''Benim bildiklerim bunlardır''
Meğer o eski zamanlardan beri, bilim adamlarının sözlerine güvenirsek, vakit dağların sert kayalarını ince toza öğüttü. Bazı denizlerini kuruttu, bazılarını da suya doldurup büyüttü. Buzları eritti, ağaçları kara taşların haline getirdi.
... Bu hikaye ise hala unutulmamış..
Kimisi ona başka anlamını verir, kimisin kendi tahminleri, varsayımları, açıklamaları vardır. Bazı insanlar bunların gerçek olduğuna ihtimal vermez bile.
Ama ben bildiklerimden eminim.
Havva[1] (kızın adı belirlenecek) cennete yaşayan ve cennette olduğundan hiçbir fikri olmayan bir kızdı.
Yeşillik kenarlarına bereketli gölge düşürüp, güneşin yakıcı oklardan saklıyor; elini uzatırsan herhangi, her istediğin, türlü renkli, kokulu,lezzetli meyvelerden koparabilirsin: kayısını,hurmayi, üzümü, portakalı, cevizleri, narı ye keyf ile.Yemekten sonra,seçmece, hindistan ağaçın koyu sütünden, baharatlı balözünden ,yada beyaz huş ağaçın suyundan içebilirsin.
Ya sonrası?
Ve sonrası, sonrası, sonrası?..
Ve her zaman?
Bir süredir, ne zamandan beri kendisine bile belirtemeyen Havva,en mükkemel meyvelerin ve ıçeceklerinin yerine, kristal pınarından buz gibi soğuk suyunu içmeyi tercih ediyordu.
Eğer dünyada can sıkıntısı varlığından haberi olsaydı, derdi ki: ''Canım sıkıldı''. Yalnızlığa şikayet ederdi, yalnızlığın varlığını bilseydi. Kimseye lazım olmayan ve bunun yüzünden mahküm olan kadın güzelliğini lanetlerdi...
Ama Havva bayan olduğunu bile bilmiyordu.
La İlahe İllallah...Allahtan büyük İlah yoktur. Allah büyüktur ve her yerde her şeyi yapabiliyor. Kim bundan şuphelenebilir ki?
Dünyadaki herşey bağımlı ona, kudretinden şüphemiz olmasın.Havva'nın can çekişlerine değer vermedi, çünkü başka vazifelerle meşguldu. Tüm işler yaratılan meleklerine güvenilmez ki.
Bilhassa 5 meleklerine özel görev verildi.
Azrailin2 ellerine cezalandıran kılıçını verdi, Cebrail3 Allah'ın kastılarını yerine getirmekle vazifeliydi. Mikail4 dişsal işlerini düzeltiyordu, İsrafil5 ise içerdeki işlerle ilgileniyordu. Bahçeler ve bağlar Azazil'in6 velayetine verildi, o da gerektikçe güzellik yapıtı ile ilgili sorularını hallediyordu.
Ve geleceğini kehanet edip, Allah dünyada kıyamet kopacağını biliyordu. O gün İsrafil'in Sur'a üflemekle Allah'ın emriyle yaratılan tüm insanlar çarpılanır,ölüler mezarlıklardan çıkar.Herkezin cenneteki hayata dönmeye umutları olsa bile,Cebrail her kulunu saç telinden daha ince ve kılıç namlusundan daha keskin Hıyamet-Kayum köprüsünden geçirtecek.Tevekelli,her çeşitli, ve her halinde günahkar bulunanlar parçalayıcı çığlıklar ile ateşe düşecek.Onların içinde hırsız ve ahlaksızlar, soyguncu ve yalancılar,iftiracı,ruşvetcı ve alkolikler olucaktır.Ve kesinlikle kuralları bozan her kimse ateşte yanacak...
Bunların bütün herşeyı Allah huzursuz insanları yaratmadan önce belirledi. Bu yuzden Kıyametin tayın edilecek güne kadar daha çok vakit var...
Şimdilik ise...
Allah büyük bir zevkle zamanı geçirebiliyor.Daha küçük olan meleklerin birileri ellerle ayaklarının üstüne kokulu yağları sürütüyorlardı (demek yaşlanmış-gut hastalığı kendini belirtiyor). Diğerleri gayretle belini ovuyorlardı (buraya da hastalık yetişti). Başkaları da başucunda yelpazeler ile duruyordular, onların görevinde Allah'ı türlü böceklerden korumaydı.Yemekleri altın tabaklardan yiyip, altın bardaklardan diğer meleklerin getirdiği içeceklerden bol-bol içebiliyordular (beslenme rejimin en onemlisi - az yiyip yemeklere ara vermektir). Azazil ise en sesli meleklerini seçip guzel bir koro kurmuş oldu. Gün gece etraflara: «La illaha illa Allah... La illaha illa Allah...» Allahtan başka ilah yoktur yayılıyordu. Salavat-yuceltmedir.
Havva o sıkıcı Salavattan kaçmaya çok isterdi, ama ne derin derelerde, ne kara mağaraların içinde, ne dağların tepelerinde, ne de sık ormanlarda salavattan kurtuluş yoktu.
Bildigimiz gibi, Havvanın bedeni ateş kiliden yapıldı.Ama önce ayni kiliden iki maymunla bir insan yaratıldı.O insana Adem adı verildi,diğer maymunlardan ayırmak için.
Malesef gurur duyulacak birşey yoktu...
Maymunlar kıllı, kalın dudaklı, alçak alınlı görünüyordü. Ya Adem? Fikirsiz etraflara bakan Adem, sadece ekmek ağaçın meyveleri görduğu zaman canlanıyor. Onları çiğnedikten sonra bol mayalanmış meyve suyudan içip rahatlanmış oluyor.Salak... Ondan olan tek faydası -yurüdüğu zaman ayaklarının arasında sallanıyor, ama o da umurunda değildi. Salavat'ı eşitiyor mu, yok mu, belli değil...Hatta yaşaması için kime teşekkür edeceğini bilmiyordur.
Allah Azazil'i cağırdı.O düşünsün...Daha bir canlı yaratılmalı,yenisi... Allah'ın ona güvenmesinden koltuklanan Azazil çekilip gitti.
Bu görev çok düşündürdu Azazil'i,çunki en iyi şekilde icra edilmeliydi.Heyecanlanan Azazil'in kanatları de açilırdı,de toplanırdı.Bir kaç kez hazır biçimlerden vazgeçen, o mükemmeliğin ucuna erişmesin peşindeydi.Önce Azazil güzel bir biçim hazırlacak,sonra Allah iyice karıştırılan kiliyle onun başyapıtı doldurunca içine can çekmeliydı.
Azazil vu işlerde tecrübesizdi, ama demek aklına parlak bir fikir geliverdi,çünki onun yaratıktan daha iyisi yoktu.Gurura kapılan Azazil çok mağrur olmuş.
Gerçekse onun hakkı vardı.
Çünkü kız en guzel bedenin sahibiydi.İnce belli Havva omuzlardan ayaklara kadar tek kelimeyle-muhteşemdi...Heykeltıraş kaleminden çıkmış gibi bir yuzü vardı,yanaklarının üstünde güller açılıyordu, çenesi burunu okadar nazlıydı ki...Ya güneş gibi parlak ve su gibi temiz gözleri...Azazil olmasaydı dünya bu güzellikleri görmemiş olurdu.
Sadece bir beklenmeyen değişiklik oldu. Allah'ın biçimi doldurduğu an, gün rüzgarlı olduğuna göre, Sidret-il-Muntaha çınar bahçesindeki havada oynayan çiçeklerinden birisi hazırlanmış kilinin içine düştü, ve böyle kiliyle Havvanın iliklerine işlemiş oldu.
Her halde, genç bayanın parçası olunca, çiçek suyu hem büyük güç, hem çekicilik güzelligine vermiş oldu.Ama aynı şekilde Havvanın cenneteki yaşamdan sıkılmanın ve istememin sebebiydı galiba.
Ancak, tüm bunlar hemen belli olmadı.
Şimdi ise çınar ağaçın hikaye zamanı geldi...En baştan çınar eğrili ve başarısızdı. Onun çiçekleri güzellikle, ince kokuyla, parlak renklerle yada taçyapraklarla dikkat çekemezlerdi.Başka ağaçlar gibi, çınar bunlara razı değildi. Tüm gücüyle, var olan dallarını güneşe uzatıyordu, yağmur olduğu zaman ise yapraklarını onun altında ıslatıyordu, soğuk havada hızını kesmiş ve ruzğarda bükülmüş değildi. Ve ne oldu?.. Sidret-il-Muntaha bahçesinde çınar gibi ince sağlam ve güzel ağaç yoktur.Çiçekleri ise dünyanın var olan bütün renklerle parıldamış oldular.
Havva çınar ile bağlı olduğunu hissediyordu, bu yüzden de onun yaprakların gölgesinde huzur ve rahatlık bulabiliyordu. Tüm bedeniyle ağaçin ğövdeye sarıldığı zaman, kendini güvenlik içinde hissetmiş oluyordu.
Ama malesef bunun nedenini oğrenmeye şansı yoktu.
Nedense, Havvanın gözleri sürekli Azazil'in üzerindeydiler.Acil işler arkasından cenette sık-sık geliyordu, bu yuzden kanatların hışırtısı rüzgarın esintisine gibi, alıştı herkez.
Diğerlerin dördü bu kadar sık cenneti ziyaret etmiyorardı. Onlar büğünkü günlerde uzay denilen gökleri tercih ediyorlardı. Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil ile sürekli Allah'ın yanındaydılar.Onunla yiyip-içip, güneşli ruzğarın altında, ya da kuş tüyü gibi yumşak, ak bulutlarının içinde zevkle zamanını geçiyordular. Azazil'in ne sebeple ve ne halde yaratıldığını oğrenmeye imkanımız yok artık, ama ilginç olan bu - Azazil'in ruhu her zaman çok endişeliydi, bakışı Havvanıki gözlerinden daha parlaktı,binde bir kere kanatları toplanmış halde olurdu.
Öyleydi işte...Ama Ademde bunların hiç birisi yoktu, bu boş bakışlı, duyarsız yaratık cennete yaşamanın sebebini anlamiyordu bile.Ya boş-boş etraflarda dolaşıyor yada uyuyor, uyumasının horultusu de, çiçek gibi cennet kuşlara korkunç geliyordu.
Cennette zamanın sayılması gerekli değildir, bu yüzden oluşturan bütün herşseyın teftişin ne zaman olduğunu oğrenmesi biraz zor olur...Bu envanterin anlaşılan sebebi ama - mevcut olanların, bitirilmeyen ve unutulan şeylerin bulunması.
Allah'ın melek koro coştuysa,demek muazzam bir şey olacaktır. Ancak endişelenmeyen Havva, Azazil'e bakan o, çınar ağaçının yanında tek başına oturuyordu,Azazil ise şu an kendine yer bulamiyordu heyecandan.
Azazil'in atılması,Havvanın telaşsizliği Ademın umurunda değildi.O şu acele-acele koşmalardan önce,kalalı bir kuyukta üzüm çubuklarının salkımlarını bulup,onların ıçinden yemiş suyunu çekti ve bundan sonra rahat -rahat uyudu.
Bu vakit küçük meleklerin ortalığına meleklerin dördu katılmış: Azrail,Cebrail,Mikail ve İsrafil...
Herkez ne olucağını kıpırdamadan bekliyordu...Sonra en yuksek yerlerden Allah indi. Elindeki, kamçı gibi, siyah benekli yılanla, ateş püskürten atlarını sürüyordu. Karşına gelen Salavat sesinin gücü rüzğarın hışırtıdan,şelalelin çaglamaktan,düşen taşlarının takırtıdan,Ademin horultudan bile beterdi...
İtaat olarak meleklerin dördü dizlerini çöküp,eğilmiş başlarıyla karşıladılar onu. Diğerleri ise yere kapanıp, başlarını kaldıramıyorlardı bile.
Bir Azazil ayakta durmaya devam etti.
Azazil alev-alev bakışlarla dik duruyordu. Kendini ne sanmış!Yoksa ekşieyn meyva suyundan mı içmiş?!.
Allah'ın ateşli bakışlarına göre,çok kızdı o,ama yinede Azazil'e durumunu değiştirebilmeye imkan verdi. ''Gururunu kes,önüme saygı ile eğlen,başkalar gibi...Onlar senden kötu değiller''.
Ama Azazil daha beter yaptı - Allah'ın yuzüne istihfafla güldü. En ilahi mükemmeliğini yaratan dizlerini mi çokecek? İnanmayan Havvaya bir baksın!
Her şeyın başlangıçı vardır...Bir gün, erken yada geç, imkansız şeyler gerçekleşir...
Bu kadar cüretli idaatsızlık cennette hiç olmadığına göre, Allah ofkeye daldı.Bunca zaman onları lanetlemeye sebebi veren olmaz diyen Allah, kendini tutamadı ve beddua etti:
-''Laganat!''
Birdaha gök gürültüsu gibi yayıldı:
-''Laganat!''
Ve siyah benekli yılan Gazazil'in boğazına atıldı.
Ve birdaha -''Laganat!''
Azazil ise yılanı koparıp, Allah'ın şaşırdığı yuzüne atıp, dağın yuksek tepesine rüzgar gibi cıktı. Allah daha da çok öfkelenip,havaya ateş saçan yıldırımı attı ve yine gök gürültusu etraflara yayıldı.Ama Azazil dönmedi..Sanki,ne siz ne de Allahınız beni yere seremez diye...
Havva olduklarının sebebini anlamasa da,Gazazil'in başkalar gibi diz çokemeyip, gururlu kaldığından ve o aksakalla yılan ile atıştığından çok hoşlanmıştı.
Gazazil küsen halde Allah'ı ve onun hızmetçilerini bırakıp gittikten sonra, Havva çınarın gölgesinde oturmaya devam etti.
O cennete yaşayanlarının kaderi değişen anda, Adem rahat-rahat uyuyordu.
Gazazil itaatsızlık gösterdiğine pişman değildi,hatta ihtiyarın canını bidaha sıkmak isterdi.Havvanı sabah günü çimenliğinin yanında gördukten sonra, bu fikir daha da çök güçlendi.Aslında fikir iyiydı ve hiç bir kusuru yoktu,ama iyice duşunmesi önemliydı.
Melekler Al-Misahtan (yani dünya kurulduğundan beri) çok önce oluşturuldu.Tüm bu dunya onların için hep açık olucak,çünkü doyana kadar melekler olümsüzlügun ürünler ile besleniyorlar. Meleklerinin arasında temas kesilmez. Ya bu Havvanın geleceği ne?
Bir an bu düşünceler öfkelendirdi onu. Hayır ,hayır ve bin kere hayır... O izin bile vermemeli bu fikirine. Havva ona emanet oldu, bu yuzden birşey değiştirmek gerekiyor.
Ölümsüzlük ağaçından meyvayı mı versem Havvaya.Ya olmazsa...Dünki olaydan sonra kendim anladım ki,eğer gönül ebediyse - ebedi işkenceler ile acılara mahkümdur. Daha iyisi Havvayı ölüme vermek, çünkü sonzuz alçalmaktan bu daha iyi. Ama o bu kelimenin anlamını bilmez. Bilgi ağaçının meyveyi yedirmem gerekiyor ona...Buldum işte! Günlük dertler ve düzensizlikler ne olduğunu oğrensin. Son çare olarak, onları nasıl becerebileceğini ogrenir. Ya sonra ne olacak. Buldum,buldum! Kendine benzeyen tüm nesilin anası olacaktır! İşte bu onun görevi - insanın annesi! Canlı ve zihin açıklı olması gerek...Bilim ağaçından meyve koparması - kuralı bozmak demektir. ''Evet bu çok ağır günahtır ama bu güzel yapıtı olduğu halde bırakmam, daha kötu olur''.
Azazil kızını ellerine aldı.Havvanın yüzüne karşı gelen hava alımı vuruldu, hemde onun gözlerine cennetin tüm ihtişam güzellikleri açılmışlardı.
Bu ana kadar Azazil öyle nazik, heyecanlı ve sıcak kadın bedenine hiç yanaşmamış.Bir olümlü hem yumuşak, hem esnek kadın bağrına dokunuşla ne hissedeceğini o sadece tahmin edebilirdi.Havva bu kadar yakın kucağında olunca o kıskançlığa düştü.Bu kanatlı, mühteşem yüzlü, ölümsüz melek, biri teklif eden olursa, mübadeleye hazırdı!
Bu dünyanın ancak başlangıçı değil... Sonu da var.
Onların uçuşu bitmek üzerindeydi.Ve sonraki an Havva Azazil'in verdiği altın-kırmızı, güzel kokuyan elma ile elinde bilmeyen ağaçının yanındaydı.
Elma...
Hiç birşey olmamış...Ne şimşek çatması oldu, ne de gökyuzun gürlemesi. Bu Azazile cesaret verdi-''yapacağım, ve sonra ne olursa olsun!''.
Azazil el işaretle Havvaya ondan ne istediğini gösterdi ve Havva elmayı ağzına yanaştı.
Gelecek an Havva elmayı ısırdı. Ve onun önünde aynı dünya başkaca göründu.
Lahzada Havva gökun,yerin,suyun ve kucağının müthiş tatlılığın aslını oğrenmiş oldu. Azazil'e yapışıp, Havva kanatlarının şevkatli tüylerini okşamaya başladı. Ama Azazil sadece bir melekti. O yavaşca Havvanın kucaklarından boşalıp, yukardaki dalın üstüne çıktı.Yanındaki kırık çeliği görünce,Azazil düşüncelere daldı. Bir an evvel bu çelik yasak meyvenin dokunmasızlığın kanıtıydı.
Havva şaşkın-şaşkın etrafaları araştırınca,bir birinin ardından olan buluşlar ile ilgilenmekteydi.
Bu ağaç mı?...Evet,ağaç.İşte bu taştan taşa atlayan - deredir...Ve ne bu? Evet,onun serpintiler içinde güneşi görebiliyorum. Otlar...Çiçekler...Artık Havva görduğu herşeyı anlatabiliyordu.
Birdenbire-burda, bilgi ağaçının yanında o anlayışsızın var olduğunu farketti.Nerden çıktı o? Onun adı-Adem,kendisi de-Havva, o-Adem.
Elma hala Havvanın elindeydi.
Meğerse.... Azazil'in musadeni ısteyip,Havva yukarıya baktı.Ama o ne izin verdi,nede reddetti Havvanın ani niyetini. Karar verilmesi onun elindeydi.
Ve o kararını vermiş.
-''Ta-dı-na bak...''-Hiç birşeyi anlamamış Adem, Havvanın elinden elmayı kütür-kütür ısırıp, yedi. Havva şaşırdı, onun önünde eski, ama artık bam başka Adem duruyordu.
Ona bakıp gülen Ademdi...
Adem bir kelimeyi bile söyleyemedi, ama Havva şaşmadan hem onun,hem Ademın için koskoca eski, tanık olduğu dünyanın yeniden açıldığını anladı.Ve öylece Ademin bakışlarından anladı ki: kuştüyu kucakları - heyecanlandıracak tek şey değildir.
O an Havva kadın olarak utanç ne olduğunu ogrendi.
- Ayıbını ört!- şıddetle dedi o Ademe.
Bundan sonra ince sarmaşana iri yapraklar ile çiçeklerinin başlarını nöbetleşe dizdi.Ve aynısından, ama çiçeksiz Adem için de yaptı. Adem itirazsız giymiş onu, üstelik rahatsız eden birşey değildi. Havva ayıptan bahsetmiş oldu, Adem ise pek dinlemiyordu onu.Ama Havvanın kar gibi ak ve sabah kızıllığı gibi pembe vucudun üstündeki bütün heyecanlandıran çizgilerini gözden geçirebilmeye vakit bulmuş. Dayanmadan Adem Havvanı kendine sarmak için yanaşmış ona...
-Hey,bekle...-nedense Havva kazakça ses verdi, ve ben onların yanında olsaydım her şeyi anlayabilirdim. -Neyi düşünüyorsun şimdi?
-Ben mı?Aynı şeyi düşünmüyormuyuz?-şaşırmadan cevap verdi Adem, o da kazakça konuşuyordu.
-Utanmaz!-bağırdı ona Havva. Adem sert konuşmasının ve içten gelen öfkeyın sahte olabileceğini muhakkak bilmiyordu, ama tahmin edebildi.
Azazil bunlarını görünce,kanatlarını övütup, uçup gitti, bilgi ağaçın yanındaki otların içinde olan,yarı kalmış elmaya pişman değildi hala.
Beklediği ceza korkutmadı bile onu.Ama nedense çok üzgündu o.
Havva çınarın yanına dönmeye tercih etti,tabi ki bundan sonra Adem de orda yerleşti.Orası onların ilk sığınma yeri oldu ve orası onların karıkoca gibi yaşamanın başlangıçtı.
''Tek olan bilgi ağaçının üstündeki tek elmasının cüretsiz kaçırması...'' Bu olağanüştü olayının Allahtan gizli kalmak imkanı varmıydı size göre?
Bu sefer Allah mutemet meleklerden hiç birini göndermemiş, kendisi ikna olmak istedi.
Şuphesiz! Bu sefer hem Havva, hem Adem akıllı bakışlar ile karşıladılar onun gelmesini.Onlar artık kişiliksiz yaratıklar değildiler, onun cennetinde yaşayanlar artık kadın ve erkek.Ve onlara bir imkan ver, okadar çoğalırlar ki,basılacak yer olmaz!
Kontrol etmesi önemsizdi ama gene de o kuytu çatlağı ziyaret etmeye geldi,çünkü her şeyi kendi gözlerle görmek istemişti. İki kez dişlenen elma,bilgi ağaçının yanındaki otların içinde yuvarlana-yuvarlana artık kurumuştu. Anlaşılıyor ki,bu iş Azazilsiz geçmedi. Ondan başka bu çatak ile ağaçın hakkında hiç kımsenin haberi yoktu...
Ama Azazil ile şimdi uğraşılmaz,zamanı var,birde o hep Allah'ın el altında olur.
Melekler çağırıldı.
Birinci vazife:
Bilgi ağaçını yakıp, kül etmek.O yeniden meyva vermeye başlamasın diye,zaten tek elmanın getirdiği sorunlarıyla yeterince doydu Allah.
İkinci vazife:
Çınar ağaçına, hainler için kendi gölgesinde barınak ve dinlenme yeri olduğu için, ceza verilmeli. Ve onun cezası – çiçeklerin, gökkusağı gibi parlak, renklerin alınması olucaktır.
İsrafil öfledi ve güneşten daha parlak meşale ile bilgi ağaçı alev-alev yanmaya başladı.Ateş bittikten sonra ağaçtan kalan küllerini ruzğar süpürüp dağıttı.
İsrafil birdaha öfledi ve çınarın bütün çiçeklerini ruzgar koparıp attı...Çınarın dallarını sallaması güzel renkli çiçeklerine vedaydı...
Allahın üçüncu emri ne olacak diye İsrafil kıpırdamadan bekliyordu.
İşte bu...Şimdi ise üçüncü vazife...Adem Havva ile yeşil filizlerden yapılan sepetini meyvalarla dolduruyorlardı.O vakit kasırga başlandı.Adem Havvaya küsen haldeydi,çunki o pişmiş vişnelerin suyunu içmek istediği zaman,Havva izin vermeden, alıp götürdu onu. Şimdi onun umidi - tek başına yine gelmek oraya,yerini de unutmamıştı...Ah,Adem...O alana asla...asla geri dönemeyeceğini bir bilseydi.
Çınarındaki çiçeklerin acımasızca koparıldığı zaman, Havva anide bu kimin emri olduğunu anladı ve bütün cennet duysun diye, bağırdı:
-Laganat!Kendi lanetlere yakalan!Lanet olsun sana,zalim!Lanet olsun!
Ona karşı olan gök gürültusu bütün cennette yayıldı.
Simsiyah bulut onları kapattı.Bir birilerini kaybetmiş haldeydiler sanki,hala sepetin saplarını tutsalar da...Ruzğar onları bilinmeyen bir yere götüruyordu...
Bulut dağıldı.
Etraflarinda artık cennet gibi bir şey yoktu.Ve anide onlar ak-mavi buzun üstünde olduklarını farkettiler. Havva arkasının üstüne düşmüş, Adem ise yuzükoyun yere kapandı.
-Çok soğuuuuk!...
Havva hemen kalkıp arkasını okşamaya başladı ve sonra soğuktan kızarmış kalçalarını övmeye.
-Söyleme bile!..
Adem kalkınca donakalmış dizlerini tokatmaya çalışıyordu.O an ne Adem, ne de Havva çocuklarına bu buz dokunuşun anısını geçiceğini tahmin edemezlerdi – yani, kadınların, oturduğunda soğuğa tutulmasını, erkeklerin de dizlerinin üşümesini.Ve sonra sürgünlerin düştüğü ak-mavi buzun, buzlu Balhaş gölün olduğunu ogrenmişlerdi.O vakit, bahar yaklaştığı zaman kar artık erimeye başlamıştı,ama buzu kırmak için güneş daha güçsüzdü.
Sepetini bırakmadan onlar karşındaki güneyden esen rüzğara koştular.Koşarken ısınıp, hızlı şekilde akşama karanlık başlamadan alacalı dağlara ulaştılar. Şu gökyüzüne dayanan tepelerinin yanında Havva mola vermek istedi. Sepetlerinde meyvelerden birşey kalmış, ama çoğu hızlı duşmelerinde kayboldu. Havva bir elmayı çıkarttı,tabi ki o elma bilgi ağaçındaki elmalar gibi değildi, bu elma başka ağaçlardan koparılmıştı.İlk kez açlığın ne olduğunu ögrenen Havva ve Adem, elmayı ikiye bölup yediler. O yerde küçük pürüszüz kabuğunda elma taneleri kalmış...
Sabah günü daha uzak güneye gitmeye karar verildi.
Gece günü degiştiriyordu, ve yine gündüz oluyordu. Seyahat edince onlar Sırdarya ve Amudarya akarsuların kenarlarına geldiler, Havva en güzel ve rahat yeri seçmek istemiş. Çok düşündüler... Ve dokuz ay sonra cenneten sonraki hayatının başladığı yere geri döndüler, Alacalı dağlar onların evi olucaktı.
-Baksana - demiş atamız eşine, - geçen bahar kaldığımız yer...Hatırlıyormusun?
-Hatırlıyorum...
-Biz elmayı yedik burda. Bak,beş elma ağaçı!
-Eeee,-sevenerek dedi Havva,-demek tanelerden yeni ağaçlar osüyor...
-Evet, ve buna göre, Sırdarya ve Amudaryanın kenarlarında üzüm, nar, fındık, kuru kayısı ile hurma çıkıcak.
-Haklısın, haklısın!-el çırpmaya başladı o, - biz seninle bir kenarın yanında boş sepetini bıraktık, çınarın yeşil filizleri büyüyorlar mı acaba?
-Belki de...
O gece gökyüzü yıldızlara doldu.
Şafak sökerken Havva doğurdu. Cennete oluşturulup çocukları yersel yaşam için bu dünyaya geldiler.
Endişelen, sevinçli ve yorulan Havva gene uzgündü.
-Beş ya, hiç olmazsa,dört çoçuğumuz olucağını sandım – dedi Havva Ademe.
-Neden?
-Beş elma ağaçı büyümüş ya burda,-düşünmeden dedi Havva.-Öylece sadece iki çoçuğumuz mu olucak? Ne zaman bizden sonrakiler yerleşecekler burda!
-Bana niye öyle bakıyorsun?Beni mi suçluyorsun şimdi?-Adem beklemeden cevapladı, - Sana yardım etmiyormuyum ben?
Bir an aile kavgası kaçınılmaz oldu sanki...Ama sonra sakinleştiler.
-Hayır ve yine hayır,-birisin onunla tartıştığı gibi,-cennetteki yaşamızın bittiğine pişman değilim, ben böyle iyiyim.
-Tabi ki...Burası tehlikesiz bir yer bizim için, ve sonuçta burda her istediğimizi yapabiliriz.
-Ve çoçuklarımız özgür olucak.Mutluluk bu değil mi!
-Bende öyle düşünüyorum!
Belki de Adem daha düşünceliydi, ama düşünceleri dile getiren çoğu Havvaydı.Mesele, bazen tutarsızlıktan cennetten kovulmasının suçunu Ademe atıyordu. –Azazilinle kalsaydın ozaman! – Adem cevaplardı ona, Havva susardı.
Havvanın kuşkuyu uyandıran tek bir şey vardı...
-Ya Allah bizi burda bulursa?
Adem cevab vermekte acelesizdi. Düşüncelere daldı.
-Niye susyorsun?-sabırısızla sordu Havva.
-Düşünüyorum ki, bu dünyada Allah'ın gözünden saklanacak yer yoktur.Gök gürültusunu duyunca Allahın sesi mı bu,yoksa alamet mı anlamaya çalışıyorum ...
-Sen onun emirlerini açıklacak gibi görünüyorsun,hakim mi olucaksın?
-Ne diyorsun ya sen! Ben seni başaramıyorum,kendime çare bulursam iyi olur!
Havvanın başka ön sezileri de vardı:
-Baksana.Ya oglumuz haris ve bencil olursa, korkarım bundan.
-Ama neden öyle olucağını düşünüyorsun ki?
-Bir mememi yiyip doymadıkça ,kızımızın emdiği memeye uzanıyor. Hiç birşeyi paylaşmak istemiyor o! Bende çocuklarımıznın hiç birisin bencil olmasını yada yukseltmesini istemiyorum.Birbiriyle iyi geçinen kardeşler olsunlar.
-Sence nasıl çocuklarımızı bundan koruyabiliriz? Ne yapabiliriz? - Havva hulyalı bakışıyla elini başının arkasına atıp dedi:
- Doğayı sevmeye ogretelim onlara. Dağ derenin çarpan suyun sesini,ruzğarın dokunuşunu, güneşin sıcaklığını, sevdiğim çınarın yapraklar ile hışırtısını sevmeye ogretelim... Bu bizim Salavatımız olsun, onların salavatı olsun! Çünki bizim ve ozellikle onların dünya iyilik, ışık ve liriklik saçmalı! Adem düşüncelere dalıp, dedi ki:
-Seni bilmiyorum,ben daha liriklik falan hissetmedim...
-Sen cennette de hareketsizdin. Liriklik...Hayat harekete bağlı. Biraz yürü... Yeni yerleri bulursun belki. Ben çocuklardan ayrılamiyorum artık ya...
- Sana ne getirmemi istiyorsun?
- Bana kuşların ötmelerini getir!
Aç çocuklar sızladıktan sonra Havva onları emzimeye başladı. Ve bundan sonra, kendin için beklemediği bir sırada, çocukların üzerinde yeni sözler, daha doğrusu, sesler yayıldı .O ninninin dünyaya gelme anıydı.
Alemi görmek için giden Adem, daha güzel yerleri bulmayınca, geri döndü. Ve birgün Havva dedi ki ona:
-Adem,daha iyi yerleri bulamayız biz.Burda rahat değilmiyiz? Öyleyse,burda yerleşelim, başka yerlerini aramaya gerek yok artık.Önce ağaçların dal ve yapraklarını eğip, birbirine bağla onları - çocuklarımız için alacık olsun. Adem Havvanın dediğini yaptıktan sonra, bu dünya ilk insanın ellerle yapılan evi gördu. Böyle herşey başlandı ve bundan sonra hiç bir tecrübesi korkunç değıldi onların için. Hayata devam.
Herkez tek kendi topraklarını cennetten atılanlar için barınak olduğunu düşünüyor, beni şaşırtan bu. Biz sürgünlerin en baştan sıcak iklimlere geldiklerini kabul edersek, sonraki sorulara cevap vermeliyiz: öyleyse, mus nerden geliyor? Neden bütün erkeklerin ilk önce dizleri ve kadınların beli üşüyor? Bu Balhaş gölünde olan buz ile dokunma anısın hatırasıdır. Balhaş gölnün yeri nerde? İşte bu!
Eğer bunlar ıspat olarak size yetmiyorsa, devam edebilirim. Alatau derenin yamaçında elma ağaçları ösüyor, onların üstünde taneli sulu aport pişiyor. Bu dünyanın hiç bir yerinde olmayan elmalardır. Ben çok yolculuk yaptım ve söylediklerimden eminim. Bu elmalar cennetten götürülmedilerse, nerden götürüldüler ki? Hatırlarsanız, elma taneleri Adem Havva ile yatıp kalktığı yerde bulunmuşlardı...
Bir şey daha var, bu alemde kazak kadın gibi hiç bir kadın Allah'ı sövmez. Buza gizlice annesinin memesine ulaşırsa, pişirenen ekmek ateşlikte yanarsa, rahat durmayan kısrak ayağını seyirip kımız ile kovayı yıkarsa, Allaha diyenen söz kalmaz. Ve, kesinlikle, Havvanın tüm çiçeklerinin çınar ağaçının üzerinden uçtuğunu gördükten sonra , Allahı lanetlediği an bunların başlangıçtı.
Bunlarını sadece onarılmaz münakaşacı yalanlamaya denebilir.
Ben ama bildiklerimden eminim.
Eminim ki, buğün tüm dünya bize ait, biz ise onu, ve bir birimizi korumalıyiz. Doğdumuz, büyüduğumuz ve yaşadığımız yere bakmadan, bir birimize yardım etmeliyiz. Annemizin sözleri daima hatırımızda olmalı: ''Çocuklarımın arasında yukseltme ve istihfaf olmasını istemiyorum...''
Öyle olduysa ya da yok , ama benimle aynı fikirde olmayan, kendi bildiklerini anlatsın.
Havva[1]-dinsel ve mitolojik temsillere göre, Ademin eşi, dünyanın ilk kadını ve insan ırkının annesidir.
Azrail2-müslüman mitilojide ölüm meleği.
Cebrail3 -Kutsal kitaptaki büyük meleklerinden birisine uyan ve Muhammed peygambere Koran'ın metinleri gösteren melektir.
Mikail4 -Kutsal kitaptaki büyük meleklerin Mihaile ait. Merhametli kötü güçlerden koruyan melektir.
İsrafil5 -Allah'ın tüm istediklerini başka meleklere iletiyor, Kıyamet kopmasını başlayan melektir.
Azazil6-düşen melek,insanı doğru yoldan ayartan,erkekleri savaş etmeyi ve kadınlara yüz boyaması ile çocuk aldırmasını oğreten melektir.
Adem- dinsel ve mitolojik temsillere göre ilk insanı.