Әдебиеттi ешкiм мақтаныш үшiн жазбайды, ол мiнезден туады, ұлтының қажетiн өтейдi сөйтiп...
Ахмет Байтұрсынұлы
Басты бет
Арнайы жобалар
Аударма
MAİLİN  Beyimbet, "Kızıl Ordu Askerinin Evi"

25.11.2013 1372

MAİLİN  Beyimbet, "Kızıl Ordu Askerinin Evi"

Негізгі тіл: ''Kızıl Ordu Askerinin Evi''

Бастапқы авторы: MAİLİN Beyimbet

Аударма авторы: not specified

Дата: 25.11.2013

Kızıl Ordu Askerinin Evi

 

İsmi bile binde bir kez kağıta yazılırdı. Bir kez ama ismini aul yonetecinin seçim kütüğüne geçirdiler, ve öylece seçim vaktinde Buzaubak Tmakbayev herkezle yanı sıra geçti.  Tüm namuslu insanlar gibi bir kağıtlara geçtiği için ve onlar gibi bir soyadının sahibi olduğu için önceleri gurur gibi birşey hissediyordu, ama kısa bir sürede bunun için öyle vergilediler ki onu, aulnay da peşini bırakmıyordu. O tarihte bıyıklı ve küstah Ahmetcan ortalıkta ünlü bir aulnaydı. Şakaya gelmeyen biriydi,  bazen o gariban Buzaubağın gırtlağına basardı.

            -Seni, it oğlu seni! Geri zekâlı! Kağıtı  soyadınla niye kirletiyorsun?! Vergiyi ödeyemiyorsan, ev sahibi gibi kayıtlanamzsın!

            Bu gibi durumlarda Buzaubak yerin dibine geçmeye hazırdı.

            -Ne yapabilirim ki, can dostum?-özürle eveleyip geveliyordu o. – Kendim yazılmadım ki. Seçim yılında Aliş kaydetti beni. Hane sayısını artırmaya onun fikriydi... Ne hanesi ya!..Hiçten olan, hiç bir işe yaramaz kardeşini affet ya, canım...

            Bunu dedikten sonra Buzaubak hiç bir şey söyleyemiyordu, çekinerek ve yalvarıp bakıyordu baskın yapana. Var olan tek malı – boz ineği. Aulnay her sene vergi için avlusundan  bir buzağını alıp götürüyordu. O hüzünlü gün Buzaubağın karısı Ayjan da şiddetle sövdü şanssız kocasını:

            -Bu listede olmakta gerekli olan ne?! Uğursuz, ses çıkarmadan otursaydın!

            -E, sakin ol, karıcım, - sakinleştirmeye çalışıyordu onu Buzaubak, - düzelecektir herşey, iyileşecektir.

            Bazen huzurlu sohbet ederken karı kocanın ikisi de aulnayı ve çizgili çantasıdaki listesini lanetliyordu.

            -Ah, elime geçseydi, yakardım! – tehdit ediyordu Ayjan.

            Kağıt üzerinde «Tmakbayev» yazısı artık Azrailden(ölüm meleği)  daha korkunçtu. Acı deneyimden dolayı, yanılmaktam alim olup, onun gibi talihsiz yaşıtlara tavsiye ediyordu: «Sakın kağıta geçirtme kendini.Kaydedilirsen, başın dertte olacak.»

            Daha sonra, devrimden sonra ilk yıllarda da,  kağıtta kayıtlanan soyadısı her hangi bir sevinç getirmezdi Buzaubağa.Petrov adlı, nöbetçilerden birisi, aşırı günü bağırıyordu ona:

            -Atlarını koş! Sıra sende!

            Ne hale düştü onun tek atı yakın zamanda,  ayakta duramiyordu, çok berbat oldu. Buzaubak bazen bunu anlatmaya kalkardı,  Duysenbay da hemen ağzını kapatırdı.

            -Bak buraya, bu listeyi görüyormusun? – hırlıyordu o. – Ne yazılıyor burda? «Tmakbayev». Bu yüzden çeneni açma!

            Soyadımı kimseyle, hiçbir zaman, hiçbir yerde kaydetmekten saklayabilirmiyim acaba? – ara sıra kendine soruyordu o.

            Bir gün, arabasında okulun müfeddişini götürüyordu, yoldayken sormuş ona:

            -Değerli yoldaşım, bilgili birisine benziyorsun...Listesinden adını tamamen silmek olur mu, yok mu?

            Müfeddiş hemen anlamamış onun ne istediğini, Buzaubak açıklamaya zorunda kaldı, ve o dedi ki ona:

            -Bu liste artık rahatsız etmesin sizi. Onunla insanlarını korkutacak vakti geçti artık. Başlarınızı buyruksunuz şimdi. Bunları duydukça, Buzaubayın gözleri fal taşı gibi açıldı.

            ‘Bu tuhaf adam ne diyor ya’- düşündü o.

            Ancak, o zamandan bu yana bir degişikler oldu. Ahmetjan bıyıklı artık toplantılarda insanlara bağıramıyordu, daha fazlası – toplantılarda görünmeye bile cesaret edemiyordu. Dünün rençperi Yermakan aul kurulunu yonetiyor, Buzaubak ta kolayca konuşuyor onunla. Buzaubak kendisi de kurula seçilmişti, ve bir kez bile bucak kongreye gitti. Bazen eşine söylüyordu:

            -Karım, hey, karıcım! Kaydımın silinmemesi iyi oldu bizim için, demi?

            Ayjan da bu yararlığı seve seve kendine gaspetti:

            -Ben sana ne dedim? Ben olmasaydım çoktan kaydını silmişlerdi!

            Vakit çok geçmeden yaşam tamamen değişti. Aulun tüm işlerini gençlik yonetmeye başladı. Sakalsız gençler toplantı halinde kurulda bulunuyorlardı, ve ustaca işlerini çeviriyordular. Yaşlıların, saçları ağaran birileri ocağın yanında ısınmaya başladılar.

            -İşte bu kadar, - diyordular, - işimiz biter burda, gençlerin zamanı gelmiş.

            Buzaubak da düşünmeye başladı. Oğlusu Andamas artık yirmi yaşına geldi. Çocukluğundan köle gibi baya çalışıyor. «Şimdi rençper olmasaydı, bir zanaatla  ilgilenseydi,  akran aktivistlerden daha iyi çalışacaktı belki». – Düşünüyordu Buzaubak. Ama Andamasın eğitimi yok. Okuma – yazmayı bile bilmiyor. Ve şimdi bunun kabahatını  kendinde bulmaya zorunda kaldı o: « Çocukluğunda neden okutmadım?..»

            Bir kez oğlu ile Buzaubak samimi bir sohbet başladı.

            -Bana bak, - dedi oğlusuna, - tüm akranların akıllandılar artık. Çalışıyorlar. Sen de hala bayın ayak işlerini görüyorsun.Yeter artık! Açlıktan ölmeceğiz ki! Adam ol, sefaletten sıyrıl! Arkadaşlarından geri kalma!  Bu konuşmadan sonra o hemen  aul kurulun başkanına gitti.Ona dedi ki:

            -Yermakan! Listeden Buzaubak Tmakbayevnı sil! Onun yerine de «Andamas Tmakbayev « yaz.

            Öylece Tmakbayev talihsiz adı ortadan çıktı. O tarihten itibaren öyle bir soyadı kağıtta yoktu.

            Andamas ise bayda çalışmasını bıraktıkça, hemen aul işlerine katıldı. Hiç bir toplantıyı kaçırmamış oldu. Son seçimde de aul kuruluna seçildi.

            -İhtiyar adam, hey ihtiyar adam! Oğlunun büyümesini ve bir yiğit olduğunu fark ediyormusun? – deyip, kaç kez kocasına musallat etti Ayjan .

            Ayjan kendi düşüncelere dalıyordu. Önceleri Buzaubak aulda ciddi alınmazdı. Onun hakkında sadece: «hain», «serseri», «sefil» derlerdi. Şimdi ise makamların gözünde at sürüsü sahiplerinden daha da çok şeref duyardı. Eskiden Marjanbike gibileri  Ayjana yüksekten bakardılar, kendilerine yaklaştırmazlardı, şimdi de, eski dostlar gibi, kendileri davet ediyorlar, kımız çıkarıyordular, sırlarını anlatıyordular.

            Marjanbikenin evlenme çağında olan iyi bir kızı var. Ayjan işte ona göz attı. Bir kez yarı ciddi, yarı şaka demiş ona:

-Oğlum için kızını gelin olarak almaya niyetim var.

- Bende kızım için Andamastan başka kimseyi istemiyorum. – Hemen cevapladı Marjanbike.

O zamandan beri Ayjan  kocasını rahat bırakmıyordu.

-          Bilmiyorum ya... – düşünüyordu Buzaubak, - herhalde başlık parasını isterler. Oğlumuza da sormalıyız, istiyor mu yok mu...

Bazen aul makamların yonetici Yermakan onları ziyaret ediyordu. Ayjan onu da çekip duruyordu:

            -Bana bak, canım.Oğlumuzu evlendirsene. Evimize genç bir kızı getirirsen, çok seviniriz.Zamanı gelmedi mi?

            Yermakan Andamasın evlenmesine karşı değildi, ama Marjanbikenin kızı hakkında dinlemek bile istemiyordu.

            -Uf, yenge, aklından çıkar bunu. Bir köylü kızını gelin olarak mı istiyorsun?

            -Ne müthiş şeyleri söylüyorsun ya! – Şaşırmış Ayjan.

            -Köylü bir kız mı o?

            Buzaubak ile uzun konuşmalardan sonra Şeker diye bir kızı seçmeye karar verdi. Ancak, köylü kızı gibi sevimli değil, ama canlı, becerekli ve acar bir kızdır. Ayrıca, söylentilere göre, gençlerin bir birine karşılıklı çekim varmış, belki de daha ciddi bir his vardır. Şimdi bu çok önemliymiş, çünkü Ayjan duydu ki, karşılıklı rızasız evlenme geçerli değilmiş.

            Andamasla bu konuda konuşurken, çocuk çekinerek gülümsedi.

            -Bilmiyorum... – dedi.

            Daha sonra, Andamasın bu dediklerini oğrenince, Şeker onunla yalnız kaldığı zaman dalga geçiyordu:

            -Bu ne biçim bir cevap? «Bilmiyorum...» Yaşlılara öyle cevaplıyorlar mı? Sen bilmesen, kim bilecek ki? Ben mi bilmeliyim?

            Sonbahar geldi. Aul canlandı. İnsanlar artan ürünü kooperatife teslim ediyordular, ve onun yerine  çay, şeker, kumaş ve diğer türlü eşyaları alıyordular. Buzaubak Andaması uçurum üzerinde duran ahıra götürdü. Bir kağnıya beş çuval ekledi, İdristen de dilenerek bir öküzü alıp koştu, ve oğlunu şehire gönderdi.

            -Git ve gereken bütün herşeyi al. Gelinimizi olması gerektiği gibi giyindirmek lazım. Bir sandığı da al. Türlü şeyleri saklamak için, Ayjan emretti vesaydı  alınacak şeyleri.

            Andamas buğday tanelerini kooperatife teslim edince dükkana gitti, ve aniden yanındaki aulda yaşayan Kusanla karşılaştı. O zeki, kurnaz ve girgin bir çocuktu, okuma – yazmayı da biliyordu. Üstündeki giyimsi derli toplu ve rahat oturmuştu. Eski pazarında bir paltoyu bulmuş ve şimdi onu giyip caka satıyordu.

            -Evlenmeye ihtiyacın mı var? Okumak gerek! Hadi, benimle asker okuluma gel. – Teklif etti o.

            İlk önce Andamas dinlemeye bile utanıyordu bunları. Bir insan hayatında işten başka birşey görmediyse, ne eğitimi, saçma.Çok komik! Ama bu düşünme sadece ilk düşüncesiydi. Sonraki anda kalbinin derınliklerinde çekinerek  bir kuşku uyandı: «Neden olmasın ki? İstersem Giderim!»  Arkadaşının iki yol ağzında olduğunu hissettikçe, kendine gelmesini kaçırdı.  Okadar konuştu ki, ballandıra ballandıra asker okulunun çekiciliğini ve hayırlarını anlatıyordu. Sayısı yok çekiciliklerini betimliyordu.Nihayet Andamas karar kılmakta duraksamaya başladı.

            -Aslında, denesem olur ... – Dedi o.

            -Hadi! Gidelim! – Çekti onu Kusain. – Düşünme bile! Hadi!

            Askerlik şubesine gitmeye karar verdiler. Kağnıyı da, eşyalarını da yol arkadaşlarına emanet etti.

            ‘Hey, dostum, sen bizi kime bırakıyorsun? – diye gibi, kırmızı ve siyah öküzler kayıtsız  sonsuz gevişi  getiriyordular, ve üşene üşene ağır başlarını sallayarak, uzun süre onun arkasından baktılar.

            Aulda Andamasın gittiğini öğrenince, çok şaşırdı herkez.  Bazıları üzgünce başlarını sallıyorlardı:

     -Niye kafasına taktı. Evlenmek istemiş, aniden de kaçmış. Gelini ne haldedir simdi!

     Diğerleri de, tam ters, tesvim ettiler.

     Andamasın aklı başına girmiş galiba. Aferin ona!

     Ayjan içini çekip kocasına yapışıyordu:

-          İhtiyar adam, anlatsana bana, ne demek bu?

Oğlunun sormadan gittigi için pek memnun değildi Buzaubak, ama şimdi olana karşı olmaması  en iyisi olduğunu anlıyordu.

-          Demek, canı öyle istemiş. Peki, okusun bari. – Dedi o.

Aulda dedikoduculuk yapan kadınlar şaşkınlıktan ve geline acımaktan yanaklarını çimdikliyorlardı.

-          Ah, güzel kızımız, ne yaptı ki nişanlın? Seni nasıl bırakabildi!?...

-          Birşey olmaz.Kaçamaz ki.Geri dönecektir!

Andamasın okulu herkezin dilindeydi, ama nasıl bir okul bekliyor onu kimse hayal bile edemiyordu. En çok şaşan, tabi ki, Buzaubaktı.  «Asker» kelimeyi düşününce, hayalinde bir savaşçıyı görüyordu o. Kazaklar da ezelden beri savaşçılardan korkar oldu. On altıncı yılında, çar yiğitlerinin arka işlerine katılmasını istedikçe, tüm bozkır telaşa düştü. Halk hayvanlarını, çoktan yaşadığı yerlerini bırakıp gidiyordu. Bir evden erkek gittiyse, onun matemini tutuyordular. Sadece kazaklar mı öyle? Mesela, kazakların komşuları – uruslar. Bir oğlunu orduya vermesi bela gibiydi: tüm var olan hazırlıklarına harcalanıyordu, masraflar sonsuzdu, ana – babaları da borclara batıyorlardı. Acemi erlerin kendileri de ağlamakla, ayakta duramıyacak kadar sarhoş oluyordular.  «Asker okulu şimdi nerde acaba? Belki de onları başka şekilde okutuyorlar şimdi?» – düşünüyordu Buzaubak,  anlaşılan o, bir cevabı bulamiyordu bile. Kısaca, Andamasın asker okuluna ani gitmesi herkez için bir muammaydı.

       Sine sine kış yaklaştı. Buz gibi bir rüzğar şiddetle Buzaubağın zeminliğine sallamış oldu  ve öylece tüm evin içini soğutuyordu. Soğuk oluyordu, ahırda gibi rahatsız. Fırtına yatışmamış oldu, daha da tüm var olan tarzlarda uluyordu. Ayjan ve Buzaubak sobanın yanında ezgin ve yalnız hissediyordular kendilerini. Üzücü olan – Andamasın beklenmeyen bir davranış – evlenmeye isteyen oğlan, okumaya gitti, bir taraftan da  aulda gezen dedikodular, bunlarla en çok uğraşan Marjanbikeydi.

-          Ayjanın oğlu Kızıl Ordu askeri olmaya istedi ya,  çinlilerle savaşacakmış artık. İyiki kızımı evlendirmedim onunla. – Dedi o.

Ayjan bunları duyunca, sinirlenip, kadının lafını kesti:

-          Şükürler olsun, oğlum bu köylünün kızına bulaşmadı. Hepsi bir bırakacaktı onu. Bu aptal kadın niye boşboğazlık ediyor ya? Susup otursaydı!

Ara sıra, yaşlılar sıkıntı çekerken, Şeker  geliyordu ziyarete, dedikoducular Şekerin kaçak sevgilisini beklemediğini konuşurlardı, başka biriyle evleneceğini bekliyorlardı. Ancak, kız böyle birşey yapacak gibi görünmüyordu. Aksine, Andamasın ana babasına daha da çok yakın oldu. Eskiden Ayjana «şeşe» (yani annecim) derdi, şimdi ise daha da saygılı «aje» (yani büyükanne) derdi ona.Ayjana gelince, ev işlerinde yardımcısı oluyordu.Ayjan ona hayran hayran baktığında hüzüne dalıp diyordu kocasına:

-          Adam, hey ihityar adam! Şeker gelinimiz olmazsa kedere düşeceğiz...Farkındamısın?

Kırçlı kapı gıcırdadı, o badi badi yürüyen Yermakan girdi. Yaşlılar gözlerini başkana dikti. «Andamastan belki bir haber vardır?..»

-          Size... Bir kağıtı getirdim. – Gülümseyerek Yermakan dedi.

-          Ne kağıtı?

-          Bilmiyorum. «Buzaubak Tmakbayev için» yazılıyor üstünde.

Buzaubak kaşlarını çattı bir an, soluk gözleri fal taşı gibi açıldı.

-          Soyadım listeden silinmemiş mı yoksa?

-          Korkmayın. Bu başka birşey olması gerekir. Andamastan mektup galiba...

Bu sözlerini duyduktan sonra yaşlıların sevincinden hoplaması güç. Heyecanlanıp zarfı açtılar. Ordan bir resim ve yazı ile dolu bir kağıt çıkardılar.

-          Oybaaaay! Evladımmış bu! – Sevinç çığlığını attı Ayjan ve resmini kucakladı.

Andamas üniformalı ve silahlarla fotoğraflandı. Demek, anne ile babasının hem sevinmelerini, hem sürpriz etmeyi  istemiş. Yapabildi. Yaşlılar bir birinin ellerinden o fotoğrafı çeke çeke, ne hevesle bakıyordular ona! Nasırlaşmış mantoda, eski  çarpık çizmelerde gezen dünkü aul delikanlı, asker kıyafetlere giyinince artık güzel bir yiğit gibi görünüyor.

Ayjan heyecandan ve sevinçten ağladı.

-          Evladım! Oğlum benim!

Bu fotoğrafı elinden bırakamıyordu , kendine sarıyordu onu.

Mektubu Andamasın kendisi yazmış. Buzaubak şaşırdı:  «Andamasın evden ayrılması nerdeyse dört ay oldu, hayatında mollanın karşında oturmayan o, nasıl bu kadar hızlı şekilde okumayı yazmayı oğrenmiş?» Buzaubağın fikirde okuma – yazmanın oğrenmesi yıldızlar kadar ulaşılmaz birşeydi.

Andamasın fotoğrafı aul boyunca evden eve gezmiş oldu. Ayjan  ilk önce Şekere gösterdi onu. Kız  gözünü ayırmadan bakıyordu o fotoğrafa.

-          Ne kadar güzelleşmiş! – hayallere daldı o.

-          İstiyorsan al, sende kalsın, canım. – Aniden dedi Ayjan.

Şeker kızarıverip, fotoğrafı çekti, onu mavi bir ipek mendile sarıp, yeleğinin gögüşündeki cebine sakladı . Andamas ile Kusainin mektubu tüm cıvarı telaşa düşürdü. Kıskananların birileri ise hor görerek burunları çekiyorlardı:

-          Eee, saçma birşey ya... Peki, asker oldu! Asker yetersiz mi şimdi?!

Ama gençlere bu mektuplar unutulmaz bir izlenim bırakıyordular. Andaması auldakiler sessiz ve utangaç bir çocuk gibi biliyordular. Ve onun okumaya kararı, ani gitmesi, Kızıl Ordu okulunudaki oğrenmesi, ve sonraki değişmesi her kimseyi şaşırtardı. Andamas ile büyüyen ve Rahimberdada beraber rençperlik eden Şaldıbay gibileri bu mektuplarla fotoğraflardan sonra  tamamen rahatsızlandılar. Şaldıbay bin kere okumaya zorladı arkadaşını. Şekeri rahat bırakmıyordu bile, resmine tekrar bakmam için yalvarıyordu ona. Ve yiğitlerin beşi başında Şaldıbay ile Andamasa bir mektup gönderdi:

-          «Okulunda bizim için de konuşşana, bizde okumaya istiyoruz. Ben ,Kırmanbayın oğlu, Şaldıbay, canım sağ oldukça, sonraki sonbahar mutlaka size geleceğim! Ülkemizi duşmanlardan koruması okulunuzdaki öğrencilerin Kutsal bir görevidir, baylar  - duşmanlarımızdır ve biz bay döküntü ile savaşmaya hazırız!..»

Öz aulundan gelen ilk mektubu işte buydu.

Oğlusundan gelen haber çok mutlu etmiş Ayjanı. Buzaubak da göklere kadar yükseldi.  Andamasın fotoğrafının sahibi Şeker oldu, mektupnun sahibi ise Buzaubak olmuş. Bundan sonra o okuma – yazmayı bilenlerin içinde bulunmaya başladı. Okumayı bileni buldukça, bir parça kağıtı verip okumanı istiyordu ondan:

-          Sevgili dostum, oğlumdan mektup gelmiş, okurmusun, lütfen.

Kızıl Ordu askerinin mektubu memnüniyetle okunuyordu, ve Buzaubak başını eğip dinliyordu. Onu gücendiren tek adam -  molla Abdrahmandı.

-          Harflar rus harflar...Ben bu rus harflardan hiç anlamam.

Buzaubak şaşırmasından mollaya inanılır mı yokmu bilmiyordu. O ise kaşlarını çatıyordu, Buzaubağı korkutmaya istiyor gibi.

-          Kötü zamanlar geldi ya, saygılı dostum. Koranın harflerini, mukaddes dinin yazısını göremiyoruz artık. Bu ise  mektup sayılmaz, bu şeytanın kargacık burgacık yazısı!

Buzaubak kırıldı. Bu cılız adam  oğlusundan gelen  mektubunun şeytanın kargacık burgacık yazısı olduğunu söylemeye cesaret etmış!? Sessizce dışarıya çıktı o Abdrahman mollanın evinden. Ve evinde şunları söyledi:

-          Karıcım! Bundan sonra mollanın kapısına yakın gelme bile! Tam bir itmiş! Hatta onun  çirkin suratını bile görmek istemiyorum!

Murahhasin aula gelmesi sıklaştı. Allah’ın her günü aulda toplantı oluyor. Buzaubak ta çağırılıyordu, ama o kimseyi  yaklaştırmıyordu kendine.

-          Ne işim var benim orda? – Diyordu o. – Kaydım silinmiş ya. Andamas geri dönerse gelir toplnatınıza. Şimdilik böylece idare edin.

Ve sonra hilelere başvuruldu. ‘Oybaaaay!’ – şaşıyorlardı aktivistlerin birileri. – Kızıl Ordu askerinin babasına yakışır mı böyle bir davranış?! – Bu sözlerden sonra Buzaubak  ıhlaya ıhlaya gidiyordu.

-          Üşenme, be, adam. – gayret vermeye çalışıyordu Ayjan. – Git. İstemeden bir zarar gelmesin oğlumuza.

İki yıldır her bir şekilde olan toplantıları tanımaya bile istemeyen Buzaubak, Kızıl ordusu askerinin babası oldukça, öylece hiç bir toplantıyı kaçırmaz oldu.  

Murahhas geldiği günleri, Yermakan Buzaubaknı kollarını açıp, çömert bir gülümseme ile karşılıyordu , ve sonra hantal ağır kanlı, eski kısa gocuğa giyinen Buzaubağı en şerefli yere oturtuyorlardı.Kim bilir, şakadan mı yokmu yapiyordu öyle Yermakan , ama törenl yaparak gösteriyordu  herkeze Buzaubağı:

-          İşte burda Buzaubak, o saygın bir adamdır bizim için, Kızıl ordusu askerinin babasıdır. Onun oğlu Andamas kendi arzuyla askerlik okulunda ders alıyor.

Murahhas bu gibi durumlarda kalkıp, Buzaubağın elini sıkıyordu, bu an Buzaubak iki parmak kadar ara engel olmazsa, heyecandan gökyüzüne dokunur gibi oluyordu.Duşmanların da az kalsın karınları patlacaktı. Çoğu o sırada oğlularını mutlaka asker okulunda olduklarını hayal ediyordu.

Sonbaharda, ürün alması bittikten sonra, herkez ürünün fazlasını devlete veriyordu. Buzaubak Yermakan ile karşılaştıkça, meraktan sordu:

-          Ben ne yapmalıyım?

-          Kendiniz biliyorsunuz. – cevapladı Yermakan.

Tabi ki, o bilmezse kim bilecek ki? Çalışan milletin desteği ve savunması Kızıl Ordusuysa, Buzaubak ta bir savunucunun  babasıdır, ve herşeyı bilmeye onun hakkıdır.

-          Ne yapalım, hanımım? – akıl vermesini istedi o. Ayjan da tedarikli  ve tutumlu oldukça, buğday artısıyla ayrılmak istemediğini gösterdi. Beraber yaşadıkları hayatı boyunca yoksul sayılırdılar, ama Ayjanın hesaplı ve özenli oluğundan dolayı açlık ne olduğunu bilmiyorlardı.

-          Bırak karıcım, cimrilik etme.Murahhasın ne demek istediğini anladım ben. Artığı devlete vermeye gerekir. Seninde geçen seneden kalan birşeyler varmış, bildiğim gibiyse. İkimize yetmez mi? O iki tahıl ambarda varlığını da veriyoruz, haberin olsun!

Ayjanla öyle konuşmaya eskiden cesareti varmıydı? Ayjan ağzını bile açtırmazdı ona! Şimdi ama herşey değişti. Buzaubak Kızıl Ordusu askerinin babasıysa, Ayjan – onun annesidir. Babası itibar ile şanını sağlamlaştırmaya çalışırken, annesi engel olacak birşeyi istemez ki!

-          Tamam, devret. – içtenlikten razı oldu Ayjan.

Buzaubak aul kurula geldiğinde, orası adama dolmuştu, gelir gelmez devlete yirmi pud tahıl devredeceğini söyledi. Yermakan gülümsedi ve sordu ona:

-          Karnını doyurmaya birşeyler kalmıştır...

-          Hem boğazımıza yeter, hem tohuma da kalır. – gülümsedi gururlu yaşlı.

Söylentiler ve dedikoduların peşinde büronun yanında dolaşan namussuz iş adamları anlamlı anlamlı bakıştılar bu konuşmayı duyduktan sonra, hemen de fısıldamaya başladılar:

-          Kesinlikle delirdi bu ihtiyar adam! Son varlığını veriyor bu, bizi de belirleyebilir.Sanırım, güç duruma düşmeden önce, vermeliyiz artanlarını, yoksa başımıza bela olur bu ihtiyar!

Aulda her gün bir haber yayılıyor. Sona zamanlarda herkezin dilinde olan söz – kolhozdır[1].

O kelimeyi murahhas getirdi ve onun sözlerine göre bu kelimenin korkulacak birşey yokmuş.Toplantının başkanı Buzaubak oldu. Bu sefer murahhasın yanında oturttular onu. Yaşlı adam mantonun cebinden eski tütün kesesini çıkardı, ağzına nasıbay[2] koydu, murahhas ise  sordu ona:

-          Demek, Kızıl Ordu askerinin babası sizsiniz.İyiymiş. Bende bir zamanlar Kızıl Ordunun görevindeydim ... – dedi o ve yaşlının elinden beygir derinden yapılan tütün kesesini aldı, bir çimdik tütün avucuna döktü.

«Bu nasıl olabilir ki? – Merak etti Buzaubak. – Eğer o Kızıl Ordu askeriyse, neden burda? Kızıl Ordu askeri savaş işlerinden başka birşeyle ilgilenmez – söyleniyordu aulda».

Kolhozlara bağlı haberi auldakilerini telaşlandırdı iyice, herkez mırıldanmaya başladı:

-          Derler ki, hem hayvanlar, hem var olan mal ortaklıkta kullanılacakmış!

-          Özğürlük olmayacakmış artık!

-          Hepsi yalan! Ben murahhasın yanında oturdum ya! Öyle birşey söylemedi o, - dedikoduculara itiraz etmeye çalışıyordu Buzaubak, ama çok az insan dinliyordu o.

-     Başka ne diyebilir ki? Sonuçta Kızıl ordu askerinin babası o. – omuzlarını silkiyordu onlar.

Azarlanan bir tek Buzaubak değildi, Sabır da sövüldü. Sabır Şekerin babası ya, yani Kızıl Ordu askerinin oalcak kaynatasıdır.

-     Sabır da kolhoza katılacakmış. – Konuşuyordu millet. – Anlaşılmış!

Az önce en çok konuşan aktivistler susup fısıldamaya başladılar. Buakaba gibilerine kolektifleştirme pek hoş görünmedi, ve onlar kolhozları korkutucu gibi birşey göstermeye çalışıyordular, öylece yığınların atılımı azalıyordu.

-     Dediler ki kolhoza herkez kendi arzu ile geliyor...

Ve Eskendir gibi türlü açıkgözler ve fesatçılar hayvanları kesmeye gizlice kışkırtıyorlardı.

-     Zaten kolhozlardan kurtuluş yoktur. Zamanınız  varken, kullanın onu, mallarınız ellerinizdeyse. Bazıları paniğe kapılıp, gerçekten hayvanlarını soymaya başladılar.

Çalkantılı yaşam geldi aula.

Kadınlar da kenarda duracak değillerdi. Daha da fazlası... En çok dedikoduculuk yapan onlardı! En kötü, en saçma söylentiler onlardan çıkıyorlardı.

-     Kim söyledi bunu?

-     Kaynatam söyledi.

-     Ya bunu kim söylemiş?

-     Ya benim kaynatam söylemiş...

Dedikodu büyüyordu, en ince ayrıntılara dek.Onlarla beraber uyuşmazlıklar da büyüyorlardı. Sonuçta kadınlar iki gruba bölündü. Birinci grup – «kömünistler»,  ikinci grubun adı – «baylar».Her toplantıda şu iki grup tartışıyordular, ses kısıklığı kadar kavga ediyordular.

Yakında ilçeden daha bir murahhas gelmiş, ciddi bir şekilde kolhozları göstermeliydi. Kendilerini «komünistler»  olarak bilen bazı aileleri bile duraksamaya başlamışlar.  Cesaretini kaybettiler, çekinmeye başladılar...

-     İnsanlar katılsınlar, biz kaçmıyoruz ki, - diyordu her ikincisi.

Adetlerine göre, bu zamana kadar «sessiz»  kalan Şeker, aniden sordu:

-     Peki ya biz?

-     Nasıl yani «biz»!? – sinirlendi Ajar, kızın annesi.

-     Malımız mı çok?

-     Ama kolhoza katılmalıyız, annem.Unutma ki, damatın Kızıl Ordunun askeridir. – Direniyordu kız.

Buna Ajarın cevabı yoktu. Sonra kızının sözlerini kocasına anlattı, Sabır da homurdandı:

-     Gerekirse, katılırız!

Ve sonra Şeker Buzaubağa gitti. İhtiyar adamla ihtiyar kadın rahat rahat sohbet ediyorlardı. Şeker kadının yanında dizlerini çoküp, ellerinden dikişlerini almiş. Ne zaman Ayjan kendi işlerini birine güvendi ki? Hayatta kimseden birşey istememiş o, omür boyunca bayda rençperlik ediyordu. Şeker dikiyordu, Ayjan ile Buzaubak ise hayranca seyrediyorddular onu. Ne hoş  ve tatlı birşeymiş! Geldi ve çekinmeden işe koyuldu, kendi evinde iş yapiyormuş gibi. Ama aslında bu eb yabancı değil ki onun için.Ama bir bakımdan, yaşlı adam ile yaşlı kadınla kim ilgilenir ki,o olmazsa. Gelecekte tüm kaygılar onun sırtına yüklenecek.

Eh, kazaklar, kazaklar! Ne iğrenç ve berbat adetleriniz varmış! Eski zamanlarda evlenecek kız rahat rahat nişanlının evine gelip dikermiydi? Sonuçta, adetlere göre, kız nişanlıdan ve onun akrabalarından, hırsızlardan gibi, kendini saklamalı.

     Ama başından beri Şeker farklı davrandı.Bunun ilk nedeni – herkezin bir aulda yaşaması, Ayjan da hiç sitem etmemiş, hiç incitmemiş onu, cünkü tek olan oğlusuna bağlı olduğunu sanıyordu. Ve onların ilişkide bu en mantıklı birşeydi. Yaşlılar, çocuklar gibi seviniyordular Şekerin gelmesine.

Şeker Ayjanı bir kenara çekip, ona danışmaya başladı, iki sorunu vardı: kolhoza ve Komsomola katılması. İlk soruya Ayjana duraksamadan cevapladı:

-     Baban kolhoza geliceğini söylemiş artık.

Ama Komsomola Şekerin katılması konusunda birşey demeye zorlanıyordu.

-     Bilmiyorum, tatlım.Andamas ne der acaba...

-     Tabi ki, sevinir. – Gülümsedi Şeker.

-     Eminmisin? – şuphelendi Ayjan.

-          Tabi ki, ajem! O Kızıl Ordu askeriyse, demek komsomol uyesidir. Ve öyleyse, katılmama sevinecektir.

-          Ozaman, sende katıl, canım! – Razı oldu Ayjan.

Yaşlı kadın bu konuyu kocasına bahsedince, o çok memnün olmuş.

-          Evet, evet! Şimdi gençlerni Komsomola bağlıyorlar. Güzel olmuş! Bende düşünüyordum akrabalarımızdan kimini komsomola kaydediyim...Beni almazlar artık.

 Toplantıda «Tendık» (eşitlik yani) kolhozun oluşturulmasından söz açıldı, ilk konuşan Buzaubak olmuş.

-          Değerli arkadaşlarım, - dedi o, - herhangi bir işte ben ilk çıkmadım. Bence, zamanım geldi. Şimdi ise listenin ilk uyesi olucağımı istiyorum sizlerden.

Böylece, «tendik» kolhozun uyelerinin listesini Tmakbayev soyadı başlamış oldu.

Bu anda kağıtta yazılan kendi soyadı bukadar korkunç ve ürketici görünmedi Buzaubağa. Aksine, kağıttaki harfler gülüyor ve seviniyorlar gibi geliyordu ona. Ondan sonra Buzaubağın bacanağı Sabır alındı kolhoza. Sonra da tek tek komünistler ve komsomol uyeleri çıktı.

       İki yıl sonra «Tendik» kolhozundaki yaşam tanınmaz hale geldi. Aul değişti. Zeminliklerinin yerinde artık yeni evler duruyorlardı.Eski aul dikiş yerlerinden atıyordu. Bayların herşeyini alıp, auldan gönderiyordular. Yoksullar ve orta köylüler birleştiler.

       İleri emeği, sosyalist yarışmaları alışılmış birşey olmuş. Aul gençlerin arasında yetenekli işini bilen insan çok oldu. Şeker de yayarlık gösterdi: okumayı – yazmayı öğrendi, kolhoz kurulun işlerine katılıyordu, kadınların ileri ekibin yoneticisi oldu. Bir kez değil o erkek ekiplerle anlaşma yapardı, sosyalist yarışmalarına girince birinci oluyordu.

-          Sevgili Şeker, bizi öldürme de bu yarışmalarla! – gülüyorlardı kadınlar.

Türlü otların içinde, alüvyal ovada tayları başlarına kadar saklanacak yer vardı. Az bir zaman önce ama bu arazi Rahimberdı baya aitti.Şimdi ise tüm kolhoz kullanabiliyordu onu. Üşenmiyorsan, biçebilirsin!

Üç gündür üç ekip nehirin yanındaki alüvyal ovada ot biçiyordular.Bir takım otbiçerlerle çalışıyordu, ikincisi elle biçiyordu, üçüncü de, kadınlar, kuru otlardan dokurcunlarnı sahildeki martıları gibi, beyaz başörtüler ve jaulıklar bir an için görünüp kayboluyordular.

-          Hep beraber, kadınlar! – coşturuyordu onları Şeker.

Kadinların ellerinde  ustalikça  kullanılıyordular taraklar. Yorgan gibi yayılan, yeşil çayırın üstünde, de orda de burda  kuru otların tepeleri büyüyorlardı.

-          Sevgili Şekerjanım, damatınız ne zaman gelicek acaba? – Alay ediyordu Zeyneb.

 

Kadınlar genç ekip başına alay etmeye severler. Bazı kadınlar aşk acısına dolu şiirleri yazıp, Şekere hamlediyordular onları. Sevgilisine tedirgin oldukça, Şekerin kendisi yazıyormuş gibi oluyordu. Şeker hiç te kızmazdı bu gibi şakalara ve alaylara, hiç birşey olmamış gibi gülerdi.

       Ancak bazen boş zamanlarda üzüntülü düşünceler geliyordu aklına. Niye gelmiyor acaba? Gitmeye izin vermiyorlarsa, yazabilirdi...Bir söz, bir kelime bile yeterliydi... Yoksa eskisi gibi hala beceriksiz ve çaresiz olduğumu mı sanıyor? Evimden ayrılmayan birisi olduğumu mı sanıyor? O eski Şeker yok artık.

       Bunları düşününce, kaşlarını çatıp, çok üzülürdü.  Zeyneb bunu farkedince, coşturmaya başlıyordu, ve Şeker neşeli ve samimi haline dönüyordu.

       Bügün ise başka bir olay üzdü Şekeri. Tansıkbayın delişmen karısına yemek vermezsen verme, dedikoduculukla doyabiliyor o, yanında kadınlarını toplayınca,sonsuz sohbetlerini başlıyordu. Tabi ki, işler unutuluyordu. İşsizlik için başka bir neden bulamazsa, kuru otların üstüne yatıp inlemeye başlıyordu:

-          Oybay, memelerim sütten şişmiş! Oybay, meme başlarım kabarmış! Çocuğum acıkmıştır, ağlıyordur!..

Şeker kızıyordu. Kurnaz kadının huyunu çok iyi bilirdi. İşte o çocuklarını hiç sevmiyor, bir damla acı bile yok onlara karşı. Eline ne geçerse, onunla dövüyor onları: ‘Yer yarılsın da içine gir!’ Şimdi de memesini konuşuyormuş, çocuğunu hatırlamış. İyi ki geçen seneden onun gibi aptal kadınların çocukları ana okulda eğitim görüyorlar. Bir ana okulu açılması için ne kadar uğraştı Şeker. Şimdi de kolhoz uyelerin çoğu memnüniyetle götürüyorlar oraya çocuklarını getiriyorlar oraya...

Sıcak iş günlerin birinde ekip başının küçük kardeşi acele edip gelmiş. Güdük kuyrkuklu tayını terleyip ıslak olduğuna kadar  sürdü onu, binici kendisi de soluk alamıyordu.

-          Apa! – Bağırdı o, ablasını görünce, ve tıkandı. – Andamas  geldi!

Kadınlar birden işini bırakıp kıza gözlerini çevirdiler. Mahcubiyetinden mı, sevincinden mı Şekerin yanakları kızardı, gözleri de yere indi.

Güneş guruba indikçe ekip aula geri döndü. Buzaubağın evinin yanında bir kaç kişi duruyordu. Onların arasında Andamas  üstünde giyinen gri külotta, gögüşüne sıkıca yapışan iki yıldızlı yakalı asker gömlekte en çok sivrileniyordu. Şeker uzaktan tanıdı onu. O da gördü onu. Milletin yanında Şeker utanmış sevgilisine yaklaşmaya, belki de evine girip,yıkanmak, saçlarını taramak, üstünü değiştirmek için   kaçtı. Başını eğip, diğer tarafa döndü, ama Andamas bunu görünce karşına çıktı.

-          Hey, yoldaşım,nereye?Bekle! – güldü o.

Şeker alev alev yanıyordu. Öyle de donup kaldı. Andamas yaklaştı, selam verip, elini tuttu. Evinin yanında duran Ayjan gülümsüyordu.

-          Mutlu olun, evlatlarım. – Fısıldıyordu o.

Kolhozun demirhanenin girişinde omuzunda çekiçle Buzaubak duruyordu. Onun yüzünde de memnun bir gülümseyiş dolaşıyordu.

                                                                                                                                              

   1931


[1]   Eski Sovyetler Birliği'nde devlete ait topraklarda üretim yapan, ücretin emeğin niteliğine ve çalışma süresine göre verildiği, belli sayıda köylü ailenin oluşturduğu ortak tarım işletmesi.

[2] Nasıbay -  (nasvay, nas, asmay) bileşiminde nikotin olan bir madde. Nasıbay alt yada üst dudağın altına koyulur.

Көп оқылғандар