katılmışlardı. O zaman evsahibinin ve komşuların keçinin ve yavrularının olduğunu herkes görmüştü. Gegeleri onlar evin çatısındaki saman yemek için gelmişler ve oynamışlar, keçi ise sadece çatıya düşmüştü.

 

C

Güzel bir yaz günü, iki adam bir yürüyüş yapmışlardı. Onlar ağaç yanında yürürken guguk kuşu guguklanmıştı. Bir adam demiş:

        Guguk kuşu –kâhin bir kuşudur. Beni görünce yakında bir zenginliği alacağımı kâhinlik yapmıştı. 

                Guguk kuşu sana değil, bana guguklandı. Zenginliği ben almalıyım, -  başkası demiş.

                Sana, köpeğe, zenginlik ne için?—  birinci kızmış.

Ben köpek değilim, sen köpeksin!

Böylece kavga etmişler, ve sonra vuruşmuşlardı.

İkilerin yüzünü ve burnunu kanlı olmuştu. Böyle gibi doktora gelmişlerdi. Dorkor onlara sargıyı yaptıktan sonra, ona bir kavga sebebini anlatmışlardı.

*A p ı r a y – şaşırma ifade eden bağırma, rusça «oy-oy» gibidir.

O zaman doktor onlara demiş:

          Oh, salaksınız! O guguk kuşu sizin için değil, benim için guguklanmıştı. Eğer guguk kuşu guguklanmazsa, siz kavda etmeyecektiniz, ya eğer kavga etmediyseniz ben ise tedavi için sizden para kazanmayacaktım.


Ç

Bir arkadaşım bana anlatmıştı:

1875 yılında yoldayken bir köyde durmuşum. Biz konuştuğumuz zaman gözleri yaşla dolmuş bir oğlan gelmişti. O diğer çocuklar gibi oynamamış, yememiş ve sessizce oturmuştu. Onun için üzülmüşüm ve yanımda oturan kişiye sormuşum:

          Neden gözleri yaşla dolmuş bu çocuk oynamaz ve yemez?

O zaman köyün sakinleri bana anlatmışlardı:

          Bu çocuğun annesi dün erken sabah ölmüş Ölümünden kısa bir süre sonra, biz onu mezara taşıdık ve diğer yanında gömmedik. Akşam danalar için giden çocuklar mezara yaklaştılar ve gömülü bir kadının mezarından boğuk bir sesi duydular. Çocuklar danaları bıraktılar ve köye gidince bunun hakkında söylediler. Biz de mezara kısa bir mesafe gidince mezardan bir initi açıkça duyduk. Günahtan uzak gitmek için biz de acele koştuk, ve bugün tüm köy bu yere taşındı.

İşbu on iki yaşındaki oğlan o kadının oğludur«Benim annem canlı yatmış, onu kazarak çekin! ağlayarak tüm kişiye diledi, ama biz hiç kimse o mezar yanına gelmedik ve o çocuğun gitmesini de izin vermedik.

Daha sonra oğlan yine ağlamaya başlamış ve bana sormuş:

Amca, benim annem sağ kaldı, doğru mu? Amca yalnız siz bana yardım edebilirsiniz...

Çocuğa dikkatlice bakarak onun çok zeki olduğunu fark ettim. Onun ısrar ettiğini ve annesi canlı toprağa verildiğini inandığını çok şaşırttım. Ben onu çağırdım, dizimi üztüne oturtup ona dedim:

        Sağ kalmış yoksa kalmamış senin annen, canım, ben gidip ona göreceğim.

Oturanlar korkuyla atlamışlar.

        Oh mirza yapma bunu. Ölünün tekrar yaşayabileceğini düşünerek mezarı karıştırmak mümkün mü? Onun günahları için cezalandığı kadından siz kendiniz ahirette zarar göreceksiniz — bana demişler.

Eve gitmesi, giyinmesi ve geri dönmesi için çocuğa teklif ettim, ve kalanlara dedim:

        Doğru, ölü tekrar hayata gelmez. Ama siz baygın kadını ölü gibi sandınız ve onu gömmediniz. Ya onun sesini duyunca mezardan çıkarmadınız. Böylece kişi başına büyük bir günah aldınız, Kuran’da hiçbir yerde sağ insanların mezardan ölü insanın sesini duyduğunu söz etmez.

Çocuk çabuk geri dönmüş. Köyde çapaları ve kürekleri alıp ben, yoldaşlarım ve oğlan mezara gittik. Bizimle korkmuş köy sakinlerinin hiç kimse gitmemişti.

Mezara ulaşıp dinlemeye başladık, ama ne kadar ki yere kulağını koyup hiç bir sesi duymadık. Sonra biz mezarı kazmışız. Bizlerden iki adam oraya indiler ve zavallı kadının yüzünde ve ellerinde çizikler bulunduğunu gördüler. Onun tüm giysileri yırtık, ama vücudu hâlâ sıcak olmuştu.

Kadını mezardan çıkardılar ve üzerine bir çadır kurarak bütün gün ona baktılar. Dışarı çekildiği bir anda onun sağ kaldığını düşündüm, ama aynı günün akşamı o aslında öldü. 

Bu olaylar diğer uluslarda olduğunu sandım. Deneyimli doktorlar hastanın sağ ama bilinçsiz durumda kalabildiği bazı hastalıklar olduğunu söylerler. Bunun için ölü gömmek için acele olmamalıdır1 Onu gömmeden önce beklemek ve gözlemek gerekir.

 

JİRENŞE ŞEŞEN

Jirenşe Şeşen6 bir kez yoldayken bir köye yakın yaklaşmış, ama onun ve köy arasında bir nehir olduğu için durmuştu. Irmak geçidi bilmeden şaşkınlıkta kalmıştı, aniden köy etrafından su almak için bir kız gelmişti..

Jirenşe sesini gererek ona sormuş:

          Bu ırmak geçidi nerede bulunuyor? Kız cevap vermiş:

        Orada, o tarafta ırmak geçidi bulunuyor. Ona kadar uzak olsa da, ama o en yakındır.. Diğer ırmak geçidi yakın olsa da, ama o çok uzaktır.

Bu kelimelerin anlamı anlamadan Jirenşe ona yakın olan ırmak geçidiye girmiş ve nehri geçmeye başlamiş, ama nehrin ortasına ulaşınca atı çamura saplanıp düşmüş. Tüm kıyafetlerini çamurla kirli olmuş ve güç belâ geri çıkmıştı.  Bundan sonra o uzak ırmak geçidiye gitmiş. Kız ona kadar uzak olsa da, ama en yakın olduğunu demiş Burda kolayca diğer tarafa geçmiş ve o kızın çadırına gelmişti.

Jirenşe çadırda oturduktan sonra kıza bakarak söylemiş:

        Canım, uzaktan geliyorum, yemek istiyorum. Lezzetli yiyecek bir şeyler ver bana. 

Kız cevap vermiş:

        Bir acı yemek var, acı olmasına rağmen çok lezzetli bir yemektir. Diğer tatlı, tatlı olmasına rağmen çok acı bir yemektir.

Jirenşe demiş:

               Acı olmasına rağmen çok lezzetli bir yemek getir. Kız çıkmış ve şanaştan[6] küçük bir kâsede tuz getirmiş ve Jirenşe önünde koymuştu.  Jirenşe bakıp ve demiş:

Kazaklar genellikle ölümünden sonra birkaç saat içinde ölülerini gömmüşler.

-          Canım, nasıl tuz yiyeceğim?

O zaman kız sessizce tuzsuz koje[7]bir fıncan getirip önünde koymuştu. 

Sonra Jirenşe düşünmüştü. O zeki akıllı bir adam olduğu için kızının söylediğini her şeyi anlamıştı. O ev sahibin ikramı beklemeden lezzetli bir yemek vermesini istediğine çok utanmıştı. Kızın dediğinden ve yaptığından Jirenşe akıllı ve ciddi kızın olduğunu anlamıştı. Jirenşe onunla kur yaptığını ve evlendiğini demişlerdi.

Kızın adı Güzel Karakaş olmuş. O en güzel ve en akıllı bir kız olduğu için o zaman hüküm süren Han Jirenşe’den nefret etmişti.

Bir gün Han kaz yemek istemiş ve onun aşçılar ona kızartmış kaz hazırlamışlar. Jirenşe Han yanında oturmuş ve Han ona emir vermiş:

        Sen bu kazı benim eşim çocuklarım ve senin arasında bizim hiçbirini ne az ne fazla kalmadığı için bölüş. Bizden biri bir altın üzere az ya da çok alacaksa, o zaman seni sert cezalanacağım..

Jirenşe bıçak alıp önce kazın başı kesmiş ve Hana onu vermiş ve demiş:

               Efendim, hepimizin kafasınız bu nedenle sizin için kazın başı olsun. İkinci olarak Han hanımı olmadan olmaz ve kuş boyunu olmadan da olmaz, bunun için siz Hanın boyunu gibisiniz kazın boyunu sizin için olsun – devam etmiş ve kazın boyunu kesip hanım önünde koymuştu.

               Bu iki çocuk sizin çocuklarınız, sizin kanatlarınız gibidir. Onların için kanatlar olsun ve iki kanat kesip Jirenşe Hanın çocukları önünde koymuştu..

               Ben kendim, efendim, ne baş, ne bacak ortalama bir kişiyim, bunun için tüm kazın orta parçası bana da kalsın, - Jirenşe sonunda demiş ve kalan kazın bir parçası önünde koymuştu.

Bir kısa süre sonra Han avcılıkta olunca yuvarlanan yabani çiçeğini görüp Jirenşe’ye emretmiş:

            Gel ve yabani çiçeğine sor, o nerede durmak istiyormuş ve ne zaman yine de göçmek ve yine de durmak düşünüyormuş. Onun cevabı bana doğru haberleşmezsen, o zaman korumalar seni vuracaklar.

Jirenşe at vurup dörtnala gitmiş ve yabani çiçeğini mızrak ile sokarak onu durdurmuştu. Biraz durmuş, Hanın yanına dönüp söylemiş:

        Efendim, emreniz üzerine yabani çiçeğine sordum ve o bana cevap vermiş:  «Bilmem ki, sizlerinden kim salak, sormak için seni gönderdiği Han mı, yoksa sormak için geldiği sen misim? Benim göç başlangıcını rüzgar ve menzil yerini dağ geçidi bilir.

Böyle gibi Jirenşe ıstırap vermeye devam edip ve ağ yakalamadan Han ona daha kızmış ve onu öldürmek ya kendisine onun eşi almak için fırsatı aramıştı. Jirenşe ise hanın hilekâr düşünceleri bilerek çok üzülmüştü. Bir gün Güzel Karakaş eşine sormuş:

        Neden üzülyorsun?

Jirenşe ona her şeyi anlatmış. O zaman Karakaş demiş:

        Canım benim, üzülme, bir şey düşünelim. İki gün sonra Hanı ve beyleri ziyaret etmeye davet et.

Jirenşe dünyadaki eşi benzeri olmayan bir konuşmacının takma adını kazandığı rağmen, çok fakir olduğunu demişler. Bugüne kadar fakirliği ile ilgili bir hikaye vardır: Hanın güzel bir sarayında bütün gün bulunduktan ve yumuşak bir yatağa oturduktan sonra akşam kendinin karanlık, sıkı bir kulübe geri dönünce ve sert deri üstünde yerleştirince genelikle demiş:

        Oh, benim evimde, geniş sarayımda, beyaz çadırımda çok iyidir.

Şimdi eşinin ifadesini duyunca, Jirenşe ona demiş:

Biz Han ve maiyeti davet etmek istiyoruz, ama biz onları nereye oturtacağız ve ne ile ikram edeceğiz? Buna Karakaş cevap vermiş:

        Bu işi bana ver.

İki gün sonra Jirenşe Hanı ve maiyeti ziyaret etmeye davet etmiş. Hen Han hen de onun korumaları yolda merak etmişler, ne ile Jirenşe onları ikran edecekmiş? Uygun olabilir gibi birçok misafir kulübesine girip ve yeterli alan yok olanlar açık havada halı üstünde yerleştikten sonra, Güzel Karakaş yerinden kalkınca bir fıncan süt ve krema getirip Hanın önünde koymuştu.

Han küçük parmak ucunda krema alıp ve ağzına koymuş. Krema ona çok lezzetli görünüyormuş, hayatında böyle gibi lezzetli yemekleri yemezmiş. Ve küçük parmak ucundan krema bir ya da iki kez daha yederken o bile tokluğu hissetmişti. Kremanın kalıntıları korumalarına vermiş. Ve kulübede tüm bulunanlar yemeğin ne tür merak ederek biraz tadına bakmışlar.

Han sarayına geri dönmeye başlayınca Güzel Karakaş’a sormuş:

        Dilber, yemeğin ne tür bizi ikran ediniz? Biz lezzetli yemek şimdiye kadar yemeyiz. Bize öğretiniz, ve sık sık bu yemeği hazırlamak için kendimin aşçılarıma emrederiz.

O zaman Karakaş cevap vermiş:

        Efendim, bizim fakir olduğumuzu biliyorsunuz, ve kocam sizi onurlu insanlarınız ile ziyaret etmeye davet ettiği zaman, yemeğin ne tür sizi ikram etmek düşünmeye başladım. Son olarak benim aklıma bir fikir gelmiş. Dünyanın en besleyici insan sütü olmalıdır, çünkü çocuk beş altı yaşına kadar annesi sütü içerip yaşayabilir. Bunun için ben sütüm sağarak bu kremayı hazırladım.

Han, ’Ah’ bağırarak hızlı kalkıp çıkmış.

Şu anda ve eski günlerde olduğu gibi eğer kadının sütü beslerse, bu kadın anne gibi oluyor ve onunla evlenmek olmaz.

Bir kaç gün sonra Han Jirenşe’yi kendinin evine zeyaret etmeye davet etmişti. Haksız muamele için özür dilemiş ve ona sığır bir sürü hediye vermişti.

 

KARAKALIŞ 

MASAL

Çok zamanlarda beş kardeş yaşamışlar. Beş kardeş tahıl ondalık yarısı ekmişler. Hasat olgunlaşmaya başladığı zaman kardeşler gece boyunca biri geldiğini ve tahıl yediğini fark etmişler.

Bundan sonra ekimleri izlemeye başlamışlar. Birinci en büyük kardeş izlemiş, ama o hiç kimse görmemiş. Böyle gibi dört gece boyunca bört kardeş izlemişlerdi. Beşinci gece kardeşlerden en küçük izlemişti. Karakalış onun adıymış.

O gece Karakalış koruduğu zaman gökyüzünden siyah kısrak aşağı uçmuş ve tahıl yemeye başlamıştı. Karakamış onu yakalamıştı. O zaman siyah kısrak ona demiş:

.— Hey, oğlan serbest bırak beni. Benim beş tayım var, hepsini her kardeş için vereyim

Karakalış onu serbest bırakmış. Sonra siyah kısrak beş tay getirip en küçük tayı Karakamış’a ve diğer dört tane - diğer dört kardeşe vermiş.

İşte kardeşler at yarışı yapmaya başladığı zaman Karakalış her zaman onun tayla kazanmıştı.

Bir gün Karakalış topraktan dumanın ince bir akımı olduğunu görmüş ve oraya gitmiş. Görmüş ki Doymaz yaşlı kadın1 sahip olan bir izbe varmış. Bu yaşlı kadının beş kızı varmış. Kızların odaları oyun, istirahat ve yemek için ayrı olmuşlar.

Karakalış oyun için kızların odasına girmiş ve halı altında saklanmıştı.

En kısa sürede kızlar odaya girince o halı kaldırmış. Kızlar korkuyla bağırıp annesine koşmuşlar. Annesi onları azarlayıp geri dönmek söylemiş. Kızlar geri dönünce oturup oynamaya başladığı zaman Karakalış hepsi toplam yakalamıştı. Dört kız koltukaltı alıp beşinci arkasına koymuş, onun atına binıp dörtnala ayrılmak istemiş ama yaşlı kadın ağlayıp ona demiş:

. — Kızlarım yarın seninle geçireyim, ya bugün bizimle gecele.

Karakalış kızları yaşlı kadına geri vermiş ve kendini de gecelemek kalmıştı.

Akşam olmuş. Yaşlı kadın yatak yapmış ve Karakalış yatağa girmek istemişti. Ama Karakalış yatmadan önce dışarıya çıkmış ve atının ağladığını görmüş. Bir gözünden gözyaşı diğerinden kan akmıştı. Ve at ona söylemiş:

        Sen bu gece uyuma. Eğer uyuyacaksan yaşlı kadın seni öldürecek. Kendinin demir dişleri dövüyor.

Karakalış odaya geri dönüp yatağa girmiş ama uyumamıştı. Yaşlı kadın kapıya bakıp demiş:

        Uyu, canım! — ve çıkmış.

Bir kısa süre sonra yine girmiş. Böyle gibi gelirken tan atmıştı. Sabah yaşlı kadın büyük bir çeyiz vermiş ve kızları yolcu edip söylemiş:

Yakın yol boyunca üç geçit vardır. İki geçit üzerinde gecelemek kalmayın, üçüncü geceleyin.

Akşam olmuş. Dört büyük kardeş bu gece orta geçidinde bulunmuşlar, Karakalış ise üçüncü geçidinde tek başına kalmıştı.

Sabah uyarınca Karakalış onun kardeşlerinin ağladığını ve onlara birinin söylediğini duymuştu:

1 Doymuş yaşlı kadın – kazak masalların şahsıdır. Rus masalların Çarşamba Karısı’na uygundur.

                    Bana Karakalış getirirseniz, gitmenizi izin vereyim.

Bu sözleri duyunca Karalalış yakın gelip aydaharı 1görmüştü. Aydahar tüm dört kardeşinin gitmesi izin vermişti, Karakalış’a ise demiş:

                     Bermes Han’ın[8] ölümsüz kızını getir bana. 

Karakalış razı olup gitmişti. Gitmiş o gitmiş ve bir el yardımıyla dağ diğeri ile bağlayan sonra ağrılmayan bir adamı görmüş.

Karakamış ona sormuş:

                Burada ne yapıyorsun? Adam ona cevap vermiş: Ben Karakalış için bir arkadaşı olarak olmak istiyorum.

Ve ondan sonra beraber gitmişler. Yol boyunca bir gölden ağzına su alabilen ve diğer göle dökebilen bir adamı karşılaşmışlar. Onu da yoldaşları olarak almışlar. Sonraki bir atıcı ve koşucu karşılaşmışlar. Koşucu çok hızlı koşmuş ve çok kaygan olmuş. Yanında oturan iki saksagandan birinde kuyruk kesilip diğere onu takınabilirmiş.

Böylece bir at üzerinde gitmişler. Gitmişler ve iki dağın bulunduğunu görmüşler. Bir dağ altından kan diğerinden irin akmış, dağlar altında bir köy bulunmuştu

Karakalış Hanın köyüne gelince demiş:

        Senin kızını almak için geldim. Ya Han ona cevap vermiş:

        Sana şartları vereyim. Eğer her şey yapacaksan kızımı vereceğim, yoksa yapmazsan seni öldüreceğim.

Önce beyge yapmak karar vermişler ve atları bırakınmışlar. Karakalış’ın atı birinci gelmiş. Bundan sonra Han yaya yarışmasını yapmak karar vermişti. Karakalış yoldaşı koşucuyu Han ise yaşlı bir kadını yol vermişler. Yaşlı kadın bal içecek bir kovayı almış.

Koşma başlamadan önce yaşlı kadın koşucuya bal içmek vermiş, ve koşucu uyuyunca yaşlı kadın tek başına koşmaya başlamıştı. Dinleyici yere kulağınıza koyup demiş: ‘Sadece bir kişi koşuyor’. O zaman Karakalış atıcıya bağırmış: ‘Ateş!’. Atıcı amaç alarak ateş verip koşucunun kafası üstünde bulunan kovaya vurmuş. Koşucu kovanın çıngırağından uyanıp kum bir avuç yakalamış ve koşmuş. Yaşlı kadını sollayıp ona bağırmış: ‘Nene’, yaşlı kadın arkasına bakarken o gözlerine kum atmış. Yaşlı kadın çığlıkla durmuştu. Böyle koşucu birinci gelmişti. Sonra Han Karakalış’ı ve yoldaşlarını bir demir evde kilitlemiş ve evinin çevresinde kömürleri koyup, onları üflenmesi için bir cıhaz yardımıyla üflenmişti. Şu anda gölden ağzına su alabilen bir adam su sıçramaya başlamıştı.

Bundan sonra Han onlara kızını vermişti.

Yoldayken Karakalış’ın her yoldaşları onun özgün yerine kalmışlar. Karakalış onlara ödül olarak giysileri verdiği zaman onlar almamışlar. Karakalış kızı aydahar’a vermiş, kendi ise gitmiş, gitmiş ve ağabeylerine ulaşmıştı.

1 Aydahar – efsanevi ejderhadır. Hava kendisine çekerken bir hayvanı veya insanı yutabilirmiş

 

KARA BATIR

Efsane

Cesur kahraman Kara-Batır çocukken soyguncular köyün baskında onu yakalanıp koyun sürüsü otlatmak zorunda kalmış. O paçavra ile ve aç yürümüş, gölde sağdığı koyun sütü beslenmişti.

Birgün çocuk tek başına hüzünle oturduğu zaman onun yanında bir karga uçup oturmuştu. Çocuk ona söylemiş: 

— Hey, karga, kuş benim!  [9]

Senin gida – kan akımı!

Nazarlık kendimden çıkarım

Benim ana köyüme ulaş

Orda babamı hasret zincirlenmişti

Bu nazarlık ona ver!

Karga bağırmış ve uçup gitmişti. Birazdan sonra saksagan uçmuş. Oğlan ona söylemiş:

Hey, saksagan, kuş benim! Sen yalnız leş yersin! Nazarlık ben sana vereyim! Benim ana köyüme götür!

Saksagan çekirge sesi çıkarıp uçmuştu. Sonra vinçler gelmişler ve yanında oturmuşlar. Çocuk ona demiş:

— Vinçler, benim beylerim! Uzun boyunlu soyunuz ünlü olur! Benim köyüme uçuşunuzu yönleyin, Nazarlık orada götürün!

Vinçler ‘çığır çığır ’diye bağırmış hem de uçmuşlar. Kazlar da uçup gelmişler. Ve çocuk ona diye söylemiş:

— Hey siz kazlar, kazlar, benim arkadaşlarım! Bir savunma ile size acele ederim! Nazarlık ben size vereyim, ana köyüme getirin!

Kazlar kahkaha yaparak uçup gitmişler. Kuğular uçup gelmişler. Oğlan yine diye söylemiş:

Gölsel kuğuların ailesi! Efendim, siz şişmansınız! Nazarlık ben size vereyim, Ana köyüme getirin!

Kuğular ona dönerek biraz bekleyip uçmuşlar. Birazdan sonra kırlangıç uçup gelmiş. Oğlan ona söylemiş:

Vay sen kırlangıç, benim kuşum!Ben düşmanın esaretindeyim! Nazarlık ben size vereyim, Ana köyüme getirin!

Kırlangıç yukarı kaldırmış, etrafında uçup oğlan için üzülmüş ve geri dönünce onun eline oturmuştu.

— Babam eğer nazarlığım tanırsa bile, hangi ulus arasında yaşadığımı bilmeyecek. Nazarlık üzerinde bir işaret yapmak lazım, - çocuk düşünmüş. Bıçak alıp elinde bir kesme yapınca nazarlıkta kan ile türkmen damgası[10] yazmıştı. Bundan sonra kırlangıçın boyununda nazarlık bağlanmış, anababasının soyu ve kabilesi olduğunu ve yaşadığını ona söyleyip bırakmış.

Kırlangıç oğlanın gösterdiği bilerli bir yönde uşmuştu:

Yüksek dağ zinciri boyunca,

Göllerin karanlık uçuruma yukarıda,

Issız bir çöl ve bataklık üzerinde.

Bilinmeyen bir toprağın kenarında

Onun kanatları taşınır, taşınır.

Ve kanatlarında ter akışı olmuş.

O yukarıdan tehlike fark olsaydı, o zeminde arkasına saklanmıştı.

Birçok toprakları üzerinden uçmuşlar, Birçok ülkenin gerisinde aşağı kalmışlar. Otuzuncu kez güneş bir köy görünmüş, hangisi oğlan bulmak istemiş.

Köye gelince kırlangıç uçarak çadır üstünün birinden diğerine oturmuştu. Köydeki insanlara bakarak çocuk tarafından bilertilen benzer insanları bulamamış.

Nihayet yorgun olup o uyumuş. Ve yaşlı kadının bir inilti duymuş. Kırlangıç dikkatle dinlemeye başlamıştı. Yaşlı kadın keredli şarkı söylemiş:

-          Ah, yavrum, benim tayım, Ak mutsuz bir tutam saçımsın! Göl yanında bir yeşil saz – benim tek sevgili oğlum!

Senin izlerini nerede bulurum? Kindar bir düşman mı seni çekip götürmüş, Veya hızlı bir akım götürmüş, Veya vahşi bir hayvan sürüklemiş? Eğer kader bir kurbanı isterse, Ben öleyim, ama sen ölme! Bir yıl geçti, sonra diğer ..... Oğlumsuz tek başıma yaşamak çok zor!

— Sen bekle,— aniden yaşlı kadını bir yaşlı adam durdurmuş ve kendisi şarkı söylemeye başlamış:

-                     Ot gibi sen tek büyüklersin, Benim tek oğlum! S-enin baban bütün dünyayı kolaçan etti, ama oğlu hakkında hiç bir haberi bulamadı! Ben sıska bura1 olduğu gibi zayıf oldum. Benim kemikler , dağlardan daha güçlü oldu. Hararet yakır ve bozur. Nerdesin benim sağlam kanatlı atım? Belki benim doğanım ağda yakalanmış mısın? Seni görüp ölmek benim tek isteğimdir!

 

Daha sonra bir genç kız yaşlı adamın ve yaşlı kadının da sessiz tutmaları isteyip şarkı söylemiş:

Vücudun çelik keskin bir kılıça berzer oldu.

Benimle doğmuş kardeşim! Benim sonuma kadar kaderim kolay olduğunu düşündüm!  Benim kiyafetim – ipek, benim at sürüsü safkan atlarıdır! Benim etrafında çok kız arkadaşlarım var, onlar benim ilkbahar yoldaşlarımdır! Ama sen kayboldun – çok kötü kaderim! Ve benim ruhum durdu, yüzümde allık söndürdü, Açımadan benim ilkbahar günlerimin rekgi solur, Yaşlılarım benim, yaşlılarım! Acı nehir gibi gözyaşları dökmeyiniz!

1 Bura – devedir. Kışın Ocak ve Şubat aylarında çok zayıf olur.

Ben bugün bir rüya gördüm – Eğer bize mutlluk getirseydi! Yaşlılarım bu rüya çözünüz! — Uzun zaman önce kaybolan benim doğanım, yanıma geri dönmüş; At benim sürümde kaybolmuş – rüyada da benim yanına geri dönmüş! Kardeşim benim sevgilim rüyamda yine evimizde girmiş! Kuday1 merhameti bize hediye verir! Ama ölüleri biz göremeyiz! Oh Baba –Tuktı yemin ederim, Oh Aziz Şaştı[11] yemin ederim! Sevgili kardeşten bir haber iletmek için Uçan bir kırlangıçı görüyorum!

Bu sözleri duyunca kırlangıç aşağı uçmuş ve yaşlı adan ve kadın önlerinde oturmuştu. Zavallı yaşlılar hüngür hüngür ağlarak nazarlık çıkarmışlar. Damgayı iyice gözden geçirip ona göre türkmenlerde Kara-batır’ın bulunduğunu anlamışlar. Bundan sonra atlar hazırlayıp ve insanları toplayıp onlar gitmişler. Yaşlı adam türkmenlere çok hediye verip köyüne oğlu ile geri dönmüştü.

 

HÂKİM LUKBAN

Doğru bir adam olduğunu gibi bir keşiş toplantıda hâkim Lukban’a diye söylemiş:

        Hastaları tedavi yaptığınız için günahtır. Tanrı ölüm, sefalet gönderir, siz ise bunlardan kurtulmanın bir araç ararsınız. Ben Tanrı’nın istenciye bir direnç olduğunu düşünüyorum.

Lukban cevap vermiş:

        Eğer bu doğruysa, böyle yazdığı kitabı getirin. Eğer inanmak söylenebilir kitabı bulursanız ben tövbe ederim ve tedavi bırakarım.

Keşiş söylediği sözleri hiç bir kitapta okumamış, bunun için bu kitabi getirmek için yerden hareket etmemişti.

Toplanan insanlar bir gürültü çıkarmışlar:

        Hâkim Lukban mutsuz çok insan yatıştırmış, öksüzlere ve dul kadınlara yardım etmiş. Eğer onun işleri gühanlı düşünürsen, kitap ile kanıtla, ya ispat etmezsen biz kadiye seni götürelim.

Lukban işlerin kötü dönüş aldığını görünce keşişi serbest bırakmak istemiş. Sokağa onu getirip onunla yalnız kalınca ona diye söylemiş:

        Keşiş, size göre kötü durumlarda bizi kurtarmak isteyerek bana tavsiye vermenizi için çok teşekkür ederiz. Ama ben de size bir tavsiye vermek istiyorum: Herhangi bir iş başlamadan önce ilk olarak aklınızı çalıştırınız. Sizin aklınız kesin bir sonuca gelince o zaman gözlerinizi çalıştırınız. Ve aklınız karar verdikten ya gözleriniz bu işlerin yürütülmesi olasılığı görünce teyit ettikten sonra – ancak o zaman dilinize ve ellerinize izin veriniz – birinci olaraktır.

İkinci olacak, yeterince bilgili adam olduğunu bizin sözlerinden görünür. Çünkü Tantı insanlara vücudunun farklı bölümlerini vermiş: çalışmak için elleri vermiş; görmek için gözleri vermiş; yürümek için ayakları vermiş; dünlemek için kulakları vermiş. Kötüden iyi fark etmek için akıl vermiş. Eğer siz bunları kendi amaçı ile kullanmazsanız demek ki siz Tanrı’nın istenciye aleyhinde olursunuz. Bunun için durmadan, oturmadan, görmeden, dinlemeden Tanrı’ya dua edilemez. Böyle gibi bütün cansız nesneler gereksiz yere oluşturulmamıştı. Bir ot zehir tarafından diğer panzehir tarafından oluşturmuştu, Eğer siz bunları da gerçekten bilmezseniz ve okumazsanız, bir günah olacaktır. Ya eğer siz bunları işlerde ve yararında kullanırsanız günah olmamalıdır.

 

CÖMERT BİR ADAM

Atımday Cömert, kendisi çok zengin bir adam olurken, her gün bir yıpranmış kiyafetler giymiş, saman sürmüş, odun yarmış. Bir gün yakın arkadaşlar ona sormuşlar:

        Cömert, Allah size zenginlik vermiş, siz insanlara para, yemek, çıplaklara giyimleri, evsizlere barınak verirsiniz, buna rağmen sıkıntı kendisini maruz bırakarak en son fakir gibi odun yarırsınız, saman sürürsünüz. Kısaca çalışırsınız. Sebebi nedir?

Cömert cevap vermiş:

        Ayrıca dört sebebim var: birinci olarak eğer ben her zaman mühteşem bir ata binirsem, pahalı kiyafet giyinirsem ve farklı bir yaşam faydaları alışarsam, kendim hakkımda çok şey olduğunu düşünebilirim, ve bu düşünce ile mutsuz insanlardan kaçınacağımdam, fakirlerin ihtiyaçlarına dikkat etmeyeceğimden ve onlara yardım etmek unutacağımdan korkuyorum.

Atımday Cömert — Halk masallarının kahramanı, bilgelik, cömertlik, asalet ile karakterizedir.

İkinci olarak, eğer bende refah varsa, ama ben çalışmayı devam ederim, bunu aşağılayıcı bir şey olduğuna ikna oldum. Gelecek nesiller için örnek olduğunu düğünüyorum.

Üçüncü olarak eğer ben her gün hatta hafif bir zorluk ile bir-üç kuruş çalışırsam ve ekmek satın alıp yersem, böyle kazanan gıba daha lezzetli ve besleyici olduğu için bana daha fazla fayda verecektir.

Dördüncü olarak eğer ben Allah’ın verdiği zenginlik sadece bana ait olduğunu düşünürsem ve onu uygulamak için harcalamazsam, ya zenginlikten en büyük parçası yersem ve kendim için harcalarsam, zenginlik veren sahip önünde günahkar olacağımdan korkarım.

 

AMERİKA YERİ

Bir Amerika yeri eve dönünce evin yakınındaki bir ağacın üzerinde kurutmak için astığı et parçasını bir kimse çaldığını görmüştü. Ağaç etrafındaki yeri inceledikten sonra sokakta yürümüş ve yolda kısa bir tüfekli ve uzun gür kuyruklu küçük bir köpekle küçük boylu bir yaşlı adamı kimin gördüğü yüksek sesle sormuş.

Böyle bir adamı çok gördüklerini kanıtlanmıştı. Yöneltmelere göre o hırsızı yakalamıştı. Köylüler Amerika yerine hırsızın belirtlerini nasıl öğrenmiş diye sorduğunda o cevap vermiş:

— Hırsız eti çalırken ayaklarının dibinde bir taş koyduğu için onun küçük boylu olduğunu anladım. Onun adımları çok kısa olduğu için izlerine göre yaşlı adam olduğunu öğrendim. Eti almadan önce hırsız ağaç yanına tüfeği koymuş ve namlunun sonu bir ağacın kabuğunda küçük bir çizik bırakmıştı. Çizik yüksekliğine ve yerde tüfeğin sonu ile bıraktığı izine göre kısa bir silahı olduğunu öğrendim. Kum toprakta köpeğin pençelerinin ve kuyruğunun izleri kaldığı için hırsız ile uzun gür kuyruklu küçük bir köpeğin olduğunu öğrendim..

 

KARGA VE SOLUCAN

Karga uçarak yerde sürünen bir solucan görüp gagasında onu yakalamış ve daha sonra uçmuştu. Zavallı solucan onun işlerinin kötü hissettiğini anlamış ve demiş:

          Hey, karga-kahraman, ben anneni ve babanı tanıdım. Çok güzel kuşlar olmuş.

Karga bu sözleri hoşuna gitmiş ve gagası açılmadan burun yardımıyla bir ses yapmış:

                   Evet!

                   Senin kız ve erkek kardeşlerin de tanıdım,— solucan diye devam etmiş.

Karga yine ses çıkarmış:

                   Evet!

                   Ama onlar senden daha güzel olmamışlar, solucan demiş. O zaman karga memnuniyetten geniş gagasını açıp bağırmış:

                   Evet!

Solucan yere düşmüş ve böylece ölümden kurtarmıştı.

 

POLKAN

Biz öğrendiği zaman öğretmenlerimizin bahçesinde Polkan adlı büyük köpek yaşamış.

Bir gün biz pencereye bakarak Polkan yanına bir küçük ev köpek koştuğunu ve atlamaya, perçeleri ısırmaya, ona çok yüksek sesle havlamaya başladığını görmüşüz. O zaman ben demişim:

        Bir dakika, bekle, benim köpekciğim. Eğer sen onu bırakmazsan şimdi Polkan sana cezalanır.

Biz bizar zaman onlara bakmak devam etmişiz. Polkan yerde hareket etmemiş, kızmamış ve küçük bir köpeğin çarpmasını ve ısırmasını sessizce sabretmiş.

Arkama bakarak arkamızda duran ve sözlerimi duyan öğretmenimizi görmüşüm.

        Görüyor musun?,— bana diye sormuş, — Polkan’ın kalbi senden daha iyi yüreklidir. Senden daha küçük çocuklarla oynarsan sonunda onlardan biri gözyaşlarına vardırırsın veya üzersin. Polkan ise köpek olduğuna rağmen, ondan daha zayıf olduğunu üzmek ve bu küçük köpeği tutmak utanıyor.

 

MUTLI BİR ADAM

Bir çarin karısı hasta olmuştu. Birçok hekim davet edilmişti. Hepsi tedavi etmişler, ama hastayı iyileştirememişler. Ondan sonra çar şifacıları ve falcıları toplamış ve idaresini açıklamış:

        Şifacılar ve falcılar çariçeyi tedavi etmek için ilaç bulunuz. Eğer bulamazsanız, hepsi ipe çekmesinden ölüme vermek emredeyim.

Ve tüm şifacılar ve falcılar korkunç ve şaşkım olduğu zaman onlardan biri çariçenin hastasından bir ilaç bildiğini demiş. Onu çar yanına getirmişler. Falcı ona demiş:

Dünyada en mutlu adamı bulmamız gerekir. Eğer onun gömleği ile hasta döversek, o iyileşir.

Çar çarlık boyunca onun habercileri göndermiş. Ama ne kadar aramışlar, mutlu bir insanı bulamamışlardı. Eğer bir adam zengin ve şanslı olduysa, ama çocuğu yokmuş. Eğer hem zenginlik hem de çocuklar olduysa, ama çocuklar babaları sevmezler, yoksa bir kimse ona üzüntü verirmiş, yoksa karısı veya çocukları hastaymış. Ve nihayet eğer insan her şeyi sahip olduysa, ama daha sahip olmak istediği için zenginliklerini uymamış.

Haberciler umut kaybolup mutlu adamın bulmadığını anlayıp aramaları durdurulmaya karar vermişler. Ama bir gün çarin oğlu yoldayken ve yıkılmış sığnağına giden bir fakir adamı görmüş. Ve o adam demiş:

        Bugün ben çalışmamı bittim, tam yedim. Şimdi benim hiç keder yok ki. Yatayım ve uyuyayım ben.

Bunu diye söyleyip sığnağın yanında bir saman yığınına girmiş ve hemen uyumuş.

Çarin oğlu her şeyi duymuş ve onun mutlu adamı bulunduğunu çare haber vermiş. Memnun olan çar mutlu adamı ona getirmek için haberçileri göndermiş. Bu adamı getirdiği zaman gömleği için ona altın ve gümüş vermişler. Ama bu mutlu adamda bir gömlek bile olmadığını ortaya çıkmış.

 

HİKMETLİ KADİ

Cezayir Bayakas çari onun çarlığının şehirlerinden birinde hikmetli bir kadi olduğunu duymuş. Bu kadi hiç kimse yalan tanıklıkları ile aldatmamış, çünkü kimin yalan kimin doğru söylediği anlamış.

Bayakas doğru öğrenmek için tüccar gibi giyinip o kadi yanına gitmiş. Şehir girişinde topal bir dilenci sadaka dilenmiş. Bayakas ona sabaka vermiş ve yola devam etmek iştemiş, ama dilenci giysini tutup kendinizi gitmesine izin vermemiş.

                Ben sana sadaka vermemiş miyim? Benden daha ne istersen? Bayakas diye sormuş.

                Evet, sen bana sadaka verdin, ama başka bir iyilik yap - arkasında ata beni koy ve meydana kadar sür, pazarda at veya deve üzerinde ezmekten korkuyorum,— dilenci söylemiş.

Bayakas dilenci ata koymuş ve şehir ortasına onu getirmiş, orada durarak inmeği istemiş. Ama dilenci inmemiş. O zaman Bayakas ona dönüp sesini yükselterek demiş:4

                Sen ne bekliyorsun, inmiyorsun? İn dedim, biz meydana geldik artık.

                Neden ben ineceğim? At benim, eğer sen benim atım senin ki sanıyorsan, hadi kadiye gidelim? – dilenci bağırmış.

İnsanlar toplamışlar ve onun tartışması dinlemişler. Tüm insanlar demişler:

        Kadiyee gidiniz, kimim haklı kimin yanlış olduğu bulsun.

Bayakas ve dilenci kadiye gitmişler. Bakıyorlar – onların önünde diğer davacılar gelmişler. Kadi sırayla onları çağırmış ve sormuş. İşte bir bilim adamı ve çiftçi çağırmış. Onlar bir karısından dava açmışlar. Bilim adamı onun karısı olduğunu söylemiş, çiftçi – onun karısı olduğunu demiş. Kadi onları dinleyip demiş:

        Kadın burada kalsın, ya siz yarın geliniz.

Ondan sonra bir kasabın ve yağ tüccarın sırasını gelmiş. Kasabın giyisi kan ile ya da yağ tüccarın giyisi yağ ile olmuş . Kasap elinde para tutmuş, yağ tüccar para ile kasabının elini güçlü tutmuş. Kadinin soruya kasap cevap etmiş:

        Ben bu yağ tüccardan yağ alıp ödemek için parayı çıkardım, ama o elimi yakalayıp tüm paramı almak istemiş, ve zorla para alamadığını sonra elimi tutarak beni sizin yanınıza getirmiş. Doğru değil, demiş, ama senden parayı alayım.

Yağ tüccar buna cevap vermiş:

        Bu doğru değil, kadi. Kasap benden yağı almak için geldi ve ben ona bir kova döktüm. Sonra o bana demiş: «Altın boz». Ben ise altın bozmak için para ile bir kese çıkardım. Ben tezgahın üzerine onu koyar koymaz kasap kesemi yakalanıp kaçmak istemiş. Ben onun elini yakaladım, tuttum ve sizin yanınıza getirdim.

Kadi her ikisi de dinleyip demiş:

- Para burada kalsınlar , ya siz yarın geliniz.

Şimdi Bayakasın ve dilencinin sırası gelmiş. Bayakas başından sonuna kadar her şeyi anlatmış. Dilenci bağırmış:

                O yalan söylüyor! Ben şehri içine at üzerinde girdim. Bu tüccar yere oturmuş ve onu şehrine getirmek istemiş. Ben ise onu ata binip, şehrine getirince ona söyledim:

                Çekil! — Ya o attan çekilmez, onun atı olduğunu demiş,— ve bana zahmet vermişti.

Kadi biraz düşünüp diye söylemiş:

-          At burada kalsın, ya siz yarın geliniz.

Ertesi gün birçok kişi kadinin kararını dinlemek için gelmişler. İlk önce bilim adamı ve çiftçi onun yanına yaklaşmışlar.

Kadi onlara demiş:

        Bilim adamına karısı, şiftçiye elli çubuk veriniz!

Onun söylediği hemen yapmışlar: bilim adamına kadını ve çiftçiye elli çubuk vermişler. İkinci olarak kasap ve yağ tüccar yaklaşmışlar.

        Para senin, kasap,— kadi demiş,— yağ tüccara elli çubuk veriniz!

Üçüncü olarak Bayakas ve dilenci yaklaşmışlar. Kadi Bayakas’a sormuş:

                Yirmi atlar arasında senin atın tanıyabilir misin?

                Tanıyabilirim, Bayakas cevap vermiş.

                Ya sen tanıyabilir misin?— kadi dilenciye sormuş.

                Tanıyabilirim,dilenci cevap vermiş.

Bundan sonra kadi ikisini de gitmek emretmiş ve at ahırına getirmiş

At ahırına kadi önce Bayakas’ı içeri sokmuş. O çok at arasında birisine düz getmiş ve onu kucaklamış. Sonra dilenci de içeri girmiş, o da aynı at yanına yaklaşmış.

Bundan sonra kadi onun yerini alarak kararı söylemiş:

-          At , tüccar, senin, ya dilenciye elli çubuk veriniz!

Kadi kararlarını söyledikten sonra evine gitmiş. Bayakas onun arkasında gitmiş.

                Neden benim arkamda geliyorsun? — kadi diye sormuş. — Veya kararım ile mutsuz musun?

                Hayır,— Bayakas cevap vermiş,— Ben kararı ile mutluyum.

Ancak kadının bilim adamının karısı olduğunu, para kasaba ait olduğunu, ve at bana ait olduğunu öğrendiğinizi bilmek istiyorum. Kadi cevap vermiş:

       Kadının bilim adamının karısı olduğunu ben böyle öğendim. Sabah çok erken onu yanıma çağırdım ve emrettim: «Mürekkep hokkasım içine mürekkep dök.». Kadın mürekkep hokkasını çabuk yıkamış, içine mürekkep dökmüş – ve çok hızlı bir şekilde bunu yapmış. Bunun için mürekkep ve mürekkep hokkası ile ilgili eylemlerin bildiğini anlaşılmış. Eğer çiftçinin kasırı olduysa bu durumda böyle bir yatkınlığı olmamıştı. Bu yüzden bilim adamın doğruyu söylediğini öğrendim.

Para hakkında bu şekilde öğrendim. Dün parayı su ile bir bardakta koydum, ve bugün sabah erken su içinde yağ olmadığını gördüm. Su içinde yağ olmadı. Bunun için yağ tüccarın yalan ve kasabın doğru söylediklerini anladım. Neden sorarsanız, ben açıklayayım: eğer para yağ tüccara ait olsaydı, onları kullanarak yağ ile bulaştıracakmış, ve paradan su içinde yağ ortaya çıkacakmış. At hakkında bilgi almak daha zordu. Atı hem siz hem de dilenci tanıdınız. Ama sizlerden atın kimi tanıdığını görmek için at ahırına sizleri getirdim.

Siz atın yanına gelince at kişnemeye başlayıp sizin tarafınıza başını dönmüş. Ya dilenci atın yanına gelince, at kulaklarını kırtırıp bacağı kaldırmaya başlamıştı. Buna göre at sizin ki olduğunu demektir. — kadi diye bitirmiş.

O zaman Bayakas ona söylemiş:

               Ben tüccar değilim, Bayakas çariyim. Ben senin ünün hakkında haberin doğruluğuna inanmak için geldim. Şimdi ne istersen bana söyle.

               Ben ödül ihtiyacım yok. Senin sözlerin benim için yeterli ödüldür,— kadi cevap vermiş.

 

TASARRUF VE CİMRİLİK

Pek çok saygın insanlar bir öksüz kalmış aileye yardım etmek isteyerek, bağışlama toplamışlar. Bunun için bir ya da diğer evi ziyaret ederek bir zengin adam yanına girmişler. Onları bahçesinde bırakıp zengin adamın ip küçük bir parçası saklamak unuttuğu bir işçiyi güçlü küfrettiğini duymuşlar. Zengin adan ona demiş: —    Sen bilmezsin, bu küçük bir ip olsa da, ama para için satın alan eşyadır, ve servet kolay kazanmazdır.

Bunu gören ve duyan yolcular ne yapacaklarını aralarında danışmaya başlamışlar. Yerde unutulmuş ip bir parçası için kızdığı adam pek bir şey bağışlamaz. Keşke onlar boşuna zaman kaybetmezse aynı şekilde geri dönecekmiş. Birisi buna söylemiş:

        Biz ne kaybederiz? Gittik artık, bizim sorumuz hakkında anlatalım.

Böyle karar verip, zengin adam yanına gelince ona selam söylemişler. Bey kibarca gelmeye davet etmiş. Sonra gelmelerin sebebini öğrenip, hemen para çıkarıp diğerlerden daha fazla bağışlama vermiş, ekmek dört ya da beş torbası getirmeye söz verdi.

Yolcular şaşırtmışlar ve biraz oturduktan sonra, cimri bir adam olarak sandıklarını ona söylemişler. Bundan sonra zengin adam demiş:

        En küçük eşyayı bile aşağısamadım, ve onun değerini bildiğim ve sakladığım için fakirlere ve yoksullara yardım etmek olanağım var. Bunun için tasarruf cimrilik değildir.

 

ALTIN CEVİZ

Büyük bayram başlamadan önce çocuklarını memnun etmek için babaları evine farklı cevizler getirmişti.

En küçük bir kız Helen getirdiği cevizlerinden altın cevizlerini görüp, onların verildiğini ısrarlamaya başlamıştı.

        Bu cevizler sadece güzellik için yapılır, sen bunları al,— annesi diye göstermiş.

Ama Helen ağlamaya başlamış:

        Ben siyah ceviz almak istemem. Bana bir altın kabukla cevizler ver.  Bu ceviz içleri diğerden daha lezzetli olmalıdır,— o demiş.

Annesi yaramaz kızın isteğini karşılamaya karar vermişti ve altın kabukla cevizler ona vermişti. Başka çocuklara diğer cevizler dağıtmıştı.

Helen çok menmun olmuş ve hemen cevizlerini kırmaya başlamıştı. Görünmüş ki cevizlerinden hiç bir içi yok, sadece boş kabukları varmış. Onun yanında oturan diğer çocuklar eğlenmeye ve gülmeye başlamışlar.

O zaman babası demiş:

— Bu ceviz yemek için değil, süsleme için yapılır. Ben cevizlerin boş kabuklarını alıp altın boya ile boyandım. Bak, başka bir zamanda eşyanın iç görünümü hiç yargılama, çünkü eşyanın değerini içeriğinden ibaret olur.

 

ZENGİN NASIL OLABİLİR

Bir fransız bilim adamı yazmış:

        1791 yılında ben genç bir adam oldum ve Üniversitesi'nde okudum.  Her hafta Versay şehirde yaşayan annem yanına gittim, ve her zaman yolda sadakayı dilene dilene elde eden Anton adlı bir dilenciyi gördüm.

Bir gün her zamanki gibi yolda yürüdüm ve orta boylu ince bir adam ile karşılaştım. O benimki gibi aynı yönde yürürken bunun için biz birlikte gittik ve aynı dilenci Anton karşılaştık. Onun alışkanlık olduğu gibi sabaka dilenmeye başladı.

Yoldaşım Anton’un yüzüne bakarak ona dedi:

      Anton, sen akıllı bir adam gibi bakıyorsun, çalışmak için de sende güç var, ama kendini böyle bir aşağılamaya uğrarsın. Eğer zengin olmak istiyorsan, sana bazı tavsiyeler vereyim. Ben de seninki gibi fakil oldum, ama senin ki gibi ben sabaka dilemem. Ben şehirden şehire gittim, çöpte ve saman içinde hem de insanlarda eski paçavraları diledim. Sonra bu paçavraları kağıt fabrikasına sattım, çok az para biriktirip bir eşek ve bir araba satın aldım. Sonra ben araba ile gitmeye başladım,    çiftliklerde eski paçavraları topladım ve satın aldım, birazdan sonra bir ticaret yaptım. Bu şekilde çalışarak, ben yedi yıl içinde on bin frank topladım. Para kazanıp, bir kağıt fabrikası satın aldım. Ben genç, enerjik ve tutumlu oldum, tembel olmadım, işlerim geliştirdim ve şu anda iki büyük taşlı evim var. Fabrikayı oğluma verdim. Onun aç ve çıplak olmayacağını umarım. Çünkü küçük yaştan itibaren oğlumun tembel olmamasını ve başıboş dolaşmamasını öğrendim. Kolayca ekmesini kazanmayacağını teklif ettim. Anton benim öğneğime takip et, ve benim ki gibi sen de zengin olacaksın, — bunu dedi ve uzaklaştı.

Bu sözleri dinleyip Anton yerinde durmak kaldı ve ne kadar düşüncelerine daldı, o bile sabaka dilemek unutmuş.

1815 yılında Brüksel şehrinden geçince büyük bir kitap dükkanına girdim. Dükkanda onun katiplarına çeşitli emirleri veren tüccarın tanıdık yüzünü gördüm.

Ben dükkanda iken, adam bana dikkatle baktı, düşünceli durdu, sonra gelince  benimle diye konuştu:

        Affedersiniz, ben size sormak istiyorum. Yirmi beş yıl önce siz öğrenmişsiniz ve her zaman aynı yolda Versay şehrine girmişsiniz, değil mi?

Sonra ben hatırladım ve şaşırıp bağırdım:

       Antın sen misin?!

— Evet, tüccar cevap verdi,— Ben aynı dilenci Antonum. Bir gün bir yaşlı adam ile geçtikten sonra onun sözleri benim ruhumda derin battı. Bundan sonra sabaka dilemek bıraktım ve çalışmaya başladım. Çok çok çalıştım ve kazançlarıma tutumlu ilgilendirdim. Sonuçta adamın sözleri gerçek oldu. Şimdi büyük bir dükkanın sahibiyim.

 

PAMUK TUTAMI

Bir genç kız babasının kaftanı tamir etmişti. Annesi yanına oturup ona öğretmeye başlamış:

— Yavrum benim, dünyada bir şey için uygun olmaz her türlü eşya yoktur. Bu eşyalar yerlerde boşuna sürünmezler.

 Annesi bu sözleri konuştuğu zaman kız kaftanın tamiri bitirip kalkınca yerinden küçük pamuk tutamlarını dışarıya atmış ve demiş:

                Annem, bu küçük pamuk tutamları belki, hiçbir şeye uygun olmaz.

                Yavrum, bu parçaları boşuna gitmezler, - annesi diye fark etmiş.

Annesiyle konuşarak kız aniden pencereye bakmış.

Rüzgar pamuk tutamlarını esmiş ve bir serçe küçük tutamı kovalayıp gagasında onu yakalamış ve uçmuş. Hepsi bunu o görmüş.

                Annem bir serçe pamuk tutamı yakalamış. Onunla ne yapacak? — kız diye sormuş.

                Görüyorsun, kızım, hemen sözlerim doğrulamışlar. Serçe onun küçük yavruları için yumuşak bir yuvasını pamuk ile döşeyecek, – annesi cevap vermiş.

 

BİR ADAM VE BİR SARAY MENSUBU

Bir adam çölde bazı özellikle güzel bir taş bulunmuş ve bu taş ile ne yapacağını  komşuya sormuş.

        Çar yanına getir,  komşu diye tavsiye etmiş.

İşte adam saraya gelmiş, saray mensubunun ayaklarına eğilmiş ve çar ile bir görüşmeyi düzenlemek istemiş,

                Senin işin nedir? saray mensubu diye sormuş.

                Çar için bir hediye getirdim,— adam cevap vermiş.

                Eğer çarin vereceğinin yarısı bana verirsen, bir görüşme yapayım, yoksa yok çari göremezsin,— saray mensubu demiş.

Adam bunu kabul etmiş.

Saray mensubu adamı çarin yanına getirmiş. Çar hediye alıp ve adamı teşekkür edip ona bin ruble vermiş. Ya adam, dizlerinin üzerine düşmüş ve demiş:

        Efendim, bin ruble kabul edemem, benim arkama elli çubuk vermek emret.

Çar bu bir nedenle olması gerektiğini düşünmüş ve adamın arkasına elli kez hafifçe vurmak korumalara emretmiş. Adama yirmi beş kez vurulduğu zaman o demiş:

        Yeter, geri kalanı saray mensubu almalıdır. Çünkü çarin hediyesinin yarısı ne olursa olsun, saray mensubuna vermeliyim.

Çar saray mensubu çağırmış ve iyi bir yirmi beş çubuk ona vermek emretmiş. Sonra çar kurnaz adamı menmun olunca ona iki bin ruble vermek emretmiş.

 

BİR FARENİN TAVSİYESİ

Bir fare tek başına küçük yavrusuna dünyada en güçlü ve kötü adam olduğunu diyerek ders vermiş. O ahşap bir tuzak yerleştirirmiş ve üstüne küçük bir domuz yağı koyarmış. Eğer yemek için yakın gelirsen, tuzak tarafından seni yakalanır.

Bir gün koşarak ve oynayarak küçük fare domuz yağının kokusu hissetmiş ve orada domuz yağı koyabildiğini öğrenmek istemiş. Uzaktan çatlağa bakıp görmüş: annesinin dediğini gibi bir tuzak varmış ve üstüne domuz yağının parçası koymuş. O düşünmüş: «Bakınız, insanlar aptal gibidir —  bir ahşap tuzak yapmışlar, üstüne domuz yağı koymuşlar ve bizi aldatmak düşünmüşler. Bu kurnazlığa kandırılmayacağız.»

Sonra, tuzak etrafına koşarak küçük fare demiş:

— Ah bu kötü domuz yağı ne kadar güzel kokuyor. Ben onu yemek istemem, ama onu koklamak için yanına yaklaşabilirim.

Kendisi ise, bu arada, domuz yağına daha yakın yaklaşmaya başlanmıştı. Bu zamanda tuzak aniden katapmış ve küçük fareyi çarpmış.

 

BABA VE OĞUL

Baba tarladan on yıllık bir oğlu ile geri dönmüş, ve yolda eski bir nal görüp oğluna demiş:

                Bu nal kaldır.

                Eski kırık bir nal benim ihtiyacım yok. —» oğlu cevap vermiş.

Babası ona hiçbir şey söylemeden nal kaldırıp yoluna devam etmiş.

Demircilerin çalıştığı bir şehir dışına geldiği zaman babası üç kuruş için bu nalı satın almış.

Biraz yürüdükten sonra, onlar vişne satan tüccarları görmüşler. Babası nal üzerine alındığı o üç kuruş için çok vişne almış. Bir mendil onları sarılıp sonra, oğluna bakmadan, zaman zaman bir vişne yeyip yolda gitmiş. Oğlu arkasına gitmiş ve vişneye gıpta ile bakmış. Biraz gittiği zaman babasının ellerinden bir vişne düşmüş. Oğlu hızla eğilmiş ve onu kaldırıp yemiş.

Bir süre sonra, babası daha bir vişne sonra diğer düşmüş, ve yolda boyunca teker teker vişne düşmeye başlamış.

Oğlu en az on kez eğilip, düşmüş vişne kaldırıp yemiş. Sonunda babası durmuş ve oğluna vişne ile mendil vererek demiş:

— İşte bak, bir kez eski bir nal almak için aşağı eğilmek çok tembellik ettin. Ama sonra sen nal üzerine alındığı vişne kaldırmak için on kez eğildin. İleride hatırla ve unutma, eğer kolay bir iş zor olduğunu sanırsan daha sıkı çalışma ile görüşeceksin. Eğer küçük memnun olmazsan, o zaman büyük kaybedersin.

 

BİLGİNİN FAYDASI

Eski bir demirci dinlenmeden gece gündüz çalışmış. Onun yanında, zengin bir adam Brayun adlı yaşamış. Onun oğlu eğlenerek oynamak için her gün demirciye gelmiş ve onun demiri dövdüğünü izlemiş.

Bir gün demirci efendinin oğluna demiş:

— Efendim, istersen ben seni çivi dövmek öğretebilirim. Kim bilir, belki bir gün bu zanaatın bilgileri sana gerekirdir.

Çocuk sadece eğlence için, her gün çivi dövmek başlamış ve bir süre sonra onları çok iyi dövmek öğrenmiş.

Uzun yıllar sonra ülkeye düşmanlar saldırmışlar. Brayun’nun mallarını çalınmıştı ve o eşi ve çocukları ile kaçmak zorunda kalmış.

Onlar gıda ve giyim eksikleri geçirerek bir şehirde dolaştığı zaman belediye başkanı bir ordu için çok çizme oluşturmak gerektiğine kararı vermiş. En yakın şehirlerde çizmenin çivileri bittiği için onları dövmek gerekmiş. O zaman Baryun  çocukken çivi dövmek öğrenmiş ve devlet ayakkabıcılara ilan etmiş:

        Eğer çizmenin çivileri çok sayıda gerekiyorsa, ben bunları dövebilirim.

Ayakkabıcılar Brayun tarafından yapılan çivileri gördüğü zaman bunları sevinmişler. Brayun şiparış alıp, çok para kazanıp ve sonuna kadar refah içinde yaşamıştı.

 

BAHÇIVAN AĞAÇLAR

Güzel bir yaz gününde sabah erken bir efendi oğlu ile bir bahçede gezinmişti.   Onlar dikilen çiçekleri ve ağaçları incelenmişlerdi.

                Neden bu ağaç doğrudan ya o açağ bükük büyür? oğlu diye sormış.

                Oğlum benim, çünkü bu ağaçın büyüdüğü sırasında bükük dalları kesilmiş ve bakılmış. O ağaç hiç kimse bakmamış ve tek başına büyümüştü,— babası cevap vermiş.

                Öyleyse, demek, bakımdan büyük bir faydası var,— oğlu demiş.

                Hiç şüphe yok ki, sevgilim, o kadar iyi bakım için büyük faydası var. – babası demiş.— Bunu senin için de bilim olabilir. Sen de, genç bir ağaç gibisin, sana da bakım gerekir. Eğer senin yanlışlarını düzeltirsem ve iyi öğretirsem ya sen benim tavsiyelerim takip edersen, o zaman gerçek iyi bir adam büyüyeceksin. Eğer sen bakımsız büyüyeceksen, bu bükük ağaça benzer olacaksın; - babası diye söylemiş.

 

ADALET

Hüseyin kadinin penceresine iki düzensiz dilenci yaklaşmıştı ve yalvarmaya başlamışlar:

Allah aşkına, sadaka verin.

                Allah versin, gidin,— kadi cevap vermiş.

                Peygamber için verin.

               - Hey, dilenciler, gidin, kafamı karıştırmayın!— kadi demiş ve kızınca okuduğu kitabı yerine düşmüş.

               Ah, Kadi, bizim ihtiyacımız için, bir şey verin,—  dilenciler istemişler.

Daha sonra kızgın kadi aniden ayağa kalkmış dilencileri geri çekinmek ve zindanda atmak için uşakları çağırmış.

Ama dilenciler o adna hızlı ortadan kaybolmuşlar.

Üç gün sonra, kadi yanında çok misafirler toplamış ve bayram başlamıştı.  Kadinin evi altın ve değerli mobilyalar ile parlak olmuş. Kendisi de aynı pencerenin yanına oturmuş ve müftü ile konuşup Bağdat’a bakmış. O zaman, pencereye aynı iki dilenci gelmişler.

        Bayram ile size tebrik ederiz, kadi. – Bayramınız için bir şey verin,— dilenciler pencereden ayrılmadan istemişler.

O zaman kadi yanına oturan müftüye söylemiş:

        Bu iki dilenci ikinci kez buraya gelip beni rahatsız olmuşlar. Asil halife bu insanları cezalamak izin vermez. Ama bu kez iki dilenciyi yakalamak, zincirlenmek ve hapsetmek söyleyim. Onlar dolaşmasınlar ve Bağdat eşsiz şehrinin güzel görünümü bozmasınlar.

Demiş ve uşaklarını çağırmış.

Şu anda dilenciler evine girmişler ve yıpranmış giysiler atmışlar. Ve onlardan biri sert bir sesle bağırmış:

                 Kadi! Ben seni hakim olarak tayin ettiğim zaman adil bir hakim olduğuna umarım. Senin hem zenginlere ve hem de fakirlere aynı olumlu karşılacaktığını düşündüm. Ama ne görüyorum, ben yanlış yaptım ve pişman olurum. Japar! Bu değersiz yaşlı adam al ve onu haklı cezalandır. Halkım halife'nin öfkesi her yerde suçlu solladığını ve er geç kötü işleri halife’nin bildiğini görsün ve bilsin. Eğer halife bu işleri ile ilgili bilgi alırsa büyük veya küçük görevli olursa olsun suçlu cezalandırılacaktır.

Toplanmış misafirler gelmiş adamları tanımışlar ve ayaklarına düşmüşler. Dilenci şekilde alıp halife Garun-al-Raşid ve onun veziri Japar gelmişler.

 

ACIMA DUYGUSU AĞRIDAN DAHA GÜÇLÜ

Seit sokakta koşmuş.Yanlışlıkla bir araba ona zarar vermiş. O kırık bir bacak ile düşmüş ve bağırmaya ve ağlamaya başlamış.

Anne oğluna koşmuş ve korku ile bayılmış. Seit bunu görmüş. Hemen bağırmaya durmuş, ve bile kırık bacak yerine koyduğu ve sargıladığı zaman o hiç ağlamamış ve onun acıdığını belli etmemiş.

Kemikleri doktor ona sormuş:

        Acıyor mu? Sen hatta buruşmadın. Annesi odadan çıktığı zaman Seit biraz kendine gelince doktora fıs fıs cevap vermiş:

        Hem çok acıyor hem de kalbım sıkıyor. Fakar annem benim çok acıdığını görürse o acı çekeçek ve üzecektir. Sadece bunun için ben sabrediyorum.

 

ŞAPŞALLIK

Bir mişar[12] Kerim adlı çalışmada iyi bir yiğit olmasına rağmen yıkamak, temiz olmak ve temiz bir gömlek giymek için alışkanlığı yokmuş.

Ona söylerken:

        Kerim ne oluyor? Neden kirli gidiyorsun? Sen yıka,—  o her zaman cevap vermiş.

        Benim vaktim yok.

Böyle gibi gitmiş. Ama bir gün bedeni çıbanlar ve uyuz yaraları ile kaplamış. Acı içinde kıvranıp böyle bir durumda iken, ona sormuşlar:

                    Kerim, ne oldu? Kerim genellikle cevap vermiş:

                    -Allah günahlarım için ceza verdi.

Tanıdık insanlar ona itiraz etmişler:

        Doğru, Kerim, Allah dürüst olmayan kirli insanları sevmez, fakat en az haftalık bir kez hamama gitmek veya evde sabunla bir banyo almak alışkanlığı içine aldıysa o zaman böyle bir sorun ortaya çıkmadı.

Sonunda Kerim’i hastanede getirmişler. Orada onu yıkamışlar temizlik giysileri vermişler ve tedavi etmişler. Bir çok bir az hastanedeymiş, ama iyileşmiş. Hastaneden geldikten sonra Kerim bir fabrikada çalışmak gitmiş. Fabrikada bazı boyaların çok zehirli olduğunu bilirsiniz. Bir gün sahip Kerim’e bir boya vermiş ve onun karıştırması istemiş. Boya karıştırıp Kerim alışkanlığı olduğu gibi ellerini yıkamadan oturup ekmek yemeye başlamış. Ellerinde kalan tüm boya onun yediği ekmeğe yapışmış. Aniden Kerim’in midesi ağrımaya başlamış. O düşüp kırvanmaya başlamış, bir süre hasta olarak ölmüş. Boya çok zehirli olmuş.

 

YALANIN YARALANMASI

Bir gün içinde üç avcı sadece tek bir ördek öldürmüşler. Akşam yatakta oturup böyle bir konuşma başlamışlar:

        Bu ördek ile üçümüz karnımızı doyamayız, tek başına yemek rahatsızdır.

Avcılardan biri kurnaz bir yiğit olmuş. Demiş:

        Ben bir çözüm buldum. Biz ördek hazırlayalım, kaplayalım ve üçümüz yatağa gidelim, ve bizlerden kim iyi bir rüya görecek o ördek yiyecek.

Böyle karar verip, ödrek pişirmişler, kaplamışlar ve kendileri yatağa girmişler. Kurnaz yiğit gece kalkıp ördek yemiş ve önce gibi tabağı kaplamış.

Sabah kurnaz yiğit arkadaşlarla beraber kalkıp sormuş:

        Kim hangi rüya görmüş?

— Ben gece beyaz bir atla altın bir taç ile gökyüzüne uçtum, — biri demiş.

—.Ben cennetteydim ve huriler bana hizmet ettiler,— diğeri söylemiş.

        İkiniz de doğruyu söylüyorsunuz. Benim rüyamda sizi gördüm . Sizlerden biri çar olarak gökyüzüne uşup diğeri cennette gidip buraya geri dönmediğinizi düşündüm. Bunun için ördek ben yedim. — kurnaz yiğit demiş.

 

ALTIN PERÇEM

(masal)

Çok zamanlarda bir Han yaşamış ve onun on iki karısı olmuş, ama çocukları yokmuş.

Bir gün Han yola çıkmak istemiş ve karılarına sormuş:

— Benim dönüşüme kadar hangi hediye hazırlarsınız?

Baş karısı cevap vermiş:

        Senin dönüşüne kadar altın saraylar inşaat etmek emrederim.

En genç karısı söylemiş:

        Senin dönüşüne kadar bir oğlu ve bir kızı doğacaklar. Oğlunun adı Altın Perçem olacak.

Bundan sonra Han uzun bir yola gitmiş, iki veya üç yıl boyunca yokluğunda olduktan sonra eve dönmüş.

Han’ın dönüşüne kadar baş karısı saray kurmuş, ya en genç karısı altın perçem ile bir oğlu ve kızı doğurmuş. Fakat baş karısı kıskançlıktan bir yaşlı kadın cadı davet etmiş, onun yardımıyla çocukları çalıp bir kuyuya atmasını istemiş, ve onun annesine iki köpek yavrusu koymuş. Annesinin köpek yavrularını doğurduğuna suçlamış. Zavallı annesi biraz ağlayıp kaderiyle katlanmıştı. Han geri dönmüş, iftiraya inanmış ve en genç karısı kapı dışarı etmesini iştemiş.

Çocuklar kuyuya düşerken kuş şekilde bir melek uçup gelmiş çocukları alıp bir şehire onlarla uçmuş ve şehrin dışında yaşayan bir yaşlı kadına vermiş.

Bu yaşlı kadım ne oğlu ne kızı yokmuş. Her iki çocuk onunla üç ya da dört yıl yaşamışlar. Kısa bir süre sonra yaşlı kadın ölmüş. Oğlan büyüdüğünde keçileri ve yabani eşekleri ok atmış. Çocuklar hayvanların eti yemişler, derilerinde giymişler. Sonra dağda bir mağara bulmuşlar, yaşamak için uyarlanıp orada yerleşmişler.

Bir gün Han’ın çocuklara zarar ve sefalet getirmiş baş karısı onların sağ olduklarını öğrenmiş. Yine aynı yaşlı kadın -cadı göndermiş ve altın perçem ile çocuğu öldürmek için emretmiş

Çocuklar arayışı içinde yaşlı kadın-cadı mağaraya geldiğinde oğlanı görmemiş. Oğlan ava gitmiş. Onun kız kardeşi ise evde kalmış. Yaşlı kadın – cadı ona söylemiş:

        O tarafta Ugrüm – Han’ın 1 yaşadığını kardeşine söyle. Onun her gün tay getiren bir kısrağı varmış. Bu taylar argamaki-tulparlardır 2

Böyle demiş ve gitmiş.

Yaşlı kadın-cadı bu biçimde çocuğu öldürmek düşünmüş. Çünkü kim kısrak arayışı içinde ortaya koymuşlar ve yolda kaybolup ölmüşler.

Akşam kardeş geldiğinde, kız kardeşi yaşlı kadın cadının sözleri hakkında anlatmış. Bunu duyup, kardeş kısrağı aramak için yola çıkmış.

Yolunda büyük bir nehir karşılaşmış. Onu yüzerek geçmek cesaret eden adam boğulmuş. Altın Perçem diğer tarafa geçtiği zaman, bir perinin kızı dalgalar kaldırmış ve kayık devirmek için ele geçirilmek istemiş, ama Altın Perçem onun ellerini yakalayıp yüzüğü ve bileziği kendisine almış ve kazasız belasız nehir geçirmiş. Sonra yolu devam ederek Ugrüm-Han’nın yanına ulaşmış.

O sırasında Ugrüm-Han’ın kısrağı tay doğurmaya başlamış. Ve Altın Perçem Ugrüm-Han’a demiş:

        Efendim, emrederseniz bu tay ben alayım.

Ugrüm-Han cevap vermiş:

        Al.

1. Ugrüm – Han – gülmeyen han, masalların kahramanıdır.

Tulpar — kanatlı attır.


Doğan taylar hiç kimse alamazmış, çünkü tay doğar doğmaz perinin kızı onu getirmişler. Oğlan izlemeye başlamış. Kısrak tay doğurunca perinin kızı bulut bişimde ortaya çıkmış ve tayı getirmek istemiş, ama Altın Perçem kılış sallamış ve perini kızı pabuçlarını ve tayı bırakarak uçmuş.

Altın Perçem Han’nın yanına gelip pabuçlarını ve tayı göstermiş. Han onu mübarek etmiş. Oğlan kazasız belasız eve geri dönmüş ve kız kardeşine pabuçları, yüzüği, bileziği, tayı verip ava girmişti.

Bir süre sonra, aynı yaşlı kadın-cadı geri gelmiş. Yüzüğü ve tayı görüp kız kardeşine demiş:

      Görüyor musun? Ben size iyilik diliyorum. Kardeşin sana yüzük getirmiş, ve şimdi başka bir yere yolla. Oradan altın bir sandık getirsin.

Yaşlı kadın – cadı bunu söyleyip gitmiş.

Kardeş geri dönerken, kız kardeşi altın bir sandık bir yerde bulduğunu ve kardeşin getirmesini istediğini ona demiş. Kardeş tulpar - tayına binip gitmiş.

Yolda toprakta çatlağı dikmiş yaşlı bir kadını karşılaşmış. Yanına yaklaşıp ona sormuş:

-                     Nene ne yapıyorsun?

Yaşlı kadın cevap vermiş:

— Toprakta bu çatlağı dikiyorum. Eğer neden sorarsan, ben sana söyleyim. Senin ki gibi pehlivanlar buraya gelirler, bir sandık için bu çatlağa girirler ve orada ölürler.

O zaman oğlan demiş:

        Bana da bu sandık gerekiyor.

Ve çatlağa yaklaşıp ona girmiş. Toprağın altında önünde bir peri ortaya çıkmış ve bağırmış:

       Alçak taş evdeyse cevap ver!

Peri bu sözleri bağırır bağırmaz Altın Perçem taş olmuş ve bir yerde hareketsiz kalmış. Onun kanatlı at bir gün beklemiş iki gün beklemiş, ve onu beklemeden eve dönünce ağlamış. Kız kardeşinin öldüğünü anlamış, tulpara binip yaşlı kadının yanına gitmiş. Bu yaşlı kadın hâlâ toprağın çatlağı dikmeye başlamış. Yaşlı kadın ona demiş:

               Kardeşi ölmüş. Toprağın çatlağına girme, girersen sen de öleceksin.

               Ölmek için hazırım. Ama ölümden önce hatta ölü kardeşimi görmek istiyorum, - kız kardeşi cevap vermiş.

O zaman yaşlı kadın ona tavsiye vermiş :

   Oraya girip gözyaşları içinde söyle: « Toprağın üsrüne ben sefilim, toprağın altında sen sefilsin».

Kız ağlayıp toprağın içine inmeye başladığında perinin kızı onu karşılaşmış ve onun kederi hakkında sorup acımış ve kardeşini canlandırmış.

Toprak yüzeyine çıkıp kardeş ve kız kardeşi yoğun bir orman yanına sürmüşler. Orman kenarında atını ve kız kardeşi bırakarak, Altın Perçem ormanın en sık yerine girmiş. Ormanda dolaşıp Küçük bir çadıra kadar ulaşmış, ona gerip oturmuş. Orada oturduğu zaman perinin iki kızı uçmuşlar ve çadırın üstüne oturmuşlar. Onlardan biri demiş:

        Oy, bir gün ben çok korktum. Eğer neden sorasran, sana söyleyim. Bu nehir üzerinde olmuş. Ben bir kayık devirmek istediğim zaman bir yiğit yüzüğüm elimden aldı. Tekrar onu gördüysem onun karısı olacaktım.

Ve perinin diğer küçük kızı demiş:

        Ben de bir gün çok korktum. Eğer neden sorasran, sana söyleyim. Ben genellikle bir Han’dan her gün bir tayı alıp götürürüm. Bir gün oraya uçtuğum zaman bir yiğit beni gözetleyip ve bir tay taşımak sadece istedim o tayı elimden almış. Bu delikanlıyı bulduysam onun karısı olacaktım.

Onun hikaye söyler söylemez aniden ikisi de peri cevabını duymuşlar:

        İşte ben o yiğitim. Siz onun karıları olarak istiyorsunuz.

Bunu çağırıp Atlın Perçem bir yerden kaldırmış.

Bundan sonra iki peri onunla evlenmişler. O ise kızları ve çadırı ormanın kenarına taşımış. Orada onun kız kardeşi ve atı kalmışlar. Sonra onlar beraber eski yere geri dönmüşler. O yerde dört beş yıl boyunca yaşamışlardı.

Günler geçmişler. Altın Perçem her gün ava gitmiş. Bir gün av zamanında bir adamı görmüş ve onlar beraber avlamaya başlamışlar. Beraber avladığı zaman aniden önlerinde bir hayvan çıkmış ve sakın olarak gitmiş. Altın Perçen ve onun arkadaşı atmak isteyince bu hayvan aniden Altın Perçem’in arkadaşına demiş:

       İşte senin oğlun!

Altın Perçem’e söylemiş:

        İşte senin baban! Bir yaşlı kadın sizi ayrılmış! Hayvan bunu söyleyip yok olmuş. Baba ve oğul birbirlerini tanıyıp kucaklayarak ağlamışlar. Baba misafir olarak oğlu çağırmış. Baş karısı ve yaşlı kadın –cadıyı getirmek istemiş ve idam etmek emretmiş. Sonra kapı dışarı ettiği ve sadaka dilene dilene elde ederek bir yerde serserilik yaptığı en genç karısı bulmak istemiş. Han yanına onu getirdiği zaman o han ile yaşamaya başlamış. Altın Perçem Han olmuş. Sonra kız kardeşini ve iki karısını getirmişler.

Beraber toplayıp büyük bir şölen ve at yarışmasını yapmışlar. Ve sonra mutlu yaşamaya başlamışlar ve tüm arzularını gerçekleşmişler.

Küçük çadır oğul ayrılması veya kız evlenmesi zamanında konulmuştur. Büyük babanın çadırından daha küçük olmuştur, bunun için Küçük çadır demişlerdir.

 

ÖRÜMCEK, KARINCA VE KIRLANGIÇ

Bir baba ve onun on yaşındaki oğlu tarla üzerinde yürümüşler. Baba oğluna sormuş:

                Bak, orada örümcek sürünüyor. O ne yapıyor?

                O örümcek ağı örüyor.

                Ya o karınca, görüyor mısın?

                Görüyorum, ağzına kırıntıları ile koşuyor.

                Üstüne bak, neyi görüyorsun?

        Üstünde kırlangıç uçuyor ve gagasında bir ot tutuyor.

Daha sonra baba oğluna şöylemiş:

        İşte benim sevgilim, bu küçük yaratıklar senin için bir örnek teşkil edebilir. Örümcek ağ koyar, sinekler ve sivrisinekler yakalar ve yemek için kullanır.   Karınca da koşar ve çocukları için yemek arar. Bir parça bulup onu yemez, mutlu ile evine koşar. Kırlangıç yavrularına bir yuva yapmak için ot toplar.

Çalışamaz hiç ruh yoktur. Allah haylazlık etmemen için seni yarattı. İşe alışmak gerekir.

 

OĞLANIN ZEYREKLİĞİ

Bir bilim adamı, ıssız bir çölde yolda yürümüş, bir taş üzerine takılmış ve düşünmüş: «Bu taş inlarlar için zarar verebilir, bir tarafa koymak daha iyidir».

Adam taş kaldırmış, ve altında küçük bir sandığı görmüş. Sandık açtığı zaman bundan bir yılan çıkmış ve sokmak için bilim adamına atılmış. O zaman bilim adamı ona demiş:

        Ben seni esaretten, karanlık ve dar yerden kurtuldum. İyilik için  kotülük mü öderler?

        Evet,— yılan cevap vermiş.

        Bir kimse soralım, bu doğru mu? Eğer doğru senin tarafında olursa sen beni sokabilirsin — bilim adamı demiş.

Yılan bilim adamının teklifi kabul etmiş. Böyle beraber gitmişler ve bir deve tanımışlar. Ona işleri hakkında anlatmışlar. Deve dinlemiş ve onlara söylemiş:

        Evet, iyilik için kotülük öderler. Eğer neden sorarsanız söyleyim. Benim hayatımda ne kadar yükü ve insanların mallarını taşıdım ki, ama insan daha güçlü yük koyar, eğer ben gidemezsem beni vurur ve ıstırap verir.

Yılan bunu duyunca bilim adamının boyunu bir kez dönmüş.

Bundan sonra bir meyve ağacı yanına yaklaşmış ve onları yargılamak istemişler. Ağaç onlara demiş:

İyilik için kotülük öderler. Eğer neden sorarsanız söyleyim. İnsanlar ne kadar benim meyvelerim yemek için kullanır, ama hiç bir zaman meyve elleriyle toplamazlar. İnsanlar beni acıtarak gövdeme vururlar ve meyve düşürüm.

Yılan bilim adamının boyunu iki kez dönmüş.

Sonra bir köpek ile görüşmüşler, ve köpek demiş:

İyilik için kotülük öderler. Kaç gün ve kaz gece uykusuz ben insanı, onun mallarını, sığırını korudum. Ne kadar zor olursa olsun insan için çalıştım. Ve sonunda yaşlı ve hasta olduğum zaman o beni sopayla dövüldü ve dışarıya attı.

Yılan bilim adamının boyunu bir daha dönmüş ve onu sokmaya istemiş ama bilim adamı ona demiş:

        Bizi yargılamak için bir kimse bir daha gidelim. Eğer bu kez senin doğru söylediğine karar verirse, sen beni sokabilirsın.

Ve oyan erkek bir grup yanına gelmişler. Onlardan biri bilim adamına selam söylemiş. Bilim adamı ona da selam söylemiş ve ne olduğunu anlatmış. Oğlan bilim adamı sonuna kadar dinleyip demiş:

        Hey dede, yalan söylüyorsunuz. Sizin boyununuzu üç kez dönmüş büyük yılanın bu küçük sandıkta sığdığını kim inanır?

             Bütün bunlar doğrudur,— yılan demiş.

Ama oğlan inanmamış ve gözleriyle görmediği kadar hiç kimse inanmadığını demiş. O zaman yılan oğlanın inandırması için kıvrılıp sandıka girmiş ve orada yatmış. Yılan bunu yapınca oğlan çıtır ile sandığın kapak kapatmış ve kilitlemiş, ve bilim adamına verip demiş:

        Bu sandık getirin ve onun yerine koyun.


TEMİZ PINAR

Üç yolcu bir pınar yanında görüşmüşler.

Pınar kayalık bir yerden akmış. Etrafında sır bir orman büyümüş. Ormandaki ağaçlarının dalları ve yaprakları pınarı gölgelemişler. Pınarın içinde su temiz, buz gibi soğuk ve cam gibi pırıl olmuş. Su akdığı yerine bir kimse büyük bir taş koymuş. Taşta delik açmış ve taslamış. Su aktığı yerinde bir yazı oymuş: «Hey, yolcu, bu pınar gibi temiz ol». Üç yolcu su içtiği zaman yazıyı okumuşlar onlardan biri, görünüşe göre tüccar, demiş:

        Akıllı kelimeler burada oyulmuştur. Pınardan bir dere gündüz gece durmadam koşar ve uzun topraklara akar. Ve daha uzun akar daha çok dere ona dökülür. Böyle akarak büyük bir nehir çevrilir. Bundan böyle bir sonuç çıkıyor: «Sen insan bitirmeden çalış, hiç bir zaman durmaz ve tembellik üzerine dalmaz. Eğer böyle gibi yaparsan sonunda büyük olacaksın ve hedefine ulaşacaksın.».

İkinci yolcu yoksul bir molla, başı sallayarak demiş:

   Hayır, ben böyle düşünmüyorum. Bu yazının anlamı düşündüğünüzden daha önemlidir. Bu pınar herkes için hazır. Sıcaktan bulanan için soğuk ve onun ruhuna haz verir. İçmek isteyen için susuzluğunu gider. Ve hiçbir kimseden ödül beklemez. Bunun için bu yazının anlamı böyle: eğer bir kimse iyilik yaparsan aynı gibi cevap vermeye görevlendirme. Bu yazı bunu diyor.

Üçüncü yolcu çok ince, yakışıklı genç adam sessizce duruyordu. Yoldaşlar onun düşünceleri sormuşlar.

Delikanlı cevap vermiş:

— Ben farklı düşünüyorum. Eğer işbu pınardakı su bir yerde sakin olduysa o zaman ot ve çöp ona girerek pınarı bulandıracaktı ve kirledecekti. Sonra insanlar ve hayvanlar pınar böyle gibi sevmezler. Fakat pınar gündüz gece aralıksız akar, o zaman temizlenir ve herkes onu sever. Eğer öyleyse, bu yazının anlamı böyle: ruhun ve vücudun pınar gibi temizlikte tut. Çünkü pınara bakarak onda güneşin aksini ve otların gölgesini görebilirsin. Bunun için ruhun pınar gibi herkese açık tut,— hepsi görülebilir olsun. Bence bu yası işte diyor. 


[1] Kipşak soy ismi.

[2] Kazaklar on iki yıllık bir dönemi atmışlardı. Her yıl evcil hayvanların, hayvanların, sürüngenlerin adı koymuşlar;

[3] Kurt – eksi süt ürünü, kaynadığı zaman süt suyu çıkarılırlar, sonra oluşmuş telve kuruturlar ve istenilen bişimi yapılırlar.

[4] Jabagi – yapağı, bahar kesmenin yünüdür.

[5] Suyunşimüjde için bir hediyedir.

6. Şeşen – iyi konuşan

7 Şanaş — küçük torba biçimde bir derin kap kacağı

[7] Koje – buğday, arpa veya darıdan bir tirittir.

[8] Bermes Han – Han -cimridir.

[9] A.B.Nikolskiy tarafından şiiri tercümesi yapılmıştır.

[10] Damga – soy bir işaretidir.

1  Kuday – Tanrı.

[11] Baba- Tuktı, Aziz- Şaştı – veliler.

[12] Mişarlar —volga tatarları, onların dili kazan tatarların diline benzer değil.

Көп оқылғандар