Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы

23.11.2013 1549

AUEZOV  Muhtar, "Suçlu Kim

Негізгі тіл: ''Suçlu Kim?''

Бастапқы авторы: AUEZOV Muhtar

Аударма авторы: not specified

Дата: 23.11.2013

Suçlu kim?

 

1


Hava kararmaya başlıyordu, bunaltıcı sıcak düşüyordu. Hafif can veren serinlik geniş vadide yerleşen sesli aulu bürümüştü. Güneş yavaş yavaş altın renkli tepelere iniyordu, lacivert gölgeleri yurtaları, ormanları, çukurları örtmüştü.

Gizli gizli sakin adımlarla gece yaklaşıyor. Hava serinliyor. gölgeler yoğunlaşıyor. Onlar genişleniyor, sonra renklerinin koyuluğu soluyor, silueti kaybolmaya başlıyor, ve sonunda bir süre sonra karamış toprağın rengine karışıp kayboluyor. Kısa bir süre sonra berrak koyu karanlık tüm vediyi kaplıyor. yumşak serin rüzgar uyanıyor. Sakince otların üstünden esiyor, hafiften onları dalgalandırıyor, otlar dalgalandıkca duyulur duyulmaz ince sesle çınlıyorlar. 

Aulun durumu neşeli ve kalabalıktı, sanki büyük bayram fuarıydı. Güneşte esmerlemiş yarı çıplak çocuklar kahkahayla gülerek keskin çığlıklar atarak koşuşuyorlar. Onlar tozlanmış farklı seslerle meleyen koyun sürüsünü karşılıyorlar, yağlı ağır ağır kuyruklarını sallaya sallaya yürüyen maryalardan ürkek kuzuları kovuyorlar, çağırışıyorlar durmadan kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlar. Kıpkırmızı ateşler alev alev yanıyor. Buradaki küçük dereleri duman mavi perde gibi seriyor. Aulun erkekleri gem (kayış) dizgin takımlarını topluyorlar atların eyerlerini ter kokan yataklıklarını hazırlıyorlar. Aksakallar birbirinin ardıyla ağır adımlarla aullar arasında bulunan kaynağa gidiyorlar.  Oynak ve tok rengarenk sürü dağların yamaçlarından aşağı iniyor.

Akşam suvarması başlıyordu.

Atlar kişniyorlar, memnun sesli nefes alıyorlar güzel akıllı yüzlerini arada bir hafifce sallıyorlar.

Aksakallar yarım daire halinde kaynağın başında oturuyorlar. Acelesiz konuşmalar başlıyorlar: bazıları kendi atlarını övüyor, bazıları bol ve yemyeşil otlarla dolu olan otlaklıklara seviniyor, bazıları ise serin suvarmaları konuşuyor.

Bugün kaynağın etrafında yakın aulların gediklilerinin hepsinin toplanmasına rağmen başkanları aksakal İsmail'in yokluğu yine de hissediliyordu. O kaynağa en yakın yerde yeşil çayırın kenarında zengin büyük aulun muhtarıdır, ama bugün arkadaşları ile değildi. İsmail önemli her kesin içinde ünlü  olan insan bugün sürüyü karşılamaya çıkmıyordu. Bugün İsmail'in alışılagelmiş toplantıya gelmediği her kesi tahmminlere düşürdü, artık her kes bunu konuşmaya başlamıştı. Önce büyükler tahmin etmeye başladılar, sonra ise diğerleri farklı farklı tahminler etmeye başladılar, kimileri yargılamaya, yorum yapmaya, yoklaya soruştura öğrenmeye çalışıyorlar.

•      Belki bir yerlere gitti? - birileri dedi.

•                        B e  l   k  i    a  k  s  a  k  a  l    ı ı    m    ı   z     h  a  s  t  a  l a  n  d   ı  ?- - diğerleri tahmin etti. Bu şaşkınlığı İsmail'in komşusu Beysembay dağıttı.

Kendini tutarak imalı sözlerle aksakallara İsmail'in ailesinin başına gelen büyük belayı anlattı.

Beysembey'in sözlerinden ihtiyarlar İsmail'in Gaziza kızının beklenmeden evlenmek istemediğini söylediğini öyrendiler, halbu ki kızın nişanlısı neredeyse bir kaç günün içinde misafir gelecekti, evlenmek istemediğini de kızın kendisi değil başka bir aracı bulmuş onun annebabasına kızlarının o insanla evlenmek istemediğini söylemesini  iletmiş. Evet, evet! İstemiyor! Kesin emin o adamın evlenme teklifini reddediyor! İsmail bunu öğrendiğinde çok kızmıştı. Sonra ne olacağını hiç kimse bilmiyordu, ama aksakallar canlandılar. Birileri eşlerinin onlara bunu duyduklarını ima ettiklerini söylediler, diğerleri dedikodulardan Gaziza'nın yaptıklarını duyduklarını söylediler, başka kısım; beyaz saçlıları yüzünden daha çok saygı duyulanlar, kafalarını sallayarak şimdiki dik başlı genç kuşağın bozulduğuna şikayet ediyordu.

-    Evet, şimdiki zamane böyledir, - üzülerek söylediler, - kızı büyütürsün - öyle de bil: yurtana bela getirecek. Tüm belalar  ise bu kafirlerin başka dinden olanların yüzünden. Bir an önce onlardan kurtulmamız lazım,- aksakallar böyle karar verdiler, ve her kes Gaziza'nın iflah ve bozulmuş bir kız olduğunu düşünmeye başladı, bir tek saygılı İsmail'in  ak saçlarına ve böyle bir rezaletin bu yaşında başına gelmesine acıdılar.

Bu saatte üzgün ve kızgın İsmail aulun arkasındaki tepede insanlardan uzakta yalnız başına oturuyordu. Etrafında olup biten hiç bir şey farketmiyordu, ne akşamın koyu lacivert alacakaranlığının çöktüğünü görüyordu, ne aulun sessizliğini, rahat sakinlik yurtaları, tepeleri, vadileri bürüdüğünü, ne toprağa çöken derin temmuz gecesinin sessizliğini.

Hakaret edilmiş halde oturan İsmail'in kalbi boş ve üşüyor.

Düşünceleri birbirinden karamsar, İsmail'in kafasını karıştırıyorlar, ama bu düşüncelerin arasında Gaziza'nın göz yaşlarına karşı bir gram bile merhamet acıma yoktu. İsmail sık sık Gaziza'yı inkar etmeyi, kızlıktan reddetmeyi düşünmeye başlamıştı! Baba kalbi soğuyor, uyuşuyor. Ayaklarını sıkıca altına almış oturuyor aksakal. Asık suratlı dikkatli dikkatli sağır  sakin önündeki alana bakıyordu. Kendi üzgün düşüncelerine dalıp dudaklarının altında bir şeyler mırıldanıyordu.

- Ya Yaratıcı!- İsmail haykırdı.- Sence ben senden çocuğu niye istemiştim? Başıma böyle bir bela getirmesi için mi? Yoksa sen benim adımı mı karalamak istiyorsun, insanların bana olan saygısını mı elimden almak istiyorsun yoksa atalarımızın şanını mı rezalet etmek istiyorsun? Bana karşı kendi kızımı mı seçtin, benim aptal kızımı?  Benim mutluluğumu rüzgarlara verdin, esti götürdü. Tamam! Sana karşı günahım varsa beni cezalandır! Ama en iyisi ben hemen karar vereyim, nankör kızımın bu rezaletini kaldırmak istemiyorum, benim ona özenle nasıl baktığımı, her kesten sakladığımı başıma taç ettiğimi anlayamadı. Evet, işte bu ellerimde büyüttüm!- son sözlerini ihtiyar söyleyip sustu, yine kendi üzgün hayallerine daldı.

Kalbi öfkeyle dolmuştu. Damarları şişti. Yüzü mosmor oldu. Aulda ateşler sönene kadar taş gibi kıpırdamadan oturdu, gökler karardı, uzak gökte üzgün soğuk ay çıktı.

Gece yarısı İsmail oturduğu yerden kalkıp yavaş yavaş yurtaysına doğru yürüdü. Aniden sarp tepenin arkasından iki atlı gürültülü adımlarla İsmail'in yanından çok hızlı geçtiler. Eyerlerin dizginlerin üzenginin süsleri yarı karanlıkta zayıf bir ışıkta gözüküyordular.

Mevzun kaslı endamlarından, at üstündeki duruşlarından İsmail atlıların genç olduğunu anladı, sonra durup bu atlıların hangi aula taraf gittiklerini öğrenmek istedi. Atlılar ta İsmail'in kendi yurtasına kadar sürdüler. Misafirleri İsmail'in küçük oğlu Kasimjan ve onun bir kaç arkadaşı karşılayıp yurtalarına götürdü. Bir süre sonra yurtaya İsmail'in kendisi girdi. Asık yüzlü kızgın halini saklamaya çalışmadan yurtaya girdi. Gelen misafirler İslam ve onun arkadaşı Jagıpar  idi. Artık iki senedir ki, İslam bozkırda yoktu, öz aulunu, çocukluk arkadaşlarını görmüyordu. Ancak yenilerde şehirde orta okulu bitirip kendi baba evine dönmüştü, biraz orada misafir kalmıştı, şimdi ise akrаbalarını ziyaret etmeye gelmişti.

Uzun boylu, ince belli, uzun saçlı yanakları kıpkırmızı, bozkır yiğidinden çok güzel bir kıza benziyordu.

İsmail'in ailesi genç akrabalarını güleryüzlü ve şefkatle karşılamıştı. Her kes birbirinin sözünü keserek şehirde insanların nasıl yaşadıklarının, okullarda okumağın zor olup olmadığını, akrabalarını  ve arkadaşlarını özleyip özlemediğini soruyordular. En çok da İslam'ın gelişine Kasımjan seviniyordu. Eskiden birbirilerinin evlerine sık sık misafir gidiyordular, aulları komşu alanlarda durduklarında bu gençler hiç ayrılmazdılar. Neşeyi, sevinci, derdi ve başarıksızlığı hepsini yarı yarıya bölüyordular.

İsmail'in aulu İslam için öz aulu gibiydi. Güleryüzlü Kaliman Kasımjan'ın annesi İslam'ı kendi oğlu gibi seviyordu, kendi çocuğu gibi şımartıyordu. Anlaşılan şimdiye kadar hiç bir şey değişmemişti, onu burada eskisi gibi seviyordu.

Ama asık suratlı İsmail sıkıntılı, saklamadığı kızgınlığı ile bu karşılaşmanın aydın sıcak sevincini gölgelendirdi.

Gençlerle pek çok konuşmazdı. Ama bugün onun her zamanki suskunluğu insanlarla konuşmamazlığı daha çok farkediliyordu. Gaziza'nın bu ani karaından başka, tepedeki ağır sıkıntılı düşüncelerinden başka artık hiç bir şey hakkında ihtiyar İsmail düşünemiyordu.

Semaver kaynamaya başladı. Kaliman rençperini çağırıp Gaziza'yı çağırmasını emretti. Gaziza bugün tüm günü kendi yurtasından çıkmamıştı.

-    Gaziza misafirlere çay ikram etsin,- Kaliman söyledi.

İslam bu sözleri duyduktan sonra kapıya daha sık sık bakmaya başladı, çok geçmeden onun uyanık işitimi birilerini kapıya yaklaşma adımlarının sesini duydu. İşte Gaziza. Gaziza içeri girdi, üzerine açık renkli yaz elbisesi ve siyah renkli kadifeden dikilmiş uzun yelek giymişti. Başında sırma şeritli parıldayan kıza güzel yakışan yeni şapka vardı.  Zarif giyinmiş, genç yaz ağacı gibi esnek, gözlerinin rengi açık, güleryüzlü bu kız yurtayı özel ışıltı gibi aydınlattı.

Gençler utanarak sevinerek selamlaşmaya başladılar, Gaziza'nın yüzü solgun renkliyaz çiçeği gibi parıldadı. Güzel kırmızı dudaklarında sevinçli mutlu tebessüm göründü. İslam Gaziza'yı iki senedir görmüyordu. Şimdi ise iki sene sonra Gaziza onun gözlerinde dünyadaki tüm kızlardan güzeldi. Lambanın hafif sarı ateşinde Gaziza'nın yüzü İslam için sanki özel ışık saçıyordu.

Gaziza halıya oturup misafirlere çay dökmeye başladı. Korkutucu babasının yanında oturmasına rağmen yüzünden gizli sevincin akisi çekilmiyordu.

Çay içdikten sonra İsmail sert sert eşine baktı dudaklarının altından bir şeyler söyledi:

-    Gaziza'nın yurtasını gençler için hazırla, gençlerin yalnız kalmaları onlar için daha iyidir.

Kaliman kızını yurtasına gönderdi. Az sonra misafirleri de oraya çağırdılar.

Gençler İsmail'in sıkıntılı halinden nihayet kurtulduklarına seviniyordular. Tüm yaşlılarıları bırakıp yurtaya geçtiler.

Misafirler yurtadan çıktıktan sonra, ardınca köydeşler de yurtayı terk ettikten sonra yurta öksüzler gibi kaldı rahatsız ve bomboş. İsmail endişeli Kaliman ile yalnız baş başa kaldılar. Arkasını eşine dönmüş halde oturarak İsmail daha öyle zamanı kesilmiş sohbetine döndü.

-    Beni dikkatle dinle, eğer seninle iyi davranmamı istiyorsan kızına sahip çık, sakinleştir onu!- korkutarak eşine bağırdı.- Eğer kız büyütmeyi bilmiyorsan hiç doğurmazdın o zaman, ne gereği vardı. Eüittin, yetiştirdin, bak işte nerelere kadarmış sesnin yetiştirmelerin!

Kaliman şu an kendisi de kızını kınıyordu, hatta İsmail'den az nefret etmiyordu kızından. Bu yüzden kocasının aniden onunla kızgın nefret ile konuşması kadının sabrını taşırdı. Genelde gülümseyen yüzü değişmişti.

-    Ya Allah! Bu adam benden ne talep ediyor?- kadın heyecanlı heyecanlı bağırdı.- Acaba ben benim Gazizam'ı diğerlerinden kötü mü büyüttüm? Ben kötü ne öğrettim ki ona? Sen niye beni suçluyorsun ki? Evet ben annesiyim onun, ama sen de babası oluyorsun. Kendin nasihat ver kızına! - titreyen sesle kadın sözünü bitirdi.

Karısının inadı İsmail'i kudurttu.

-    Lanet olsun senin böyle yetiştirmene!- kızgın sesle dedi.- Senin yüzünden, yalnız ve yalnız senin yüzünden o kız böyle oldu! Başka bizim seviyemizde yaşayan hangi ailede senin kızından ahlaksızı var? Cevap ver bana, hangi ailede? Hiç bir ailede böyle yetiştirilmiş kız yoktur! Kendinden aptal başka bir  anne  gördün mü ya kızından ahlaksız kız gördün mü? Gördüysen isimlerini söyle, söyle!

Öfke, hiddet, kızgınlık, hakaret, acı kırgınlık Kaliman'ın kalbini sıktı, acıttı. Artık kendini tutabilmek için gücü kalmamıştı.

-    Yazık sana,  acınacak haldesin!-  Kaliman kocasına dedi.- Niye kendi evladının ismine kara sürüyorsun? Niye onun hakkında böyle konuşuyorsun, sanki en büyük can düşmanınmış gibi?  Madem ki bilmek istiyorsun, o zaman bil Gaziza çarların ve sulatanların kızlarına eşittir! Tirit gibi bir dul adamla evlenmek istemediği için suçlu mu şimdi? Hayır, suçlu değil!

İsmail öfke dolu bağırtıyla eşinin konuşmasını kesti:

-      Sus, kes sesini! Artık bir kelime bile söyleme! Bugün beni artık hiç bir şey durduramaz. Bunu iyice kafana sok! Eğer kızını sakinleştiremesen, üstelik yaptıkları azmış gibi ona arka çıksan, mezarda yatan babam beni lanetlesin, ama ben sizin ikinizin de hesabınızı çok kötü, acımasız göreceğim. Her şeyden önce de seninkini... Anladın mı? Akıl veremezsen kızına, öyle de söyle - yapamadım, ve ondan vazgeç, kızlığından reddet. Git konuş onunla, bugün - bu kadar yeter artık! Hem de bu gece konuş! Duyuyor musun?

İmail hantal adam gibi kalkıp yurtadan çıktı.

Kaliman eşinin sert huyunu iyi biliyordu, ama bu kadar ürkütücü, bu kadar kızgın olduğunu senelerdir görmüyordu. Demek ki, bu insan kesin kararlı, her şey yapabilir. Eşinin babsının ismine ant içtiğini hatırladıkça, kadının tüm vücudu korkudan titriyordu. Omuzlarına kocaman bir dert yüklendi. Ama kadıncığaz ne kendine, ne de kızına acıyordu, güçlü, korkusuz, mutsuzluğuyla perişan olan bu yaşlı ihtiyara acıyordu. Bu bela aniden, kurt gibi ailelerine saldırdı, amansızcasına senelerdir yaşadığı taş kalpli adamın kalbini parçalıyordu. Kaliman düşünüp taşınıp bu gece kesinlikle kızıyla konuşmaya karar verdi.

 

2


Bu sırada İslam sabırsızla aul sakininin uyumasını bekliyordu. Aklına farklı farklı şüplheler geliyordu, onu endişelendiriyordular. O huzursuz huzursuz yandan yana dönüyordu. Zaman sanki durmuştu, etraftaki her şey sanki donmuştu.

Saatler mi, dakikalar mı geçti?..

İslam sakince yatağından kalktı, omuzlarına ince yaz örtüsü alıp yurtadan çıktı.

Yıldızlı gökte çok uzakta ay vardı. Gece bozkır uçsuz bucaksız okyanusu hatırlatıyor. Aul sakindi, insanları uyumuştu artık. Serin hava ılık göl suyu gibi uykulu gecenin yüzünü yıkıyor, hafiften vücudunu okşuyor. İslam yurtanın yanında duruyor, düşünceli düşünceli uzaktaki üzgün temmuz ayına bakıyor, baktıkça hoş bir dinçliğin onu bürüdüğünü hissediyor. Aulun ortasında derin uykuya dalmış sürü yatıyordu. Duygun, aulu koruyan köpekler bile uzun kıllı yüzlerini uzattıkları pençelerine gömüp susmuştular. Uyku ihtiyar gece bekçisini de yenmişti. Yırtılmış eski kürke sıkıca bürünüp uyuyordu, ara sıra kısık sesle horuldayıp köpekleri uyandırıyordu.

Yakında Ayşe'nin beyaz yurtası duruyordu, İsmail'in gelininin. Anlaşılan yurtadakiler hala uyumamıştılar. Kapısı kapalı, ama hafiften içeride yanan lambanın ışığı gözüküyordu.

İslam biraz bekledi, sonra etrafına baktı, auldaki her kesin yattığından emin olup Ayşe'nin yurtasına yaklaştı. Yurtanın girişinde durdu, kapının deliğinden içeri baktı.

İçeride küçücük lamba yanıyordu. Ayşe yüksek yatağında uyukluyordu. Ayşe'nin yanında Gaziza beyaz yastığa dirseğini dayamış yarı yatar durumdaydı. Yorgun yüzü üzgündü. Kendi dünyasına dalmıştı galiba, bir şeyler düşünüyor, ama kendi kaderini çözemiyor. Ayşe ve Gaziza'dan başka içeride hiç kiç yoktu.

İslam ihtiyatla perdeyi çekip içeri girdi. Kadınların ikisi de birdenbirelikten sarsıldılar, çabukca saçlarını, elbiselerini düzelttiler, soru sorar gibi İslam'a baktılar. İslam hiç konuşmadan Gaziza'nın yanına oturdu. Ayşe anlamsık bir soru sordu. İslam kısaca cevap verdi. Sustular. Ne Gaziza, ne de İslam konuşmaya başlıyamıyordular. Ayşe onlara yardımcı olmak için yarı ciddi, yarı şakayla İslam'ı sorguya çekmeye başladı.

- Niye bizi unuttun? Niye verdiğin sözü tutmadın? Şehire gidip kendine yeni arkadaşlar buldun, öz bozkırını unuttun! - Ayşe tebessümle soruyordu, ama öyle bir sesle soruyordu ki, İslam Gaziza'yı o soruların cevabı ilgilendirdiğini anlıyordu. Biraz sonra sıkılganlıklarını aşıp, utanarak kendileri birbirileriyle konuşmaya başladılar, Ayşe başını yastığa koydu, anlayışlı bakışlarla Gaziza'ya bakıp - Utanmayın, - dedi, - her şey hakkında açık konuşun. Her gün böyle rahat konuşma şansınız olmuyor. Kader sizi pek de şımartmıyor, canlarım benim!

Birkaç önemsiz boş sözlerden sonra İslam yine sustu.

Gaziza sakin ve bir başka bakıyordu İslam'a. Açık renkli, kederli gözleri yumşak sitemli sitemli bakıyordu. İlk konuşmamaya karar verdi. İslam kızın kalbindeki kırgınlığı anlıyordu, bu kırgınlığın verilme sebebi ne kadar itidalli söylenirse, açıklanırsa o kadar onun için iyi olacak hissediyordu. Suçlu olduğunu anlayarak önceden konuşup kendini temize çıkarmak istedi, ama kendisi bile beklemeden aniden dedi:

-    Gaziza!  Senin kederini görüyorum ve anlıyorum, sana karşı olan mahcupluğu yüzüme vurabilirsin. Ben ağlamaya hazırım, Gaziza, ama kendimi yenmem lazım. Bir tek şey rica ediyorum - bana benim için kaybolmadığını, hala benim olabileceğini söyle! Söyle!..Ben...

O kızın elinden tutup öpmek istedi. Gaziza elini İslam'ın elinden çekip ilgisiz, soğuk, sanki eski lazımsız bir eşya hakkında konuşuyorlar gibi  konuşmaya başladı:

•       İsalam, ben kimin oluyorsam olayım, benim değişmez bir kararım vardı - sizi görmeden, sizinle konuşup anlaşmadan hiç bir yere gitmemek. Bu yüzden ben sizi bekledim. Ama sizi artık teselli edecek bir şey yok. Ben çok fazla bekledim. Her kesle ilgimi kesmeye hazırdım. Ama şimdi bitti...

•       Bana gerçekten hiç acımayacak mısın? İşte sana geldim, suçu kabul edip geldim, ama sen artık hiç bir şey istemiyorsun...Sen beni kovuyor musun, Gaziza? - yalvaran sesle İslam sordu.

•       Ben seni kovmuyorum. Ama eski günler geçti bitti. Benim isteklerim, özgürlüğüm artık bağlı. Ben artık hayatın ağına düştüm. Artık o ağlardan kurtulamam. Biraz önce annem buradaydı. Annemin ve babamın istediklerini yapacağıma söz verdim. Uysal bir kız olacağıma söz verdim. İslam, bana hatıralarla eziyet etmeyin.

•       Gaziza, biz seninle böyle mi sözleşmiştik? Başkalarına karşı taş gibi olan kalbin benim için yumuşamadı mı? O zamanlar sen beni seçmedin mi... - söylediğinde kızın ona baktığını farketti.

Gaziza susuyordu, İslam'ın saçlarını parmaklarıyla tımarlayarak okşuyordu.

-    Hayır, o günler geçti, onları artık geri döndüremeyiz,- uzun siren sessizlikten sonra derin nefes alarak itiraz etti.- Eskiden biz saf saf olmayacak hayaller ediyorduk, olmayaca mutluluğu istiyorduk. Ama adetlerin hükmü altındayız, kaçamayız onlardan!

Gaziza yine sustu, düşünceli düşünceli uzaklara baktı. İslam söylemek için bir kelime bile bulamıyordu.

Sonra Gaziza İslam'ın yalvaran, dolu gözlerine bakıp dedi:

-    İslam! Yarın benim nişanlımın geleceğini söylüyorlar. Eğer istiyorsanız o gidene kadar bizim aulda kalın.

Nişanlım!

Bu kelime İslam'ın kalbinde isyanlar, fırtınala yarattı. Sanclı acı onun kalbini deldi. Şimdi Gaziza onun için daha değerli, daha istenen oldu.

-    Yarın sabah erkenden ben gideceğim! -  sakin inleyerek sesle İslam dedi.

Ama biraz Gaziza ile konuşduktan sonra her şeye baş eğmeye hazırdı, şimdilik annebabasının yanındayken İslam'ın daha umudu vardı.

İslam ve Gaziza bu zor günlerde daha sık sık görüşmeye başlamıştılar, kederlerinde birbirilerine teselli vermeye çalışıyordular. İslam'ın ısrarıyla Gaziza nişanlısına tiksintisini, nefretini gösteriyordu. Ellerini başlayıp dışarıya bırakmayana kadar görüşmeye karar verilmişti.

Heyecanlı ve sevinçli ayrıldılar. Gitmeden önce İslam Gaziza'nın yüzünü avcuyla tutup dudaklarından öptü. Gaziza karşı koymadı. Gaziza da kendisini tutamadı, iki elleriyle İslam'ı sıkıca kucaklayıp öptü.

İslam son  kes Gaziza'yı bağrına basıp fısıldadı:

-   Bir daha bu kadar amansız olmamaya söz ver...Gaziza gülümseyip konuşmadan İslam'ın gözlerine baktı.

- Bakarız, - yavaşca dedi. İslam sakinleşip yurtadan  çıktı.

Sabah oldu. Ayın ışığı söndü. Yıldızlar seyreliyordu. Camgöbeği renginde şafak söküyordu.  İslam kocaman adımlarıyla  yurtasına dönüp arkadaşının yanındaki yatağına yattı.

 

3


Bugün akşam İsmail'in aulu istenen misafirleri karşılıyordular  - gelinin akrabalarını ve maiyetlerini karşılıyorlar. Yurtaların aralarında eyerlenmiş atlar bağlanmış. Ateşin başında kaynayan itişip kakışma ve acele acele kokuşmalar var.

İslam bey için ayrılmış yurtada oturuyor. Misafirlerle birlikte akşam çayı içiyor, sessiz önüne bakıyor.

Ayşe içeri girip kafasını sallayıp işaret edip çağırana kadar İslam kederli kederli oturuyordu.

İslam hemen çıkmadı. Ayşe onu kenara çekip dedi:

- Gaziza işte o yurtada seni bekliyor. Ben biraz önce onun yanındaydım. O seni çağırıyor. Git yanına!

İslam saklana saklana uçtaki yurtaya taraf yürüdü.

Küçük gri yurtada Gaziza'dan başka hiç kimse yoktu. Dibine kadar yanıp sönmek üzere olan ateşin yanında yarı karanlıkta oturuyordu. Kömür sönüyordu.

Bugün tüm gün İslam kıskançlıktan ölüyordu, kıskançlık obur gibi tırnaklıyordu içini. Kıskançlık yüzünden İslam Gaziza'nın söylediği her şeye baş eğiyordu. Onun sevdiğine yeni hayat kurmaya çalışan her kese kıskanıyordu. Gaziza'yı rakibinin koynuna vermek isteyen her kesten nefret ediyordu. Hatırladığında kafası dönüyordu. Gaziza ile sinirli sinirli heyecanlı konuşuyordu, kendini tutamıyordu, anlaşılmayan kelimelerle konuşuyordu.Gaziza eskisi gibi soğukkanlıydı, İslam'ı sakinleştirmeye çalışıyordu, o dedi:

-    Gaziza, ben acılar içinde kahroluyorum. Çıkış yolum yok  benim! Teselli edemezsin - öyle de bil: ikimizden birimiz öleceğiz! Ya o nişanlın, ya ben, ya da sen! Birimiz bu hayatta yaşayamayacağız, Gaziza.

Ocağın lacivert ateşi yanıp sönüyordu. Son kömürler kül olup sönüyordu. Karanlık yurtayı bürümüştü.

İslam Gaziza'yı kucakladı.  İslam'ın bu tutkusu Gaziza'yı uysallaştırdı, sakinleştirdi. Gaziza'nın ince vücudunu sıkıca kucaklayıp İslam durmadan onun dudaklarından öpüyordu. İslam'ın gitme zamanı yaklaşmıştı, Gaziza onu bu zor günlerinde bırakmaması için söz verdirdi.

Yurtadan çıktığında İslam uzaklaşan siyah insan gölgesi gördü. Yüzünü İslam göremedi, ama elbisesinden  beyin arkadaşlarından birinin olduğunu anladı, akşam İslam'ın Ayşe'nin yurtasını terk ettiğini görüp şüpheli şüpheli İslam'a bakan adamdı. Ama genci bu olay endişelendirmedi. Sakince beyin yurtasına döndü.

Misafirler akşam yemeklerini bitirmişti. Akşam yemeğinden önce İslam'ı çağırmak için adam göndermiştiler, ama hiç bir yerde bulamamıştılar. Her kes için saygılı bir misafirin yok olması şüpheli olmuştu.

-    Eğitim görmüş insanla acaba biz anlaşabilir miyiz! - Jakub'un Gaziza'nın nişanlısının arkadaşlarından biri iğneli iğneli sordu. - Biz bozkırlılar gördüklerimizi konuşmaya alışmışız, onlar ise bizim bu alışkanlığımıza dedikodu diyorlar. İşte buradan anlaşmamazlık başlıyor. Mahkeme de yapamıyoruz, gel de şimdi anlaş burada! - Bu sözlerle İslam'ı şaşırtıp anlamlı anlamlı kıs kıs güldü. Diğerleri bakıştılar, bazıları gülerek, bazıları imalı imalı birbirilerine göz ettiler.

İslam bu duruma kızdı, ama sustu, hiç bir şey söylemedi. Bu şaka Jakub'u da endişelendirdi. Özellikle Jakub'un morali dışarıda birisiyle konuştuktan sonra bozuldu. Endişeli ve sinirli yurtaya döndü. Neşe onu terketti, içine kapandı. Yanağındaki allık bir  kayboluyordu, bir yeniden parlıyordu. Zaman zaman kızgın kızgın sesli sesli nefes alıyordu, içinden bir şeylerin onu rahatsız ettiği, sinirlendiği belli oluyordu.rdı Jakub'un arkadaşları hemen durumu farketmediler, ama sezdiklerinde onların da içleri karardı. kısa bir süre sonra yurtaya sessizlik çöktü.

 

4


Misafirler dağıldıktan sonra Jakub arkadaşlarından birini Ayşe'yi çağırması için gönderdi. Jakub kızı gördüğünde yalandan gülümseyerek sordu:

- Ayşe bence sen görümcen gibi beni yabancı gibi görüyorsun, kaçıyorsun benden, değil mi? Öyle mi? Korkma, yaklaş bana,- yanında yer ayırarak kıza söyledi,- otur!

Ayşe gülümsedi.

•       Daha yeni geldin, ama daha şimdiden memnun değilsin!- kız itirazlı cevap verdi.- Galiba daha erken.

•       Doğru, daha yeni geldim, ama şimdiden hayal kırıklığına uğradım. Ama ben ne yapabilirim ki, eğer siz böyle davranıyorsunuz. Senden bir şey rica ediyorum - bana Gaziza'yı göster, hem de mutlaka bu gece gösterи!

Ayşe şaşkın şaşkın kaşlarını kaldırdı.

•       Canım benim,- kız dedi,- sen bizim adetlerimizi bilmiyor musun? Yoksa nereye geldiğini mi unuttun?

•       Biliyorum, gülme. Ama bu dedikodular, lakırdıları kaldıramıyorum. Bana sizin adetler lazım değil! Ben o adetlere uyardım, nişanlım uyabilse. Dualar toklar için, değil mi?

•       Sen neler konuşuyorsun, delirdin mi sen? Sen nasıl...

•       Evet, ciddi konuşuyorum. Benimle hesaplaşmak istiyorsan getir bana onu.Sen her şeyi düzenlemeye mecbursun!

Ayşe'nin hiç bir öğütleri, iknaları, dil döknmeleri yardımcı olmadı. Güvey inatla kendi sözlerinde inat ediyordu.

-    Söyle ona,- Jakub emretti,- bugün gelsin. Belki onun gelmesi onun için faydalı olabilir. Şimdilik ben bir kaç gün kalmaya gelmiş misafirim. Eğer insanların konuştukları gerçekse, benim buraya gelmemi istemiyorsa, öylece açık söylesin. Ben peki? Onun mutluluğuna engel olmamak için yarın hemen buradan gidiyorum. Kendimi size  mecbur akraba etmeye çalışmıyorum. Söyle bunların hepsini ona. Anladın mı?

Jakub'un şaka etmediğini Ayşe anlayıp Gaziza'ya gittti, istese onu güveye getirecek.

Güveyin arkadaşları yorulmadan geçen gecenin tuhaf olaylarını konuşuyordular.  Onların akılları çelinmişti, ve hepsi ne olup bittiğini öğrenmek istiyordu. Az süre sonra onların yanına Jakub'un arkadaşı Musa geldi (İslam'ı izleyen çocuk).

-    Söyleyin, sizlerden birileri Azimbek'in oğlunun tuhaf davranışının sebebini biliyor mu? - o sordu.

Daha kendi aullarındayken çocuklar bir şeyler duymuştular: Gaziza'nın utanılacak haraketlerini, kararlarını, ama nişanlısından vazgeçmesinin sebebinin kim olduğunu bilmiyordular, bir tek farklı faklı tahminler ederdiler. Bazıları İslam'ın şehir çocuğu olduğu yüzünden kızın sevgilisi bir tek onun olabileceğini tahmin ediyordular, ama kesin bilen yoktu.

Musa çocukların konuştuklarına kulak verdi.

-    Buraya gelmeden önce biz tahmin ediyorduk, bir şeyler siziyorduk, ama buraya gelip neyin ne olduğunu anladık,- o dedi.

Orada bulunanların merakları yüzlerindeki ifadeden belli oluyordu. Hepsi sorup soruşturmağa başladılar. Ama Musa başka hiç bir şey söylemedi.

-    Zamanı gelince - tüm gerçeği ortaya çıkarırız, açıklarız!Ama tek şey söyleyeyim; bu Azimbek'in oğlu pisin tekş! O kadar!

Bundan sonra İslam hakkında hiç kimsenin şüphesi kalmadı.

Musa'nın sona kadar konuşmaması insanları tahmin etmeye mecbur etti. Her kes kendisi bu olayın, İslam'ın kirli işlerinin devamını düşünüyordu, kuruyordu. Ve her kes hakarete uğramış beye acıyordu, ellerinden geldiğince kadar üzüldüklerini, yardım etmeye hazır olduklarını göstermeye çalışıyordular.

-    Ben Jakub'a ne yapacağını çıtlattım - kesin kararı kendisi verir, - Musa görevini tümüyle yapmış gibi memnun memnun dedi.

Konuşup doyduktan sonra kalabalık dağıldı. Ayşe'nin Gaziza'dan döndüğünde tüm aul uyuyordu. Bir tek Jakub uyumuyordu, beklentiler içinde perişandı, gelinden haber bekliyordu.

Ayşe'yi gördüğünde sabırsızlığını saklayamadı.

-    Çabuk söyle, hangi cevapla geldin?

-    Canım benim, mutsuz masum rolünü oynama! Kafana neyin nerden girdiğini Allah biliyor. Gaziza senin davetin hakkında öğrendiğinde sakince dedi:

«Bırak insanlar kınasınlar beni, bırak ben kuralları bozuyorum, ama Jakub istiyorsa geleceğim». Aynen böyle dedi. Kimin suçlu olduğunu da kendin şimdi öğrenirsin. Çık, ben yatak hazırlayayım.

Jakub her şeyden memnun gibi kendini gösteriyordu, serbestce dedi:

-    En azından sen bizi mahkum etme, kınama bizi! - yurtadan çıktı. Jakub geri döndü derinden nefes alıp yatağına uzandı. Bir şeyler mırıldanıyor, burnundan zorlu ve sesli sesli nefes alıyordu yandan yana dönüyordu. Bir kaç sıkıntılı dakikadan sonra Gaziza ve Ayşe geldiler. Kadınlar kendi aralarında fısıldaya fısıldaya konuşuyordular, az sonra Ayşe aceleyle ışığı kapatıp yok oldu.

Nişanlısıyla baş başa kalan Jakub yatağından kalkıp nişanlısını yanında çağırdı. Gaziza sakince yüksek yatağa yaklaştı, durdu dinlemeye ve cevap vermeye hazırdı. Jakub uzanıp bekliyordu. Gaziza yatağın yanında dayanıp bu kadar nefret ettiği insanın ne deyeceğini düşünüyordu. Gaziza uysal kelimeler söylemiyordu, hiç bir şey sormuyordu, nişsanlısının onu buraya niye çağırdığıyla bile ilgilenmiyordu, Jakub kızın inatçı ve dik başlı olduğunu anladı. Şimdiye kadar sakladığı öfke patladı, o da nişanlısına karşı daha sert davranmaya karar verdi.

Utanç ve iğrenti Gaziza’ya azap veriyordu. O böyle bozkır adetlerini laznetliyordu. Ödkeden boğuluyordu. Sanki bu iğrenç canavar onun çıplak ince titreyen kalbine kirli tırnaklarıyla yapışıyordu. Onun kızlık gururunu hiç bir şey bastıramıyordu. Zorla kendini toparlayıp nişanlısına son ve kesin cevap vemeye karar verdi.

Ama Jakub hiç bir şey sormadan sakince eliyle Gaziza’yı tutup hızlı kendine çekti, kısık sesle dedi:

-    Sen, duyduklarıma göre, benden memun değilsin? Ben seni bugün İslam ile ayırdım. Boşuna susmuyorsun! Biliyorum – senin dilin yeminle bağlı. Ağzını yemin zencir  gibi bağşıyor. Ben her şeyi biliyorum!

«Demek bu iş böyleymiş, nişanlılar demek böyle tanışıyorlarmış!»

Gaziza kesdirmeden her şeyi hemen söylemek istedi, ama cesareti yetmedi. Nişanlısının ellerinden kendi ellerini çekip kurtarmak istedi, ama çekemedi.

-    Sen peki niye geldin, - boğularak o bağırdı, - sen geldin ve kurt gibi hemen kıllarını diken diken kabarttın! Ve şimdiden her kese saldırıyordun!  Ama bunu bil: bu canavarlığınla yırtılıcığınla korkutamazsın! Biz çocuk değiliz! Buradakiler senin fal taşı gibi açılan gözlerinden korkmuyor!

Jakub şaşkına döndü.

O her şeyi bekliyordu, ama böyle bir cevap hiç aklından geçmiyordu.

•      Kime umut ediyorsun?! Söyle! – hayvan öfkesini güçle tutmaya çalışarak cevap verdi. – Bugün seni çağırdığım için sövüşmeye başladın!

•      Ben bundan sonra seninle evlensen her günümün böyle geçeceğini anladım. – Yarın bugünden daha güleryüzlü karşılamazdın. Başlangıç nasılsa sonu da öyle bitecek. Bugün benim durumum nasılsa tüm ömrüm boyu aynı durumda olacağım. Seni sevindirmek için neşeli sözlerim yok benim.

Bunları duyduktan sonra Jakub nişanlısı hakkında konuşulan dedikoduların gerçek olduğuna ikna oldu, içindeki her şeyi söylemeye karar verdi.

•       Elbette, - o başladı, - senin sevinçlerin İslam’ın kucaklarında kaldı! Ve bence sen bununla gurur duyorsun. Peki o zaman niye her şeyi öz babandan saklıyordun? Yoksa sevgili aşığın mı böyle olmasını istedi? Kendin galiba benimle evlenmek istemediğini söylemişsin. Gerçekse açıkca bana da söyle! Ben seni bunları açıklaman için çağırdım.

•       Biz ne hakkında konuşabiliriz ki? Her şey zaten açık.

•       En azından senin planların hakında konuşalım. Konuşulanlara göre İslam ile evlenmeyi düşünüyorsun? Eğer her şey açıksa, gerçekse o zaman biz niye seninle konuşmayalım ki bu kadar önemli şeyi?  Doğru muyum değil miyim?

İslam’ın bu alayları Gaziza’nın sabrını tüketti.

-    Evet, ben gerçekten senin eşin olmak istemiyorum, - sert, ama beklenmeyen sakinlikle kız cevap verdi. – Senin alaylarına katlanmamım sebebi ise benden güçlü olanların beni buna mecbur etmelelidir. Evet, ben İslam’ı seviyorum, bu bir gerçek! Allah’ın bildiğini kullardan saklamak istemiyorum, her kes bilsin!

Jakub hemen cevap vermedi. Gaziza’nın utanmadan böyle konuşma cesaretini ona İslam’ın verdiğini düşünüyor, bu konuşmaları ona İslam’ın öğrettiğini düşünüyor. İslam’ı hor görmesinden başka Jakub’un atalarının ruhlarına hakaret ediyor! Eğer her kes İsmail’in kızının onu reddetmesini, Gaziza’nın her şeye kadir güçlü Jakub ile evlenmek istemediğini, başkasıyla kaçtığını öğrenirse Jakub utançtan başını kaldıramaz! Yakın zamanlara kadar Azimbek de, İsmail’in kendisi de büyük insana – Jakub’un babasına bağımlıydılar. Ama bugün  birinin oğlu diğerinin kızı Jakub’a karşı küstahlık, hakaret ediyorlar! Hayır, böyle hakarete katlanmak olmaz!  İnsanların yanından rahat geçemem ben, ataların kurallarına saygı duymayan insanlarla ben rahat edemem. Evet, Jakub hakareti kabullenemez, bu aptal kızın gevezeliğini duymak bile istemiyor artık!

-   Hele gel buraya! – itiraz kabul etmeyen bir sesle Jakub emretti.

Gaziza böyle bir şey beklemediği için ne yapacağına şaşırıp kaldı. Sustu, dilsizler gibi konuşamadı. Ama Jakub zaman kayetmeden Gaziza’nın elbisesinin düğmelerini  koparmaya başladı.

•     Sen bugün şakalaşıyorsun, - mırıldandı, - benimle alay ediyorsun! Peki, bu kes bu iğneli sözlerini affediyorum. Öyle olsdun, kendim seni soyurum! – O Gaziza’nın yeleğini çıkarmaya başladı. Kız önce karşı koymadı, ama nişanlısına da yaklaşmıyordu. Şaşkın şaşkın, kendine değilmiş gibi duruyordu, susuyordu.

•     Ben sana gelmem, hayır! – kız bağırdı. – Konuşmak için çağırmıitın, ben de geldim, konuşmak için geldim.

Kudurmuş Jakub kontölünü kaybetti. Yerinden fırladı, Gaziza’nın elinden  çekip göğüsüne vurarark bağırdı:

-   Sen hala benimle alay mı ediyorsun! Sen...Sen...Konuşmana izin verdim. Ben her şeye katlandıkça sen daha çok beni sinirlendirmeye başladın! Hayır, efendim! Hatalı sensin! Hayır!

Gaziza’yı yere yıktı, dehşetli darbeler indirmeye başladı. Öfkeden kendinden geçmişti, sanki kızı parçalamak istiyordu.

Hiç bir zaman dövülmeyen, hakarete uğramış, kırgın halde Gaziza ağladı. Kırgınlık, öfke, nefret göz yaşları durmadan gözlerinden akıyordun. Karşı koymaya, kendini korumaya çalışıyordu, Jakub’un yüzüne bakıp bağırdı:

-   Öldür, öldür, ama senin olmayacağım! Senle hayatı yaşamaktansa siyah mezar daha iyi. Tiksiniyorum senden! Nefert ediyorum! Öldür! Canavar!

Jakub kızı bırakmıyordu:

-   Alçak, seninle evlenmezsem öleceğimi mi düşünüyorsun! Kız olduğunu düşündüğüm için seninle evlenmek istiyordum. Ama sen kızlığını çoktan bitirmişsin! Bir kuruşa bile almam artık!

Sertçe Gaziza’yı itip yatağına gitti. Gaziza zorla yerden kalktı. Hemen yurtadan kaçıp kurtulmak istedi, ama yeleğini ve gömleğini aramaya başladı. Ama Jakub vermedi.

- Defol git! elbisesini vermeden emretti. Gaziza çıktı.

 

5


Bozkırda gün ağarmaya başlıyordu. Sabahın temiz sağanak rüzgarı esiyordu. Yaş sis çayırları bürümüştü. Hüzünlü ay batmaya doğruydu. Doğuyu sessizliz, sakinlik bürümüştü. Sanki tüm dünya nefesini tutup donmuştu.

Tüm aul derin, sakin uykuya dalmıştı.

Bu esrarlı zamanda tüm canlılar yeniden güneşi selamlamak için güç topluyordu.

Gaziza hiç bir şeyin farkında değildi. Kırılmış halde ağlayarak sakince ağlıyordu. Kalbini parçalayan, gözünden akan yaşlar, korkudan titreyen omuzları şu an hiç kimsenin umrunda değildi, hiç kimse görmüyordu onun acılarını. Kalbini ezen ağırlık o kadar büyüktü ki, yurtaya gitmeye gücü yoktu, bu hayatta yaşamak için bile gücü yoktu.

Gaziza yurtanın yanında kıpırdamadan duruyordu. Kendi annesi ababsı onu bu cehenneme attılarsa kimden yardım isteyebilir ki? Kime şikayet edebilir? Tüm aulda bir tek o kendisi uyumuyor, bir tek o rahatsız, uykusuz şu an.

Sanki uçsuz bucaksız sahrada kervanından geri kalmış, susamış, ömürlük yolunu kaybetmiş yolcu gibi kendini hissediyordu .

Soğuk sabah rüzgarı Gaziza’yı uyandırdı. Ağır düşüncelerine dalıp, dövülmüş, hakarete uğramış, soğuktan üşüdüğününfarkına varmamış. İnce yaz elbisesi onu ısındıramıyordu, ama sabaha kadar hiç bir yurtaya gidemezdi. Hiç kimse onu bu halde görmemeli,onun acılarını bilmemeli.

Sabah olduğunda Gaziza büyük yurtaya gitti, yatağa uzandı.

...Gaziza gözlerini açtı. Her kes çoktan uyanmıştı. Her tarafına bakındı, ağrıdan inledi, kah sıcak olduğunu, kah üşüdüğünü hissetti. Uyuyup uyanıyordu, uyandığında hep yaşadığı geçen gecenin o dehşetli dakikalarını hatırlıyordu. Kafası karışmıştı. Ama geçen gece neler yaşadığını açıkca hatırlayıp anladığında kendini kaybediyordu.

Sonunda kendine geldiğinde yanakları yanıyordu, büüyük kaya parçasına benzeyen bir şeyle başından basıyordular, başı dönüyordu, dayanılmaz ağrıdan kafası patlayacaktı. Gaziza kalkmak istedi, ama vücudu ona ağır geldi, sanki yere zincirlenmişti. Kalkamayınca Gaziza inildedi. Annesi yaklaştı. Elini ateşten yanan kızının alnına koyup sordu:

- Canım benim, sen galiba soğuk almışsın? Tüm vücudun yanıyor!

Kaliman yatağı düzeltip Gaziza’yı yatağa rahat uzattı. Ateşi yükseliyordu. Gittikce daha çok sayıklıyordu. Korkun. Görüntüler gözlerinden çekilmiyordu.

O gün İsmail başlık için gelen hayvanları iyice kontol edip düğüne hazırlanıyordu.

İsmail her kes gibi kızının hasta olduğunu biliyordu, ama önemsemiyordu, çok rahattı, her yerden çağrılmış misafirleri karşılamakla meşgüldü. Gaziza’nın hastalığını bir tek insan düşünüyordu - İslam. Hastanın yatağının yanında oturuyordu, yanından ayrılmıyordu, her dakika ya yastığını düzeltir, ya su veriyor, ya yorganla üstünü örtüyordu .

Düğün günü çok insan gelmişti. Kalabalık yurtadan yurtaya yürüyordu. Her taraftan yüksek sesli şarkılar, neşeli, kaygısız gülüş sesleri duyuluyordu.

Öyle yemeğinden sonra erkekler atlara binip yakındaki tepeye sürdüler. Orada at oyunları, koşmalar, yarışmalar düzenlediler.

İslam hiç bir şeyle ilgilenmiyordu artık. Arkadaşlarını bırakıp tüm zamanını Gaziza’nın yanında geçiriyordu.

Geceye kadar misafirler dağıldı. Bir tek özel çağrılmış misafirler, aksakallar, kızlar, yiğitler, kadınlar kalmıştı. Mutluluk, sevinç her taraftan yağmur gibi yağıyordu. Şarkılar söyleniyordu, ama Gaziza’nın ateşi daha çok yükseliyordu, sayıklamaları sıklaşmıştı.

Önceleri sayıklamaları anlaşılmıyordu, ama zamanlar anlaşıldı, yardıma çağırıyordu, korkudan titriyordu, rahat edemiyordu bir türlü. Gaziza’nın yakınları baştan önemsemiyordular onun sayıklamalarını, ama sonra endişe etmeye başladılar, telaşla kızın ne söylediğini anlamaya çalışıyordular. Nihayet, etrafında nişsanlısının tüm akrabaları, arkadaşları, teyzeleri, halalar, amcaları, dayıları, amca ve dayı çocukları, kuzenleri, öz kardeşleri, yeğenleri toplandı.

Zaten havasız yurtaya bu kadar insan dolduktan sonra sağlam adam için bile nefes almak zordu. Gözleri geziniyordu Gaziza’nın, inledi, yine anlaşılmayan kelimelerle konuştu. Oradaki insanlar sustular.birkaç anlaşılmayan söz sayıkladıktan kısa bir süre sonra Gaziza net dedi:

-    İslam, canım benim, bırakma beni... Yanımda kal. Sensiz çok korkuyorum.

Şaşıran misafirler susuyordular: bir tek mahcup kalan Kaliman hoş olmayan bu durumu düzeltmeye çalışıyordu:

-      Beraber okumuşlar, çocukken sık sık İslam’la oynardılar, - zavallı kızım benim, şimdi o anlarını hatırlıyor...

Musa dikkatle etrafa bakındı, arkadaşı Suleyman’ı öne itti.

Bir tek İslam’ın morali bozulmadı.

Tam tersi, Gaziza’nın sözleri onu çok sevindirdi. Kızın yatağına biraz daha yaklaştı, kızın sıcal ellerinden tutup neresi ağrıyor diye sordu. Zaman zaman Gaziza onun sorularına cevap veriyordu, diğerlerinin sorularına cevap vermiyordu. Yurtada biraz sessizce oturup arkadaşlar, misafirler, akrabalar dağıldı.

Gaziza’yla gelecek kaynanası, Kaliman ve İslam kaldılar.

Jakub’un arkadaşları konuşmak için yeni konu bulmuştular. Bey hepsine gecenin dehşetli olaylarını anlatmıştı. Ama o gecenin olaylarınıa Jakub kurnazlık ekleyip anlatmıştı:

-   O gece kız akılsız gibiydi, deliler gibi, acaba birileri büyü mü ne mi yaptı diye düşündüm? Azimbek’in oğlu yapmış olmasın? Bu işe bulaşmış mı acaba düşündüm?

Jakub’un arkadaşları Gaziza’nın söylediklerine anlam veremiyordular. Bu yüzden Jakub’un söylediklerine inanıyordular.

-   Bu tabii olabilecek bir şey! – arkadaşlardan biri dedi.

•      Başka tür olamaz, kız akıllı kızdır, aniden böyle bir şey yapmazdı, niye de yapsın ki? – diğeri söyledi.

•      Boşuna her şeyi kendisi anlatmıyor! – üçüncüsü tahmin etti.

Bu sırada her zamanki gibi Musa yangına körükle gitti.

-   Dün ben size bazı şeyleri anlatmadım, - per perdeden konuşmaya başladı. – Ben bir konuşma duydum...

Dinleyiciler  kuşkulandılar.

-   buraya geldiğimizin ilk günü İslam ve Gaziza kenardaki yurtada uzun süre yalnız kaldılar. Bir zaman kaybolduğunu hatırlıyor musunuz? İşte o zaman orada beraberdiler. Yurtanın arkasına oturup konuşmalarını dinledim. İslam’ın onu bir şeyle korkuttuğunu anladım. Hatta açıkca böyle dedi: « Benim söylediğim gibi olmayacaksa, üçümüzden birimiz öleceğiz, ya sen, ya nişanlın, ya da ben». Bu sözlerden sonra ikisi de sustular. Bugün ise kumız içtiğimizde ağzından böyle bir laf kaçırdı: «Buradaki kızlardan herhangi biri benim sigaramdan içerse, başı döner». İşte kendiniz düşünün devamını...

Şimdi her şey açıklandı.

-   Demek ki, öyle olmuş her şey, - dinleyenlerden biri dedi.

•      Böyle olduğundan eminim, bir damcı bile şüphem yok! – diğeri dedi.

•      Durduk yerde şimdiye kadar kusuru olmayan kız niye nişanlısından kaçıp şehir çocuğuyla evlenmek istesin ki! – üçüncüsü dedi.

-   Evet, tüm suç onundur, - her kes öyle karar verdi.

Bu sözleri o gece tüm aul öğrendi. Hem nişanlısı için, hem onun arkadaşları, akrabaları için kızın Jakub’u istemediğinden büyülenmiş olması daha iyidir. Her kesten çok bu iftirayı beyin arkadaşları yaymaya çalışıyordular. Bu bu hikayeyi İslam da duydu. Ama onlara karşı hiç bir şey koyamadı. Aslında İslam hiç ilgilenmiyrdu bu olayla, Gaziza’nın hasta olması, onu iyileştirmek için elinden bir şey gelmemesi içini karartıyordu.

 

6


 

Üç gün geçti.

Gaziza günlerce daha kötü oluyordu, güçten düşüyordu. Ne yemek yiyordu, ne bir şey içiyordu.

Dedikodu hala konuşuluyordu. Başka aullar bile duymuştu. Kaliman duyduğunda ne yapacağını bilmedi, inansın mı inanmasın mı bilemedi. Şüpheler içinden kadın arahatlık vermiyordu, İslam’a an bakmaya başladı,  konuşmuyordu onunla .

İslam insanların ona şüpheli, yabansı, kızgın bakışlarla baktıklarını fark ediyordu, zoruna geliyordu artık, Gaziza ile vedalaşıp evine döndü.

Bir kaç gün sonra Gaziza umutsuz haldeydi. İnsanları tanıyamıyordu. En son gece Kaliman kızının kaynanasıyla Gaziza’nın yanında oturuyordular, bir süre sonra kızın sesi duyulmadı. Korkmuş anne aksakalları, erkekleri çağırdı.

Gaziza son kes gözlerini açtığında yurta insanlarla doluydu. Bakışları çok hüzünlüydü. Kaliman göz yaşları içinde boğularak kızını kucakladı.  Она не узнавала людей:

-    Canım benim! Ne oldu sana? Senin başına gelen ne belaydı bu? – kızının üstüne birazdaha eğilerek sordu: - Yoksa İslam mı sana bir şey yaptı? Söyle tüm gerçeği, kızım benim!

Hasta’nın kupkuru susamış dudakları buz kesti...Son gücünü toparlayıp Gaziza anlaşılır sesle fısıldadı:

-    İslam... İs...

Sessizce her kes birbirine baktı. Sabaha gaziza vefat etti. Onun son sözleri sırr gibi kaldı.


7


Sabahın köründe her kes Gaziza’nın ölüm haberini öğrenmişti. Kahredici bu haberi İslam da duydu. Gaziza’nın ölüm haberini duymak azmış gibi, bir de Azimbek’in oğlunun büyüyle kızı öldürdüğünü duydu.

Ertesi gün atlılar Gaziza’nın cesedini aulun kenarındaki mezara götürüp ataların gömüldüğü tepeye gömdüler.

Jakub üç gün nişanlısını ağladı, sonra tüm maiyetiyle beraber çekip gitti.

İslam’ın cinayeti hakkında korkunç söylentiler kısa süre içinde tüm aullarda duyuldu.

Söylentiler dağlardan aşağı yuvarlanan kar hızıyla yayılıyordu. İnsanların ağızlarından düşmeyen bu dedikoduya her kes memnuniyyetle inanıyordu, çünkü hikayenin katil kahramanı hiç kimsenin tanımadığı, bilinmeyen okulu bitirmiş, şehirden gelmiş biriydi. Jakub olanları farklı farklı korkunç sözlerle anlattığı yüüznden dinlemek dehşetliydi.

Eve döndüğünde Jakub komşu köyde yaşayan bir rus falcının yanına gitti, Gaziza’nın ölme sebebini öğrenmek için fala baktırdı.

Falcı Gaziza’nın genç bir adam tarafından, ailenin düşmanı tarafında büyü yapılmış öldüğünü söyledi. Jakub’un akrabaları öğrendiklerini hemen ölenin annebabsına ilettiler.

Jakub anlattıklarında artık hiç kimsenin şüphesi kalmamıştı, İslam’ın kızı büyüle öldürmesi çürütülmez bir gerçekti.

İslam’ın bu iftiraya karşı savaşmaya gücü yoktu. Kalbi ebediyen kayettiği, bir daha göremeyeceği Gaziza’nın hasretiyle doluydu. Güçten düşmüş, yalnız, ne yapacağını bilemeyen, suskun günden güne somurtuyordu. Sık sık geceleri ağlıyordu. Yabancılar bir tarafa kendi annebabası bile oğullarını anlamak istemiyordular.

Oğlunu bu kadar halsiz, üzgün, kahrolduğunu gören Azimbek sık sık: «Acaba insanların konuştukları gerçek mi?» diye düşünmeye başlamıştı. Günden güne o oğluna daha soğuk, daha sert davranıyordu. Ama diğerlerine bir baba olarak nu şüphelerini gösteremezdi. Birilerine bir söz ettimi hemen ölen can için ödeme isteyecekler. Bir tek bu sebepten her yerde mutsuz oğlunu koruyordu. Ve bu sebeple de kendi aulunun aksakalları ile İsmail’in auluna gittiler. Aksakal İsmail’ eski arkadaşlıklarını, akraba olduklarını hatırlattı, kızının öldüğü için ödeme istememesine ikna etti. Ama Kaliman kızın ölümünü ağlayarak dedi:

-    Benim gözlerime gözükme, kara yüzlü İslam! Seni seven bir kardeş deüil miydi benim kızım? Kimi öldürdün sen, zalim!

Bunları evdekilere anlatarak Azimbek oğluna olan nefretini gizlemiyordu. Yakında İslam yalnız yabancıların arasında değil, kendi ailesinde de rahatlık bulamıyordu. Her bakışta, her gülümsemede, her sözde İslam ona karşı olan kinliği, nefreti, yabancılığı, ona karşı hissedilen korkuyu görüyordu.

 

8


Bir gün İslam komşu aula akrabalarına misafir gitti. Aulun başının eşi Katima ona yaklaşıp, utanarak dedi:

- Canım, büyük felaketlerin içinde utanç saklanıyor.  Bunu söylemekten çekiniyorum, ama senin bana yardım lazım, İslam. Beni kınama, amabizim gelinimiz, senin yaşıdında olan Kumaken’in eşi kocasından memnun değil. Ailemizi utandıracak bir şey yapabilir korkuyorum. Sen işte,  insanların konuştuklarından yap, sen biliyorsun öğlelerine nasıl davranmak lazım. İyileştir sen onu, lütfen, çok rica ediyorum.

Kızmış İslam sertçe Batima’ya bağırdı.

- Kafamı kızdırma benim! – bağırıp kenara çekildi.

Batima hiç bir şey anlamadı, ama İslam’ın bir sır bildiğine emin oldu. 

Kaçmak! Beklemeden öz yurtandan, aulundan, bozkırdan kaçmak lazımdı. İslam’ın başka çaresi yoktu.

Sabah erkenden çift atlı at arabası şehire sefer için hazırdı. İslam arabacıdan İsmail’in auluna sürmesini rica etti.

Ağustos ayının sıcak günlerindenbiriiydi, tüm canlılar güneşten gölgeli yerler bulup saklanmıştı: ne kuşların ötmeleri, ne sürülerin melemeleri, ne insan sesleri duyuluyordu.

İslam atları mezarlığa sürdürdü.

Mezarlık güneşin sıcaklığından otları kurumuş tepenin başındaydı.  Etraf ıssız, sessi hüzünlüydü.

Mezarlığa az kalmış İslam arabayı durdurdu, acele etmeden tepenin başına kalkmaya başladı. Yalnızlıktan kahrolan bu tepede mezarlar sıralanmıştı. Mezarların üstünde kocaman dikenli otlar bitmişti, bir tane de kocaman gri taş vardı. Bu taş Gaziza’nın mezarlıydı.

İslam mezara kör gibi yürüyordu. Uzun bir süre bu mezara baktı, aniden kuru toprakta tozlanmış bir kitap gördü. Şaşırdı, eğilip kitaba baktı. Bu Kurani kerimdi, hem de o kitaptı! Iki küçük öocuğuz mollanın yanına gidip arapça yazma okumayı öğrenen Gaziza ve İslam’ın kitabıydı.

Titreyen elleriyle İslam eski kitabın ilk sayfasını açtı, çocuk elleriyle yazılmış harfleri gördü. Gaziza’nın yazısına benziyordu. Bazı sayfalarda özenle İslam’ın ismini yazmıştı.

İslam kitabı öpmek istedi, ama kitap elinden düştü, kitabın arkasınca İslam toprağa eğildi, mezarı kucaklayıp ebediyet kayettiği Gaziza’yı ağladı.

Bir süre sonra İslam kalkıp at arabasına doğru yürüdü. Atlar haraket ettiler.

 

1923

Көп оқылғандар