Бүгінгі туған күн иесі
Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы

30.03.2016 2149

Marjan ERŞU: "Zavallı, Kız!"

Негізгі тіл: Zavallı, Kız!

Бастапқы авторы: Marjan ERŞU

Аударма авторы: Gülnur KORKUT

Дата: 30.03.2016




Қайран_қыз.jpg
 

Heykeltıraş düşünce içindeydi. Gönlü bir şeye kapılmıştı. Dünyadan sakin bir melodi arardı. Küyşi gibi. Dalgalanıp uçmak istiyordu. Kuş gibi. Aniden gözleri yerdeki kumtaşlarına kaydı. Ellerine aldı ovalayıp uzak oturdu. Hayalinde bir güzelin silueti. Serap özleme dönüşen siluet. Uzatsa elleri, söylese sözleri yetecek mi?! Heykeltıraş hayalindeki kızı kum taşla çizmeye çalıştı. Onu hafif yaz rüzgârı dalgalandırıp, altın güneş ışığı sarıyordu sanki. Heykel hazır oldu. Fevkalade bir eser. Güzel bir bayan. O kendi eserine sevgiyle, heyecanla baktı. Yeni doğan ay gibi eğilmiş kaşları, küçücük dudakları, kibar omuzları ve siyah saçları yaşamın solunumunu hissettirmek istiyor gibiydi. Kara bulutlar kaşlarını çatınca yağmur yağmaya başlamıştı, heykeltıraş bedeni ile eserini gölgeledi. Üşümesin demek istedi herhalde. O kendi duygularını gizleyemeden heyecanlı idi. “Ah, keşke” diyerek hayal kurdu heykeltıraş. Sana dil, kalp, düşünce verebilsem. Heykeltıraşın hayalini okumuş gibi Bak (kelime anlamı mutluluk, şans) geldi yanına. Delikanlı Bak esere gözünü almadan baktı. Gözleri yaşa doldu, kalbi hızlı çarptı.


- Hey, heykeltıraş! – dedi duygulanarak, ben şu güzelliğe güzellik katayım. Ruh vereyim anlayabilen, kalp vereyim sevebilen. Heykeltıraş sevine sevine kabul etti. Delikanlı Bak mükemmel eserin alnına parmağının ucunu değdirdi ve ah mucize! Eser canlandı! Güzel kızın gözlerinde hayat ışığı parladı. Dudaklarıyla biraz gülümsedi. Bak,


- Bu güzel bana layık. Bana hediye et, heykeltıraş! - dedi.

Heykeltıraş zorlandı.

- Kaç yıl, kaç ay işkence çektim. Kaygılandım. Heyecanlandım. İçimi aynı anda hem mutluluğa hem kaygıya saran, gece uykumu çalan, gülüşümü düşüncelerim kazandığında bulduğum, yaptığım eserimdir. Onun için o da benim canımın bir parçası gibi, kanımın bir damlası gibidir. Sen benim eserime can verdin, Bak! Onun için sana sonsuz minnettarım. Duygularıma saygı duy, Bak!-dedi heykeltıraş yalvararak.


Bak ve heykeltıraşın sözlerini fısıldayan yapraklardan duyan rüzgâr uzaklara götürdü. Koşan atın ayak sesleri duyuldu. Yanlarına siyah atlı, uzun kara çapanlı (erkeklerin uzun ince paltosu) Kara delikanlı – Kataldık (kelime anlamı sertlik) geldi. O Bak ve heykeltıraşın arasında duran güzeli gördü.


- “Bu güzel sadece bana layık”- dedi Kataldık dişlerini çatırdatarak. Heykeltıraşın da Bak’ın da Kataldık’ın gözleri Güzel kıza baktı. Tercih üç tane. Kız yalnız. Kız heykeltıraşa baktı. Heykeltıraşın yorgun gözleri üzüntüye dolu idi. Kız üzüntüye batarım diye düşündü. Bak’ın sıcak ışık dolu nurlu bakışlarında mutluluğun gülüşünü gördü. Gülüşe boğulurum diye düşündü. Kız çok duygusal idi. Kataldık’ın kabuğundaki sertlik gölgesini gördü. Kırılırım diye düşündü. Arkaya doğru çekildi. Çekildi, çekildi. Kızın bu hareketi Kataldık’ı çok sinirlendirdi. Uf diye üfledi ve Güzel eser olan kız gökyüzüne uçtu. Gökyüzünde iki kolu kanat gibi yayıldı, havada asılı idi fakat kanatlarını çırparak rahat bir şekilde uçamadı. İlk başka çok ilginçti bu. Yerdeki üçlüye yukarıda bakıyordu. Uçamayana yükseklerde durmak çok zormuş! Kız hoşnutsuzca bakıyordu. Kataldık rahatlayıp kahkaha attı. Kız aşağıya düştü ve paramparça oldu. Eskisi gibi kum taşa dönüştü.


Heykeltıraş sinirden titremeye başladı, dili kesildi, gözünün yaşları kana dönüştü.


- Yazık! – diye oflayan Bak sinirden üstündeki çapanı çıkardı ve yere attı.


Sor (kelime anlamı mutsuzluk, felaket) delikanlının da gezmediği yer yok. Beklenmedik bir yerde Bak’ın çapanının kolundan çıkıverdi, “Ah, zavallı” – deyip Sor dudağını ısırdı.


- “Ne yapabilirim ki!” – deyip üzüldü Kataldık gözlerine yaş alarak. “Sen bana bakıp gülümseseydin ben böyle acımasız olmazdım” – diyen Kataldık kendi yoluna devam etti. Başını çalkalayarak Bak gitti. Sor da hızlı bir şekilde gözden kayboldu. Ortalıkta heykeltıraş kum taşlarını kucaklayarak tek başına kaldı. İçi alev alev yanıyordu. O hıçkırarak çok ağladı. Kalbini öfke ve öç sardı. Daha sonra öfkesi ve öcü derde dönüştü. Güneş çıktı. Güneş battı. O sararan Güneş ve kızaran Güneşten bir mutluluk beklercesine uzun uzun gökyüzüne baktı. Dert şimdi de üzüntüye dönüştü. Hiçbir şey heykeltıraşın ilgisini çekmiyordu, tüm yeteneğinden ayrıldı, sadece bedeni kalmıştı üzüntüden. Eseri geldi aklına;


- “Seni benden başka kimsenin sevmeye hakkı yok. Senin gülüşün de senin yüzün de bana benziyor. Sen benimle vedalaşma” diyerek kendi kendine kum taşlara bakıp ümitlenerek konuşmaya başladı. Güneşin yakıcı ışığı kum taşlara düştü. Parladı. Gözleri kamaştırdı. Kum taşlara dokunmuştu, parmaklarına sıcaklık gelmiş gibi oldu. Bedenini sıcacık bir duygu sardı. Bağırarak şarkı söylemek istedi. Şarkıcı gibi. Hızlı koşmak istedi. At gibi. Kararlılığı uyanıp, Namusu baş kaldırdığı için heykeltıraş ilhamla dolup mutlu oldu. “Ben bundan da güzel bir eser yaratabilirim. Ona yeterince yeteneğin var”- diye düşünen Heykeltıraş sevgili işine heyecanla daldı. Mavi gökyüzü ve Kara Toprak, dalgalanan Deniz, dallarını yayan Ağaç, Kopuzun kibar sesi ve Hakiki İnsan oğlu heykeltıraşın ebedi konusuna dönüştü ve eserleri her geçen gün arttı.


Heykeltıraş gelecekte kendi eserlerinin kanatlarını açarak gökyüzüne uçabileceklerini, eserlerinin insanların sevgisine sarılıp insanların sanata ilgilerinin arttıracağını bilmiyordu. Çünkü o zaman heykeltıraşın kendisi de başkalarına da onun hakkında “sabit bir heykeltıraş” diye düşündüler…

Көп оқылғандар